Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul'da
Macaristan İhtilâli-Memleketeyn Meselesi
Osmanli Devletinde Bazı Olaylar
Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı
Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi
Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha
Rusların Kabardeyi İşgal Safhası
Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması
Osmanlı Şark Bölgesi Kaynamaları
Yeniçeriliğin Kaldırılmasının Safahatı
Koca Sekbanbaşı'nın Nizâmı Cedid Ve Yeniçeri Mukayesesi
Babası: Sultan II. Mahnıûd
Han
Annesi: Bezm-i Âlem
Valide Sultan
Doğum Tarihi: 1823
Vefat Tarihi: 1861
Saltanat Müd.:
1839-1861
Türbesi:
İstanbul Fatih Y. Sultan
Selim Camii Yanı.
Osmanlı Padişahlarının
31.si olan Abdülmecid hân, 2.Mahmud ile Bezm-i âlem Valide Sultanın oğludur.
3/şa-ban/1239-3/nisan/1823'de doğmuştur. Sultan 2. Mah-mud'un vukubulan
irtihali üzerine taht'ı Osmaniye oturmuştur. Takvimler o günü 1/temmuz/1839
olarak gösterdiğinde Abdülmecid hân, 16 yaşından 2 ay, 28 gün almıştı.
15/zilhic-ce/1281-15/hazİran/1861'de 38 yaşında olduğu halde hayli genç
irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Yavuz Sultan Selim Camiinde yaptırdığı
türbeye defnedilmiştir. Hermn kayd edelimki yaptırdığı türbeyi görmeğe
gittiğinde bakmışki cedd-i emce-di Hz. Yavuz Selim'in türbesinden daha yüksek
bir türbe inşa olunmuş! Bunun üzerine derhal türbeyi kısalttırmayı emir etmiştir
ve bunun gereği yerine getirilmiş, türbenin bir bölümü yıkılmış ve Yavuz 'un
türbesinden küçük olarak yapılmakla mütevazi padişahın emri yerine
getirilmiştir.
Sultan Abdülmecid
zamanında Arab bir şâir padişahın tahta çıkışını:
"Bir iki, iki
delik,/Saltan Mecid oldu me/i/c"şiiriyeti içinde söyleyerek,tahta çıkış
târihini böylece unutulmaz bir beyitle inşa etmiş Osmanlı edebiyatında şâirin
adı değil amma beyit bakî kalmıştır.
Ahali arasında
Abdülmecid hân'ın kız gibi denen çok zarif ve güzel bir çehreye mâükiyeti
konuşulurdu. Ne varki bu gü-zeî adam çok genç yaşta başladığı içkinin öldürücü
ve kahredici tesirini çok içmek münasebetiyle de haylice arttırmaktaydı.
Hayatının sonuna doğru akşamları sızıp kaldığı, yardımla yatağına taşındığı
rivayet olunur. Nargile tiryakiliği ve tebdili kıyafet ile ahali arasında dolşaması da pek
bilinen hususdandır.
Kan dökmekten asla
hoşlanmaz, savaşsız bir dünya biribi-rini seven lâtif insanlar âlemi arzu ede
rek sulhseverliğini ortaya koyardı. Yaklaşmakta olduğu batı âleminin bizim
gelenekleri mize ve bilhassa dinimize mugayir hâl ve ahvalini almakta
gösterdiği müsamaha bir gurub müslümanın kendisini devirmek teşebbüsü için
teşkilatlanmaları neticesine vardırmıştı.
Bu zevat
yakalandığında muhakemeleri şimdiki Kuleli Askeri Lisesinde yapıldığından ve
çıkan kararda bunların idamına hükm olunmasına rağmen, günümüzde bile riayet
edilmediğini zaman zaman gördüğümüz, tasavvur hâlinde kalması, işe başlar
başla- maz yakalanma yâni adem-i muvaffakiyet hâllerinde cezada tenzil
gerekirken idama karar veriliyor ki nitekim Kuleli Mahkemesi heyet-i hâkimesi
de böyle bir karar vermişse de, padişah, kendi insiyatifini kullanırken, adetâ
mahkeme heyetine ders verircesine:
"Ortada bir
katletme olayı, yok dolaysıyla katil de yok, hareket ise teşebbüse bile
ulaşmamış, tasavvurda kalmış, cezalan sürgüne tahvil ediyorum" Demek
suretiyle de düşüncesini tatbik alanına aktarmayı bilen merhametli bir insan
olarak görülmüştür.
Merhum Reşat Ekrem
Koçu; Osmanlı Padişahları adlı eserinde şöyle bir anekdot nakleder: "Altı
asırlık hanedan'ın mübalağasız en nazik, çelebi hükümdarıdır. Babası Sultan 2.
Mahmud'a karşı isyan etmiş bulunan Kaualalı Mehmed Ali Paşa bu genç padişahı
cülus ettiği yıllarda ziyaret ettiğinde bir ihtiyarlık gafletiyle <oğlum>
diye hitab etmiş fakat karşı-ândaki delikanlının bir imparator olduğunu derhal
hatırlı-yarak ayaklarına kapanmış af dilemişti.Abdülmecid diz çöken ihtiyar
valiyi ellerinden gayet zarifçe tutup kaldırmış, <pederim nasihatlarınıza
daima muhtacım>" Demiş bulunduğunu nakleder.
Sultan Abdülmecid; bir
terakki-i hatveye yâni ileriye doğru, gelişmeye dayalı istikamete adım atmaya
karar vermiş bir hanedan'ın evlