1182/1768 Rusya Seferi Ve Sonucu
Rus Elçisine Yedikcıle Zindanı
3. Mustafa'nın Şeyhülislâmları
Babası: Sultan III. Ahmed
Han
Annesi: Mihrimah
Sultan
Doğum Tarihi:
1717
Vefat Tarihi: 1774
Saltanat Müd.:
1757-1774
Türbesi: İstanbul
Laleli Camii.
Sultan 3. Mustafa;
Osmanlı tahtına cülus ettiğinde kırk yaşlanndaydı. Ancak sadaret makamında
bulduğu Koca Ra-gıp Paşa ülke genelinde sükûneti temin etmiş, yeniçeri sessiz
sedasız emirlere müheyya beklemekte, hudud ahvali ise asayişin berkemâl
dönemini yaşamaktaydı. Osmanlı ülkesi tam manasıyla bir ıslahattan geçecek
şansı yakalamıştı. Avrupa devletlerinin gerek rönesans gerekse, dini revizyon
senelerini atlatmış olmanın verdiği hararetle avrupayı yeniden tanzim ediyor ve
yaşanacak topraklar sömürülecek insanlar bulabilmek için, dünya denizlerine
müştereken yelken açmak gibi arayışlara başvurmaktalardı. Allahdan ki içlerinde
var olan bencillik ve kıskançlık birbirlerini yemelerine zemin hazırlamaktaydı.
Bunlar oldukça da, basanlarını tam manasıyla dünyayı yönetme gibi bir merkeze
oturtamıyorlardı.
Her nekadar hristiyan
dünyası Papalığın teşviki ile müslümanların âlemine tasallut ediyorlarsa da,
islâmın kılıcı olan, aynı zamanda islâm hâlifesinin başında bulunduğu, Osmanlı
devleti yapılan i'zaç haraketlerini savmayı zorda olsa muvaffakiyetle
becermekteydi. 3. Mustafa sadaret makamında bulduğu Dâmad Koca Ragip Paşa'yı
görevinde tutma akıllılığını göstermiş fakat, pek fazla sulh sever ve biraz da
rahatına düşkün bulduğu, sadnazamina karışmama arzusunu devam ettiremedi.
3. Mustafa; Moskof
düşmanı padişahların arasında enönde yer alması mümkün olan bir zattı. Rivayet
olunurki; Sadrazamına: "Lala niçin Ruslara savaş açmayız, paraysa esas
derdin, Edirne'den onların başkentine kadar her bîr adıma bir san lira
dizeyim" dediğinde, Koca Ragıp Paşanın cevaben:
"Padişahım;
devleti Osmaniye uzaktan bakıldığında heybetli bir arslanı andırır. Eğer
yakından tetkik edildiğinde görünür-ki- bu arslanın dişlerinin dökülmüş,
pençelerinin tırnakları kırılmış haldedir. Bunu Öğrenenler artık o arslanı
rahat bırakmazlar. Bunun için uzaktan görünen heybetiyle bu ars-lan,
düşmanlarının çekindiği çatmaya korktuğu görüntü olarak kalsın. Belki geçen bu
zaman zarfında devlet-i âliye yapacağı ıslah edici tanzimlerle arslanı
kuvvetli bir hâle getirebilir!" mealinde beyanda bulunduğu söylene
gelmektedir.
Koca Ragıp Paşa - Bir
devr-i padişahı; tam manasıyla anlatmaya geçmeden önce hemen sadrıazamını
anlatmak belki bizim tatbik ettiğimiz usûlünde dışında bir tarzdır. Ancak kabul
gerekirki, 3. Mustafa'nın sadaret makamında bulduğu bu sadrazamın iktidarını
takdirde gösterdiği isabet ve durmadan savaş yapmakta olan bir devleti sakin
bir döneme çekmeyi başarmış, sulh içinde eksiklikleri telâfi etmeyi mümkün kılacak
zamanı kazandırmış olması dahi, Koca Ragıp Paşa'ya apayrı bir ehemmiyet vermeyi
gerekli kılmıştır. Koca Ragıp Paşa ünlü Larus ansiklopedisinde emsaline kıyaslanamayacak
şekilde, genişçe bahsedilme şansmi bulmuş zevattandır. Buradaki malumata göre;
1699 yılında dünya'ya gelmiş olduğu İstanbul'da, 1763 yılında vefat etmiştir.
Türbesi İstanbul'umuzun Aksaray semtinden Lâleli caddesi üzerinden Ba~ yezid'e
çıkarken yolun sağ tarafındadır. Kendi adını taşıyan kütüphanesi elan istifade
olunan kütüphanelerden olduğu gibi, kapı yanında demir parmaklıkla ayrılmış
bölümdeki kabrinde medfundur.
Babası Mustafa Şevki
efendi, Defterhâne kâtiplerindendir. Ragıp Paşa, medrese tahsilini yapmaktayken
Defterhane'nin kalemine devam etmekteydi. İranla yapılan savaşlarda elde edilen
arazinin kayıt işleri için Revan Valisi Arifi Paşanın mektupçuluğuna getirildi.
Bu sıralarda 25 yaşlanndaydı.
Akabinde de,
Köprülüzâde Abdullah Paşa ile Hekimoğlu Ali Paşanın, maiyetlerinde de görev
yaptı. 1729 tarihinde İstanbul'a geldiğinde de yaşı 30 olmuştu. İran bölgesine
gitmesi bir defa daha gerekmişti. Nâdir Şahı bu sırada, İran üzerindeki
nüfuzunu, Bağdat üzerine yoğunlaştırmak için 1733'de mezkûr yerin, yâni
Bağdad'ın bunlar tarafından muhasarası gerçekleştirilince, Ragip Paşa'nın
İstanbul da mâliye tezkere-ciliği vazifesine tâyini yapıldı. Yeni vazifesinde
ve müteakip görevlerde bilhassada, Avusturya ve Rusların delegeleri ile Nemirov
kasabasında yapılan, sulh müzakerelerinde üstün başarı gösterdi.
1741 tarihi Ragıp
efendiyi reisülküttaplık makamında yâni bu günkü karşılığı hariciye vekâleti
olan koltuğa oturmuş buldu. 1744 senesinde Mısır valiliğine vezirlik rütbesinde
paşa yapılarak gönderildi. Burada vazifesi beş sene kadar devam etti. Bu
arada Mısır'da önemli nüfuz sahibi olan Kölemen beylerini tasfiye etmeyi de
başardı. Bilahire diğer valiliklerde de başarısını devam ettiren Ragıp Paşa,
3. Osman'ın hükümdarlığı esnasında sadrıazam oldu. Hayatının sonu olan 1763
tarihine kadar, bu makamı muhafazaya muvaffak oldu. Prusya devletiyle iyi
münasebetler kurarken, denge politikasını ihmâl etmedi, ne Rusya ile ne de
Avusturya ile sıcak savaşa fırsat vermedi. Edebi tarafı kitaplarla anlatılacak
kadar renk ve incelik dolu bir zattır.
Şâir Fitnat hanım ile
sohbetlerini zürefa elan nakleder. Biz bir tanesini nakle ictisar edelim: Şâire
Fitnat hanım, Ragıp Paşa'nın bir arkadaşının kızı idi. Pederane sohbetleri olur
imiş. Bir gün Paşanın köşkünün bağçesinde beyaz örtülü bir masanın etrafında
sohbet ederlerken, uşaklar vişne şerbeti getirmiş. Ragıp Paşa'da bir bahsi
anlatırken, Fitnat hanım gelen vi?ne şerbetini içmekteymiş fakat bu sıradada
ayaklarını sallamaktaymış. Dikkati dağılan Paşa seslenmiş: -Fitnat ayaklarını
sallama! Fitnat hanım âdetimdir, sallarım! Dediğinde masa sallanmış ve
bembeyaz güzelim örtüye masada bulunan vişne şerbeti dolu bardaklardan birinden
bir miktar şerbetin dökülmüş olduğu görülmüş. Ragıp Paşa bütün mu-zipliğiyle:
-Fitnat gÖrdünmü adetini? Deyivermiş.
Koca Ragıp Paşa,
Sultan 3. Mustafanın kızkardeşi Saliha Sultan ile izdivaç ettiğinden, aynı
zamanda hanedana dâmad olmuştur.
Be-Muhammedin yercû'l
ernânı Muhamrned Mimmâ yuhâfu ve fineâlike Râgibun Kelâl geldi tasarrufdan
ümm-i dünyâyı
Yeter şu Kâhire'nün
kahrı azmi Rûm edelim.
Mânası: "Mehmed
Râgıb, Hz. Muhammed'in yardımı ile emân diliyor ve korktuklarından emin olmak
istiyor, atanızı dahi taleb ediyor. Mısır'da bulunmaktan bıkkınlık geldi; yeter
artık Kahire'nin şu kahrı, Anadolu'ya gidelim." Demektir.
Bu ifadesiyle Ragıb
Paşa edibliğini konuşturan ve günümüze ulaştıran ifadeyi inşa etmiş bulunuyor,
Koca Ragıb Paşa gibi
küçük yaştan beri, en büyük devlet adamları ve vezirlerin maiyetinde Rumeli'de,
Anadolu'da her çeşit dahili ve harici siyasi işlerde, bir çok antlaşmaların
meydana gelmesinde, bir »kaç Önemli vilayet valiliklerinde liyakat gösterip,
tecrübeler edinmiş, ilim ve İrfan bakımından fevkalâdeliği herkesçe bilinen
kimseden, mutlaka başarılar dolu bir icraat beklenirdi.
Ne varki; yedi seneye
yaklaşan makam-ı sadareti işgali, herkesle hoş geçinmek, dönemini huzursuzluğa
uzak tutmak, düşmanlıklara fırsat bırakmamak için, her şeyi gittiği
istikamette tutmayı tercih etmiştir. (Jygun bir ıslahat devri yakalamış
olmasına rağmen yukarıda sayılan sebebier yüzünden ıslah edici çalışmalara
başvurmamıştır.
Bazı tarihçiler; bu
bakımdan Mehmed Ragıb Paşa'yı, tam bir muhafazakâr olarak nitelendirmişlerdir.
Bu niteleme sadece tarihçilerin hükmü olmayıp, bizatihi kendisinin dudaklarından
defaatle dökülmüş, şu beyanla kuvvet kazanmaktadır ve o sözler şunlardır:
"Mevcud ahengi bozarsan, sonra es-kidüzeni de veremezsin!" Bu
sözüyle, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım ifadesine
verdiği önemi de gösterir. 3. Mustafa Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki
emellerini düşünebildiği için, bunlara fazla bir hazırlık vakti vermeden bütün
gücümüzü seferber ederek açacağımız bir seferde işlerinin bitirilmesini
sağlayalım tekliflerine Mehmed Ragıb Paşa cevab olarak: "Efendimiz;
moskoflu askerlerini avrupalılar gibi talim ve terbiyeye tâbi tutmuş olup, yeni
sistem üzere harp alanına çıkmaktadırlar. Buna mukabil bizim askerimiz pek
düzensiz haldedir. Bunların karşısında tutuna-mazsak sonumuz pek kötü olur. Bu
bakımdan bunlarla harp etmekten içtinab etmemiz gerekir" Demekteydi.
Edebi sohbetlere,
felsefi konulara ayırdığı zaman dilimini askeri ıslahata tahsis etmiş olsaydı,
alınacak sonuç yüz güldürücü olabilirdi diyen tarih yazarları bulunduğu gibi,
tam tersine bazı tarihçilerde, Ragıb Paşa ıslahat hususunda defaatle padişaha
takdim ettiği layihalarla yaptığı projeleri kabul ettirememişti. Üstelik bu
projelerin Sultan 3. Mustafa tarafında nda akim bırakılmağa çalışıldığını
beyan eden müverrihlerde vardı Bunlara karşılık, Ragıb Paşa bu ıslahata
kalkış-saydı, 3. Mustafanın haleflerinden 3. Selim'in basına gelenler bu
ikilinin de başına gelebilirdi!
Öte yandan hakikaten
Ruslar rahat kalmış olduklarından güçlü bir çalışma sergilemişler ve
kuvvetlerine kuvvet katabilmeyi, tecrübelerine ilâveler temine muvaffak
oldular. Nitekim Ruslarl 182/1768 savaşını ilân ettiğinde Mehmed Ragıp Paşa
vefat edeli beş sene olduğundan, o acı dolu günleri yaşama bahtsızlığına
uğramadı. Bu bakımdan bazı tarihçiler pek haklı olarak, Sultan 3. Mustafa
dönemini ikiye ayırarak ilk döneme Ragıb Paşa dönemi, ikinci döneme ise Rusya
ile savaş dönemi demektedirler.
Osmanlı tarihinin
sükunet dönemi;.Dâmad Koca Mehmed Ragıb Paşanın vefatı üzerine rüzgârlı günlere
maruz kalmaya başlamış, nihayet Rusya ile meydana gelen savaş yerini acı dolu
fırtınalı günlere bırakmıştır milleti. Yılmaz Oztuna; rrvj-dekkik bir
tarihçiliğin, ender yetişenlerinden olduğunu gcste-ren bir beyanla bunun
ispatını pek bir yerde rastlanmayan malumatla yapmakta. Bu malumatsa devletin
kurulusundan bu yana adet hâline gelmiş bulunduğu bilinen cülus bahşişi, 3.
Mustafa'nın tahta çıktığında son defa verilmiş ve bundan sonrada cülus bahşişi
tatbikattan kaldırılma şansı bulmuştur. Osmanlı ülkesinin uzun sayılabilecek
olan sükûnet yıllarında bazı tarihçilerin beklediği ıslahat heKkında kafa
patlatmadan Önce devre, mührünü vuran padişah 3. Mustafa'nın gerçekleştirmeye
muvaffak olduklarına bir göz atalım, ülke hazinesini güçlendirmenin esas olduğunu
anlayan padişah, bu istikamette gayretler sergilemiş, sarayı örnek olmak üzere
israftan uzak kılmaya gayetle itina göstermiştir. Tahsilatın yapılmasına pek
önem vererek başarıyı teminde emr-i takip olması, büyük rol oynamıştı Yol
meselesi en çok uğraştığı konuların başında geldiği müşahede olunmuştur.
1950'de; Demokrat
Partinin iktidara gelmesinin sonrasında takip ettikleri karayolları
politikası, bu pâdişâhtan kalana devam etmek denilse, yeri vardır. Fütuhat
devrini tamamlamış olduğunu anlayan her akıllı Osmanlı gibi padişah 3.Mustafa,
bunun da farkına varmış müdafaa harplerinin artık bizim için gündeme
geleceğinin idrâki içinde kale, paianga, istihkâmlar ve nice tabya inşaatına
bilhassa gayretini seferber etmiştir.
Süveyş Kanalı
inşaatını yaptırarak istifadeyi ilk düşünen hükümdarımızdir. Ne varki; bütün bu
iyi düşüncelerin, patlayan Moskof harbi yüzünden, kiminin tasavvur halinde,
bir kısmının da yarım kalmasına sebebiyet vermiştir. 3. Mustafa'nın sadrazamı
ve eniştesi Koca Ragıb paşayı kaybetmesinden sonra yerini dolduracak bir kimse
bulamaması şanssızlığının bariz bir göstergesidir. Aynı zamanda şairliği de
olan padişah, bu sıkıntısını şu sızlanmasıyla dile getirmekte: "Yıkılupdır
bu cihan sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi
ebvâb-ı sa'âdetde gezen hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i
Lem-Yezele" Şiirin son mısraındaki: "İşimiz kaldı hemen merhamet-i
Lem-Yezele" beyânı, esasında hakikatül hakikat olan bir hâli, terennümdür.
Bu hususta şanlı islâm tarihinin altun sayfalarını teşkil eden bir dönem olan,
Hz. Ömer (r.a)'ın başından geçen bir hadiseyi örnek göstererek bahse konu
beyitteki son mısraya yüklemek istediğimiz hakikatin doğruluğunu işarete
çalışalım. Hz. Ömer (r.a) cihad üzerine pek hassas olduğundan, yine bir tarafa
sefer açmış. Mutad üzere Hâlid-i bin Velİd (r.a) sefere kumandan tâyin etmiş.
Fakat, sefer erbabı arasında bir sükûnet, yavaş davranma sezmiş. Derhal
istihbarat kaynaklarını hareketlendirmiş ve gelecek raporları sabırsızlıkla
beklemeye başlamış. Çok geçmemiş ki, gelen raporlarda en ortak nokta,
mücahidlerin davranışında görülen yavaşlık, kumandanları olan Hâlid bin
Velid'e olan büyük mec-lubiyetleri, onun maharetine sarsılmaz güvenleri
şeklindey-miş. Yahu Hâlid başımızdayken bize ne olacak! Şeklinde dile
getirişler söz konusuymuş.
Bu durumun doğru bir
anlayış olmadığını teşhis eden Hz. Ömer (r.a) hemen kumandan Hâlid'i vazifeden
alıp, birliklerden birine nefer olarak gönderdiği gibi, bir köleyi de komutan
tâyin eder. Ardından haber toplayıcılarını yine birliklerin içine salar. Çok
geçmeden raporlar gelmeğe başlamıştır. Hem ortak nokta fazlalaşmış hem de
kısadır, konuşulanlar; "Hâlid gitdi. işimiz Allah (c.c)'a kaldı"
şeklinde olduğunu öğrenen halife Ömer (r.a), ellerini açıp şükrederek:
"Hah şimdi oldu, tabiiki işimiz her zaman Allah (c.c)'e kalmıştır"
diyerek bize asırlar ötesinden seslenmektedir. 3. Mustafa in-şâd ettiği
beyitteki son mısrada, bu hakikata işaret etmeyi ihmâl etmemiş oluyor.
Şiirlerini Cihangir
ismini kullanarak yazan Sultan 3. Mustafa döneminde İstanbul'umuzun
1179/zilhiccesinin/13. -1766/mayısının/22. perşembe günü maruz kaldığı müthiş
deprem, iki dakika sürmüş ve şehrin bir yıkıntıya dönmesine sebebiyet
vermiştir. Sultan Fâtih ve Eyyüb Sultan Camileri de adamakıllı yıkılmışlardır.
Padişahın hazineye biriktirdiği paralar bu yaranın sarılmasına önemli bir
merhem vazifesi görmüştür. Cidden kısa bir zamanda İstanbul adetâ yeniden inşa
edilmiştir. Üstelik Bayezid'den Aksaray'a inerken, sağ koldaki Lâleli Câmiinin
yapılması bu döneme müsadifdir. Sultan 3. Mustafa'nın türbesi de camie
bitişiktir.
Lâleli Camii dört
yıldan bir ay eksik bir zaman dilimi içinde inşa edilmiştir. Şimdi Rusya ile
yapılan ve 1182/1768 savaşının önemli şahsiyetlerinden 2. Katerina'dan
bahsetmek lüzumunu hissettik. Bu kadın, Almanyalı bir aile olan Anhald Zerbest
prensi'nin kızıdır 1729 yılında İstetyen'de dünya'ya gelmiştir. 1745 yılında
yâni 16 yaşındayken, kendisinin istememesine rağmen Rusya imparatoriçesi olan
hala'sı Eliza-bet'in, veliahd olarak seçtiği, Holştayn Kotrub Dukasına varmağa
mecbur kalmıştı. Bahsi geçen Dük, 3. Petro adıyla
Rusya imparatoru
olduktan sonra, hanımını boşamış ve sarayında adetâ hapis eylemişdi. Ancak
ahalinin muhabbetini elde etmiş olan Katerina, orduyu ve ahaliyi celbetmiş ve
kocasını 1763 yılında tahtından iskat edivermiştir. Katerina; Moskova'da
bulunan Rusya tahtına, büyük bir tantana içinde oturmuştur. Bu tahta oturuş da
hisse sahibi olan ve Kateri-na'nın, metresliğini yapmakta olduğu Stanislas
Yonyanevs-ki'de, Lehistan krallığı tahtına oturmuştur. Katerina bu vak'a-da
eski kocası 3. Petroile karşılaştığında birbirlerine hakaretlerde bulundular.
Ayyaşlığın zirvesinde
olan bir imparator ile aşİfteliğin şahikasında bulunan imparatoriçeden, daha
başka ne beklenebilirdi ki? Bizim haremlerimizin Sultanvâlideleri çok kritik
bir dönem olan 1. Ahmed'in vefatından, 4. Mehmed'in vefatına kadar süren devir
içinde devlet idaresine, bazı önemli müde-halelerde, bulunmuşlarsa da, asla ve
asla böyle şen'i ahlâksızlıklara rastlamak mümkünatı olmayan hallerden olduğu,
her insaf sahibince teslim olunur.
Katerina bir müddet
sonra bizim Kırım üzerine, Azak kalesine, ve İsmayiî taraflarına sefer
yaptırmış ve zabta, muvaffak olarak, Osmanlı milletine karşı taşıdığı istilacı
emellerini ortaya dökmüş bulunuyordu. 1773 senesindede Prusya ve Avusturyayla
anlaşarak, Lehistan'ın bölünmesini gerçekleştirdi. 1774'de yâni 1182/1768
savaşı sonrasın da varılan Kaynarca antlaşması imzalanınca güney yönünde
genişleme yolunu açmış oldu. Rusya'nın tanzimi hayatında büyük bir pay sağlayan
Katerina; fenni ilerlemeleri teşvik ederken, ilimlerin ülkesinde rahatça ifade
edilmesi hürriyetini tanıdı. Sanayii ve ziraatte bir işbirliği kurulmasını
temin edebildi. 1796'da Lehistan'ı bir defa daha yutarak, adetâ haritadan
sildi.
1797 yılındada yeni
bir fütuhata hazırlanırken kalb krizi sonunda öldüğünde, milleti de üzülmüştür.
Bir kaç tiyatro eseri yazdığıda rivayettendir. Biraz Osmanlı padişahından biraz
da, Rusya imparatoriçesi Katerina'dan bahsettikten sonra Kaynarca sulh
antlaşması ile neticelenecek Osmanlı-Rus savaşma aid tafsilata girişelim.
1768'de başlayan bu savaş altı yıl kadar imtidad etmiştir. Çıkış sebebine
gelince, böyle bir savaşın çıkmasının tek bir sebebe bağlanamayaca-qı erbabının
malumudur. Biz bu sebeblere temas hususunda iki ayrı kaynağa baş vuracağız,
birincisi 1329/191 l'de yayımlanmış Ali Şeydi bey'in bir çalışması,
ikincisiyse Yılmaz Öztuna bey'in Türkiye Tarihi adlı hacimli eserinin, 6.
cildinden alıntılarla aktarmaya çalışacağız. Rusya'da iktidar o'-na-yı başaran
Katerina, Deli Petro'nun vasiyetini yerine getirmeye çalışan bir davranış
sergiledi. Aslında kendini tutmuş gibi görünen Rusya ahalisine beğendirmek
yolunun, mükemmel bir zaferle mümkün olacağının idrakindeydi. Mükemmeı zafer,
ancak Osmanlıya karşı açılacak bir savaş ve savaşı kazanmakla temin
olunabilirdi. Buna bağlı olarak, Osmanlı pa-' dişahını alâkadar eden her işe
Rusya karışıyor, müdehale etmek yolunu tutuyordu, üstelik bazı işlere
karışmamasına vesile teşkil eden eskiden yapılmış ahidler vardı. Bunlardan birini
de Lehistan meselesi teşkil etmekteydi.
Ruslar Lehistan işine
karışmayacaklarına dâir daha önceden vermiş oldukları imzayı hatırlarına
getirmeden askeri müdehalede bulundukları Lehistana dahil oldular. Lehistan
devleti, garantörü olan Osmanlı devletine müracaatla, Rusya'nın tecavüzkâr
davranışlarından vikaye olunmasını istedi. Lehistan'ın yâni Polonyalıların, bu
yardım çağrısı ezeldenberi Rusya'ya düşman bir anlayış içinde bulunan 3.
Mustafa, kendisine engel olması muhtemel merhum sadnazam Ragıb Paşa'nın
vesayetinden kurtulmuş olmanın ataklığı
içinde, sadrazamı Muhsinzâde Mehmed Paşaya savaş ilânı hakkında ferman
yayniadı. Ragib Paşa mektebine uzak olmayan bir anlayışın sahibi olan,
Muhsinzâde, padişahdan gelen fermanı tebellüğ ettiğinde açılacak bir savaşın
yetersiz hazırlık ve zâif yapımız yüzünden felâkete sebeb olur düşüncesinde
bulunduğunu padişaha cevab olarak arzetti. Ancak bu arzın sonucu, görevinden
iskat edilmesine sebeb oldu.
Yerine Hamza Paça
tâyin edildi. Bu ;_at döneminde de savaş ilânı gerçekleşti, Anadolu
valiliklerinden gelen zevatın içinden seçilmişti. Serdar-ı ekrem unvanı da
uhdesine verilmişse de, durumu bu vazifeyi yapabilecek evsafda görülmedi.
Azline karar alındı ve boşalan makam-ı sadarete, Yağlık-çızâde Mehmed Emin Paşa
getir'ıdi. Hazırlanmış birliklerin başında serdanekrem unvanıyla yola çıktı.
Ne varki; askerimiz
sayıca az, intizamı yetersiz, cephane ve mühimmatı gayri kâfi olduğundan Hotin
Kalesi, Eflak ve Buğdan taraflarında bazı yerler elimizden gidivermişti. Kartal
bölgesinde gâlib durumda bulunan askerimiz, anlaşılmaz bir tarzda yerden yere
vurulmuş, pek feci bir hezimete duçar oluvermişti. İngiliz amirallerinin
yardımı ve komutası altında olan Rusların donanması, Baltık denizinden, Bahr-i
sefid'e yâni Akdenize çıkarak, Çeşme limanı yakınlarında Osmanlı gemilerini
verdiği baskınla hem yakmış hem de askeri gücünü perişan etmeyi başarmıştı. Bu
başarılan, Osmanlı devletinin can damarı olan Çanakkale boğazının dahi tehdid
altında kalmasına sebeb olmuştu. Bu sırada tarih 1183/1769-70 senesine
dönmüştü.
Ruslar artık durmuyor
yürüyüşe devam etmektelerdi. 1184/1770 sonlarında, 1771 başlarında Rusların
güney bölgemiz üzerinden Bender, Akkirman, İsmayil, İsaakçı, Tolçe taraflarına
aktığı görülüyordu. Padişah 3. Mustafa ise; aldığı bu elem verici haberler
karşısında tek yapabildiği sadrıazam değiştirmekti. Bütün bunlar
yetmezmişçesine, Mora'da Rus entelejiyansının çalışmasıyla pek kuvvetli bir
isyan patladı. Babıâli şaşırmış, ne yapacağını akıl edemiyordu. Bunun hemen
peşinden Katerina askeri Kırım yarımadasına saldırıya geçti. Suriye'de,
Mısır'da çıkmaya başlayan isyanlar, Mora isyanından esinlendiler dense
pekyanlış sayılmaz. Osmanlı kuvvetlerinden ne bu isyanları bastırması
beklenebilirdi, ne de Rusların inkişaf etmekte olan saldırılarını durdurabilmek
ve bilahire onları yenebilmek maalesef imkânsız bir görüntü vermekteydi.
Allahdan Prusya olsun,
Viyana olsun Rusların gösterdiği muvaffakiyetin, kendi başlarına bir mesele çıkaracağı
hükmünü istinbat etmiş olacaklar ki; Osmanlı Rus harbini durdurma hususunda
ittifak ettiler ve iki devlet, yâni Prusya ve Avusturya mütareke ilânına
çağrıda bulundular. Yorulmuş ve bıkmış olan devletimiz derhal bu çağrıya, evet
cevabı vermekten imtina etmedi. Ne sebeble olduğu halâ öğrenilmemiş bulunan
Rusların çağrıya kabul cevabı vermesi de şaşırtıcı idi. 1186/1772-73'de
mütareke içinde sulh müzakerelerine başlandı ne varki epey süren müzakereler
neticesinde Bük-reş'den sulhun ilânı gerçekleşmedi. Kırım'a istiklâliyet verilmişti.
Azak denizi girişindeki; Kerç ve Yenikale Ruslara terk olunmak gibi isteklere
ilaveten bazı taleplerde bulunulması, Osmanlı murahhaslarının antlaşmayı
imzalamama noktasına getirdi.
Böylece mütareke
ortadaVı kalkmış, sıcak savaş avdet etmişti. Ali Şeydi bey'in anlattığı
1182/1768 savaşını Yılmaz Oztunabey'in tarihinden de özetleyelim: "1739
Belgrad antlaşmasından sonra Rusların Osmanlı devletine açıktan açığa düşmanca
davranışı yerini sinsice tavırlara yönelmişti. Osmanlı devletine nerede karşı
bir hareket vücud buluyorsa, Rusların, gizli Osmanlı düşmanları ile birlikte,
hareket içinde yer almaya başladıkları. Kafkasya'da Gürcistan bölgesinde,
rastlanılan ortodoks mezheblilerin kıpırdanmaları Çıldır Beylerbeyi Hasan Paşa'nın
bu bölgede hareket yapmasına sebeb teşki! etti. Romanya prensliği, Mora ve
Arnavutlukda bile Ortodoks tepki, kışkırtıcı rus ajanlarının marifetiyle
genişleme istidadını göstermekteydi. Bunların çıkış noktasının Rusya olduğunu
tesbit etmekte gecikmeyen Devlet-i âliye istihbaratçıları, eldeki deliller ile
Rusya üzerine gitmek ithamı ispattan uzak kıymettedir. Ancak daha belirgin bir
vak'a, Rusya'ya savaş açılmasına müsaid olur, denmekteydi. Sonunda o vak'a da
kendini gösterdi. Lehistanın Rusya müdehalesine mâruz kalmasıydı vak'a.
Lehistamn devlet düzeni krallık olmakla birlikte, kralın ölmesi halinde
yenisinin seçimle iş başına gelmesi şeklinde uyguladıkları sistemleri vardı.
Yazar Oztuna, bu seçimle kral seçme sistemine şu nitelemeyi yapmakta: ".seçimle
yeni bir hükümdarın iş başına gelmesi gibi uğursuz bir devlet düzeni.."
Ne acayiptir ki,
28/şubat/1997'den sonra yazar, Türkiye-mizin başkanlık sistemine geçmesinin
pişuvahğına soyunduğunu gördük. Kral'ın seçimle işbaşına gelmesine uğursuz nitelemesi
yapan tarihçinin, başkanlık sistemini hararetle istemesi bizim görüşümüze göre
pek önemli tezatı gösterir. Neyse biz özetlemeye devam edelim: Lehistan
krahğıni ölümüyle boşaltan 3. Agustus Saksonyah idi. Rusya İdaresine ihitiâlle
el koymuş bulunan, Alman asıllı imparatoriçe 2. Katerina boşalmış bulunan
Lehistan tahtına metresi olduğu Kont Sta-nislas Poniatowski'yi çıkardı. Bu hal
bir emrivaki şeklinde meydana gelmişti. Osmanlı devleti söz sahibliğinden
feragat edemezdi. Buna paralel olarak yapılan yanlışlığa karşı koydu. Tabii ki
Rusların sinsice davranışlarına son verebileceğini zannettiği savaşı açma
fırsatını da yakaladığı itikadına kapıldı. Ruslar sa Osmanlıların ikazına
sinsiliği devamlılık içinde tutarak yaptıklarının geçici olduğunu en kısa
surede normale avdet edileceği teminatı verdiler. Arkasından bütün
hudud-lardaki kale ve istihkâmlarını tahkim etmeye başladılar. 3. Mustafa o
sırada savaştan çekindi. Buna mukabil Lehistan'ın Kral Stanislası kabul etmeyen
gurubu hem krala, hem Ruslara mücadele bayrağı açarken, durmadan da Osmanlı
devletine metbuluğunu beyan ediyor ve yardım istiyordu.
Polonya
milliyetçileri, Bar şehrinde toplandılar ve de Ruslar tarafından perişan
edildiler. Bunun üzerine Osmanlı şehri olan Balta'ya; bu milliyetçilerin iltica
ettiği görüldü. Ruslarsa antlaşma, hudud gibi mefhumları tanımayarak Lehlilerin
arkasından Balta şehrine girerek ayrım yapmadan, ilticaala ı da, onlara kucak
açan Osmanlıları da katliama tâbi tuttu.
1182/cemaziyelevvel/26.
-1768/8/ekim/c. ertesi günü Osmanlı devleti Rusya'ya ilân-ı harb etti.
Öztuna'nın mütalaasında 3. Mustafa'nın savaş açmaktan içtinab ettiğine dâir
beyanı görüyorsunuz. Ali Şeydi merhumun yazdıklarına bir göz atarsak, 3.
Mustafa sadrazam Muhsinzâde'ye savaşın ilânı için ferman gönderdiğini okuruz.
Buna karşihkda sadrazamın bu fermana uymaktansa, azli göze aldığını,
İstifasını verdiğini görürüz. Dolayısıyla bu iki tarihçinin beyanındaki farklılık
üzerinde biraz düşünürsek, varacağımız netice, Şeydi merhum'un hakikate daha
yakın olduğunu görmek olur. Nice tarihi fıkralarda, 3. Mustafa'nın; Ruslara
pek düşman olduğu onlara savaş açıp yenmek tutkusuyla dolu olduğu belirtilmiştir.
Eniştesi olan merhum sadnazam Koca Ragıb Pa-şa'ya söyledikleri, yukarıda
anlatılmıştı. Demek ki; doğru ve rnakul olan, Şeydi merhumun Muhsinzâde'nin,
savaş açmakta temaruz etmesini hatta, bu sebeble sadaretten istifasını
sunabilme cesaretini gösterdiğinin anlatımıdır. Neticede; Muhsinzâde askere
güvenmemekte haklı çıkmıştır. Ancak savaştan çekinmek 3. Mustafa'nın işi
değildir.
Bilindiği gibi Kırım
Tatarları üçyüzyil avrupada her sene atlarının nallarını dolaştırmışlar ve
bunların korkulu rüyasını teşkil etmiştir. Bilhassa Polonya, Macaristan
Sırbistan ve Rusya Kırım süvarilerinden korktuğu kadar az şeyden korkmuşlardı
bu Kırım fobisi yaşayanların yanına Avusturya'yı da katsak hata yapmış olmayız.
Kırım Han'lığı Osmanlı devletinin bağlısıydı. Fakat hiç bir zaman bu münasebet
altlık üstlük terazisine vurulmamıştır. Çünkü;Osmanlı devletinin idaresinde
hâkim zihniyet islâmi idare olduğundan tâbilik ve metbuluk bir problemin sebebi
olmamıştır.
Ne varki; Deli
Petro'nun takipçisi bir stareteji güden 2. Ka-terina, Kırım Hanlığı idaresine
el atmak taktiğine girişti. Tabii bu taktik girişim ortamın elverişli
olmasından dolayı başladı Yavuz Sultan Selim hazretleri, babası 2. Bayezid ile
yaptığı savaşda mağlup olduğundan kaimpederi olan Kırım Hanına ilticaya mecbur
kalmıştı. Damadına sinesini açan Hân, Ba-yezid-i Veli'nin teskin edilmesine
gayret sarfetti. Böylece, da-mad ile babasının arasındaki meselede taraf değil
bağdaştırıcı ve barıştırıcılığını sergiledi. Bundan herkes memnun oldu. Yavuz
Selim hazretleri bir müddet sonra kaimpederine teşekkür babında, eğer günün
birinde Hanedan-ı âli Osman'da tahta çıkacak erkek kalmaz ise Kırım Hân'ı
devlet-i âliye tahtına kuud eder şeklinde beyanda bulunduğu rivayeti vardır.
Mizancı Murad bey'in; Tarih-i Ebu'l Faruk adlı çalışmasında bu rivayet yer
almaktadır. Tabii ki teşekkür babında verilmiş böyle bir vaad, kerem sahibi
kimselere böyle vaad-ler hususunda kafa patlatmaya zaman ayırtmaz.
Ama sahib-i hırs
olanlar ise, bunun gerçekleşmesi için cinayet tasarlamaya bile kalkışırlar. 1.
Ahmed'in bir av esnasında Kırım askerinin çenberinden zor kurtulduğu rivayeti,
vukarıda adı geçmiş Murad bey'in eserinde yer almaktadır. Osmanlı devleti günü
geldiğinde eski satvetini kaybetmeye başladığında, Kırım hanedanı üyelerinden
bazıları, geçtiğimiz satırlarda rivayeti sunduğumuz hususlarda kafa patlatmaya
başlamışlardı. Bunun böyle olmasında sadrazamların hatası olduğu da kabul
edilmeli. Çünkü staretejik öneme hâiz Kırım hanlığı her zaman için bizim
kılıcımız olmuştur. Çaptan düşmeye başlamamızdan sonra ise, kılıcımız bazı
bazı bir yerlerimizi çizer olmuştur. Baştaki otoriteyi takmamaya başlayan
zihniyet artık kendi başına buyruk olma arzusunun cazibesine girer. Bu pek
tabii bir tutumdur. Otorite sahibi bu ruhi duruma girmiş vak'a yi tesbit
ettiği andan itibaren itici değil kendisine bağlıyıcı davranışlara dönük olmalıdır.
İşte bazı sadrazamlar tam tersine bazı başarısızlıkları Kırım hanlarına yükleme
yanlışını, Kalgaylan kendilerine yardımcı olarak Hân'ı devirmeye destek vermeye
kalkışmaları rastlanan hatalardandı. Hediye edilen eşyayı beğenmeyerek, hân
değişimi tezgâhlıyan sadrazamlar dahi gelip geçmiştir. Bütün bun-ian yaşamakta
olan Kırım asilleri, içte bir İktidar mücadelesini başlatmışlardı. 2. Katerina
böyİe bir zamanda Kırım han'lığı meselesine el atmıştı. Kırım'a bağımsızlık,
hânlarını artık Osmanlı'nın değil kendilerinin seçeceği vaadleri, bir çok Kırımlı
tarafından benimsenmişti.
Böylece geleneksel
itaatin, yerini ihtilafa bıraktığını gördük. Kırım ordusu atavik bir metodla
savaşmakta idi. Dün-yaysa yeni savaş metodlan denemekte ve inkişaf ettirilmekteyken,
Kırımlı süvarilerin, ataları Cengiz Han stiliyle çarpışmaları, yeniliği takip
eden ve kendi de terakki ettiren Rus ordusu karşısında, başarılı olması bir
hayalden öteye geçemezdi. Hanlar arasındaki mücadele hem Kırım'ın hem de Osmanlı
aleyhine netice doğurmaktaydı.
Osmanlıların, Rusya'ya
harp ilânından yaklaşık bir müddet sonra Maksut Giray'ın azledilmesi üzerine
Kırım Giray 2. defa han'lik görevine getirildi. Kırım'ın aklını başına alması
için ya bir zafere, ya da feci bir mağlubiyete ihtiyacı vardı. Kırım Giray,
1769/ocak sonunda Ukrayna topraklarına eski sür'at ve hışmıyla daldı. Yüzbin
Tatar yel gibi uçtu, kasırga gibi esti. Geri dönerlerken yüzbinin üzerinde
esir, ganimetlerle dolu atlarla döndüler. Bu başarı Kırım'ın yeniden doğuşu
olabilirdi!
Nevarki ihanet, akışı
değiştirdi. Kırım Giray'ın; Rum asıllı doktoru, Katerina'nın altunlannı almış,
zehirlediği Giray'ın ölümünü hazırlamıştı. Yerine Devlet Giray getirildi. Bir
yıldan bir ay eksik yaptığı Hân'liğı azil edilerek elinden gitti. Yerine 2.
Kaplan Giray getirildi. Tarih bu sırada 1 183/şevval/29-25/şubat/1770 pazar
gününü göstermekteydi. Kırım bu hâl ve durumda iken, şimdi Osmanlı ordusunun
savaş ilânından sonraki harekâtını bütün cephelerde tek tek gözden geçirelim.
Sultan 3. Mustafa
devrinin başlangıcını ve Rus savaşına kadar geçen bölümü eski sadrazamlardan
Kâmil Paşa'nin: "Tarih-i Siyasiyye" adli eserinden bir özetlemeyle,
devlet vazifelerinin zirvesinde yer alan kudema zevatın içinde yer alan ve
aynı zamanda kalemi de kuvvetli kimselerin arasında, mümtaz bir yeri bulunan
çalışmasından istifade edelim. "Sultan 3. Mustafa, taht-ı Osmaniye
çıktığın da vezâret-i uzma Koca Ragıb Paşa da idi. Yeni padişah da, görevini
sürdürmesinin uygun olduğunu söyledi. 1756 senesinde Avusturya ile Fransa
arasında yapıian bir antlaşma neticesinde, Osmanlı devletinin başşehri
İstanbul'da bulunan sefirleri arasında takaddüm meselesinden dolayı değişiklik
yapılması icab etmisti- Sekiz aylık bir
zaman parçasından sonra, İngilizler ile Prusya arasında bir ittifak
imzalanmıştı. Rus sefiri Orsukof, Bab-ıâli'ye bir nota vererek, Rusya'nın bir
kısım askerini Lehistan ve Avusturya'ya yardıma göndereceğini, söz konusu
kuvvetin Lehistan Cumhuriyetinin rızası ile Lehistan topraklarından geçeceğini
bildirmekteydi. Babıâli bu duruma bir itirazı bulunmayacağını bildirdi. Diğer
taraftan Prusya devleti, Osmanlı devleti nezdinde harekete geçerek, İki devlet
yâni, Osmanlı ve Prusya devletleri arasında bir muahede imzalandı. 3.
Mustafa'ya, altısene sadnazamhk yapan Koca Damad Mehmed Ragıp Paşa, Hak'kın
rahmetine erdiğinde geride 60 bin kese akçe servet bırakmıştı. Sadaret Hamid
Hamza Paşaya verildi. Hamza Paşanın bu görevi ancak altı ay sürdürdüğü
görüldü. Ondan boşalan makama, Bahir Mustafa Paşa tâyin olundu. Mustafa
Paşa'nın bir buçuk yıl süren sadareti sırasında Rusların, çok sevdiği değişik
ve karışık bir devir yaşandı. Sadnazam takip ettiği politikayla bir
muvaffakiyet gösteremedi. Azlediğinde sadaret, Rumeli valisi Muhsinzâde-ye
verildi. Lehistan kralı 3. Ogüst'ün
ölümüyle, yerine geçecek kralın belirlenmesinde Osmanlı devletinin hem rolü,
hem de hakkı olduğu inkâr götürmez bir vakaydı. Ayrıca; Lehista-nın ileri gelen
idarecileri, Osmanlı devletine yaptıkları müracaat da, geleneksel tâyin etme
hakkını kullanmalarını taieb etmişlerdi. Ancak, Ruslar Lehistana girmişler ve
bu girişleri, tecavüzi bir manzara hâlini almıştı.
Devleti âliyede bu
vaziyeti derhal bütün dünya devletlerine hem bilgi vererek hem de yaptığı
haksızlık yüzünden Rusya-yı protesto etmekte olduğunu da, belirtmişti. Rusya
olsun, Prusya olsun aldatıcı ve oyalayıcı ifadelerle şaşırttığı Babıâli,
görüşlerinde değişiklik yapmış, her ne kadar Rus askerinin Lehistana
girmesinin, muahede maddesine dayandığına Fransa tarafından işaret edilmişsede,
Babıâli Fransa'nın bi1 ihtarına, Rusya'ya göndermiş oiduğu protestoya atıf yaparak,
Lehistan'a giren Rusların bir mukavemetle karşılaşmadıkları bu hâlin Karloviç
antlaşmasında açıkça belirtilmediği beyan edilmiş, neticede Rusyanın siyasi
nüfuzunun ağır basmasından, Panyatowski'nin krallığı kabul edilmiştir.
Târihler bu sırada 1179/1765 yılını gösteriyordu.
Rusya Çarlığına 3.
Petro getirilince bunu Osmanlı padişahına duyurmak üzere Prens Varikofu
gönderdiysede, söz konusu Prensin, daha Osmanlı hududuna gelmesinden önce,
Katerina tahta geçmiş, Çariçede bu hâli padişaha bildirmek üzere Prens
Dolgoroki'yi vazifelendirmişti. Padişah ise tebriklerini Derviş Osman efendi
vasıtası ile Katerina'ya bildirmişti. Gürcistan Prensi Salomon; Osmanlı
devletine karşı bir isyanın alemdarı olmuş, üzerine gönderilen asker
tarafından dersi verilince derhâl pişmanlığını beyan ile affedilmesini istirham
etmiştir. Osmanlı devleti, bu özürü yeterli görerek Prensliği devam etmiştir.
Karadağ taraflarında ise, Küçük Etyen adlı bir papaz kendisine tanrı'dan
ilhamiar geldiğini söyleterek Karadağ hükümdarlığını alacağını, yakında Rus
ordusunun geleceğini kendisinin hükümlerinin, Nikşikten, Sontuna'ya kadar
geçeceğini bildirerek, Rusya menfaatine uygun olarak Karadağ ahalisini isyana
başlattı.
Bosna ve Rumeli
valileri kendi askerleri ile söz konusu papazın topladığı kuvvetleri bir kaç
yerde mağlup etmişlerse de, Etyen; Çetine kalesine siğındığından üzerine
gidilmemiştir. Ragıb Paşanın devlet işlerinde altı sene boyunca hudud-suz
selahiyeti kendisinden sonraki sadrazamlara verilmemiştir. 3. Mustafa bizzat
devletin işlerini tâkib ve görmeğe önem vermiştir bu tarz politikanın farkına
varmayan Bahir Mustafa Paşa, vazife-i sadaretinde Koca Ragıb Paşa tarzını
tatbik etmek istemişse de, yürütememiş ve sonunda ısrarı hayatına mâl
olmuştur. Çünkü Sultan 3. Mustafa katlolunmasina ferman çıkardı. Yerine geçen
Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa Ruslara sefer açılmasına muhalefet etmekten dolayı
hayatını kaybetme tehlikesinden kurtulmasını, 3. Mustafa'nın sevgili kızının
bey'i olmasına borçludur. Sultan Hanım; kocasının kellesini, padişah babasının
iradesinden kurtarma şansını elde etmişti.
Sultan 3. Mustafa;
devlet gemisini sevk-i idare etme ve yürütme hususunda arzusu çok olan bir
kimse idi. Her işi takip eder, Babıâli'ye tebdili kıyafetle gelir, sadnazamı,
kethü-dabeyi (içişleri bakanı), Reis'ülküttabı (hâriciye bakanı) toplar gizli
içtimalar düzenlerdi. Lehistan işlerine Rusya'nın, burnunu sokması,
askerlerini o tarafa sevketmesini Osmanlı kabullenemezdi. Harp ilânına hazırlıksısız, cephane, mühimmat
kıt diyen Damad Muhsinzâde'nin gösterdiği temaruz, 3. Mustafa'nın azil kararını
vermesini getirdi. Aydın da vali olan Hamza Paşa makamı sadarete getirildi.
Daha sonra Muhsinzâde Mehmed Paşa meşhur tarihçilerden Vasıf efendiye anlatmış
ki; Padişah ile Muhsinzâde arasında geçen kapalı müzakerede sadrazamın her
şeyden önce harp hazırlıklarının tamamlanması gerektiğini söylediğini ancak
savaşa girmeği esas görevi sayan padişahın, adetâ yanıp tutuşmakta olduğundan
sadrazamın söylediklerini kaale almadığını, buna bağlı olarak azline karar
verdiğini, nakletmiş. Ayrıcada devrin İstanbulda bulunan ecnebi sefirleri,
bağlı oldukları devletlere aynen sadrazamın dediklerinin gerçekleşeceği
istikametinde görüşler belirten raporlar yolladılar. Netice, Muhsinzâ-de'ninde
Bozcaadaya sürgüne gitmesi oldu.
Hamza Paşa; vali
olduğu Aydin'dan İstanbul'a geldiğinde savaş ile alakalı bir toplantı
tertiplendi. Herşey enine boyuna konuşuldu. Alınan son karar, sadrazamın, Rus
elçisi ile bir divan halinde olduğu halde yüzyüze bir görüşme yapmasının
faydalı olacağı şeklinde oldu. Ne tesadüftür ki! Rusya'nın İstanbul B. elçisi
Obrişkof memleketinden yeni bir talimat gei-diğini buna bağlı olarak bir
mülakat talebinde bulundu. Aradan sekiz gün geçtikten sonra Obrişkof
Babıâli'ye davet edildi. Davete geldiğinde bekleme odasında yarım saat kadar
bekletildi. Sadaret salonuna girdiğinde bütün vükelânın sadrazamın etrafında
yer aldığına şahid oldu. Sadrazamı, kendisini hiç bir karşılama jestine değmez
şeklinde kabul tavrı sergiler gördü. Halbuki daha evvelki kabullerde 'makam-ı
sadaretin başında kim olursa olsun nazikâne ve müşfikâne davranışlar içinde
istikbal edilirdi.
Rus b. elçisi
Obrişkof, ziyaretinin sebebini ifadeye başlamak üzereyken sadrazam sözünü
kesti ve cebinden bir kâğıd çıkarıp söze başladı: "Meram müzakereye
girişmek değildir. Bundan dört sene önce Lehistan'da geçici olarak bulundurulacak
olan Rusya askerinin, yedi bin nefere indirileceğini, ta-ahhüd eden sen
değilmiydin? Halbuki şimdi bu asker sayısını 30 bine iblağ ettiniz."
dediğinde Obrişkof, sadnazamı küstahça bir davranışla güya tashih ederek 25
bin dediğinde vaziyeti de itiraf etmiş oluyordu. Sadrazam bu küstahlık üzerine
haliyle kızgınlığını ortaya çıkaran bir sesle-Hâin! Hanis! Bu beyanınla
yalancılığını ikrar etmiş olmuyormusun? Senin hemşehrilerin; kendilerine aid
olmayan bir memlekette icaz eyledikleri habasetden dolayı utanmıyorlarmı? Tatar
hânının saraylarından birini yıkan, yer ile yeksan eden size aid toplar
değilmi? Sorusundan sonra, meclisi vükelâda alınmış harp ilânını belirten karan
senedi imzalaması istendi. Obrişkof da böyle bir kâğıdı imzalamaya mezun
olmadığını ifade etti. Bunun üzerine savaşın ilânı şifahen kendisine tebliğ
edildi. Okunanı dinleyen Obrişkof; "Rusya muharebe iscemezsede, kendisine
ilân edilen cengede var kuvvetiyle mukavemet eder. "Sözünü söylemiştir.
Bu sözü sadaret tercümanı elçinin beyanını; "Rusya dostlukda sabit kademdir,
fakat savaş isteniyorsa başka" şeklinde tercüme etmişti. Obrişkof,
söylediğinin aynen tercümesini üç kere taleb etmesine rağmen tercüman bunlara
kulak asmadı.
Rus elçisi ile yapılan
mülakatın bütün safahatı 3. Mustafa'ya arzedîldi. Bu arada sadaret makamına
bitişik bir oda da bekletilmekte olan Obrişkof ve maiyetindekiler, padişah'dan
gelecek fermana muntazırdılar. Nihayet beklenen geldi, ancak munderacatmda
emredilmiş olan işlem, Obrişkof ve baştercümanının Yedİkule zindanına
hapsedilmesini hâviydi. Bu husus tebliğ olunduğunda sefir bazı kimselerin
kendisiyle beraber olmaları istirhamında bulundu. Bu istek kabul edildi. Sefir,
iki tercüman, bunların hizmetlerine bakacak, yedi askerle birlikte Yedİkule'ye
nâkilleri yapıldı. Bu arada Hamza Paşa'nın sadaretten azlinde Kırım Hânı'nsn
rolü olmakla beraber, bulunduğu makama erken çabuk gelmişti. Sarayın bir çok
görevlerini deruhte etmişti. Buralarda ki hizmetleri padi-şahlarca makbul
görülmüş ki, hanedan'a damad olmakda dahil, yükselip durmaktaydı. Vezaretle,
valilik rütbesine yükseltilerek son geldiği basamak makam-ı sadaret olmuş idi.
İsrafa dönük huyu padişahın mizacına uymadığı gibi tecrübesizliği de hemencik
sintıvermişti. Halbuki, tecrübe hususunda pekala masum sayılırdı, çünkü onu bu
makama getirenler için, çalıştığı yerler ve buralardaki liyakati bilinmeyen
husustan değildi. Bu sıraâa yapılan ilânı harp haberi, gerek denizlerde
bulunmakta olan bahriye teşkilâtımıza, gerekse serhad boylarında yaşamakta olan
askerlerimize duyuruldu. Bu sırada avrupa da, Rusya, Prusya ve Avusturya ile
İngiltere aralarında bir ittifak kuracakları dedikoduları yayıldı. Bunlar
konuşulup yazıldıkça, devlet-i âlîye, Avusturya'yı kendi yanına çekme
manevralarına baş vurdu. Venedik, Flemenk ve Danimarka ile İsveç devletleri ise
Bab-ı âli'ye dost olduklarını belirten beyanlar gönderdiler. İngiltere, asla
Rusya ile beraber ittifak ve antlaşma içinde değiliz sözleriyle teminat
vermişti. Prusyalılar İse, özel bir beyanname yayınlayarak Osmanlı ile Rusya
arasındaki müşkülâtın halline yardımcı olmayı, hapse konan Rus elçisinin
serbest bırakılmasını taleb etmişti.
Devlet-i Osmaniye'nin
cevabı; bir defa savaş olmadan arabuluculuk teklifinin kabul edilemeyeceğini
belirtmek oldu. Bu arada da Rus sefiri; devlete verdiği istidanın
münde-recatında Osmanlı devleti ile Rusya arasında, onsekiz sene elçilik görevi
yaptığını bunun bir hizmet olduğunu ancak mâruz kaldığı muameleyi tafsilatıyla
beyan ettiği muamelenin ağır ve haksız olduğunun bulunduğu yerin son derece
soğuk ve karanlık, buna bakarak sağlığının etkilendiğini duyurmak İstemişti.
Fakat müracaatı kaale alınmadı. Prusya ve İngiltere sefaret tercümanları
babıâli'nin tercümanıyla Rus elçisinin durumunu konuşurken, Rusların savaşın
önünü almaktan başka bir düşünce taşımadığını buna bağlı olarak; Prusya ve
İngiltere'nin, Rusya ve Osmanlı devletleri arasındaki ihtiiafda arabuluculuk
yapmayı hazır olduklarını bildirmekle vazifelen-dirildiklerini beyan
ettiler. Bu savaşın ilân edilmesinde
Fran-sanın dahli olduğu, Fransanın Tatar hân'ı ile devamlı haberleştiği,
Fransa konsolosu ile Tatar hânı'nın müsteşarı arasında, yapılan konuşmaları
nakletmeleri üzerine, babıâli tercümanı bu ifşaatları makam-ı sadarete
duyurmayı vazife addetti ve arzetti.
Savaş mevsimi olan ilk
bahara gelmeden harbin yapılamayacağı apaçık ortadayken, son bahar
mevsimindeyken harbin ilân edilmesi doğru bulunmayıp, devlet tarafından kendi
eksiklikleri bulunurken ve daha bunları tamamlama merhalesine gelmeden yapılan
savaş ilânı düşmanın eksiklerinin tamamlanmasına adetâ fırsat takdim edilmiş
oldu. Sonunda 1182/ll/zilkade-20/mart/1769 p.tesi günü sadrı-azam ordu ile
beraber istanbul'dan yola çıktı.
Beri yandan; Yalta'da
bulunan sarayı, Rus toplarınca yerle bir edilen Kırım hânı tarafından kendisine
yapılmış, bu taarruzun intikamını almak maksadıyla üçyüzbin kişilik bir kuvveti
üç kola taksim ederek Rusyanın güney cihetindeki topraklarını süvarilerinin
atlarının nalları ile çiğnedi ve tarumar eyledi. Rusya'nın tasarrufuna pek
mükemmel bir cevap vermiş olan Kırımlı Kerim hân, bu başarısıyla kendisinin
kalitesini de ortaya serip düşmanlarını aleyhine geçirmiş oldu. Kendi yanında
bulundurduğu ve Ulah beyi'nin adamı olan Rum asıllı doktoru Siropulo tarafından
zehirlenerek öldürüldü. Böylece Kırım Tatarlarının başına Devlet Giray nasb
olundu.
Sonbaharda yapmış
olduğu savaş ilanıyla, büyük bir hata işlemiş bulunan Osmanlı yönetimi, bu
yüzden Rus kuvvetlerinin yapılacağı ilân edilmiş savaşa bir güzel hazırlanması
şartlarının adetâ bir gümüş tepside sunulması gibiydi. Şuraya hemen bir
hatıramı çiziktireyim. Karaköse de 1. süvari tümeni muhabere bölüğünde vatanı
vazifemi ifa etmekteyim. Yıl 1960 idi. Üsteğmen Nâmi Tümerkan adlı komutanımız
savaş üzerinde ders vermekteydi. Ortaya bir soru attı: "Rusların
tayyareleri bizim üstümüzde dolaşmağa başladığında ne olur?" Dediğinde;
fakir hemen, bizim tayyarelerde Moskova üzerinde olur, biz de üstümüzde
dolaşanların düşürülmesini becermeye çalışırız cevabını yapıştırmıştım.
Böylece verilen cevabdan pek hoşnud kalan, Nâmi üsteğmenin taltif etmesine nail
olmuştum. Katerina elde ettiği bu fırsat sayesinde 65 bin, kişilik orduyu üç
gurub hâline getirip, bütün kişı tâlim ve terbiye ile geçirdi. Bu üç gurubun
birincisini Ka-bartay ve Kuban üzerine, 2. kolu Gürcistan beyleri ile Erzurum
ve Trabzon üzerine, saldırmak stratejisiyle Tiflis'e gönderdi. 3. kola
gelincede bunların vazifesini Lehistan'ı hareketsiz tutmak, Karadağlıları
savaşa itmek için;para, zabit, silah ve cephane ile takviye etmekdİ. Böylece
Osmanlı devletinin doğu ve batı serhadleri şiddetli, kan dökücü Rus taarruz
tehdidine açık hâle gelmiş gibiydi.
İstanbul'dan çıktığını
yukarıda haber verdiğimiz sadrazamın, gitmek istediği hedef, Tuna sahillerine
ulaşmaktı. Ancak; Rusların bir bölüm kuvveti Dinyester nehrini geçerek, Hotin
Kalesini kuşatmıştı. Muhasaraya mâruz kalan kalenin, karşısında bulunan 20 bin
kişi civarındaki imdad askeri, başlarında komutanları Kahraman Paşa olduğu
halde saldırıya geçtiler. Ruslar bunlara mukavemet edemeyeceklerini anladıklarından,
ricata başladılar. Bu savunmanın, Rusları çekilmeye mecbur bırakması haberini
almış bulunan İstanbul, işi bir zafer şeklinde telâkki edip de şenliklere
başladı bir de 3. Mustafa'ya, Gâzi'lik unvanı verilmesi merasimi yapmışlardı.
Mayıs ayı geldiğinde sadrazamın otağı Babadağ'ından İsaak-çı'ya nakledildi.
İsaakçıda 20 gün kadar kalındıktan sonra ve arada bir takım eksiklikler
giderilip ordan sadrıazamm arzusuna uyulup bir harp meclisi icra olundu. Bu
meclisde sadrazamı fevkalâde bir jest içinde görüyoruz, bu jest şöyle kendini
gösterdi. Sadrazamın açık ve net konuşması; "ben; mes-lek-i askeriyeyi
bilmem. Sizler güngÖrmüşler, savaş alanının kurtlan bana beyanlarınızla yol
gösteriniz." Bu sözler meclisde bir takım şaşkınlıklara sebeb olduysa da,
yine de itiraf samimi bir havanın husule gelmesine vesile olmuştu. İçlerinden
biri: Bender üzerine gitmek evlâdır. Dedi. İkinci bir görüş* Hotin üzerine
gidilmesi şeklinde oldu. Üçüncüsü ise; Tu-na'nın geçilip inkişaf edecek
vaziyete göre hareket tavsiyesini taşımaktaydı. Sadrazam Mehmed Emin Paşa söz
alıp: "her ne kadar askerlikden anlamadığımı söylediysemde içime sinen
üçüncü tavsiyeye uymaktır" beyanında bulundu. Tu-na'nın aşılmasından sonra
Hantepe denen mahalde bir toplantı daha icra olundu. Bu sefer de, Bender
istikametine gidilmesi kararı çıktı. Teşebbüse geçildi, ancak yolda karşılarına
çıkan manialar askerin perişan olmasına yetti. Bunların üstüne üstlük sadrazam
da ağır bir hastalıkla yatağa serildi. Ruslara fedakârane yardımcılık yapan
lehlilerin düşman muamelesine tâbi tutulmaları hakkında orduy-u hümayun kazaskeri
tarafından okunan fetvalar üzerine karar altına alınmış durumun ordumuzda
bulunan, Lehistan sefiri ve diğer devlet tercümanlarına da tebliğ yapılmıştı.
Bu bilgilere agâh olan Leh elçisinin hâinlerin cezalandırılmasını tasvib
ettiği, ayrıca 70 bin neferin ihtiyacını karşılayacak miktarda, eızak takdimini
Lehistan cumhuriyeti adına taahhüd eyleyerek hizmet arzına gayret
göstermiştir. Rusların bir müddet sonra Hotin üzerine yeniden saldırıya geçerek
kuşatmaya devama çalıştığı görüldü.
Ne varki kendilerini
geçen defa geriye topuklatan Kahraman Paşa ve kıymetli askeri tekrar
karşılarındaydı. Bir müddet savaştılar. Ancak bu paşanın karşısında
tutunamayacak-larını çabuk .anladılar. Yeniden kaçmayı tercih eylediler. Sadrazamın
bu arada yine Bender'e teşrifi haberi Kahraman Paşaya ulaşmıştı. Hemen hem
hastalık geçirmiş, hem de birçok zorluklara duçar olmuş sadrazamın ziyaretine
koşan Kahraman Paşayı acı bir sürpriz beklemekteydi. Bu sürprizi Kâmil Paşa
tarihinde şöyle kaleme almış: "Rusları Hotin kalesi önünden kovmaya
muvaffak olan Kahraman Paşa, gerek kendi isteği, gerekse askerinin terfih
hakkında seslendirme yapmaları ve bunu tekrarlamaları üzerine, rütbe-i
ve-zaretle taltif edilmişse de, bu talebdeki müşahede olunan usûle aykırılık
suç olarak telâkki olundu. Tabii ki bu ölüm cezasının biçilmesini getirdi Kendi
ayağıyla sadrazamın yanına gelen Kahraman Paşa hakkında verilmiş hüküm maalesef
tatbike kondu. Kahraman Paşa Öldürülerek bir hata daha yapıldı. Yapılmakta olan
seferin başarılı gözüken tek yanı Hotin kalesinin muhafazası idi. Yoksa ortada
başarı olarak kabul edilebilinecek bir vaziyete tesadüf edilmiyordu. Bunun
sebebini İstanbul sadrazamın nâehil olmasında gördü. Her ne kadar sadrazamın
cihet-i askeriyye ilminde, kifayetsizliği beyanı var idiyse de, devletin en
feci hatası Ruslara savaş ilânını pek Önceden yapmış olduğuydu. Bütün diğer
bahaneler, bu savaş ilânı meselesinde adetâ kaybolup gitmekteydi. Seferde
bulunan kumandanlar; Babıâli'yi aradan çıkararak, Hz. Padişaha sadrıazamın
yetersizliğini duyururlarken, bu arada Babıâli baştercümanı ve eski Buğdan
Prensi olan Kalimâki bey'in Rusların tarafına çalıştığı ihbarları yapılmıştı.
Arkasından da bu ihbaratın icraatları kendini göstermeğe başladı.
Birincisini Kalimâki
bey'in idam edilmesi teşkil etti. Arkasından gelen sadrazam Mehmed Emin
Paşa'nın azli ve Dimetoka'ya sürülmesini intaç ettirdi. Beterin beteri vardır
sözü, burada bir daha kendini hatırlattı. Sürgün yolundaki sadrazam Edirne'ye
girmek üzereyken yetişen haberci hayatının izâle olunacağını tebliğ etmişti.
Emir yerine getirildi ve sabık sadrıazam Mehmed Emin Paşanın başı vücudundan
ayrılıp bala batırılıp Dersaadete koşturuldu. Bu baş ibret taşında teşhir
olunurken, makam-ı sadaretin yeni emanetçisi Molda-vancı Ali Paşa mührü
hümayunu almıştı.
Cenâb-ı Mevlâ'nın
siyanetini, Kahraman Paşa eliyle gösterdiği Hotin kalesi, zaferin sadakasını
vermeyi unutanların hatasının kurbanı olarak maalesef Rusların eline geçti.
Sadrıazam Moldavancı Ali Paşa komutasındaki ordumuz, Rusların Dinyester nehri
kıyısındaki birlikleriyle karşılaştı. Yapılan savaşın birinci raundunda
Rusları, kahkari bir bozguna uğrattık. Savaş alanı silahını bırakıp firarı
yeğleyen askerlerin çokluğundan utanmaktaydı belkide! Çünkü firar eden Rus
askerleri araziyi mühimmat ve cephanelerini bırakarak terk etmişlerdi. Ancak
pek vakit geçmedi ki Rus kuvvetleriyle yeniden karşılaşıldı. Ve mağlubiyet kısa
zamanda bu sefer bizim ta-rafda kalarak, Hantepe mevkiine çekilmek zorunda
kaldık. Çekilmesine çekilen birliklerimiz, maalesef Hotin Kalesini yardımsız
bırakmıştı. Fırsatı kaçırmayan Ruslar, Abaza Paşa'nın askerden tahliyeyi akıl
ettiği Hotin Kalesini ele geçirdiler. Düşman eline geçmesine iki defa mâni
olan Kahraman Paşa'ya, gösterilen muamelenin bedelimiydi bu acı mağlubiyet?
Üzerinde düşünülmesi gerekmeliydi.
Abaza Paşaya Hotin'i
askerden arındırmasını icâb ettiren sebebin Buğdan'ın muhafazasında, istihdam
olunma emrini almış olmasında aramak yanlış olrnaz. Çünkü Hotin kısacık dönemde
üç defa Rus taarruzuna mâruz kalmıştı, buna bağlı olarak artık savunmada
kalmaya mahkûm bir devreye girmiş bulunan, devlet-i âliye'den başka bir
stratejik yeri savunma için, daha az ehemmiyet arzeden yerden vazgeçmesi, zafiyetin
getirdiği kaçınılamaz faturasıdır. Abaza Paşa ve de Buğdan Prensi, Babıâli'den
gelen bir emirle, Ruslarla haberleşen ve onlara sempati besleyen ve de bilfiil
onlara savaşlarda muharip olarak katılanlarında memleketten ihraç edilmelerine
önem vermeleri hatırlatılmıştı tarih bu sırada 1182/1769 olmuştu. Sadnazam
İsaakçı'ya gitti. Arkasından ordu da karışık bir düzen içinde aynı yere gitti.
Ruslara karşı fecii bir mağlubiyetin müsebbibleri, Anadolu ve Rumeli valilerinin
rütbeleri tenzil edilmişti. Böyle bir muameleye gidilmesinde ahalinin
sızlanarak bu zevatı, şikâyet etmesinden kaynaklanmıştı.
Öte yandan ise Yaş'da
ve Kalas'da Ruslara mağlup olmuş bulunan Buğdan kumandanı Mehmed Paşa ve
Hazinedar Ali Paşa'ya rütbe-i vezaret verildiğinde ahali arasında dedikodu aldı
yürüdü.
Kalas'da Rusların
kaldırıp götürdüğü Buğdan Prensi Kos-tantİn Mavro Kordato çok geçmeden Yaş'da
ölümün kucağına düşmüştü. Yerine geçirilmiş olan Kiga hükümeti başkenti Ruslar
tarafından esir edilmiştir. Her taraf yağmaya ve yakılı-şa tâbi tutulmuştu
ayrıca müslümanların üzerinde bir katliam gerçekleştirilmişti Bükreş şehrinin
her tarafında Rusya muharebesi! Hayda! naralarının işitilmesiyle birlikte
şeyhülislâm tarafından verilmiş oian bir fetva okundu. Bu fetva'da, Rusların
gerçekleştirmiş olduğu katliama ve bu hususta verdiği emirlere itaat edip
katılan Buğdanh ve Ulah'ların katledilmelerine, mallarının müsaderesine, eş ve
çocuklarının esir olun-masına cevaz verilmekteydi. Ne varki bu fetva son derece
ters netice verdi. Buğdan halkının en samimi olanları dahi Rusya'ya tercih
kullandılar. Bükreş'in Boyan (bir nevi idareci) prensliğin bir takım
sembollerini Rusların komiserine teslim ettiler. Ayrıca metropolid'le beraber
Rus imparatoriçesine sadakat yemini yaptılar. İtaatlarını Petersburg'a
gönderdikleri temsilciler vasıtasıyla da ulaştırma yoluna gittiler.
Sadrazam Moldavanci
Ali Paşa orduyu Babadaği'na çekti. Kalas'da Ruslar, meydana geien çarpışmada
yenildiler ve şehri yakmayı ihmal etmeden boşalttılar. Bu arada savaşı kazanan
mücahidine padişahın takdir ve ihsanları erişirken, daha dört ayı doldurmamış
Moldavancı Ali Paşa makam-ı sadaretten, infisal ettirildi. Boşalan makamı
doldurmak üzere eski sadrıazamlardan, Ayvaz Mehmedpaşazâde Halil Paşa
aetirilmiştir. Ancak bu zatın göreve getirilmesinde, babasının nâmının pek işe
yaradığını söylemek doğru bir iddiadır. Yoksa Halil Paşa, devlet işlerindeki
tecrübesizliği, askeri meselelerde bilgisizliği, görünür bir başarısı oimadığı
halde bundan bir başarı beklemek umulamazdı. Yeni sadnazam bir çok memuru
yerini değiştirme icraatına tâbi tuttu. Bu sırada Tatar hân'ı, Buğdan ve
Ulah'ın Ruslar tarafından istilâsına bir muhalefet veya mukavemet gösterme
tarafında gayret göstermediğinden azledildi ye yerine Kaplan Giray getirildi.
Rus askeri; Fokşan'da
kuvvetlerini toplama çalışmalarını idame ettirmeye başladı. İsmail, Ibrail
Kolige ve Corcuhe taraflarını tehdidle birlikte kontrol altına almaya başladı.
Bu vaziyeti haber alan Osmanlı birlikleri serasker Abdi Paşa, komutasında
hemencik, Bükreş üzerine yürüyüşe geçti ve hedefine yaklaştığı sırada, askere
gereken bilgi ve tavsiyeleri yaptıktan sonra askeri orada bıraktı ve Corcuha'yı
korumak isteyerek yola çıkmışsa da, Rus generali Setofalk'ın birliklerinin
vurgununa düşmüştür, üçbin askerini kaybeden Abdi Paşa hem Corcuha'yı müdafaa
edememiş hem de Bükreş'in Ruslar eline geçmesine mâni olamamıştı. Bu sırada
tarihimiz 2/zilkadde/l 183-27/şubat/1770'i göstermekteydi.
Buğdan papaslarınin
ihaneti Selâtin'e şehrininde Rusların eline geçmesine sebeb teşkil etti.
1/muharrem/l 184-27/ni-san/1770 cuma günü sadrıazamın karargâhı isaakçı'ya taşındı.
Rusya; istihbaratçılarını ve ajanlarını Mora'ya şevketmisti. Bunların kısm-ı
âzamini papas hüviyeti altında gönderdi ve Mora'nın Rumlarla meskûn her
mahalli, bu adamların söylevlerine, tahriklerine açık hâle gelmişti. Bu
çalışmalara bigane olmayan Rumların ileri gelen reislerinden Panayotİ Pi-naki,
kendilerine Osmanlı boyunduruğundan kurtulmalarını telkin eden Rus memurlarla
uzunca süren görüşmelerde bulundu. Müzakereler nİhayetlendiğinde de, bir iyi
niyet gurubu teşekkül ettirerek Ruslara dehalet ettiler.
Rusya'dan; Osmanlı
devleti ile aralarında husule gelecek meselelerde, koruyuculuklarını
üstlenmeleri istirhamında bulundular. Rusya devleti bu talebi menfaatinin
gereği olumlu bularak vazifeyi üstüne almayı kabullendiğini bir deniz filosu
düzenleyip göndererek gösterdi. Bu filoyu takiben kara askerlerini de pek kısa
zamanda göndereceğini beyan eden bir ahidnâme yolladı. Tanzim edilmiş filo.ıun
kumandanlığı Amiral Sibiryetofa verilmişti. Filo'da 12 tane saffı harp gemisi, 12 firkateyn
Kronştad limanından denize çıktığında, haber derhal İstanbul'a ulaştı. Ne varki
istihbaratı bu kadar hızlı çalışan devletin bu haberi değerlendirebilecek
devlet adamından mahrum olması, Kornştad limanından kalkan gemilerin Akdeniz'e
eski adı bahr-i Ahmer'e geçemeyeceklerini zannederek, gelen habere sahte
damgasını vurdular. İsrarla belirtilmesine rağmen, günün birinde, bahse konu
filonun Akdeniz'de görünmesi haberi sahtecilik, diye suçlayanların gözlerinin,
faltaşı gibi açılmasını temine yetmişti bile. Baltik denizinden, Adriyatik
denizi yoluyla Bahr-i Ahmer'e yâni Akdeniz'e gelebilmek, sadece Venediklilerin
müsamaha göstermesine ihtiyaç bırakırdı. Venedik hükümeti bu müsamahayı ne
için göstermesindi? Gösterdiler böylece de Rus filosu Akdeniz'de gezinmeye
başladı. Babıâli bu vaziyet karşısında; Venedik elçisini azarlamaktan başka bir
şey yapamadı. Vükelâ babıâlide toplandı. Aldığı karar Mora'daki savunmaya
itina edilmesi hususunu âmirdi.
Ne varki; amiral
Sibiryetof; filosuyla beraber getirdiği gemi inşa etmeye yarar malzemeler
yanında olduğu halde sahile çıkışı gerçekleştirdi. Burada nakliye işlerinde
kullanılabilecek dört gemi inşa etti. Gemileri Rum isyancılara verdi. Beri
yandan Kont Teodor Orlof, yanında beş yüz Rus askeri olduğu halde karaya
çıkarak bu beşyüz askerin, sayılarının 50 bin'e varmış, isyancı Rumların
idaresine hâkim olamayacağı, herkesin göreceği husustur. Bu gurub çıkmış
bulunduğu Mîsistre şehrinde, bir katliama girişerek dörtyüze yakın müslümani
şehid ederlerken memede'ki yavruların minarelerden aşağı atılması vahşetini
işleyerek hangi ruh haleti ve ne kadar zâlim olduklarını, tarih sahifelerinde
tabii ki nefretle anılmak üzere tescil ve kaydettirdiler. Burada yaptığı işin
vahşi zevkine doyamayan Teodor Orlof'un, Koron şehri 2. hedefi oldu. Ancak
maiyetindeki askerin; bu işi beceremeyeceğini ilk an gösterince, derhal burayı
muhasaradan içtinab etti. Teodor'un kardeşi Aleksi Orlof ise; donanmasının bir
kaç gemisiyle ve yanındaki asker ile Patras üzerine, sevko-lunmuştur. Patras'ın
yardımına korsanların koştuğu ve Mo-ra'hlan öldürmeye başlamasından Aleksi ve
maiyetindekiler, kaçmaya mecbur kaldılar.
Ruslar; yeniden 15 bin
kişilik Mora'lılardan müteşekkil bir isyancı kuvvet teşkile muvaffak oldu.
Bunlarda hedef, Tripo-lis kasabasına dalarak hem ganimet toplamak, hem de kesin
bir galibiyet temindi.
Serasker Paşa;
bölgedeki kumandanların askeriyle birleşip bunların karşısına çıktı. Zafer;
Mora'lılara değil sadrıazamın kuvvetinde kaldı. Tripolis'de, Patras'da olanlar
cereyan etti. avarin'e girmiş bulunan diğer bir Rus subayı Prens Dolifori-ki;
Leonetari ve Arkadiye kasabalarını savunanlarla sözde anlaşıp, savunmacıların
salimen çıkıp gideceklerini kabul etmişti. Hâttâ bir sened yapılmış ve bu
sened'e Fransa konso!osu da imza atmıştı. Fakat Rumlar bunları hiçe sayarak,
müslümanlan katledip, belde'yi yakmışlardı. Aradan fazla bir zaman geçmedi ki,
Aleksi Oriof Rumların hepsine birden hi-tab ederek şöyle demekteydi: Eflâk ile
Buğdan'da başlamış olan savaşta döğüşenler sizin mezhebinizdendir, bunun için
ordaki savaşa dininiz ve hürriyetiniz için koşmalısınız. Daha sonra Koron ile
Modon, Rusların muhasarasına düştü. Modon kurtarılınca Ruslar gemilerine binip
uzaklaştı.
Serasker Paşa bu
Modon'u kurtarmak ameliyesini, zafer olarak İstanbul'a bildirdiğinde, derhal
şehr-i ayn denilen, kandillerle şehir aydınlatıldı, nice dualar ve sevinç
gösterileri yapıldı. Ne var ki; Çeşme limanında bulunan Hüsameddin Paşa
komutasında donanmamızın iki korveti, onbeş kalyonu ve bazı gemilerinden
müteşekkil bir filosu, Rus donanması ile savaşa giriştiği görüldü.
Bu savaş esnasında
bizim gemiler tutuşmuş ve yanmaya başlamıştı. Ancak bu gemilerimizden bir
tanesi yanmakta o -duğu halde, rotasını Rus donanmasının amiral gemisine doğrultmuş
ve ona aborda olmaya çalışmıştı. Sonunda, fedakârca bu davranışın maksadı,
Cenâb-i Allah (c.c)'ün rüzgârı yaver kılması ile tecelli etti. Rusya amiral
gemisi yanmaya başlamıştı. Amiral Sibiryetof ile Teodor Orîof kendilerini zar
zor attıkları bir şalopeyle cehenneme dönmüş amiral gemisinden firara muvaffak oldular.
Akabinde cephane ve ateşin bir koridorda buluşmaları, geminin patlamasına
yediyüz Rus ve isyancı Moralinin telef olduğu görülmüştür..Mezkûr gemiyi
bor-dalayan gemimiz de bu patlamadan nasibini almış ve bazı denizcimizin
şehadeti vukubulmuşsa da, Kaptan-ı Derya ve kaptanlar ile levendlerimiz yüzerek
selâmet sahiline çıkabilmişlerdir.
Hz. Kanuni Süleyman
zamanı ve akabinde, 2. Selim döneminde meydana gelen Leponta baskınına maruz
kalan donanmamizın, uğradığı feci mağlubiyet, beyaz üzerinde bir kara leke gibi
karşımıza çıkar. İşte bu 3. Mustafa döneminde vukubulan Çeşme olayında yanıp
perişan olması, yukarıdaki bozgunu tarihde yalnız bırakmamıştır. Bu donanma yangını, Kaynarca antlaşması
denen Osmanlı devletinin bir hayli aleyhine olan sulhun imzalanmasına sebeb
teşkil etmiştir. Bu Çeşme olayının; galeyân-ı diniye'yi ve milliye'yi gayrete
getirdiği görüldü. Donanmamızın yakılmasından mükedder a-hali-i islâm,
İzmir'de yaşayan Rumların ve avrupalılann üzerlerine savlet ederek
ihanetlerini haykırmışlardır. Bu arada se-kizyüz kadar kefere telef edilmiştir.
Rus donanmasının Çanakkale Boğazından geçmesini engellemenin yolunu oraya
gönderilen vazifelilerin keşiflerine bağladı devlet. Bunlardan ise, Kale-i
Sultaniye denen bölgeye gerek Rumeli gerekse Anadolu yakasına birer istihkâm
yapmak fikri, gündeme geldi. Derhal tatbikata geçildi. Bunlardan birini Rus
gemilerinin topa tuttuğu görüldüyse de bir netice alamadıkları da ortadaydı.
Ancak Ege denizine
doğru yol almakta olan yirmi parçalı bir zahire nakliyesinde kullanılan ticaret
filosu Bozcaada'da yol kesen Rus donanmasının eline geçti.
Bütün bunlar olurken
Kont Orlof Limni Adasını kuşatma altına aldı. Yapılan altmış günlük direnme
gelecek için muhasara altında olanlara bir umid bahşetmediğinden muhafızlar
Kont Orlof'a müracaatla teslim müzakerelerine giriştiler. Anlaşma ortaya
çıktığında vaziyet şu idi. Muhafızlar adayı terk edecek, ancak altı muteber
asker Ruslara rehin olarak bırakılacaktı. Anlaşmanın tatbikatına geçildiğinde
kaptanı derya Cezayirli Hasan Paşa yirmiüç parçadan meydana gelmiş filosuyla
Limni Adasına İmdada yetişmişti. Yapılan mukaveleden haberdar olunca bunun
uygulanamayacağını, çünkü kendisinin rızası olmadığını beyan etti. üç gün sonra
iki taraf deniz üstünde çok kanlı bir savaşın muharipleri oldular. Üstünlük
bizim askerimizde kaldı. Hasan Paşa Rusların rehin olarak teslim almış olduğu
altı rehineyi iade etmesini Kont Orlof'a bildirdi. Az sonra rehineler serbest
bırakılırken Kont Orlof'da gemilerini toplamış, rotasını açıkdenize doğrultmuş,
Limni'yi Osmanlı zaferine bırakmanın ezikliği içinde suyun üzerinde aheste
aheste defolup gitmekteydi.
Bu sırada Buğdan
civarında askerle dolaşmakta olan sadrazam, Tuna Nehri yakınlarında tutuştuğu
bir muharebede ikibin şehid vererek haylİcede mühimmat ve cephane kaybına
uğramıştı. O sıradada Ruslar Kırım'da bir saldırıya kal-kışmışlarsada, mahalli
komutan ve askerleri, bu taarruzu defetmeye muvaffak olmayı bilmişlerdi. Tuna
üzerinde yaptığımız bir köprüyü, çıkmış olan fırtınanın söküp savurduğu,
Ruslar'ın, Kili'yi ellerine geçirdiği haberleri sadrazama ulaşmıştı. Ayrıca
asker arasında da itaat ortadan kalkacak raddeye gelmişti. Sadrazamın hükmü
geçmez olmuş, askere sık sık hediyeler, bahşişler verilmek suretiyle işlere sevk
oluna-biliyordu, ki bu ordunun içine düşmüş olduğu büyük bir zafiyetti.
Ruslar Bender'i
taarruzlarına hedef yapmışlardı. Müdafiile-rin bütün gayretlerine rağmen
aralıksız on saat süren bir Rus saldırısı Bender'in düşman eline düşmesine
sebeb oldu. Bunu onsekiz gün süren ve nihayetinde Rusların eline geçen
İs-maiyl ve İbraiyl kalelerinin elden çıkması takip etti. Sadrazamın içinde
bulunan hâli içler acısı bîr manzara gösterirken, sayısı aa üçbinden ziyade
değildi. Neticede; Kili, İbraiyl ve İsmaiyl elden gitmiş çaresiz sadrazam,
otağını Babadağı'na nakle mecbur olmuştu. Ordunun; Babadağına çekilmesinden
sonra bir takım değişikliklere tevessül olundu. Kırım Hanlığı Selim Giray'a
tevcih edildi. Sadrazam azledilerek Filibe'ye sürgüne gönderilirken, yerine de
Bosna Valisi Silahdar Meh-med Paşa getirilmişti. Ne varki bu sırada İbraiyl'in
istilâ olunmasından önce, İsmaiyl'de bulunan Rus generali Kont Ro-manzof
gönderdiği bir notta ecnebi ülke devletlerinden hiç birinin karışmayacağı bir sulh
müzakeresi açma teklifini bildirmiş oluyordu. Sadrazam ise; böyle teklife evet
demeye padişah tarafından mezun kılınmadığını, taleble ilgili hâli Babıâli'ye
bildireceğini notu getiren, Rus miralayına ifade etmişti. Bu teklife verilen
cevabı öğrenmemizden önce şurası bilinmelidir ki; daha önce Dersaadet
tarafından vesatet, yâni arabuluculuk için yapılan haberleşme pek dikkat çekici
bir hal almıştı. Bu arabuluculuklar pek çok avrupa ülkesine uygun gelmekte
idi. Bu sayede menfaat elde ediyorlardı. Rusya'nın teklifi ise bu aracılara
lüzum olmadığı istikametindeydi,
Prusya kralı 2. Fredrik'le, Avusturya imparatoru 2. Jozef gibi iki
önemli hükümdar işi başka başka mütalaa etmekteydiler.
Babıâli ve Avusturya
arasında, bir takım gizli ve nakdi hu-susat üzerinde müzakereler yapılıp
antlaşma yapılması, Avusturya elçileri Kont Dokviniç ve Baron Tevgüt'ün çalışmalarıyla
gerçekleşebilmişti. Sultan 3. Mustafa'nın ise, hop diye içine atladığı durum,
seçtiği politikanın yanlışlığı, bütün hususlarıyla ortaya çıkmış almaktaydı.
Yukarıda anlatıldığı
gibi; İngiltere ve Prusya elçileri, Fransa ve Avusturya'nın müdehalesinden
çekinerek harbin çıkışında sunulan vesatet iki devletin arasında şüpheler
uyandırabilme gayretine dönüşmüştü. Buna bağlı olarak Babıâli'ye notalar takdim
ederek Yedikule'de hapiste bulunan Rus elçisinin derhal serbest bırakılmasını
istemişlerdi. Bu istekten hiç bir netice hasıl olmayıp, iş ortada durmaktayken,
daha sonra Prusya kralı ile Avusturya imparatorunun, Nevstad'da vukubulan
buluşmalarında geldikleri nokta vesatet yâni arabuluculuk meselesi hakkında
aynı düşünmektelerse de, nasıl gerçekleşeceği hususunda bir ittifak içinde
olamamışlardı. Bunun üzerine her iki devlet İstanbul'da bulunan elçilerine yâni
Prusya ve Avusturyalı elçilere ayrı ayrı talimatlar verilmiş ve Babıâli
nezdinde teşebbüse geçmelerini istemişlerdi.
Prusya elçisi Zejlin,
Avusturya elçisi Tevgüt talimatları alıp harekete hazırlandılar. Bu sıralarda
Belgrad valisinden gelen bir başvuruda; Avusturya imparatorunun dönekliği, hududumuzda
asker yığmasına başladığından, nasıl bir siyasi tavır takınılması hususunda
padişah'ın düşüncesini ve emrini sormaktaydı. Padişah ise, garib sayılacak bir
teklifte bulunmuş-du. Şöyleki: Avusturya ve Prusya elçileri aldıkları talimat
gereğince devletlerinin arabuluculuk tekliflerini Babıâli'ye sunduklarında,
Reisülküttab İsmail Râif efendi, gecenin birinde Avusturya sefiri ile
müzakereye girişti. Rusya, Lehistandan uzaklaştırıldığına göre, imparator
Jozef'in, Lehistan'a bir kral tâyin etmesi veya Lehistan'ın iki devlet, yâni
Osmanlı ve Avusturya arasında taksimini imparator 2. Jozef'in reyine bıraktı.
Böylece evvelemirde devlet-i âliye, İran'in bölüşülmesi işinde Rusya ile
anlaştığı gibi, bu defa da Lehistan'ın, Avusturya ile taksimini ümid etmişti.
Bu mülk taksimi politikasının tarafı olmak, bizzat devlet-i âüyenin komşuları
devletlere, âtideki taksimin kapısını açmıştı. Avusturya elçisi Tevküt'se
iletilen talebe cevaben; böyle geniş bir projeye kafa patlatmaya zamanı
olmadığını ancak bunun da kan dökülmeden gerçekleşemeyeceğine arabuluculukda
esas maksad ise, bunca müddet sürüp gitmekte olan kanlı savaşın sonunu getirmek
olduğunu beyan etti.
Böylece; gerek Tevküt
gerek Zejlin, devletlerinin taleb ve arabuluculuklarına dâir Kâimmakamdan bir
yazı alıverilme-sine reisül küttapdan gayret göstermesini istediler. Bu isteği
tabii karşılayan İsmail Râif efendi, önce kendilerinin bu hu-susda bir
talebleri olduğunu belirten nota'mn Babıâli'ye verilmesini hatırlatmıştı. Bu
şart; Zejlin'i hemen, Tevküt'ü ise bu mevzuuda bir haylice tereddüde düşürmekle
beraber geciktirme, ülkesinin muvafakati ve arabuluculuğunu, tercih ettirmek
teşebbüsünde çıldırmak derecesine varmış oîan İngiliz elçisinin maksadını
kolaylaşma mertebesine getirmemek için, İsmail Râif efendinin teklifi kabul
görmüştür. Böylece kâimakam, elçiler tarafından verilen notaya cevab olarak,
yazdığı yazıda ihtiyatlı bir lisanla herbirinin, müracaatını değerlendirdiklerini
ve nota ile teklif ettikleri arabuluculuk hakkındaki beyanlarını kabul etmiş
bulunduğunu kaydetmişti. Bunlar olup biterken ilerleyen zaman
1770/ocak~1183/ra-mazan ayını işaret etmekteydi.
Yukarıda Rus generali
Romanzof tarafından gönderildiği belirtilen yazı geldiğinde, Reisülküttab ve
Nişancı efendiler Avusturya ve Prusya elçileriyle geceyansı içtimaî gerçekleştirme
yoluna gitmişler, müzakereler neticesinde yapılan tekliflerde, iki devletin
arabuluculuklarını bildiren general Ro-manzofa cevab olarak mahbus bulunan, Rus
elçisinin serbest bırakılma isteğinin, Rusyanın bu cevab üzerine göstereceği
muvafakata bağlı olduğu hususları kararlaştırılmış, bu şekil üzere de divân-ı
hümâyûnun resmi karan ve şeyhülislâmın fetvasıyla teyid edilmişti. Muhterem
okurlarım görüyorsunuz ya! Bir devlet zafiyete düştümü buyurgan politika zirvesinden,
müzakerât ilmine vâkıf olmanın ve bu ilmin kes-bettirdiği başarı kadar,
müzakerâtta benliğini ve menfaatlerini koruyabilir. 3. Mustafa devri, bu
müzakerâtın dikkatle yapılmasına başladığımız devrin mukaddematını hatırlatır,
daha sonraları güç ve kuvvetten kopmanın elim sonucu olan başka siyasi
entrikalara, başvurma mecburiyetine düştüğümüz görülecektir.
İngiliz sefirinin
bütün gayretleri arasında yer alan hususun birincisini bu arabulucuk meselesi
teşkil etmekteydi. Bunu temin içinde politik her iftira elçinin başvurduğu
çirkin silahlardan idi. Ama bütün bu ingilizlerin politik manevralar! netice
vermemiş, nihayetinde Avusturya elçisi Tevküt ile beş maddelik bir antlaşma
çıkarabilmişti Reisülküttab İsmail-Râif efendi. Her iki ülkenin en üst makamı
olan padişah ve imparator anlaşmayı tasdik etmişlerdi. Bu antlaşmanın gereği
olarak; Babıâli Avusturya'ya, bir sene zarfında nakit olarak, 20 bin kese akça,
diğer bir deyimle 1 milyon 250 bin florin vermeği kabullenmiş oldu. Ayrıca
Küçük Ulah'ı Avusturya'ya terk etmekle beraber, bunların tüccarlarının
Ödemekte bulundukları rüsumların alınmaması da, anlaşmada yer aldı. Cezayir
korsanlarının bu devlete verdiği zararları meydana getiren tasallutlardan
korumayı Osmanlı devleti taahhüd etti. Avusturyalılar ise Rusya'nın bizden
aldığı araziyi iade etmeye iknaa çalışacaklarını taahhüd ettikleri, Lehistan
vatandaşlarının hürriyetlerinin temininde kefil olduklarını, beyan eylemişlerdi.
Başvekilleri Prens
Dukovniç böyle bir antlaşmamn mutlaka tasdik edilmesi gereken avantajlarla
dolu bulunduğunu görünce, imzayı hemencik bastı. Avusturya elçisi ile paraya
dâir yapılan antlaşmanın müzakeresine oturmuşlardı. Artık Prusya ile Avusturya
arasında söyleşilen arabuluculuk meselesi gündeme getirilmemiş bu müzakerenin
sırrından habersiz Prusya elçisi; başka bir projenin uygulanmasından da
şüphelendiğinden verilen sözden dönülmemesi ısrarlarında olup, savaşın ilk
gününden beri Rusya'nın, Prusya tarafından yüklenilecek arabuluculuk vazifesine
kabul etmek durumunda olduğu sözünü vermiş bulunduğunu söylemekteydi. Ayrıca
da Ruslar sözünden dönecek olurlarsa, Prusya Avrupa ile sulh için elele verip,
devlet-i âliye'nin hukukunu kabul ettirmeğe hazır olduğunu, Babıâli'ye beyan
etmiş Rusya devleti ise; hapiste bulunan elçisinin de şartsız tahliyesi
gerçekleşmedikçe, arabuluculuk yapmak isteyen talepleri geri çevireceğini
herkese hissettirmekteydi. Osmanlı hükümeti ve Avusturya arasında yapılmış
bulunan, gizli antlaşmanın müzakereleri esnasında Avusturya elçisi Tevküt, elçinin
tahliye işleminin yapılmasını ilen sürmüş, bizimkiler fazla direnmeden kabul
etmişler, tahliyeye ve ülkesine dönme müsaadesini vermeyi uygun bulmuşlardı.
Meşhur
tarihçilerimizden Vâsıf efendinin Petersburgdan dönerken, yanında getirmiş
olduğu imparatoriçenin mektubunda, savaşın devamında fayda gören Rusya ve
Osmanlı devletinin, düşmanlarının arabuluculuk tekliflerinin kaale alınmaması,
vasıta olmadan kendi aralarında sulhu gerçekleştirmeyi arzuluyan husus yer
almışsa, mektubun imzasız olması ciddiyeti zedelemişti. Öteyandan; mektubun
imzasız gönderilmesi savaşı arzularruş, davet etmiş bulunan Fran-sa'ninda
bakışına denk gelerek, kötü şekilde tefsir olunmasından çekinilmiş
olmasındanmış. Buna karşılık daha evvel Rusya'nın maksadı, Kırım'ı kurtarmak
olduğundan, Buğdan ve Eflâk'da müstakil birer beylik tesisi hususuna dayalı olarak
Avusturya ile yaptığı müzakerâtda apaçık ileri sürmüşdü. Prusya ise; o
sıralarda gözü Lehistanın bazı bölümlerinde, bilhassa Pomeral kıtasında
odaklanmıştı.
Kesinleşen taksimatta,
Prusya bir hissenin sahibi olmayı ciddi bir şekilde arzulamaktaydı. Arzusunu
hiç çekinmeden Avusturya delegelerine açıkça ifadeden çekinmemişti. Ancak bu
hengâme esnasında Ruslar da, Osmanlı devletinin bolüşümünü öngören bir projeyi
Viyana kabinesine şöyle sunmuştu: Eflâk ile Buğdan'nın kendisinde kalmasını
isterken, Avusturya'ya ise, Bosna ve Erdel vilayetlerini vermekten hoşnut
olacağını imâ eylemişti. Yeni hazırlıkların tamamlanmasından sonra tekrar
başlayan savaşda Yerköy ile Tui-ça, Rusyanın eline geçerken, İsaakçı yanmakdan
kurtulamadı.
Bu duraklama esnasında
saltanatın gelecekteki padişahı olarak görülen, veliahd şehzade Bayezid ani bir
ölümle dâr-ı bekaya intikal etti. Ahali arasında vukubulan rivayetlerde,
şehzadenin zehirlenmek suretiyle -öldürüldüğü şayiası vücûd bulmuştu. Sadrazam
ile Serasker Paşa, Tuna üzerinde yaptıkları savaşları bazen kazanıyor, bazen
de kaybetmekteydiler. Ancak Kırımdaki savaşın feci bir mağlubiyetle
neticelen-mesiyle birlikte, burası elimizden çıkıverdi. Sadrazamın yanında
olduğu halde Babadağı'nda bulunan Selim Giray, askeri bir meclisin toplantısı
sonrasında aldığı bir kararla, Ruslar tarafından tehdit altındaki Kırıma
dönmesi tavsiye edilmişti. Ecdadından beri Kırım'ın başşehri olan Akçasaraya
gelip oturmuştu. Rusların 30 bin askerle ve 60 bin Nogay Tatarlarıyla aniden,
Orkapının önüne dayandığı haberi geliverdi. Selim hân; 50 bin Tatar, 7 bin
Türk askeriyle savunma yapmak üzere koşmuşsa da, gerek yanındaki askerler, gerekse
arkadan imdada koşan 12 bin Tatar askeri bozguna uğradı ve ricata başladı.
Prekop kalesi Rusların eline geçerken, Hazar denizinin kilidi durumunda
bulunan Taman kalesi de Rusyanın eline gelivermişti. Selim Hân; bu feci mağlubiyet
karşısında yapabilecek bir şey kalmadığını gördüğünde, bindiği bir gemi
sayesinde İstanbul'a kapağı atmak mecburiyetinde kalmıştı. Hân Selim'in; bu
firarı Tatarların çok çok üzülmesine ve ümidsizliğe düşmesine sebeb teşkil
etti. Böylece de, Tatarlar büyük kafileler halinde Kırım'dan Anadolu
kıyılarına, muhacerata başlamışlardı.
Serasker Paşa bulundudu Karasu mıntıkasından hareketle, Kırım'ın istirdadı için
orduyu yola çıkardıysada, Tatarlar kendilerini yenmiş bulunan moskoflara,
Prens Dolgoriki'ye sadakat yemini törenini Gerçekleştirmişlerdi. İmparatoriçeye
bağlılıklarını bildirmişlerdi. Kırım halkının göç etmeyenleri itaatlerini
sergilediler. Prens Dolgoriki; Keğa, Kerç ve Yenikale şehirlerine de girerek
zaferyâb oldu. Bu acı sonucun tarihi 13/7/1771-1185/rebiülevvel/30. cumartesi
gününü göstermekteydi.
Gözleve ile Suadk
şehirleri düşman eline geçerken seraskerin meydana gelen bir çarpışma
neticesinde yenilip kuvvetleri ile birlikte esir düştüğü ve Petersburga
götürüldüğü haberleri duyuldu. Beri taraftan Tatarlardan kırksekiz mebusla
birlikte Selim Giray'ın iki oğlu, Petersburga gitmişlerdi. ,1. Katerina
nezdinde bağlılıklarını sunmayı hedeflemişlerdi. Prens Dolgoriki, bunların
dönmesini Kırım'da bekledi. împa-ratoriçenin buyruğunu yerine getirmek demek
olan Şahin Giray'ın oğlu Şirin bey'i Kırım'a han tâyin edip, sandalyesine
oturttu. Prens Dolgroki'nin icraatının birincisi, Cengiz Han sülalesinden olan
hanların, Osman Gazi sülalesinden olan hakanlar hazeratından, unvan almalarına
son vermek olması idi. Böylece Ruslar; Kırım'ın istikiâliyetini ilânda bir
oyalama yapmadılar.
Mamafih, Ruslar
Okzafofla Kilburnu ismini taşıyan şehirlerin istilasınada teşebbüs ettiler.
Fakat güçlü bir Osmanlı müdafaası Önce durulmalarına, sonra bozulmalarına,
nihayetinde bozgun halinde firarlarına yolaçtı. 31/ağustos/l 77
1-1185/19/cemaziyelevvel cumartesi. Fakat çok geçmedi ki Rusların Tulçe'yi ele
geçirdikleri görüldü. Sadrazam Babada-ğından Hacıoğlupazarına çekilme karan
aldı Oradan da kışlamak üzere askeri Edirne'ye çekmek gerektiğinin hesabını
yaparken, bölge ahalisinin kimi silahlarını kuşanmış, kimileri de olduğu gibi
toplaşıp, sadrazamın otağına koştular. Apaçık tarzda sadrazama: "Sen
Kırım'ı Ruslara verdin! Şimdi de bizim topraklarımızimt vereceksin? Diye bir
hayli çıkıştılar. Yapılan bu toplu
hareket, İstanbul tarafından haber alınınca, İstanbul'a gelip ayağının tozuyla
huzura çıkmış olan mektupçu başının bu husustaki görüşü soruldu. Ordunun
bulunduğu yerden ayrılmaması tensib olundu. Serasker Abdi Paşanında Karasu'daki
ordusuna gitmesi, Dağıstanlı Ali Paşa'nında Köstendil üzerine hareket etmesi
iradesi çıkdi. Sadrazamın yetersizliği, gösterdiği ihmal sebebiyle zaten azli
icab ettiğinden gereken yapıldı. Yerine de daha önce Ruslara açılan sefere
muhalefeti olan Muhsinzâde tâyin olundu. Yeni sadrı-azam hemen askeri ve mülki
idarede bazı İslah hareketleri sergiledi. Rumeli yakasında topladığı onbin
askerle Hacıoğ-lupazarına koşup ahaliye moral verebilmesi için Abdi Paşayı
gönderdi. Kendisi de Şumnu üzerine gitti. Kırım; Rusların zaptına uğradıktan
sonra han'hğı bîr unvanın ötesinde bir şey değildi artık. Tuna Nehrinin öte
tarafında bulunan Tatarlar için bir reis tâyini mutlak İcab etmekteydi. Padişah
tarafından işbu han'lık Maksud Giray'ın uhdesine tevcihi buyrultusu geldi.
Maksud Giray; Şumnu'ya gelerek sadrıazamla görüşüp, hürmet ve yardıma mazhar
olarak kısa zamanda onbin Tatar askeri toplaya bilmişse de bunların haklan her
ay verilmesine rağmen yağmacılıktan vaz geçemiyorlardı. Gerek mülki makamlarda
gerekse askeri görevlerde değişiklikler vede tevcihe dönük işler yapılması,
Bağdad Valisi Halil Paşa dahi Karadeniz sahilini muhafaza, Rusları Kırım'dan
tard edebilmek için düzenlenmiş olan askerlerin seraskerliğine tâyin buyruldu.
Avusturya ve Prusya ile Babıâli arasındaki ara-buiucuk müzakerelerine söz atlayınca
Osmanlı ve Avusturya arasında yukarıda imzalandığını belirttiğimiz antlaşmanın
na-kitle alakalı gizli maddelerinden her nasılsa haberdar olmuş bulunan İngiliz
elçi Lord Mevri, ödemiş olduğu para sayesin-
He antlaşmanın bir
nüshasınıda ele geçirmişti. Bunların birer suretini Berlin'le Petersburga
postalamıştı. Prusya kralının Rusya'ya vermeğe kefil olduğu senelik bir milyon
altun, ağır bir yük teşkil etmeye başladığından, Osmanlı devleti ile Rusya
arasındaki savaşın sonunun getirilmesine adetâ dua etmekteydi. Babıâli ile
Viyana hükümetlerinin vâki gizli muahedesi hakkında Rusya Çariçe'sinin
müteessir olduğu kadar üzülmemişti Prusya hükümeti. Prusya kralının bu mukavelenin,
Rusya ile Osmanlı arasında yapılacak sulhun mukaddimesi olarak değerlendirdiğini
görüyoruz. Buna karşılık Rus Çariçesi ise, başka bir sebeb yüzünden Prusya
kralının hükümetinden mâli anlaşmanın, yenilenmesini taleb etmekten geri
kalmamıştı. Rusya dışişleri nâzın Kont Paynen antlaşma esasını teşkil etmek
üzere, Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaretlerinin bağımsızlığı hakkında gerekli
olan iki şartın- birincisinden sarf-ı nazar edeceğini bir nota ile Avusturya
sefirine beyan eylediği gibi, Prusya sefiri Zejlin de, Babıâli'nin Rus
murahassı kabulü, buna karşılık Osmanlı devleti de, bir elçi göndererek Buğdan
şehirlerinden birinde sulh hakkında müzakereye girişilmesine karar verdirmek
üzere sadaret kaim-makamına kısa sayılmayacak bir muhtıra göndermişti. Babıâli
"Eğer Rusya murahhası İmparatoriçenin Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaretlerinin,
istiklâliyetinden sarfınazar edildiğine dâir vaadla ve adı geçen iki devletin
heyetleriyle müzakereye yeterli izinle hazırsa, hoş geljniş oluyor.
"Şeklinde kısa, net bir cevabla mukabele etmişti. Ancak Rusya ile
Prusya'nın; Lehistan'ın bölünmesine dâir tekliflerine, Avusturya'nın da iltihakı,
Viyana kabinesinin, iki devletin yâni Rusya ve Prusya nın görüşüne iştiraki,
Babıâli karşısındaki vaziyetini tamamen değiştirdi. Avusturya'nın Osmanlı
devleti ile parasal bir antlaşma yapılmasına dâir, İstanbul elçisine talimat
göndermesi, Prusyalı Prens Henri'ninde Petersburg'da bulunduğu döneme ve
imparatoriçenin, Lehistanın bölünmesi ile alakalı beyanatını açıkladığı âna
rastlamıştı. Az sonra Prusya ile Rusya arasında gizli bir antlaşma imzalanır.
Prusya kralı; Lehistan arazisinin bir kısmının kendine bırakılması hâlinde,
Rusya'ya Avusturya devletinin saldırıya geçtiği takdirde Prusya, Avusturya
aleyhinde olarak silaha davranacağına söz vermiş ve imza atmıştı. Böylece Rusya
ile Prusya; Lehis-tanı bölme ve parçalama hususunda anlaşmış olacaklar ki;
Avusturya'yı bu işe katılmaya davet etmişler. Avusturya'da bahse konu davete
sıcak bakmış olduğundan, İstanbul'daki elçisineyeni talimatlar göndererek, bir
kongre davetiyle evvelce de mütarekeye evet denilmesi lüzumunun, Babıâli'ye
bildirilmesi vazifesini vermişti. Avusturya ve Prusya elçileri beraberce, bir
nota takdim eylediler. Her biri yaptıkları teklif-de yapılacak sulh
antlaşmasının sonunun iyi gelmesini temenni etmekteydiler. Bu teklif Rus
çariçesinin görüşüne uygun olması münasebetiyle, Babıâünin mütarekenin usulüne
dâir olumlu yaklaşımı iki devlet sefirinin, Rusya başkumandanı Romanzof'a
gönderdikleri gibi sadrazama da gönderilen bilgi ile görüşmeleri başlatmayı
sağladılar. Romanzof olsun, Veziriazam olsun, birer vekil vazifelendirerek
müzakerelere başlanmasını onaylamış oldular. Sadrazamın nasbettiği vekil Divan-ı
Hümayun hacegânından Abdülkerim efendi, Rusya kumandanınca tâyin olunan vekilse
Mösyö Simoleyn idi. Karadeniz'de seyrü sefere yâni gemilerin dolaşmasına ve
mütarekenin kaç sene için yapılacağına dâir ihtilaf bu zatlar tarafından
nizama bağlandı. Tanzim edilen antlaşma senetleri sadrazama ve Rus
başkomutanına gönderildi. Her ikiside kendilerine ulaşan senetleri imzaladılar.
1771/10/haziran-l
185/27/sefer pazartesi günü sulhun kesinleştiği tarih olmuştu. Mütareke senedi
on bendi hâvi idi. Ayrıca Bahr-i Sefid'de yâni Akdenizde bulunan ve Kalei
Sultaniye, diğer bir deyimle Çanakkale boğazını abluka altına almış Rus amirali
ile Osmanlı devleti temsilcisi arasında da, on maddelik bir antlaşma senedi
tanzim edildi.
Kongreye murahhas
olarak tâyin edilmiş bulunan Kont Orlofla Obriskofun Yaş şehrine vardıkları
haber alınmış, bunun üzerine, Osmanlı devleti tarafından kongreye temsilci
olarak seçilmiş bulunan, Nişancı Osman efendi ile Ayasofya Şeyhi, İstanbul
pâyelilerinden Yâsincizâde ve memuriyetleri esnasında, masraflarını görecek
olan bir defterdar ile birlikte hareket edildi ve Şumnu'da sadrıazama mülâki
olundu. İstişareden sonra toplantının gerçekleşeceği Fokşan'a gelindi.
Avusturya sefiri Tevküt, Prusya sefiri Zejlin, ülkelerince bu kongre'de
murahhas tâyin edilmiş olduklarından, İstanbul'dan ayrılırken sadaret
kaimmakamina uğramışlar ve burada, birer samur kürk hilatla ödüllendirdikleri
gibi, 25 şer bin kuruş harcırah verilerek mükâfata nail edildiler. İstanbul'dan
yola çıkan bu iki müttefik sefir, Rusçuk'a vardıklarında serasker Ali Paşa
tarafından merasimle istikbâl edildiler. Oradan Fokşan'a kongrenin yapılacağı
mahalle intikal eylediler. İlk toplantıyı; Devlet-i âliye ve Rusya
murahhasları kendilerinin tertiplediği bir celsede gerçekleştirdiler. Ne
Prus-ya'lıne de, Avusturyalı murahhaslardan hiçbirinin toplantıya davet
olunmaması kararlaştırılmıştı. Ancak Mösyö Tevküt, Rus murahhaslarından izahat
talebinde bulunmuştu. Tevcih olunan soruya hiçbir şey anlamamış gibi verdikleri
cevab: Rusya imparatoriçe'si her iki devletin arabuluculuğunu ne aramış, ne de
kabul etmiş.
Hâttâ bir gayri resmi
müdehaleden, başka bir şey istememiş olduğunu düşündüklerini belirtmişlerdir.
Bu iki elçi, Tevküt ile Zejlinin debdebe ile gelmiş oldukları İstanbuldan,
Fok-Şan'daki kongre salonunda bir odaya bile alınmamalarının umulan olmadığı
ortadadır. Ayrıca çirkin bir vakadır.
Hâttâ
Osmanlı devleti
memurları dahi, bu muameleden hayretlere gark olmaktan kendini alamadı. Buna
şöyle bir çare buldular Osmanlı murahhasları! Müzakerelerde konuşulanları elifi
elifine bunlara naklediyorlar, onların tavsiye ettiği istikamette hatt-i
harekât tesbit ediyorlardı. Rus murahhas 2. toplantıda, bütün müzakerelere
esas olmak üzere ortaya üç madde koydular.
Birincisi; iki devlet
arasında anlaşmazlık çıkmasına sebeb olacak hususların yok edilmesine,
2. tanzim olacak mukavelenin her ikisi için
menfaatlerine uygun,
3. sü ise; Osmanlı devleti, ahdinden vazgeçerek
Rusya ile münasebetlerini kesmiş olduğu iddiasıyla, Rusya'ya tazmi-nat-ı
maddiye vermesi maddelerinden ibaretti.
Bunlardan ilkini
meydana getiren maddede, Tatarların is-tiklâliyeti, ikincisinde ise Osmanlı
devletinin bütün sahillerinde Rusya gemilerinin, istedikleri gibi seyr-i sefer
edebilecekleri gibi, ticari gemilerine de, iltimasa en fazla nail olmuş devlet
gemilerine gösterilen kolaylıkta eşitlik istenme husus-da vardı. Birinci madde
için uzunca bir müzakere cereyan etti. Çok şiddetli geçen konuşmalarda Osman
efendi ezcümle; Tatarlara istiklâliyet verilmesi diyanet esaslarına mugayirdir
sözleriyle cevap verilirken, padişahın aynı zamanda halife olduğunu böylece
olan hususa muvafakat vermesinin, diyanete aykırı olduğunu beyanla red etmek
yoluna gitmişti.
Bundan sonra bazı
taleplerede her iki tarafın karşılıklı itirazları müzakerelerin inkıtaını
getirmiştir. İki tarafın murahhasları da, kendilerini vazifelendirmiş
mercilere müracaatla müzakerelerin kesilmesinden dolayı, Rusyanın başkumandanı
Romanzof ve aynı devletin murahhası Kont Orlofun muamelatını hoş bulmadığı
gibi, sadrazam da müzakerelerin tehire uğramasından muzdarib olmuştu.
Mütareke döneminin
uzatılmasını temin etmek hususunda Hacegândan Vâsıf efendiyi eline tutuşdurduğu
bir yazı İle, Rus başkumandanı Romanzofun nezdine koşturdu. Vâsıf efendi
geldiği yerde, müzakereleri yürütmüş bulunan Osman efendiye rastgeldi. Bu zâtın
gayrimakuİ müdehalelerini geçiştirip, Romanzof dan mütareke müddetinin
yedi/sekiz ay uzatılmasını talep ettiyse de koparabildiği müddet ancak kırkgün
olabildi.
Yeniden gündeme gelen
müzakerelere; Osmanlı devletinden Reisülküttâb Abdürrezzak efendi, iki
yardımcısı İle birlikte padişahın fermanıyla tâyin kılındı. Rus başkumandanı
tarafından da Obriskof gönderildi. Müzakere mahallide Bükreş olarak tensibine
karar verildi. Bahse konu şehirde müzakera-ta taraflar başladılar. Daha evvel
Prusya ve Avusturya elçilerinin müzakerelere gönderilmesinde, üçyüzbin kuruş
masraf Devlet-i âliye kasasından çıkmasına ve bunların, müzakerelerde bir
faydası görülemediğinden Bükreş'ede gönderme yoluna gidilmedi.
Romanzofun kâfi
gördüğü kırk günlük müddet, müzakerelerin neticelenmesi hususunda yeterli
olmadı. Bu sefer Rusya murahhasının isteği ileyeni müddet dört ay olarak tesbit
olundu. Bu oluşuma Rusya imparatoriçesi de vize vermişti. Obriskof
müzakerelerin bu safhasında Tatarların, yâni Kırım'ı müzakerelerin son
merhalesine bıraktığı görüldü.
Tazminat, başka
hususlardan dem vurmaktaydı. Bunlar on maddeden teşekkül etmiş çalışmaydı.
Kırım'ın istiklâli yine de son maddeye konmuştu. Buna bağlı olarak bir çok madde
de sağlanmış ittifak baskısıyla son maddede iyi niyetle ele alınma durumuna
gelmişti. Hakikaten müzakereler çetin bir çekişme halini almışsa da, kopmaya
müsaade olunmadı. Hutbede bundan böyle yine padişahın adını söylemenin kabulü,
ikincisi olarak ise Tatarlar han'larını kendileri intihab edecekler tarzında
uyum sağlandı. Ancak bu seçimi padişahın tasdik etme sistemi getirilmiş oldu.
Biz burda şunu beyan
etmek isterizki; Osmanlı padişahı aynı zamanda müslümanlann halifesi idi. Bu
bakımdan Kırım'da meskûn mü'minlerin başı olma görevide omuzlann-daydi. Kırım
Tatarlarının kism-i âzamıda müslümandilar. Hilafet, dini riyaset olması
hasebiyle Rusiarbu maddenin, böylece kabulüne daha fazla itiraza mecal
bulamamış olmalılar. Meseleyi en sona bırakmış olmaları da bunun delilidir diye
düşünüyorum.
Bu misalden hareketle,
1924'de hilafetin ilgasına dâir kanun teklifi BMM'ne geldiğinde, inkilabların
müdafii hırçın ve keskin kalem Hüseyin Cahit Yalçın, hilafetin kaldırılmasına,
sonuna kadar muhalefet etmekten kendini alamamıştır. Hüseyin Cahid; Osmanlı
Tarihini iyi bilen ve üstelik aslen Arna-vud idi. Fakat hilafet makamının dünya
yüzündeki müslümanlann başı görevinde ipkasını hayati bulmayanlara pek
şiddetli hücumlarda bulunmaktan hazer etmemiştir.
Bu istidratı keselim
kaldığımız yerden tarihimizin akışına devam edelim. Şer'i mahkemelere
vazifelenen ulemaya şeyhülislâm tarafından hiçbir ücret alınmadan mezuniyet
yâni izin verilecekti. Beride müzakerecilerin ittifak edemedikleri bir husus
Kerç ve Yenikale istihkâmlarının, Rusya tarafından zabtı ve kullanılması talebi
idi. Reisülküttab Abdürrezzak efendi bahse konu istihkâmı ve kalelerin
Tatarlara kalmasını istediği bir hakikatti. Ancak kabul görmeyip, müzakerelerin
akametine sebeb olacağıda bir vaka idi. Bu sebebten her iki taraf bu hususu
emir yoluyla hâlle karargir oldular. Devletin sahihlerine vaziyeti ulaştırmak
hususunu teminen toplantıları kırk günlük bir tatile soktular. Bu tatil
bittiğinde yapılan ilk toplantı aslında 27. birleşim idi. Obriskof; devletinin
eline tutuşturmuş olduğu 7 maddeye havi bir ültimatom ortaya koy-
Hu Bu ültimatomda
maddeler arasında kabulü gerçekleşmiş harp tazminatı maddesinden feragat
edebileceğini beyan etmekteydi.
A) Tatarların istiklâline Rusya'nın kefil
olduğunun kabulüyle, Kerç ile Yenikale istihkâmlarının Rusya'da kalması.
B) Rusya'ya aid ticaret ve savaş gemilerinin
gerek Kara-denizde gerekse Akdeniz'de serbestçe dolaşımının kabulü.
C) Kırım'da bulunan bütün istihkâmların
Tatarlara bırakılması
Ç) Buğdan
Voyvodası olup, Rusyanın elinde esir bulunan Kiga'nınher sene değil Ragüza
Cumhuriyeti hakkında yapıla -geldiği gibiüç senede bir seneiik gelirine eş
İstanbul'a bir vergi göndermek üzere veraset usulü üzere tekrar emarete tâyin
kılınması.
D) Rusyanın İstanbul'da daimi bir büyükelçi
bulundurması.
E) Kılburnu'nun mülkiyetinin Rusya'ya terki ve
Oksakof istihkâmının yıkılması.
F) Babıâli'nin Rusya hükümdarlarına, padişahlık
unvanı vermesine, rum mezhebinde olup memâlik-i Osmaniye de yaşayan kimseler
hakkında Rusya'ya himaye hakkı tanınması. Hususlarıydı.
Bu maddelerle
karşılaşan Abdürrezzak efendi; karşılaştığımız teklifatın hiç bir maddesi
kabul edilecek mevaddan değildir. Yapılacak iş, kanımızın son damlasını
akıtmcaya kadar savaşma yoluna gitmekten başka bir görüntüye varmak mümkün
değil beyanında bulunarak, heyetin sözcülüğünü yapmış oldu.
Obriskof ise önünüze
konulmuş teklifi hemen red yoluna gitmeyiniz, padişaha veya kabinenize gönderin
tavsiyesinde bulundu. Abdürrezzak efendi bu tavsiyenin altında yatanın taleblerinde
kuvvetli bir ısrar olmadığı anlamını fehmetmis olacak ki, hem mesuliyetini
paylaşabileceği görüşlere, hem de gizli müzakerelere girişmeğe zaman
kazandıracak vasatı yakalamış olmanın huzurunu duyduğundan, teklifi derhal
makam-ı sadaretin sahibine yollamayı yeğlemişti.
Sadnazamın
ordugâhında, kumandanlar vede tecrübeli devlet ricali maddeleri tek tek
incelediler. Çeşitli beyanla bir görüş meydana getirdiler ve bir lâyiha halinde
padişaha yolladılar. Babıâli'de de üzerinde müzakere açılan ültimatom kabule
şayan görülmedi. Hele Kerç ve Yenikale'nin Rusya'ya bırakılması bilhassa
ulemânın saldırı hedefini teşkil ettive İş padişaha aksetti. Padişah da;
Babıâlinin görüşüne uygun mütalaada bulundu. Red haberini sadnazama yollamayı
kararlaştırırken bir tavsiyede bulunmaktan kendilerini alamadılar. O tavsiye;
red haberini mümkün mertebe Rusya'ya tebliğin geç yapilmasaydı. Çünkü;ara
verilmiş bir savaşın yeniden başlamasının temini o kadar kolay değildi.
Sadrazam Dersaadet'ten gelen talimata uyarak, Abdürrezzak efendiye, kendine
verilen talimatın aynını vermeyi akıl işi bildi. Reis efendi sadrazamın
duyurduğu bilgi ve talimat dahilinde cevabın tamamını Rus murahhaslara ancak
üç ayrı toplantı sonunda vermeyi başarmıştı. Bunun karşısında aldığı cevab-dan
müteessir olan Obriskof, vaziyetini imparatoriçeye bildirdi. Bu husustaki
görüşlerini bildirdi. Ancak ileri sürdükleri Rusya isteklerinde bir değişikliğe
gitme şansı bulamadı. Böylece savaşa dönmek iktiza ettiğinden yapılacak iş
kongrenin dağılış sebebini diğer devletlere bildirmeye yönelik diplomatik
çalışmalara girişilmişti.
Ruslar; devletimize
hududlan olan her bölge ve yerde saldırıya geçtiler. Kırım'da, Kuban
civarında, Gürcistan ile Mo-ra'da savaş kızıştığı gibi donanması Kaıa ve
Akdenizlerde dolaşmakta, Yunanistan, Suriye, Mısır sahillerini tehdid altına sokmaya
başlamıştı. Mısır'da türeyip, devlet-i âliye aleyhinde isyan bayrağı açan
Hicaz ve Mısır'a tasallut eden Şeyh'ül-beled Afi bey ile Mısır sahilinde
bulunan Rus filosunun kumandanı Kont Orlof, haberleşerek bu asi'ye, Osmanlı
devleti aleyhinde kendisine asker ve mühimmat vermek üzere antlaşma yaptılar.
Ali; yapmaya başladığı mütecaviz hareketler neticesinde kısa zamanda Gazze,
Remle, Nablus, Yafa, Say-da ve Şam-ı Şerifi zapt etti. Adı geçen Şeyh'ül Beled
A!i bey'in kardeşi Ebu Zeheb ağabeyine ihanet etti. Bu Ali bey'in bir lakabı da
Bulutkapan idi. Kendisine kıyam eden Ebuzeheb Mehmed bey'i mağlub etti. Mehmed
beyin Suriye'ye firarı vukubuldu.
Burada Osmanlı
devletinin emirlerini ifâya çalışan Şo/h Tahir ile haberleşti ve birleşti. Beri
yandan; Mısır'ı kendi idaresi altında toparlamaya muvaffak olan Şeyhülbeled
Buiut-kapan Ali bey kardeşi Mehmed bey'in yardımlarını celbede-biimek için, ona
emirlik verme yoluna gitti. İşte bu emirlik verilme merasimi esnasında, Mehmed
beyin fakirlere çilçil altun dağıttığından, Ebuzzeheb künyesi ahalice
verilmişti. Ebu Zeheb'in anlaşmış olduğu Şeyh Tâhir'se, sonraları Fransızlarla
müthiş savaşlar yapan, Cezzar Ahmed Paşanın selefidir. Ali bey ile Şeyh Tâhir,
Şam Valisi ve onun yardımcıları Dürzi'ler Sayda'yı sıkıştırdıklarından imdada
gitmişlerdi. Bu sırada Akkâ sahillerinde gezinmekte olan Rus deniz filosu,
yukarıda da belirttiğimiz karışıklıkların vukubulduğu dönemde gemilerine erzak
temini için müracaatta bulunmuştu. Tâ-nir ise; Rus filo komutanına altıyüz kese
akça karşılığında, Sayda üzerine yapmayı düşündüğü hücumda, Rusların yardımını
talep etmişti. Tâhir'in 6 bin süvari askeri, Ali bey'in askerlerinden 800'ü
memlûk, 1000 kadarıda Mağnb piyade askerin müteşekkildi. Sayda'ya gelen Şam
Valisi Osman Pa-Şa 10 bin kadar
süvariyi, 20 bin kadar nefir-i âmm denilen sivil asker ile Sayda'dan çıkıp,
deniz kıyısına geldi. Burada isyancı sayılan Tâhir ve adamlarının hareketini
önleme çalışmalarını başlattı. Ruslarca verilen komutla savaşa girişildi.
Dürzi'lerin; Osman Paşa takımından kopupda firara koyulmaları Şeyh Tâhir'in
mücadeleyi kazanmasına mühim bir tesir yaptı. Rus filosu ise gemilerinin
toplarıyla Beyrut'u bombardıman etmiş, üçyüz evin yıkılmasına sebeb olmuştu. Ali
bey ise derhal şehre gitmiş, idaresini eie almıştı. Ebu Ze-heb'in askerinin
davetine aldanmış, Rusların yardım edeceklerini vaad etmelerini ve bu
vaadlerini almadan, 500 memlûk 1500 deniz askeri ile yola çıkmıştı. Şeyh
Tâhir'de Yafa ile Mablus'a doğru yola çıkmıştı.
1773/nisan-1187/muharrem ayı İdi. Bulutkapan Ali bey'in Salihiye'ye
varışında 400 Rus askeride kendisine iltihak etti. Mısır'dan gelmiş bulunan
Ebuzzeheb ile aralarında çıkan savaşta Mısır askeri, Ali bey tarafını seçer
zannına rağmen Ebuzzeheb tarafında kaldılar. Böylece Ali beyin yaralı olarak
esareti gerçekleşti. Askeri ise kavganın mağlubu olmuştu. Ali bey yaralı ve
esir olarak Mısır'a sevk olundu burda üzüntüden veya zehirlenmek suretiyle bu
dünyadan ayrıldı. Bu savaş neticesinde Rus asker ve subaylarından, ancak dört
subay sağ kurtulabilds. Bunlarda Ali Bey'in kellesi yanlarında olduğu halde,
Ebuzzeheb tarafından Mısır Valisi Halil Paşanın yanına gönderildi. Vali Paşa
bunları Memlûk beyinin sadakatini gösterme vesilesi sayarak Babıâli'ye
göndermiştir. Beri tarafdan Tuna Nehri civarında çarpışmalar devam ederken
Osmanlı askeri bazen galib, bazen de mağlup olmaktayken, Rusçuk'ta Dağıstâni
Ali Paşa şanlı bir zaferin sahibi olmuştu. Osman Paşa ise Silistre seraskeri
olarak bir zafer-i mutlak elde etmişti. Rusların başkomutanı Romanzofun
askerlerinden, 8 bin kişi ölmüş ve bir o kadarda yaralıyı geride bırakarak bozgun halinde ricata mecbur
kalmıştı. Osman Paşa bir başkumandanı yenmenin mükâfatı olarak ilkönce Gazi
unvanıyla taltif olunurken bir kürk, bir kılıç ve de, bin kuruş hediyeye nail
oldu. Mezkûr savaşın fevkalade kahramanlık.ve yararlılık gösteren zevata-da
çeşitli hediyeler padişah tarafından gönderilmişti. Savaşlar ekim ayına kadar
devam etti. Romanzofun askerlerini kışlaklarına götürmezden önce bir savaş daha
kazanmak için askerini ikiye taksim etti. Babadağından karşıya geçerek,
Karasu'da, Dağıstâni Ali Paşa kuvvetlerine saldırıya geçti ve başarıyı yakaldı.
Osmanlı askeri mağlup olurken ahali evini barkını terk ederek, balkan denen
ormanlara kaçmaktan başka çare düşünememişti.
Ruslar bu savaşın
arkasından öyle bir katliâm sergilediler-ki emsali zor bulunur cinstendi.
Öyleki; kaçmaya gücü olmayanlara, ihtiyarlara ve hanımlara hiç acımasız
katledildiler Kaçmaya çalışanlar takip edildiler, bataklıklar içinde gaddarca
öldürüldüler. Küçücük yavrular ise, duvarlara çarpıla çar-pıla söndürüldüler.
Rus kuvvetlerinin
böyle zaferler kazanarak ilerlemesi Şumnu'da bulunan sadrazamın endişeye
düşmesine sebeb oldu. Derhal yapılan bir toplantıda bazı fikirler müzakere
edildi. Galip görüşü askerin derhal dağınıklıktan kurtarılıp, toplanması ve
düşmanın üstüne varılması istikametinde oldu. Reisülküttab bu işi üzerine aldı
ve askeri toparlayıp, Pazarcık denen yerde Rusların başına çöktü ve pek feci
bir mağlubiyete uğrattı moskofu. Varna taraflarında ise hem karadan hem de
denizden muhasaraya giden Ruslar pek büyük bir darbe ile yerlere serildiler.
Kalkabilen savuşmaktan başka yol bulamadı. Dağıstanlı Ali Paşanın Karasudaki
mağlubiyet haberi İstanbul tarafından öğrenildiğinde, ahali bir yandan ağlayıp
sızlanmaktayken, padişah 3. Mustafa ağır bir hastalığın pençesinde
kıvranıyordu. Üzücü haberi vermek hiç bir saray görevlisinin ve hükümet
adamının harcı olmadı. Sonun da şeyhülislâm Molla Mehmedefendi bu kaçınılmaz
haberi padişaha duyurma vazifesini yüklenerek,
huzuruna vardı. Muzdarip padişah
kendisine anlatılanları müşkülat içinde dinleyebildi ve yattığı yerden sıçradı.
"Seraskerlerimin yaptığı harplerde aldıkları kötü neticelerden usandım. Derhal Edirne'ye gitmeliyim" şeklinde
yüksek sesle sinirli bir tavırla adetâ inlediği görüldü. O gece sadaret
kaymakamı ve reis efendiyi yanına getirtip, düşüncesini onlara da söyledi. Bunlar
3. Mustafa'nın orduya gitmesinin ilk önce divân-i hümâyûnca
kararlaştırılmasının gerektireceğini söylediler. Bunun üzerine sabahleyin
meclis toplansın iradesini verdi. Toplantıda, hem ulema hem de vükelâ görüşte
ittifak ederek, padişahın hâlihazırdaki sefere gitmesi mahzurludur. Bahusus
hasta-Iığıda bunu gerçekleştirmeye müsaid değildir diye üretilen esbab-ı
mucibe, padişahın savaş alanına çıkmasına engel teşkil etti amma altı hafta
sonra vukubulan vefatını kararın yerinde
olduğunu saymaya yeterli
bulmak lâzım.
1187/9/şevval-1773/aralık/25 cuma padişahın vefat günü oldu.
Tarihçi Ali Reşad bey,
Osmanlı tarihi adlı çalışmasında 3. Mustafa'nın hakkında şunları söylemekde:
".. 3. Mustafa; 1. Mahmud kadar merhamet sahibi olmamakla beraber oldukça
gayretli, Ruslara adamakıllı düşmanlık taşımanın yüksek şuurunda idi. Rus
idealizminin, Osmanlı düşmanlığı yapmasının gerektirdiğini pekâlâ idrak
etmişti. Talihsizliği elindeki yeniçeri ve de asker çeşidi bir bozuluş modasına
tutulmuş iken, Ruslar'sa tam aksine, modern avrupa askeri tâlim ve terbiyesini
ordusunun teşkilatlanmasını yeniden tanzim edip, uygulamaya başladığından
muntazam bir Rus ordusu ve donanmasıyla karşı karşıya kalmıştı. Beriyandan;
Katerina avrupa devletleri nezdinde gösterdiği sulh sever davranışlı görüntü
ile çeşitli plâtformlar kurupda, Osmanlının paylaşılmasını ancak ilk önce
hududlarında vurulmasını teklifeden planlarıyla göz doldurmakta, menfaatleri
ile pek alakalı, dostluk kurmuş ülkelerin yâni İngiltere ve Fransa ile Avusturya
ve Prusya'y1^3 Osmanlı üzerinden neler koparabiliriz düşüncesine salmayı bilen
manevralanyla, her iki cephe de yâni politika meydanında olsun, savaş alanında
olsun daha şanslı vaziyete sahipdi. Buna karşılık devlet-i âliye milletin ve
askerin inançları sayesinde dayanmayı becerebildi. Ruslarla savaşıp onları
yenmek gayesiyle yanıp tutuşan 3. Mustafa durmadan bunlarla muhtemel savaşta
lâzım olur düşüncesiyle para biriktirmeği esas işi olarak addetmişti. Ancak;
teminine muvaffak olduğu paralar zaferleri getirememişti. Evet, arada bazı muvaffakiyetler
görülmüşse de, arkasından gelen darbenin başarıyı üzüntüye çevirmesi, adetâ vaz
geçilmez âdetten oldu.
3. Selim doğduğunda
cihangir olacağını bir tefeül yaparak söyleyen müneccirnbaşıya inanmış, oğlu
Selim'in mutlak ci-hangirâne işler yapacağına itikat etmekteydi. Geçmiş padişahların
bazıları gibi vezirlerin katline, mallarını müsadereye eyilim taşırdı. Eniştesi
Koca Ragıp Paşanın vefatından hemen sonra malının müsaderesini yaptırmıştır.
Merhum Ragıp Paşanın, sadareti sırasında ibeklendiği kadar başarılı olmamasında
padişah 3. Mustafa tarafından yapılan fazla müde-halelerin rolü olduğu
tarihçiler tarafından ileri sürülür. Lâleli Camii ve Üsküdar Ayazma Camii 3.
Mustafa'nın yadigârıdır.
Onun padişahlık
devrinde yaşayan bazı ecnebi hükümdarları ve memleketin yetiştirdiği kıymetli
zevatın adlarını aşağıya alalım. Almanyada; imparator 1. Fransuva 2.
Jozef-İngilterede; 2. ve 3. Jorj'iar-Papalıkda; 14. Benuva, 13. Koieman, 14.
Koieman- Prusya'da kral 15. Lui-Rusyada imparatoriçe Elizabeth, 3. Petro,
Katerina- Fransa'da Kra! 15. Lui vesairedir.
Memleket içindeki
meşhurlarsa: Koca Ragıp Paşa, Muh-sinzâde Mehmed Paşa, Müverrih (tarihçi) Vâsıf
efendi, Şâir Haşmet efendi, Şâir Fitnat hanım, Gazi Osman Paşa, Şeyhülislâm
Feyzullah efendi, Müverrih Resmi Ahmed efendi gibileridir. Sultan 3. Mustafa,
Sultan 3. Ahmed'in Mihrişah-hanımdan dünyaya gelen oğludur. 1129/1717'de
doğmuş, 1171/1758'de 42 yaşındayken padişah olmuştur. 16 sene süren padişahlığı
sonunda 58 yaşında olduğunda dünya'dan ayrıldığında tarihler
1187/9/şevval-1773/25/ekim/cuma gününü işaret etmekteydi. Mühendishâne-i
Bahr-i hümayun ve-de mühendishane-i berri hümayun 3. Mustafa döneminde kurulmuş
olup, gerek Deniz Harb Okulu, gerekse Teknik Üniversite bu kuruluşu
kendilerinin kuruluş yılı olarak benimseyerek, devletteki devamlılığa işaret
etmiş olmaktadırlar.
Sultan 3. Mustafa'nın
hanımlarının sayısı; Padişahların Kadınları ve Kızları Çağatay Uluçay'ın Türk
Tarih kurumunca, neşrolunan çalışmasında 98. sahifede, dört olarak gösterilmektedir.
Aynı eserin dip notunda ise, Alderson'un altı evlilik yaptığı iddiası yer
almaktadır.
Çağatay üluçay,
padişah hanımlarını Adilşah Kadın, Ay-nü'lhayat Kadın, Mihrişah Sultan ve
Ri'fat Kadın diye belirtirken, bu dört isme Alderson şu iki ismi ilâve ediyor;
Gülnar ve Fehime adlarını zikrediyor. Y. Öztuna'da 6 diyor. 3. Mustafa'nın
Adilşah Kadın'ın 1179/1765'de Beyhan Sultanı,1182/1768'de de
Hadice Sultanı dünya'ya
getirdi. 1219/1804'de ölen Adilşah Kadın, Lâleli Camii yanındaki 3.
Mustafa türbesinde gömülmüştür.
Aynülhayat Kadınsa; 1174/1760
yılında Mihrimah Sultanı doğurduysa da,
1177/1764 kızı Mihrimah Sultanı dört yaşında toprağa verdikten sonra kendide
çok yaşamadı, aynı sene vefat etti. Bunlarda Lâleli'deki türbede defnolundular.
Mihrişah Sultan-sa 3. Mustafa'nın
başkadınıdır. 1174/1761 senesinde Şah
Sultanı, bir yıl sonra da 3. Selim'i dünya'ya getirdi ve böylece oğlu Selim
padişah olunca Valide Sultan unvanı ona nasip oldu. Çok hayırhah bir kimseydi.
Halıcıoğlu Camii nâmı diğeri Mihrişah Sultan Camii 1209/1794 yılında
açılmıştır. 1220/1805'de vefat etti ve Eyüb Sultandaki türbesine saklandı.
Rif'at Kadın, padişahın 4. hanımıdır. Evlilikleri saray dışında vukubulmuş,
bilahire saraya getirtilmiştir. Haydarpa-şadaki kabrine
1218/ramazan-1803/aralık ayında defnolun-muştur.
3: Mustafa'nın dört
hanımından altı tane kızı dünya'ya gelmiştir. Hele bu kızların birincisi olan
Hibbetullâh Sultan, gerek Sultan Mahmud-u evvelin, gerekse Osman-ı şalisin çocukları
olmadığından, Osmanlı sarayı otuz yıl bebek viyaklamasından mahrum kalmıştır.
Padişahların fazla çocuk yapmalarından şikâyeti olanlar, bu otuz yıla varan
hasatsızlıktan umulurki, hayli tövbeye baş vurmuşlardır. Hibbetullâh Sul-tan'ın
doğumunu babası 3. Mustafa müthiş bir sevinçle şükür secdelerine kapanarak
karşılamıştır. Sadrazam ve şâir Koca Ragıb Paşa, devrin önemli şâiri arasında
sayılan meşhur naşmet'e verdiği emirle, velâdetnâme kaleme aldırdı. Şu
be-yıtde, yeni doğan yavrunun târihini bildiren bir sanatkârın doğum hediyesi
olmuştu: "Bende bir vaki' olur böyle dilâra tarih Oldu gûna tarab âver
Hibbetullah Sultan" Velâdetna-mede tarih 1172'dir. Bu milâdi 1759 senesine
müsadifdi ancak üç yıl sonra hayata gözlerini yumdu. Daha sonra babasının da
kendilerine iltihak edeceği Lâleli Camiindeki 3. Mustafa türbesine defnolundu.
Mihrimah Sultan, 17/rebiüla-hir/1176-6/kasım/1762 perşembe günü dünya'ya
gelmiştir. Bir sene yaşayan bu sultan hanım merhume ablasının yanına
defnolundu. 1176/1763'de vefat eden Mihrimah sultan'ın validesi Aynülhayat
kadındır Üçüncü kız Mihrişah sultan olup 23/cemaziyelevvel/l 176-11/aralık/l
762 pazar günü doğmuş o da altı yıllık bir ömür sonunda, bir melek gibi
ahirete göçmüştür. 1182/1768, CJluçay bu hanımın annesinin adını tesbit
edememiştir. Ancak Y. Oztuna değerli eseri hanedanlarda, 2. cilt sh. 232 de
Mihrişah'ın Aynülhayat Kadının kızı olduğunu belirtmekte. Hadice sultan
15/6/1766'da doğmuş bir yıl sonra vefat etmiştir. Fatma sultan ise, 9/ocak/1770
dünya'ya gelmiş, 26/mayis/1772'de vefat etmiştir. Reyhan sultan ise çok küçük
öldü demekte Y. Öztuna bey. Şah Sultan: 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi
başkadın Mihrişah Kadın efendidir. 11 74/ramazan/15-21 /nisan/1 761 pazartesi
gününde dünya'ya geldi. 3. Selim'in ablasıdır. 1216 senesi Zilkade- 1802/mart
ayında vefat etmiştir. Ölümünde 42 yaşındaydı. Beyhan Sultan da 3. Mustafa'nın
kızıdır. Annesi Adil-şah Kadındır. 2/recep/l 179-1761/aralık/pazar günü doğdu.
1. Abdülhamid tarafından Silahdar Mustafa Paşa ile evlendirildi.
1240/15/rebiüievvel-8/kasım/1824 pazar günü vefat etmiş olup, Eyübsultanda
Mihrişah Valide Sultan türbesine defnolundu. Hadice Sultan ise; Adilşah
kadından 7/muhar-rem/1182-25/mayıs/l 768 çarşamba günü doğmuştur. Esse-yid
Mehmed Paşa ile 1. Abdülhamid tarafından evlendirilmiş-tir. Ancak; gerek Beyhan
Sultan, gerekse Hadice Sultanlar, valideleri Adilşah kadın'ın 1. Abdülhamid'e
ağlayarak yaptığı müracaat neticesinde bu evlenme iradelerini çıkarmıştır. 3.
Mustafa'nın iki şehzadesi dünya'ya gelmiştir. Bunlardan ilki olan ve bilahire
tahta 3. Selim unvanıyla çıkan Selim, Os-maniı sarayında 27/cemaziyelevvel/l
175-24/aralık/176 l'de dünyaya gelmiştir. Bu sarayda otuz sene, on ay, yirmigün
aradan sonra doğan ilk şehzade olmuştur. Annesi Mihrişah Valide sultandır.
Şehiden;3/cemaziyelahir/1223-28/tem-muz/1808 perşembe günü dâr-ı bekaya uçdu.
3. Mustafa'nın ikinci şehzadesi de, Mehmed adı verilen ve dünya'ya geliş
tarihi 9/şaban/l 180-10/ocak/1767 cumartesidir. Beş sene, beş ay, yirmidokuz
gün yaşayıp; 14/recep/l 1 86 !2/ekim/1772 pazartesi günü çiçek hastalığından
vefat etmiştir. Bu vaziyet karşısında 3. Mustafa'nın bir erkek çocuğu, aitı
kızı kendisinden önce ve adetâ arka arkaya vefat etmişlerdir. Bu sayfanın
başında 3. Mustafa'nın altı kızı olmuş de mişsek de, taramalar yapılınca dokuz
kızı olduğu görülmüştür. Bir erkek, altı kızını toprağa veren bir babanın,
hâlipür-melâlini bir düşünelim ve buna inzimamen düşman karşısında verilen
şehidler, padişahın mânevi evlâdfarı olarak düşünülse, 3. Mustafa bu kadar
yürek paralayıcı duruma iyi mukavemet etmiş diyebiliriz.
3. Mustafa taht'a
geçtiğinde, Damad Koca Mehmed Ragıb Paşa makamı sadarette idi ve onu yerinde
ipka eyledi. 23/ramazan/1176-8/nisan/1763 cuma günü vefat münasebetiyle
boşalan makamı sadarete 6 ay 23 gün görevde kalabilen Karahisarlı Nişancı
Hamza Hamid Paşa getirildi. 27/re-biü!ahir/1177-l/kasım/1763'de görev sona
erdi. Yerine Bahir Mustafa Paşa 3. sadaretine getirildi. 4/şevval/ll 78-27/mart/1765'de çarşamba
günü azledildi. 1 ay sonra Midilli adasında idam edildi. Muhsinzâde Mehmed Paşa
sadarete geldi. Aynı zamanda hanedana damad idi. Babası Muhsinzâ-de Abdullah
Paşa da, eski sadrazamlardandı. 22/rebiülev-vel/1182-7/ağustos/1768'de
azledildi. Silahdar Hamza Mahir Paşa tâyinolundu. 2 ay, 14 gün kaldığı
sadaretin sonu azledilmek oldu. Bu târih 8/cemaziyelevv el/1 182-20/ekİm/1768
perşenbe oldu. Nişancı Hacı Mehmed Emin Paşa 9 ay, 23 gün sürecek bir sadaret
dönemi yaşadı. -Hanımı Şahsultan münasebetiyle hanedana dâmad idi. Bunun
ayrılışı da, 8/rebiülahir/l 183-12/ağustos/1769 cuma gününe denk düşmüştü. Ne
varki azlini müteakip, kelleside düşürüldü. Kastamonulu Moldavancı Ali Paşa
sadarete geldi, 4 ay, 1 gün icraattan sonra; 1 l/şaban/l 183-1769 aralık ayının
12. pazar günü o da, makama elveda dedi. İvazzâde Halil Paşada bu vazifeyi
ancak 10 ay, 14 gün sürdürerek 5/re-cep/1184-25/ekim/1770 perşenbe günü kızağa
çekildi. Damad Silahdar Mehmed Paşa sadrazam oldu ve
23/şa-ban/1184-13/aralık/1770 perşenbe gününde vazifeden ayrıldığında, 1 ay,
19 gün işbaşında kalabilmişti. Ancak göreve Hacı Ahmed Paşa, Mehmed Paşaya
vekâleten Babadağı'nda kaimmakam olarak tâyin edildi. Bu tâyin idrâkinde güçlük
veren sadaret temsilini ortaya çıkardı. 4/ramazan/ 1185-1 l/arahk/1771 çarşanba
günü, Silahdar Dâmad Mehmed Paşa azledildi. Yerine Muhsinzâde Mehmed Paşa 2.
defa getirildi. 3. Mustafa'nın son sadrazamı olmuştur. Yeni padişah 1.
Abdülhamid, görevinde ipka eylediğinden onun da birinci sadnazamı olmuştur.
Muhsinzâde Mehmed Paşa. Böylece 3. Mustafa'nın, 16 sene, 2 ay, 22 gün süren
devrinde makamı sadaret, on kişi tarafından temsil edilmiştir.
3 Mustafa'nın ilk
şeyhülislâmı, 3. Osman'dan müdevver olan Dâmadzâde Feyzullah efendi'dir. 16/cemaziyelev-vel/H71-26/ocak/1758
perşembe günü bu zat tarafından boşaltılan makamı meşihata Mehmed Salih efendi
gelmiş, 1 yi!, 5 ay, 5 gün kaldıktan sonra 5/zilkade/l 1 71-30/hazi-ran/1759
cumartesi günü yerini, Çelebizâde İsmail Asım efendiye bırakmıştır. Bu zat şâir
ve tarihçidir. Makam-ı meşihat vefatı dolayısıyla boşalmıştır. İfta dönemi 7
ay, 6 gün devam edebilmiştir. Hacı Velİyeddin efendi bu şerefli vazifeye
nasbedildiğinde, 28/cemaziyelahir/l 173-16/şubat/176ö cu martesi tarihi
yaşanıyordu. 1 sene, 6 ay, 19 gün sonra yerini Tireli Ahmed efendiye bıraktı.
Hattat ve nefis
kitablara sahip bir kişiydi. Bayezid kütüphanesi, onun bağışıyla zenginlik
kazanmıştır. Tireli Ahmed efendi 7 ay, 23 gün, bu vazifeyi ifa etmiştir.
Bırakmış olduğu tarih, 5/şevval/l 175-29/nisan/1762 perşembe günü idi.
Dürrizâde Mustafa efendi 4 sene, 11 ay, 24 gün makamı me-şîhatte bulundu.
22/zilkade/l 175-23/nisan/1767 ayrıldığı perşembe günü tarihini, taşıyordu.
Hacı Velİyeddin efendi, 2. meşihatina getirildi ve makamını, 13/cemaziyelevvel/1182-25/ekim/1768
salı günü vefatıyla terketti. Hemen yerine gelen ve 1 sene, 4 ay, 8 gün hizmet
arzeden, Pirizâde Osman Sâhib efendi de vefatı münasebetiyle vazifesine veda
eyledi. Mirzazâde Sâid efendi, 4/zilkade/l 183-2/mart/1770 perşembe günü
geldiği vazifeden istifaen 3 sene, 5 ay, 19 gün sonrada, 1/cemaziyelaahir/l
187-20/ağustos/1773'de ayrıldı. Yerine, Şerifzâde Mehmed Şerif efendi geldi,
3. Mustafa'nın son şeyhülislâmı oldu. Bu vazifesini 6 ay, 8 gün sürdürdü ve
bu dönem zarfında 1. Abdülhamidhân'ın ilk şeyhüiislâmı olma şerefini de ihraz
etmişti. Böylece on tane şeyhülislâm değişikliği olmuş, bunlardan Veliyeddin
efendi, ma-kam-ı meşihata iki defa geldiğinden bir diğer anlayışa bakarsak, 3.
Mustafa dokuz şeyhülislâmla çalışmıştır. 3. Mustafa'nın Özet Kimliği Sultan 3.
Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in oğludur. 1129/1717'de dünyaya gelmiştir. 11 71/1
758'de padişah oldu. 1187/1773'de vefat etti yaşı 58 olmuştu. 16 sene süren
padişahlığının arkasından Lâleli Camii bitişiğinde yaptırdığı türbesinde
medfundur.
Sultan Mehmed Fatih
zamanında İstanbul'u feth ettikten sonra ezmine-i hayriye yâni hayırlı zaman
dediğimiz dönem başlamıştı. Bu devirde geçirdiğimiz iç inkilabîar ve siyasetimiz
h. 857/m. 1453'den h. 1188/1774 senesine kadar geçen vakaların özetini gördük.
Bu hülasada en çok dikkatimizi çeken bir husus varsa o da, Osmanlı devletinin
Balkan yarımadasında bu yarımadanın üzerinde siyasi birlik kurmuş olmasıdır.
Osmanlı hükümeti bu ada üzerinde sırf kendi siyasetiyle hareket ederek, son
devirlerin en büyük imparatorluğunu kurdu. Şimdi haritaya bir göz atıldığında
görülecek olan kara hududlarımszın İran'dan Fas'a kadar uzanmakta olduğu
görülür. Bu hududlar dahilinde çok çeşitli kavimler bir arada yaşamaktadır.
Osmanlı devletinin yükselme devrinde iki önemli hal görülmüştür. İşte bu iki
hali ben size ecnebi tarihçilerin yazdığı, eserlerinden özetleyerek nakledeyim.
Çünkü elimizde bulunan tarihlerimiz, dünya da yalnız Osmanlı devleti varmış
gibi ve bu nazari hüküm ile diğer devletlerin vaziyetine atf-u nazar
etmemiştir, hatta bundan istinkâf etmişlerdir. Osmanlı devletinin ikbâli
dediğimiz yükselme devrinde islâmiye-i muazzamanın haysiyetini taşıdığından
hristiyan devletleri arasında çok mühim ve yüksek bir yer tutmuştu.
Hatta hristiyan
devletlerip çoğu ittifaka eyilim gösterdiği halde buna adeta tenezzül edilmeyen
tavırlar sergilenmiştir. Ancak; burada ruhi bir hal vardırki, o da, adı geçen
hükümetlere benimseme değil korku verilmiş olmasındandır. Yine başka, bir
tarihi hülasada deniliyorki, "Osmanlı devleti o zamanlarda doğu
iskelelerinde ticareti, yalnız dost bildiği milletlere hasretmişti. Bu tekelci
vasıfın en çok fransızlan müs-tefid ettiği aşikârdı. Fakat dikkat edilecek
olursa bütün avrupanın gözlerini üzerine devirdiği Hindistania ticari münasebet
Osmanlı padişahının keyfi tutumuna bağlıydı. Yâni, Osmanlılar hind ticaret
yolunu hegemonyalarına almışlardı. Bu yoll-lari çok eski devirlerde Büyük
İskender açmış bulunuyordu. Türklerin gerçekleştirdiği bu durum, hind
avrupasını iki yola ayırdı. Bu yüzden avrupalı tüccarlar hindistan hazînelerini
ele geçirebilmek için Afrika'yı hatta dünya'yı dolaşmaya mecbur kalıyorlardı.
Malumdurki, Türkler fetih ettikleri topraklardaki insanları etkiliyor
derinliklere kök salmaktaydı. Başka kavimlerin çoğunu taht-ı idarelerin
aldılar.
Ancak o ırkları asla
ne yok edip ne de, yerlerinden sürdüler. Ta halife-i Abbasiye döneminde
bulundukları Anadolu yaylaları üzerinde yerleşerek vatan edindiler. Balkan
yarımadası ise yine hristiyanların iskân olduğu biryer olarak kaldı. Osmanlı
devletinin ele geçirmiş bulunduğu yarımada da, yalnız rumlar değil, bir
zamanlar büyük kuvvet ve satvetini Kostantiniyye kıyılarına kadar ilerletmiş
bulunan sırbiyeliler, miladi 13. asırda hristiyan haçlı seferleri ve rumlann
yerine yine Kostantiniyyede lâtin devleti kurup ve bu hükümeti mahf eden
bulgarlar, bir romanya hükümeti, vardı. Bu genç hükümetler tam beş asır
istiklâllerinden mahrum kaldılar. Ruslar ise aynı vaziyete Moğolların
istilasıyia duçar olmuşidi. Tarihin ortaya koyup ispat eylediği gibi ruslar ile
bu hükümetlerin hayat ve talihleri arasında kuvvetli bir münasebet vardı.
Şurası da
unutulmamalıdır ki; Osmanlı devletinin tabiatına girmiş bulunan rumlar,
bulgariar, sırplar, romenler dinle mezheplerini muhafaza etmiş bir zorlama ile
asla karşılaşmamış-iardıki bu hâl bütün zamanların en önemli hürriyet ortamı
demekti. "Osmanlıların devleti sadece askere dayanır. Milletleri mağlup
etmeyi asker elinde tuttular. Kuruluştaki munta-zamlığı devam ettiremediler.
Adeta feth olunmuş ülkelerin içinde ordu kurmuş galib bir millettiler. Hatta
avrupada yerleşme çarelerini bile aramadılar. Yalnız kılıç kuvvetiyle kuru-jan
devletler, yine kılıç gücüyle küçülürler. Avusturyalılar, prens Öjen'in
komutasındaki maharetli askeriyle macaristam kurtardı. Macarlar her ne kadar,
Türk ırkından olsalarda hris-tiyan olduklarınan dolayı avrupanın büyük
devletleri arasına kolayca sığınabilmişlerdir. Büyük Petro, geçmişinden olan
Kife prensi Vilademir'in doğu imparatoru 2. Bazil'in kızı Ann, 1400 sene-i
miladisinde evlendiğini hatırladıkça Kostantiniy-ye (İstanbul)1 üzerinde
kendisince bir varislik hakkı vehmetti. İlk önce, Azak kalesini almışsa da, çok
geçmeden terketme-ye mecbur kaldı. 2. Katerina, Petro'nun arzu ve emellerini
besleme yoluna gitti. Katerina Karadeniz sahilinden, çok faz la sayılacak
miktarda araziyi ele geçirdi. Kırım da Sivas'o-pol, Rusya'nın güneyindeki
Odesa'yı, ki "bizim tarih lisanımızda Hocabey diye anılır"
kurdu. Bizde pek iyi hatırianzki,
katolik avusturyahlar ile Ortodoks ruslar h.
12. asırda, os-manlılan dolaysıyla islâm! asya'ya doğru itmekteydiler.
Ortalıkta dönen çalışmalar sadece din'len alakalıydı. Bu dîn kavgasına az bir
müddet sonra da, Osmanlı hükümetinin mirasına konma ve misilsiz güzellikteki
ve önemdeki Kostanti-niye'yi ele geçirme harisliği de buna eklenince cephe büyümüş
oldu. Bahr-i sefid yâni Akdeniz'e ve buranın sahillerine ulaşmağa sürükleyen
heves, ticaret nokta-i nazarından da pek tatlı olandurumlar göstermeğe başladı.
Osmanlı devleti, kötü
ida,re, istibdat, cehalet, hile ve haydutluklar içinde kalarak, muntazam
askerinin bozulma hali almasını engelleyemedi. Böylece de, her geçen sene
zarfında zaafa sürüklendi. Bu yüzden Hindistan yolu mevcut zaaf ile muhafaza
edilemezken, geçidleri zorluyanların işide bin-nisbe kolaylaşmış oluyordu.
İngiltere olsun, fransızlar olsun bu yolda görmüş oldukları menfaati
anladıklarından, den yolu ile harekete geçtiler. İşte, "Şark Meselesi" diye çıkan
ve elan devam etmekte bulunan "Akide-i Siyasiye" böyle vücud
bulmuştur. Şimdi Kaynarca antlaşmasını hiç yoktan icat eden sebeblerin
siyasetini bir daha gözden geçirelim: "Rusların Tuna nehri boyundaki
galibiyetleri, Adalar denizinde de donanmamızı yakmaları, adalardan bir kaç
tanesini istila etmeleri, avrupa da büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Osmanlı
devletinin vaziyetininde 2. Katerina'nın keyfine kaldığına dair zan meydana
geldi. Bu olayın en çok tesirinde kalan
ve hisseden Avusturya devleti olmuştu. Adı geçen- devlet bu sırada ise, üç kişi
tarafınca yönetilmekteydi. Bunların 1.
si imparatoriçe Mariya Tereza', 2. si, 6 yıldır avusturya imparatoru olan
Mariya Tereza'nin oğlu bulunan 2. Jozef, 3. su ise, imparatoriçe Mariya
Tereza'nın akıldanesi, ihtiyar Kauiniç idi.
Prusya'yı ise kral
büyük Fredrik yönetmekteydi. Rusya'nın galib vaziyette ilerlemekte olmaları
Avusturya'yı, mecburen-de Prusya'ya yâni Alman hükümetine yaklaşmaya sevk etmekteydi
ve Öylede oldu. İmparator Josef, büyük Fredrik ile biri Nis diğeri Neustadda
olmak üzere iki defa görüştü. Jozef, Silezya vilayeti üzerindeki haklarından
vaz geçerek, Osman-Iı-Rus meselesinde Fredrik'in yardımını elde etmeye muvaffak
oldu. Bu iki hükümdar (alman usulü vatanperveranesİ) "Le systeme
patriotique allemand" tabir ettikleri bir çeşit ittifak esasları kararlaştırarak
Rusyay'lan, Fransa'ya karşı biri-birlerine yardımcı oldular. Bu esnada ise
Ruslar Kırım'ı zapt ettiler. Selim Giray'ı İstanbul'a kaçırmışlar, Romanzof'un
askerleri Kağul yâni Tuna boyundaki Kartal ovasında ordularımızı bozmuşlardı.
Avusturya başvekili Kauğniç, 1771 senesi temmuz ayının 7. günü bizimle bir
antlaşma yapmaya kalkıştı. Biz bu antlaşma mucibince Avusturya'ya 1 1 milyon
250 bin florin verecek, küçük Ulahya'yi terk ve Erdel hududunda düzeltmeler
yapacakdık. Avusturyalılar ise bize siya-seten ve lüzum olduğunda silahlı
yardımda bulunacaklardı. Biz, 25/temmuzda ilk taksit olan 2 milyon florini
Zemleyn'e yolladıksa da, adı geçen antlaşmanın suya düştüğünü anlamaktan başka
elimize bir şey geçmeyerek netice verdi. Ruslar, Prusya hükümetinin Avusturya
ile ittifak yaptığından ha-berdarolunca hemen yumuşamaya başladı. Fredrik,
Kateri-na'ya Lehistandaki payına razı olmayı bilmesini ihtar etmekteydi. Bir
Fransa tarihinde şöyle diyor: "Tuna üzerinde sükûn bulan fırtına
Lehlilerin topraklarında başladı" hakikaten bu zavallı devlete bölünme
parçalanma ilk defa; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında karar altına
alınmıştı.
Sultan 3. Mustafa, bu
uzun savaşa Lehistana girmiş olan 25 bin Rus askeri sebebiyle girişmişti.
Ruslar, Kaynarca antlaşması münasebetiyle Azak, Kerç, Yenikale ve Kilburnu'nu
aldılar. Kırım'a istiklâl verdiler. Karadeniz de gemilerinin serbestçe
dolaşması hakkını elde ettiler.
Buna karşılık
Avusturyalılar bir tek silah atmadan bizim idaremizdeki Buğdan'a katılmış olan
Kızılorman dediğimiz, Bukovine'ye 1771 senesinde, Osmanlı devletine büyük hizmet
yaptık iddiasıyla sahip oldular. Bu hampacılığa sesimizi bile çıkaramadık.
Kaynarca antlaşmasının 7. maddesinde Rusya elçilerine, İstanbul Rum klişesi
lehine aydınlatıcı bilgiler verme, 16. maddesinde olan 10. fıkrası gereğince
de, Buğdan ve Eflâk (voyvodalıklarının iktizasına göre korunma ve müsaade)
olunmalanyla (heriki devlete lâyık olan dostane itibar icabınca, Rus
elçilerinin arzettikleri ifadelerine riayet) edilmek kabul olunmuştu. Bu iki
maddeyi biraz daha tetkik edecek olursak, anlarız ki, Rusya devleti, Osmanlı
devletinin içişlerine karışabilme hakkını elde etmiş bulunmaktadır. Çünkü bu
maddelerin ışığında Ruslar hem memleketlerini hem de, Osmanlı uyruğunda
bulunan hristiyan ahalinin himayesini üzerine almış bulunuyordu. O sıralarda
İs-tanbulda Avusturya siyasi işlerinin vazifelisi oiarak bulunmakta olan
meşhur, Tuhgut yazmış olduğu bir mektupda: "Kaynarca antlaşmasının
maddelerinin hükmü umumiyesini, Rus heyetini teşkil eden diplomatlarının
maharet ve ustalıklarını belirlerken, tam tersi Osmanlı murahhaslarının
hama-katini ortaya koyan bir numunedir.
Bu antlaşmanın
maddelerini yazmada kullanılan tertib-i sanat ile bu günden itibaren devlet-i
Osmaniye Rusyanın bir vilayeti makamına inmiştir. "Demiştir. 1188/1774
senesindeki vaziyetimiz yukarıya yazdığımız haller dışında bir hâl değildi.
Bu antlaşmanın müzakere ve tanziminde vazifeli olan Resmi Ahmed efendi diyorki:
"Her tarafdan perişanlık fışkırmakta olan bir zamanda sadnazam dahi gayet
ağırhasta olup, tedbir almaya mecali kalmamıştı. İşler bu haldeyken muhasaranın
12. günü murahhaslar, Şumnu'dan çıkıp mareşalin yanma vardılar. Mareşal ne
teklif ederse, buna itiraza derman olmayıp, tazminat olarak da ne kadar para
isterse kabulden başka çare yoktu. Hatta devlet sahibi, murahhaslara 40 bin
keseye kadar İzin vermiş ve İlk önce 20 binden aşağı söz söylemememizi, tenbîh
etmişti." Böyle bir selahi-yete sahip ve sıkışmış bir devletin murahhası,
diplomasi maharet ve ustalığından da mahrum olursa elbette mahud maddeler
böyle ağır ve hiyle bakımından da böyle düzenlenir. " Kaynarca
Antlaşmasından Sonra Antlaşmanın 3. maddesinde Kırım hanlığının bağımsız ve
müstakil, hânrın bütün Tatarların reyi ve ittifaklarıyla Al-i Cengiz soyundan
seçilmesi yazılı olduğundan 1188/1774'de Kırımdan Cengiz soyu reislerinden ve
âlimlerinden ve mirzalarından müteşekkil bir heyet gelerek, Kırım hânlarının
önceden olduğu gibi Osmanlı devleti tarafından tayin ile seçilmesi, teşrifat
ve menşur yollanmasını, hutbeler ve paraların padişah adına basılmasını, Sanip
Giray'ın hânlıkda devamının, söz ve yazı
ile arza fırsat buldular.
Antlaşmanın başlıca
şartlarından olan bu madde müzakere edildi. Yalnızca hutbe ve para basılması
ile teşrifat gönderilmesi, maddelerinin taraf-ı devletten olmasına ve metni
antlaşmanın, içine koyma Rus hükümetine yazıldı. Bu yazıda Gürcü esirlerini
iade meselesi vardı. Gelen cevabda, Ruslar, Gürcü esirleri taleb etmekten
feragat ettiklerini bildirdiler. Hân'ın mutlaka Kırım ahalisi tarafından
seçilmesi hususunda ısrar buna karşılık para ve hutbe meselesi ile teşrifatçı
gönderilmesini müsaid karşıladılar. Bir kaç gün sonra da, bâbı-âli'de Kaynarca
antlaşması tasdiknameleri Rus maslahatgüzarı Hristofer Petresiyn ile teati olundu.
Kırım'a ise mirahm Mehmed Bey ile yalnız menşur ve teşrifat gönderildi.
Sulh antlaşmasının
tamamlanmasından sonra devlet tarafından eski süvari mukabelecisi Abdülkerim
paşa'ya, huzur da, fıstıki çukaya samur kürk giydirilerek eline de nâme-i hümayun
teslim edilip, elçilik görevi ile Petersburg'a gönderildi. Altı seneye yakın
süren bu Rus seferi, Mora, Mısır, Suriye ve Bağdad ile Anadolu'nun orasında,
burasında isyan ve istiklal ihtilallerini kıpırdattığı gibi, zahire bakımından
da önemli ihtikârların meydanı hazırlanmıştı.
Sefer masraflarından
başka vezirlerinde sayılarındaki artış hasebiyle sancaklarda, eyaletlerde
valiler zulmü arttırmışlardı. Sadrazamın konağında şeyhülislam ve devlet
adamları ile vezir kethüdalarından kurulu bir meclisde sekiz vezirin rütbelerinin
kaldırılmasına karar verildi.
Ulemaya mahsus
arpalıkların mukattaat-ı miriye gibi iltizama verilmesine, halka zulüm
ettikleri anlaşılan beş arpa-lık'ın kapı kethüdası da, Cezayir'e sürüldü.
Arpalık sahiplerinin namuslu naibler istihdam etmesi için kazaskerlerle, kadılara
tenbihler yapıldı.
Ruslar, Mora'y1
ihtilal ateşine bulaştırırlarken, cesareti ve kahramanlığı İle Silistre
başkomutanlığındaki ehliyetli idare ve korkusuzluğuyla emrine verilen Rumeli
kumandanlığını hakıyla başaran Müderris Osman Paşayı Bender muhafızlığına
tayini çıktığı halde gitmemesinden dolayı Eğriboz valiliğine tayininden sonra
paşa oraya gitmişse de kurulan bir hiyle ile öldürülmüştür. Ahmed Rasİm bey,
burada bir izahat vermiş ona geçiyoruz "İdam olunarak ortadan
kaldırılmasına sebeb olan rumeli eyaletinden azli üzerine vali olarak tayin
edildiği Eğriboz'a gitmek kararı alan paşa yola çıkar. Bu arada ise, bâbıâliden çıkan bir hattı
hümayunla idamı karar altına alınmıştır. Bu hatla yola çıkan tebdil (değiştirme)
hasekisi elhac Hüseyin efendi, kıyafetlerini değiştirip, İstanbul-dan yola
çıkar. Kendi işine giden bir adam havasındaki haseki, Osman paşanın Rumeliden
Eğriboza gitmekte bulunan kafilesine yetişir. Bir kaç gün onlarla birlikte
seyahat eder. Tabii gizliliğe riayet etmiştir. Eğriboz'a bir kaç konak kala,
atını topuklayan haseki, paşa'nın kafilesinden ve paşadan önce gelir. Elindeki
idam hükmünü bildiren hattı yeniçeri ağası ve kadiefendiye verip, hükmü
bildirir. Ondan sonra da tedbirler alınma yoluna gidilir. Durumun saklı
tutulmasıda alınan tedbirlerdendir. Osman paşa beraberindekilerle birlikte
kale kapısına yaklaştığında, şehirdekiler kendisini adet üzere karşılarki,
kalenin kapısından Osman paşa girdiğinde, iki kapılı bu kalenin biri kapatılır.
Böylece, Osman paşa maiyetinden ayrı düşmüş olur. Neden böyle olduğunu sorduğunda,
kendisine hüküm gösterilir. Çaresizce atından inip, abdestini alır ve teslim-i
ruha hazırlanır. (Tarih-î Cevdet) Ta-rih-i Cevdet diyorki: "Osman paşanın
idam edilmesi, eski zamanın tasvip olunmaz usûlüne uygun olup, bir adamın iddiası
gereği kadar subut bulmayınca töhmet ve terbiyesinin derecesini farklı olunca,
o farklılığa riayet edilmeden şer'e aykırı ve insaniyete de uymayan adam
öldürmenin ve mallarının müsaderesinin, ne büyük zararlar çektirdiği
malumdur." Etrafta türeyen eşkiyadan, Florinalı Muslu, Düzceli Ara-boğlu,
Bergama voyvodası Sağıncılı Veli, Bosnalı Yahya ve arkadaşı Baboğlu Zeynel'in
yok edilmeleri gerçekleştiği gibi, Maraş eyaleti içindeki, Kılıçlı ve Mandelli
aşiretleri de, hizaya getirildi. Kırım hân'ı Sahip Giray, eski han Devlet
Giray'ın Tatarları tahrik ederek: "Biz istiklâl istemeyiz, sana da
itimadımız yoktur" dedirtmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve arkasından da
Kırım'dan Kalgay Nureddin ve Şeyriyn Ocağı mirzaları ile ulemasından bir kaç
zat bir dilekçe getirerek, geçen sene mirâlemin (Mehmed bey) getirdiği menşur
ve teşrifatı Sahip Giray kabul edecek olursa, Kırım'ın istiklaliyetinin tasdik
edilmesinden başka, Yenikale, Kerç ve Kılburun kalele-riyle, Kırım'ın kara
tarafından olan giriş yerleri, Ruslarda kalacağı Kırım ahalisince öğrenilince,
yapılan fevkalade bir toplantıyla İstanbul'a dilekçe gönderilmesine karar
verildiği arz olundu.
Bu vaziyet karşısında
yapılan genel toplantıda Rus büyükelçisinin gelişine kadar bu işin
dondurulmasına karar verildi. Heyet, Kabataş'da bulunan Mehmed Eminzâdeler
yalısında misafir edildi. Sahip Giray ise, bir rivayete göre Tekfurda-ğı
(Tekirdağ)nda başka bir rivayete göre de, Çatalca'da oturması emreolundu.
Genede zamanın haline bakınki, Dolma-bahçe mesiresinde bir ziyafette,
şeyhülislam İbrahim bey, sadrazam İzzet Mehmed paşaya, sohbet sırasında Selim
ağa adlı babasının yadigar bıraktığını söylediği bir bendesine geçen sene
olduğu gibi, bu senede mukattaa rica etmiş ve sadrazamda, bu sene 30 kese
zamla talibi var, demiş. Şeyhülislam bu cevaba, o kadar çok kızmışki
hiddetinden pabucunu giymeği dahi unutup ahali ve Tatar heyetinin orada bulunduğunu
aklına getirmeden, yalınayak arabasına binip yalısının yolunu tutmuş. Cevdet
tarihinde: "Durumun nakli karşısında ikisinden birinin azil edilmesi lâzım
geldiğinde şeyhülislâm tarafı galib ve sadrazamın tenbelliği ve ağırlığı
yüzünden ayrı, kaimbiraderi Çelebi İsmail ağaya yüz vererek kendisini dile
düşürmüş olmasından, İzzet paşa azledildi. "Diyor.
Boşalan makama,
sadaret kethüdası Derviş Mehmed pasa getirildi. Şeyhülislamda 22 gün sonra
görevinden alınıp yerine Salihzade Mehmed Emin efendi meşihate geçti. İzmir
de, ahaliye yaptığı zulüm ile tanınmış mukattaa iltizamı, adamları ve
bağlılarının fazla olmasından dolayı savaş çıktığında hatırı sayılacak işlere
yarar diye yaptığı cinayetlere göz yumularak kapıcıbaşılık verilip, Sakız
adası muhafızlığına tayin edilen sekban taifesinden Avaz Mehmed ağa, şımardıkça
şımarmış, Ruslarla olan savaş esnasında İzmir voyvodası Kara Osmanoğlu Hacı
Ahmed ağayı sıkıştırmak için İzmir'i basıp, yağmaya tâbi tutmuştu. Bu herifin
cezalanması, kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa'ya havale olundu. Paşa da,
Karaos-manoğlu ve Suğia sancağı mütesellimi İlyaszâde Ahmed ağa ile mecburen
onların yardımlarıyla Avaz'ın 15 kadar bölük-başısını ve kendisini Tire
yakınlarındaki Eğridere'de diri olarak yakalayıp, idam etti. Ellidört tane
avanesini de ölümden beter olan kürek mahkumluğuna koydu. Rusya devleti tarafından
büyükelçi olarak tayin edilmiş bulunan general Nikola Repenin İstanbul'a geldi.
Sefir, resmi olarak babıâii'ye geldiğinde icab eden tören yapılıp, elçiye
samur, maiyetindekilere kakum kürkler hediye olunurken, hizmetlilerine de hilatlar
hediye edildi. Sadrazam tarafından da, ziyafete davet olunarak, büyük bir
misafirperlik gösterilip, saz ve sözle merasim ifa olunmuştur. Burada da yine
bir elbise hediye verilmiş, tam donanımlı gösterişli bir at altına çekilmiştir.
Galata'daki konağına kadar refakat olunmuştur. Daha sonra Repeniyne, kaptan paşa,
kethüda bey, yeniçeri ağası, reis-ül
küttab (hariciye vekili) tarafından da ziyafetler çekilmiştir.
Mısır'ı Bulutkapan Ali
bey'in elinden kavga ile alıp onu katletmiş bulunan meşhur Ebuzzeheb, bu sefer
üç-dört yıldır yollanmamış olan Mısır hazinesini yolladı. İzahatındada,
1188/1774 senesindenberi zimmetinde olan bakiyeyi ödemek ve her sene maktu
olan malı göndermeye ait şartla affedilmesini, Sayda eyaletine tayin olunan
Tahir Ömer'in ilk fırsatta isyana teşebbüse kalkacağını bu bakımdan bunun
cezalandırılmasıyla, Bulutkapan Ali bey'in elinde kalmış olan malını tahsil
etmeyi istida ederek arzda bulundu. Bu taiebier kabul olundu.
Ebuzzehep Mısır'ı,
yanında 60 bin asker bulunduğu halde terk edip, Yafa'yı kuşatıp ahalisini küçük
büyük demeyip katletti. Tahir Ömer şaşkınlıkla Anje Arabanı araşma kaçtı.
Ebuzzeheb, Akkâ'ya
geldiğinde, Beyrut'ta bulunan iieri gelenler terki diyar ederek, Cebeli Düriz
hâkimi Emir Yusuf bile hediyeler yolladı. Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağa
ile Ben-i Mütevva! şeyhleri niyaznamelerle yaşamalarını temin edebildi. Bu
başarısından dolayı, Ebuzzehebe vezirlikle birlikte Mısır eyaleti, samur kürk,
kılıç ihsan olundu. Ne varki bu sırada ecel kapısını çaldı, alıp götürdü.
Onun vefatından sonra
yine ona bağlı komutanlardan İbrahim bey, Mısır'da Şeyhülbeled unvanı
verilerek vazifelendirildi. Fakat, Tahir Ömer, E*buzzeheb'in vefatından sonra
tekrar isyan meydanına atılmakta gecikmedi. 1189/1775'de Kapdan-ı derya Gazi
Hasan paşa ile Şam valisi Azmizâde Mehmed ile Cezzar Ahmed paşa cezalandırmak
üzere vazifeli kılındılar. Akkanın topa tutulduğu gün Sayda mütesellimi Denizli
Ahmed ağanın tedbirleriyle sırtından mermi ile vurulup katledildi. Kaptan paşa
Akkâ'ya asker çıkartarak burayı zapt etti. Tahir Ömerin müsteşarı ve bir
numaralı adamı oian İbrahim Sabağ'i yakalayıp, Ömer'in mal ve zenginliğinin üstesini
sorgulattıktan sonra İdam ettirdi. Tahir Ömer'in kıymetli eşyalarından başka
82 bin kese nakit serveti çıkmıştı. Kaptan paşa, Tahir Ömerin oğullarına emir
göndererek, Ak-kâ'ya gelmelerini istemişti. Şeyh Ali Zahir isyan ederek, kardeşleri,
Şeyh Osman ile Said, Ahmed ve Salih Kapudan gelmişlerdir. Paşa, bunlardan
Said'i devlet için kötü sözler söylemiş olduğu için idam ettirdi. Cezzar Ahmet
paşa ise, bu, sıralarda Sayda eyaleti valiliğine tayin edildi. Şeyh Osman ise
Akkâ'ya şeyhül beled tayin olduysa da, bir sene sonra Bursa vilayetine vali
olarak tayini çıktı. 1190/1776 senesi mühim vakalarından biri, eskiden tımarlı
askeri, bahriyede vazife yaparken denizciliğimizin bozulması, böylece de ocak
şekline konması tercihini yaptırmıştı. Ancak bunlarda bir netice vermemişti.
Bunlar anadoluya yayılıp, çiftlik, çubuk basmışlar tahribat ve taarruzlarda
bulunmaktaydılar. Levend adı veriien bu sınıfın kaldırılması önemli
vukuattandır. Bu askere verilen emir mucibince her tarafdan saldırılarak
öldürüldüler. Geride kendini kurtarabilenler Akkâ'da bulunan Cezzar Ahmet paşaya
iltica ettiler. Burada toplandılar. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Zahir'in
cezalanmasını temin etmek maksadıyla Akkâ taraflarına gitmiş bulunan Kaptan
paşa, Cezzar ile Az-mizâde Mehmed paşaya emirler gönderip Şeyh Ali'nin cezalandırılmasını
istedi. Levend ağalarından olup, Mehmed paşaya iltica etmiş bulunan, Kayserili
Ali ağa, Şeyh Zahir'e görünüşte ittifak teklif etmiş ve buna bağlı olarak şeyh
yakayı ele vermişti. Ali ağa tarafından öldürüldü. Tahir Ömer'in hanedanı
zeydan namıyla tanındığı sülale şeyh Zahir'in katle-dilmesiyle yıkılmış oldu.
Suriye bölgesi
karışıklıklardan kurtulmuyordu. Ömer Tahir ile çocukları gailesi biter bitmez,
Cezzar Ahmet paşa mesetesi kendinigösterdi. Cezzar, Zeydan hanedanının mal ve
mülkünü zaptettiği gibi, Cebel-i Dürz hâkimi Emir Yusuf'un üstüne hücuma
geçip yağmaya koyuldu. Öte yandan Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa, Cezzar'ın
Saydaya tayin edilmiş olmasından sıkılmıştı. Bu sırada da Emir Yusufun Hasan
paşaya bir dilekçe yolladığı görüldü. Bu dilekçede: "Devlet malını size
verdiğimizden dolayı, Cezzar paşa beldelerimizi yağmaya tabi tutmuş durumda.'1
şeklinde şikayetler vardı. Hasan paşanın Beyrut'a gelişinde emirliğe ait
malların tamamen, verilmiş olduğundan Beyrut ile Cebel-i Dürz hakimiyetini Emir
Yusuf'un üzerinde bırakmış, Cezzar Ahmet paşaya da, "sen yalnız devlet
malını ver. Başka şeye de müdehale etme" emrini verdi. Cezzar Ahmed paşa,
Kaptan-ı deryanın vermiş olduğu Beyrut, Cebel-i Dürz'e müdehale etme emrine
daha Kaptan paşa Akkâ'dan ayrılmadan itaatsizlik gösterip, Emir Yusuf'u
sıkıştırmaya başladı.
Cezzar, İstanbul'dan
destek aldığı gibi, o zamanın en güçlü askeri olan levendlerinin çoğalmasıyla
kuvvetlenmekteydi. Bu kuvvetler ile Akkâ'yı bir güzel tahkim etti. Günden güne,
serveti de çoğalmağa başladı. Öyle terakki ettiki, Beyrut'u eline aldı.
Lübnan'ı da müdehalesinin dışında bırakmayıp, oradaki, emir ve şeyhlerini
birbirlerine düşürerek bir hayli paraların sahibi olmayı bildi. Rusya
büyükelçisi Repeniynin vazifesi geçiciydi. Daimi orta elçilikle tayin olunmuş
bulunan general İstekof'un gelmesiyle Repeniyn'nin memleketine döndüğü görüldü.
Halbuki, Kırım'da heyeti teşkil etmiş murahhaslardan olan zatın bir faydası
görülemedi. Zaten İstan-oul'da alıkonulmaları birden bire üzücü cevap
verilmemesi maksadına dayanmaktaydı. Elçinin dönmesi üzerine kabahat reis-ül küttab
İsmail Raif Ef. dide imiş gibi, önceden kararlaştırmış oldukları azli cihetine
gidilerek, Kıbrıs'a sürgün ettiler.
Meşhur Hamidiye
imaretinin adı konarak açılışı bu sene yapılarak hizmete sokuldu.
Fetihlerini yapmış olduğumuz
yerlerle büyüme ve genişlemeyi amaçlamamız, politikamızın esas usûlündendi. Bu
politika, Osmanlı hükümetini yer, yer, memleket memleket, başka tarz
idarelerin uygulanmasını kabule götürmüştü. Buna bağlı olarak, merkezin
idaresiyle, eyalet ve oralara bağlı .yerlerin idaresi biribirinin aynı olmaz
ve tutmazdı. Bilhassa uzak olan vilayetlerde devlet adamı pek karışık surette
gitmiş olduğundan, zamanımızda dahi bu irtibatsızlık kısmen görülmektedir.
Bağdad fethine ve İran seferlerine verdiğimiz önem bu satıra kadar
okuduklarınızda yazılmıştır. "Mısır, Suriye, Yemen, Garb Ocakları ahvali
diğer günlerde olduğu, Irak'da oldukça karışık idi. Bağdad nice seferlerden
sonra, tamamen zapt edilerek, Irakı Osmanlı devletine bağlamak mümkün oldu.
Yine de, bazı nahiyeleri istiklâllerine sahip bulunuyorlardı. Bağdad valileri,
Kürdistanı dahi nezaretleri yâni vazifeleri içinde bulundururak, komutanlarını
görevden almaya veya tayine selahiyetliydiler. Burada ocaklık olarak bir kısım
hanedanlar vardı.
Meselâ "Baban"
hanedanı bunlardan biriydi. Bu hanedanın oradaki gücü pek hatırı sayılırdı.
Bunların Kürdistan üzerinde bile nüfuzları geçerliydi fakat hanedan azalarının
birbirleriyle dalaşmaları eksik olmayıp, ne Osmanlı hükümeti ne de, İran
hükümetini rahat bırakmazlardı. Arab ahalinin ahvali haydutluk olup, bununda
üstüne Basra tarafları kavgasız, hadisesiz kalmazdı. Bağdad eyaleti
"Hemedan Fatihi"Hüseyinzâde Ahmed paşa zamanında bir parça sükûn
içinde olabildi. Ahmed paşa 1160/1747 senesinde vefat ettikten sonra onun
yerine tayin edilen valiler işlerini pek yapamadılar. 1163/1750 senesinde, Ahmed paşanın
kölelerinden damadı Süleyman paşa, Bağdad valiliğine tayin olununca, bir çok
köle satın alarak bunları askerlik ve silahşorluk mesleği ile büyütmüştü. Bu
sayede de Irak hanedanlarına göz açdırmayıp, Arap ve Kürtleri, itaati altına
almıştı. Hatta gece yarıiarı baskın yapmak, her zamanki işinden olduğundan
Ebulleyl lakabıyla tanınmıştı. Ne ki; Süleyman paşanın bu tarz idaresi başka
bir gailenin çıkmasına sebeb oldu. Bağdad'da bir kölemen ocağı ortaya çıktı.
Süleyman paşanın vefatında yedi kethüdasından Bağdad valisi olan Ali paşa
diğer kethüdaların rekabetine maruz kalarak, 1188/1773 yılında katledildi.
Onun yerine Ömer isimli kethüda vali tayin olundu. İşte bu Ömer Kethüdc
zamanında Bağdad'da hakikaten Mısır kölemen ocağına benzer ve onlar gibi
heves-i istiklâliyete arzulu bir,ocak kuruldu. Ömer paşa zaptı rapta eli yeten
biriydi. 1182/1772 Rus savaşı esnasında Irakda çıt bile çıkmamıştı. Yalnız
1186/1771'de çıkan taun hastalığı binlerce ölüme yol açmıştı. Bu salgın sonu
Bağdad harabeye döndü. Ömer paşa, salgın sonrasında memleketi tan maz kimseleri
kullanmağa mecbur kalmıştı. Hükümet idaresi ehil olmayan ellere geçtiğinde,
artık o ülkede karışıklık, kötülüğün kendini göstermesi beklenmelidir. Baban
hanedanının kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı o taraflarda ihtilale
kadar varan haller ortaya çıktı.
Bu arada İran'da da
vakit vakit ihtilal hareketleri olmakta-idi. Nâdir Şah'ın katledilmesinden
sonra Safevilerden veya Nadir'in sülalesinden birinin tahta çıkarılması
meselesi gündeme gelmişti.
Bu meseleler
arasındayken, Zendiye aşiretinden Kerim hân 1173/1759'da Farisi ve Irak-ı acem
ile Horasan'a sahip olmayı başarıp kendisini Şah vekili, ismi vererek İran'a hükümdar
ilân etti. Bu hükümdarlık ise, 1.
Abdülhamid hânın hükümdarlığının başlangıcına rastlamış ve meşru karşılanmıştı.
Babanzâdeler ocakliğ' hanedanı arasındaki mücadele ki, "önemi bakımından
Baban sancağı mutasarrıfı Mehmed Paşa ile Kevi sancağı mutasarrıfı olan kardeşi
Ahmed paşa arasındaki soğukluk devam etmekteydi. Zend Kerim Han'ı
kuşkulandırmış, Mehmed paşanın sığınması üzerine Kerim Han, Bağdad valisi Ömer
paşaya korumaya aldığının yine Karaçolan'da yâni Süleymaniye'de kalmasını
iltimas etmişti. Ancak, Ömer paşa kabul etmeyince, Kerim Han'da Mehmed paşayı
kalabalık bir askerle Karaçolan (Süleymaniye)a yolladı. Ahmed paşa da, Osmanlı
ve Kürt askeriyle karşı çıkarak, Mehmed paşayı bozguna uğrattı. Hal bu şekle
dönünce, Kerim Han 20 bin askerle Sadık hânı Basra taraflarına gönderip,
oranın muhasarasını emretti. Basra mütesellimine Ömer paşanın yolladığı
yardımcı kuvvetleri, İraniler bozmaya muvaffak oldular. Bağdad'a bile hücum
niyeti taşıdıkları anlaşıldı. Bütün bu olan bitenler merkezi hükümet olan İstanbul'a
aksettiğinde İran'a harb ilân etme düşüncesi aldı yürüdü. Az geçmedi ki Zend
Kerim hân'ın bir mektubu geldi. Yapmış olduğu askeri harekatın devleti âliyeyi
katiyen hedef almadığı sadece Ömer paşa aleyhinde asker gönderdiğini anlatmaktaydı.
Elçilik'vazifesiyle gönderilen meşhur Şâir Sünbülzâde Vehbi efendide, Kerim Hân
ile güzelce bir sohbet yapmaktan başka birşey yapamadı.
Çünkü Iran,
kanşıklılardan sonra muntazam bir yapıya ihtiyaç gösteren devlet hüviyeti
kazanamamıştı. Ancak çok geçmedi ki, Zend Kerim, 1189/1775'de bir kaç koldan,
ilerli-yerek Basra taraflarına zararlar verdiği gibi, Bağdad taraflarını da
bilhassa Derne, Mahrud ve Bedre gibi mukattaalan yağma edip, ahalisini de
katliam edip, esir alınan çocukla kadınları ve hanlarından Mehmed Şefia da
Kürdistan sancaklarından, Kerkük'e yaklaşarak, Şehrizor'u tazyiği altına aldı-
Bu aradada Tiflis hânı Ergili hân'ın da, Zend hân'i ile anlaşmış olduğunu
duyuran şayialar yaygınlık kazandı. Bütün bu haller Bağdad valisi Ömer paşanın
babıâliye bildirdiğine görevdi. Halbuki, İrana harb açmak çok büyük bir mesuliyetti.
Devleti Osmaniye ise, Şehrizor valisinden, Zend hân'ın barışa yatkın halinden
bahseden bilgiler almıştı. Böylece hem İran seferini durdurmak hem de,
Bağdad'daki kölemen ocağını kökünden yıkmak üzere teşebbüse girişildi.
Is-panakçı Mustafa paşa Bağdad valisi tayin olunarak, yanına bir kaç tane
vezirde maiyet olarak verilip, yola çıkarıldı. Ömer paşaya ise katledilmek
isabet etti. Mustafa paşa maktulün mal ve mülkünü zaptettiği gibi, acem seferi
bahanesiyle zengin kimseleri de soymağa başladı. Fakat kölemenlerin kararı
gizleyememesinden Ömer Paşanın kethüdası Abdullah, Deşharud'da bunları bir
araya topladı.
Aşağıya almış
olduğumuz "Rusya Târihi"nin medhali, aziz ve muhterem milletimizin
ezeli ve ebedi düşmanı Rusya hakkında uzun zaman Rusya'da Fransa'nın
elçiliğini yapmış bulunan Mösyö Kaster'in kaleminden çıkmıştır. Milletimizin
her bir ferdinin, geçmiş de Ruslar tarafından şehid edilmiş yakını vardır. En
az üçyüzelli yıldır, müslüman milletimizi dünya târihinden silmek için,
Kafkasya'da, Karadeniz'de, Orta Asya'da Avrupa'da, Balkanların en küçük
köyünde bile müslüman milletimize saldırmayı, gaye-i milliye ve diniye hâline
getirmiş, bu milletin hâline ve bizlere nasıl baktıklarını tefekkür için bu
kadar bir yazıyla örneklemek istedik. Metin Hasıcı
Fransa'nın Rusya
Nezdindeki Elçisi Mösyö Kaster'in kaleminden:
Mütercim: Divân
Tercümanı Yakovaki Efendi - h. 1244
SÜNÜŞ
Moskova devleti
hududları dâhilinde oturan Mösyö M-1828 Kaster adlı elçinin Rusya devleti
hakkında toplamış olduğu bilgiler ışığı dahilinde ortaya getirdiği fransızca
lisânı üzerine yazılmış ve derlenip toparlanmış bir eserdir elinizdeki kitâb.
Bahse konu eseri Divân
Tercüme kaleminden olan ve
Rum hâdisesi üzerine
Bursa'ya sürgüne gönderilen Yakovaki adlı mütercimin, devlet-i âliyye
ricalinden bazılarının talebi karşısında, mümanaat edemiyerek yaptığı tercüme
çalışmadır. Bu çalışmanın Moskof
devletinin durumu, tarzı ve diğer ülke devletleriyle olan münasebetlerine dönük
politikası ve Osmanlı devletiyle vâki siyasetini ibret verici bir eser olarak
basiret erbabının gözünde yer tutacağı pek kesindir. Naşir.
Bize yazma ve
düşünceleri tercüme edip, duyurma imkânı vereni hep bilirizki Rabbimizdir. Biz
de bu imkânı kullanmakta kabiliyetimizi târihi vakaları tesbit ve duyurmada
gerek geçmiş gerekse dönemeç sayılacak oluşları önemine uygun olarak teşkile
vesile olan sebebleri bildirmeye teksif etmeyi düşündük. Pek geniş toprakların
sahibi olan devlet-i âliyye-; seniyye; felek elinin yardımıyla bazen sâlimane
bir hayat sürerken, bazende sert ve karışıklıklar içine düştüğü olur. Osmanlı
hududu yakınlarında bulunan, diğer bir tâbirle hem civar olan hiristiyan
devletlerde, ters davranışlar ayna gibi görünmeye başlamıştı. Târih
eserlerinin açıkça gösterdiği devletin ve saltanatın ileri gelen ricalinin
haklarındaki tetkikleri didik didik yapıp sonuçlandırmak için. beyit'teki gibi:
"Ara-fan bayed ne ki darend şart hüzmera Pişteraz dositan da-rıend hâl
düşmenân" magazisince uzak ve vâcib yollarda buluşanlar olduğunu kaydetmek
şart olmaktadır.
Bir müddet Önce
günümüz insanlarından bir zat, Bahr-il hamiyyet meali menâkıbet tevarihi
efrenciyeden Rusya devletinin ahvalini anlatan bir mecelle-i muhtasıranin,
yâni kısa bir fikir mecmuasının letafçt veren lisanıyla Türkçeye nâkile ve
tercümeye bir mecburiyet-i muktaziyat getirmiştir. Bize yapmamızı gereken
çalışmayı hatırlatanlara ademi iktidarımızı, liyakatimiz olmadığını aralıksız
ve her görüşmemizde beyana gayret edip söylemiş olmama rağmen, benim bunu
yapabileceğime liyakatimin herkesten fazla olduğu, daha iyisini yine ancak
bana aid bir çalışmanın olabileceğini beyanla ısrara devam ettiler.
Bundan otuzbeş sene
önce hükümet sandalyesinde oturan "2. Katerina" isimli Rusya
imparatoriçesinin dönemini fran-sızca ibareyle kayd ve zapta muvaffak olan
Kaster adlı şahsın 1182/1768 ile 1202/1787 senelerinde yaşanan seferi
Osmaniyan'm o sıralarda da diğer milletlerinde kendi özel maksatlarını kabul
ettirebilmek için kullandıkları usûl hayli şümullü olup, nice gizli sırlara,
nice desiselere sahip olmalarından dolayı gelip, yukarıda saydığımız hususları
esas kabul edip, gereksiz sözler kaldırılarak, zafiyetleri izâle edilerek ve-de
bazı şerhleri de koyma metoduyla frenkçe yazıları'alıp mümkünler gereği
açıklanarak, tercüme ve rakamlamak suretiyle iki kısma taksim eyledim.
Birinci bölümde
Rusya'nın başlangıcındaki hâlini durumunu icmalini yaptıktan sonra
maksadımızın esasını teşkil eden 2. Katerina'nin ortaya çıkışından büyük
zülûmlar yapLiği 1211/1796 senesine kadar yaptığı bütün işleri yazmak ve ikinci
kısmında da, Rusya'nın kara ve deniz gücünü, gelirlerini ve masarifatını
senevi olarak ve bazı kavaid ve nizamatı dere olundu.
Cenâb-i Allah'dan
niyazım budur ki; elinizdeki tercüme cesaret-i bendegânemi mücerred emr-ü
tenbih-i sâmiye-i ifâ-ı fâriza-yı imtisal ve mutavaat ve öteden beri huşeçin
keştizar inayeti olduğum devlet-i âliye-i ebediyet'ül istikrara karınca
kadarınca hizmete ve ubudiyete zamanında olmakla yazılı ve sözlü olarak
muvaffak etsin kulunu ve ref'et buyururlar bu duayı İnşaallah. Divân-ı
Tercümeden Mütercim Ya-kovaki Ef.
Rusya Devletinin İlk
Döneminin İcmali
Eski zamandan beri
Rusya ahalisi avrupanın kuzeyinde Lehistan'ın öte tarafında bulunan arazide
yerleşmiş haldeyken, doğu ve kuzey tarafından dalgalar halinde sökün eden
kabile ve kavimlerin bazıları ol tarafda bir vatan edinmek maksadı ile
yerleşir, isimlerini ise Rus diye koyup böyle tanınma yolunu seçerler. Bu
isimle şöhret bulmaktalarken, çok aksi ve kaba topluluk görüntüsü içindelerdir.
Bir çok nezâketten mahrum kalabalıklar gelip gelip bahse konu yerlerde
yerleşerek cumhuriyet şeklinde bilârabıta ve tanzim, işlerini görmeğe kıyam
ederlerdi. Ekseri vakitlerini yakınlarında bulunan Leh ve İsveç vede
diğerlerini yağmalamaktaydılar. Ancak bu yağmalamaya dönük saldırılar bazen
leyhte bazen de aleyhte neticeler vermekteydi.
Özellikle Özi suyu
içinde peyda ettikleri tekneleriyle Karadeniz'e çıkarak İstanbul'un Haliç ve
Marmara denizinin kıyılarına kadarda çapul yaparlardı. Daha sonra da,
birbirleriyle olan ve sürüp giden kavgaları rahatlarını kaçırırdı. Başlarına
bir reis nasbetmeyi uygun görürlerdi. Târih-i hicretin 250. senesinde belde ayanı
olan Boyarlar, voyvodalar vesairleri yaptıkları bir içtima sonunda aralarından
birini intihab ettiler. Rorik adlı olan biri getirildiği vazifede onyedi sene
kadar ömür sürdü. Bunun ölümünden sonra vârisi, senedli olarak meydana gelen
teşekkülün emiri gibi oldu.
Ahalinin bilinen
mizacı üzere zaman zaman ihtilal ateşi aralarında alevlendiğinden ecnebilerden
olan Lehli ve İsveçliler arasında meydana gelen çatışmalar çıktığı gibi doğu
hu-dudları tarafından gelen Cengiz han ve Tatar Kabilelerine cizye verme
durumuna düştüler. Krallarının tahtta kalması veya azli hakkında hâttâ
azarlanma meselesi Tataristan hâkimlerinin iradelerine tâbi hâle gelmişti.
Böylece huzursuz vede bi-rahat olmuşlarsa da, zikredelimki Rorik hanedanından
elliiki şahsın hükümeti dâimi ihtilâl ve karışıklık içinde 130 sene devam
etmeyi becermiştir. Bunların içinde yer alan 4. İvan geçmiştekilere bakılırsa
daha kaliteli ve makul bir şahsiyet ile temayüz etmiştir. Evvelâ çar unvanıyla
kral olmuştu. Moskova şehrinde taç giyme törenini gerçekleştirmiş kralları bu
zattır ki; döneminde Tatarlar ile arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve
ihtilaflar bunların uyanmasına vesile olmuş, ödemekte oldukları haracı
kaldırmak için cesaretlenerek harekete geçmişlerdir. Doğu taraflarında Kazan
ve Ejderhan eyaletlerini geri almaya Tatarlardan kavga ile kurtarmaya himmet
etti. Sibirya eyaletini dahi zapt İle o taraflarda yerleşmiş vahşi kabileleri
idaresi altına almıştır. Kırım hân'ı bir o tarafdan, bir bu tarafdan hücuma
geçerek bahse konu çar İvan'ın karargâhı olan Moşkoh şehri varoşlarına kadar
çapul ve yağma yaptığı görüldü.
Bahse konu etmekte
olduğumuz Rorik hanedanının yıkılışı sonrasında Rusya toprakları mütegailibe
denilen sınıfın eline geçerek 115 sene kadar karışıklıklar ve başlarına geçecek
birinde ittifak edememe sıkıntısını yaşadılar. Daha sonra da meydana gelen
ittifakda, bu ittifaka <kellim mecmuai millet ile> denmekte olup, Romanof
hanedanından Mihaiyl adlı biri üzerinde karar kılındı. Bunun oğlu Aleksi'ki
meşhur Deli Pet-ro'nun babasıdır. Hükümet'sandalyesine vâris olması dolay-sıyla
oturduğunda, Lehlilerin Ruslardan ele geçirmiş oldukları bölge ve toprakların
yeniden eski sahibine dönebiimesini temin için bir istihlasin başlanmasını
temin etti. Arkasından ülkesinin her yönüyle terakki etmesini terhin babında
çalışmalara koyuldu.
Denizci, Hazarla
Karadeniz'de mutlaka Rusya'yı temsil etmeli düşüncesini ahaliye yerleştirdi.
Hollanda'dan getirtmiş olduğu usta ve kalfalar ile hem gemi sanayiini kurmaya
hem de; buraları devam ettireceği düşünülen insanların yetiştirilmesine
başlandı. Çar; üç erkek, altı kız babasıydı. Yerine vâris olacak büyük oğlu
altı sene kadar hükmettikten sonra öldüğünden yerine ikinci oğlu olan İvan
gelecekken muhtel'uş şuur olduğundan, Deli Petro dedikleri 3. oğlu henüz 10 yaşında
idi. Küçüklüğü görünüşde mâni ve mahzur olarak addedildi. Buna karşılık
kızkardeşlerden Sofiya adlrolani çeşitli hile ve desiselere müracaat ile
yönetimi ele geçirmeye çalıştı. İlk işide Petro'nun tahta oturması hakkında
çatışmalar içinde olan destekçileri idam etmeyi plânlayıp duruyordu. Bu arada
ikisinin bir arada şerik idaresini, kendisinin vesayeti altında düşündü, biri
mecnun, diğeri yaş bakımından sabi olduğundan bu tercih pek işine gelmekteydi.
Neticede ortak taht
işgali gerçekleşti ve Sofiya'da bunların vâsisi olarak yönetimi götürmeğe
başladı. Ancak Deli Petro tarafını ilzam eden bazı devlet ricalinin gücünün
artmasına müsaade olunmuyor, gizli bir el bu çalışmaları yapanları ortadan
kaldırmaktaydı.
Deli Petro adlı çar'ın
dönemine gelince Rusya devletinin avrupa devletleri arasında nâmı-şânı olmayan
bir meçhulden ibaretti. Yazılacak pek de önemli bir takım işlerin sahibide olmamışlardı.
Yukarıda Rusya'nın iptidai hâlini tasvire çalıştığım esnada pek bir şey koymak
mümkün olmamışsa, Deli Petro dönemine kadar da bunun böyle olduğu bir vakıadır.
Ancak Petro dönemi ile beraber husule gelenleri tasvire mutlaka ihtiyaç
vardır.
Adı geçen çar,
çocukluğunda çok kötülenmiş tavrı ve ahlakıyla şöhret bulmuştu. Bir takım
adamlarıyla güzel şeylere yönlendirilmişti. Ancak içki ve âlemlerine de
itilmişti. Askerin tâlimi ve terbiyesi üzerine asla önem verilmezken, vâsisi
Sofiya galizat ve huşunet-ı tâbiiyesine kötü ahlâk eklendikçe bu iş böyle gider
sanılıyordu. Ancak, Rusya'ya ecnebi devletlerden getirilen çeşitli ilimler ve
bunların üstadlan istihdam edildiler. Bilhassa asker ve zabitlerin asli
Cenevizli Lafor isimli akıllı ve merd-î kâmilin birinin sohbetine rastladı.
La-for'u yanına getirtip, yakın hizmetine aldı. Genellikle nizam ve mülkün yâni
devletin kaideler zümresine dönük müzakereler ve soruların cevaplarını
aradılar. Talimli asker kullanma yoluna gidilmesi, yeni harb fennine uygun
silahlar kullanımına, harp gemisi yapımına ve deniz ilmini uygulama gayretine
gidilmeye başlandı. Bunlar olmaktayken Osmanlı devleti Nemçe (Avusturya) ve
Lehistan'a vede Venedik üzerine se-fer-i hümayun açmıştı. Rusya devleti geçmiş
yıllardan beri Kırım hânlarına vermiş olduğu vergiden halas olabilmek için
tercihini Lehistan ve Nemçe tarafına kullandı. Kırım üzerine asker sevk etti.
Neticede yapılan antlaşmadan sonra yenik dönen asker vesayet makamında bulunan
Sofiya, Asterliç askerini tahrikle ortalığı karıştırdı. Petro'yu idam etme
derdine düştü. Adı geçen Petro'nun bütün bu olanlar malumuydu. Hemen ablasının
yakınlarının ve müşavirlerinin kendi görüşlerine aykırı fikir sahiplerini bir
yerde toplatma yoluna gitti. Asterlich temini yoluna gitti. <burada
asteriich'in ne olduğu hakkında bir malumat verelim: Asterlich, okçu mânasına gelir.
Pek eski zamanlardan beri Rus askerinin ok kullanması bu ismi ile maruf
olmasını gerektirmiştir. Hazarda ve seferde vazifeli olarak yalnız 24 bin
kişiden tâlimsiz ve itaatsiz asker idiki, icab ettikçe diledikleri kadar reaya
dahi toplayıp, istihdam ederlerdi.> Bir araya topladığı bu adamları aniden
tevkife tâbi tuttu. Öte yandan mecnun biraderinin ölümü de bu sıralarda vuku
buldu. Hicri târihin 1108/1696 senesinde devrinin tek başına ve müstakil
tasarrufu başlamıştır. Çocukluğundan beri kabullendiği ahlâki reddiye ve
betahsis müdavimi olduğu hâl baki iken önce nizamın akdeylediği asker
maddesinden matlup tanzimini seçerek, ecnebi millet olarak çabucak toplayarak
tedarik eylediği 50 neferden ibaret küçük bir bölüğü Lafor marifetiyle tâlime
teşvik fikriyle kendisi bahse konu bölükde tablazenlik hizmetinde yazılıp lâzım
gelen maaş ve tayinatı ahz ve hizmet-i lâzimesinde inha-i rasia-yı azim
eylediğine binaen giderek çoğalan asker ile bölüğü bir büyükçe tabur şeklini
aldığı görüldü.
Hâttâ devlet-i âliyye
ile, Nemçe, Venedik ve Lehistan seferini devam ettirirken Azak üzerine
yolladığı ordu ile beraber varan Ruslar maiyetinde bulunduğu bulunduğu
generalin emir, tenbihlerine uygun davranarak hizmete ve dönene k-v dar rütbesi
alet tedriç ve terfii binbaşı yapılmasıyla rütbesi yükselmişti. Bir tarardan
krallığını yapmak, öte tarafdan harb hizmetinde vazife-i tâayyinat ahz edip,
yoldaşları ile bilmu-aye memuriyet-i lâzimesini yerine getirir idi.
1111/1699'da
Karlofça'da padişahça imza olunmuş antlaşma gereğince, Azak Kalesi Moskofda
kalmak şartıyla sefer ber taraf olalıdan beri Çar, talimli askerin çoğalmasına
gayret ve sağlamca eğilim göstermekten nâşi, bu talimli asker genellikle
ecnebi olarak reis ve subaylar ile yol erkânla-nyla refte refte yâni gide gide
onikibin sayısını tutturdular. Meramı Asterlich ocağını tamamen kaldırmaktı
Frengistan'a seyahatte, diğer devletlerde tatbik olunmakta bulunan hâl ve
durum, fenler ve san'atları tahsil yolu ile öğrenme gayesi esas idi. Asterlich
neferlerinin kürsi'i memâliki olan Moskova'dan çıkarmak için hudud
muhafazasına ayrılmış memur ve uzaklaştırma, Moskova'nın korunması yeni askerin
ihtimamına ve tarzına taklid yapılmakla yaklaşılıp, fitne şüphesi olduğundan
Lafor adlı müsteşarını ve üç-dört kişilik muteber ricalini var sayarak Flemenk
tarafına tâyin eylediği ikincisi maiyetine etbâ-ı güruhuna iltihaka azimet
eyledi.
Felemenk'e vardığında
gemi inşa etmeye mahsus bir tezgahda marangoz çırağı yazılıp, ücret, yövmiye
ile hizmet-i vesâir marangoz amelesinin yemek ve yatmasına kanaat etmekle bir
müddet devam etmekle daha sonra İngiltere'ye geçerek bütün işlere ve hassaten
esnâf-ı âdide ve ticarethanelerine dikkatli nazarlarla baktı. İlimlerin
tamamlayacısı olan hendese (geometri)'yi öğrenmekle, memleketine cjön-mek için
Almanya'nın içinden Bec şehrine geldikte hapisde olan bildiğimiz kızkardeşinin
asterlich askeri ayaklanıp isyan , ile kalkıp, Moşkoya doğru gitmeye
koyuldukları haberi kendisine ulaştı. Hemen o tarafa ricata mecbur oldu.
Vardığında ilk önce Moşkada bulunan talimli askeri asterliç askerini 18 saat
mesafede karşılayıp def etmek için hücuma hazırlanarak, sebat ve metanet
göstermiş olduğundan Çar, gayet kaba ve şiddetle asterlichin nâm-ı nişanını
varlık defterinden yok etme ve helak etme niyetinde olduğunu ilân ile ikibin
kadarını bir yere toplayıp, bunları cellâd etmeye fazım gelecek infazcı
bulamadığından kendisi ve yanında vekilleri eliyle çoğunu idama geri kalanını
da bir otlukdan başka bir şey olmayan uzakça bölgelere dağıtarak, hepsini parça
parça ve şansız, namsız bırakarak dağıttı. Böylece istiklâle dönük tahsil ve
seyahati esnasında avrupanın hiristiyan devletlerinden harb-i fenni de usta,
çeşitli sanayi dallarında imâlata muktedir kimseleri seçmedeki isabeti ve
mukavele ile bunları istihdam ve Rusya tarafına göndermesi maksadı olan yeni
nizâmı yerine getirme esasını aynen yazdığımız gibi becermiş olduğundan, bir
kaç seneden beri ve mâium-u müsteşarı olan Lefor'dan almış olduğu ve
Frenkistanda elde edeceğine inandığı tahsili gerçekleştirmek alelumum yâni
bütün milletin ahlâk ve adabını tâlim ve terbiyeyle değiştirmek kanaatine
vardı.
Özetlersek; ecnebiden
olan talimli askerin kıyafetini, yeni asker yazılacak, Rus kavminden olanlar
çekemeyip, dedikoduya düştüklerinden milletin tamamı, giyeceğini kendisinden
olmayan kimselerinkine nasıl benzetmeye, değiştirmeye muvaffak kolay olmazdı
ve nitekim olmadıda. Devlet ricalinden, vükelânın bazılarından iibas, yâni
kıyafet meselesinde bir takım teklifler ve lâyihalar verildiği görüldü. Ancak
bunlar ve bu görüşlere sahip olup muhalefete ictisar edenleri pek kat'İ ve
şiddetle katliama tâbi tuttuklarını görüyoruz.
Kaldı ki; geçmiş
dönemde Rusya ile ticareti itİyad eden İngiltereli gemileri Buz denizi
semtinde bulunan Arkancaİu dedikleri iskeleye yanaşıp gelen; böyle uzak
mesafeye men-i ticaret ve çar'ın önceki işlerinden biri mülk-ü devletin servet
ve nemasına yâni sermaye ve kârına mesele-i müstâkile olan alış veriş kapısını
feth ile celb fâide ve menfaat olmakla frengistana yakın olan Bahr-i Baltık,
yâni Baitık denizi sahiline iskele ve donanma peyda etmek fikrine düşüp, bu
keyfiyet ise adıgeçen sahilde, İsveç devleti tasarrufunda olan memleketlerin
fetihlerine ve ele geçirilmelerine kalmış olduğundan nâşi, İsveçli ile sefer
üzere olan Leh ve Danimarka devletleriyle, yeni ölçü ve vifakı yâni yeni
anlayışı içinde yaptığı barış sonrasında, İsveç üzerine sefer ilân eyledi. O
karışık günlerde İsveç kralı tbulunan Demirbaş denmekle meşhur 12. Karlos
<Şarl> bahadır bir kimse olduğundan, bir kaç yerde hasımlarını kahru
perişan eyledi. Lehistan ülkesini zaferyab olarak istila etti. Ve Leh kraliyet
tahtında adam değiştirmeye muvaffak oldu, bu arada da Rus çan'nı değiştirmek
hülyasını kurmuşsa da, ve çar'ıda ikide birde hezimete uğratmaya muvaffak
olmuşsada, hiçbirinde çar ne korkuya ne de ümidsizliğe düştü.
Nihayetinde 1121/1710
senesinde Osmanlı devleti hududlan yakınında Poltava denen yerde husule gelen
savaşda Çar, İsveç askerini pek fecii bozguna duçar etti. Demirbaş'ın hayatının
gitmesine ramak kalmıştı, ki Osmanlı hududunu geçerek Bender Kalesine ve
muhafızın şahsında tâcidaran padişah-ı âl-i Osman'ın atufetine sığındı.
Krallarının bu
mağlubiyeti üzerine İsveçde meydana gelen ihtilâlde bir boşluk belirdi ve
Ruslar, Baltik sahilindeki birbir çok yeri ele geçirdiler. Eski kralı ise
İsveç'in başına getiren çar, Enfarya eyaletinde deniz kenarı olan büyükçe bir
yerin imarına karar verdi ve adını da, Petrobork olarak tesbitinde ısrarlı
oldu. İmparatorluk lakabımda eski unvanının yanına zamimeten aldı.
Deviet-i
âliyede iltica etmiş bir mülteci olarak, padişahın sayesinde ömrünü süren
Demirbaş Şarl, mâiyetiyle beraber Lehistandan Poynatovski'yi, padişah-ı âi-i
Osman'ın huzuruna gönderip, derhal Rus kuvvetlen üzerine gitmek gerektir.
Zafer mutlaka bizde kalacaktır meyanında tavsiyelerle yolladı. Yapılan
müzakerelerden sonra Baltacı Mehmed Paşa idaresinde Orduyu hümayun yola
çıkarıldı. 1123/1711 senesinde Buğdan hududlan içinde Prut Nehri kenarında
sadrazam, çâr'ı ve ordusunu öyle bir sıkı sıkıya sardıki, Rusyanın yok olması
mümkün olabilirdi. Yiyecekleri ve içecekleri tükenmiş Rus ordusu bir kıskaç
içine alınmış ve üzerine yapılacak yürüyüş, bataklık ve asker arasında ölümü
tercih noktasına kalmış gibiydi! Ricat mümkün olmayıp giriftar~ı kemâl-i
ızdı-rab ve mayusiyet olacak çarnâçar afv ve imâna teşebbüs ile Azak Kalesi
devlet-i âliye'ye geri verilmek ve İsveç kralının memleketine emniyet içinde
dönmesine izin verilmek şartıyla antlaşma imzalanmıştır.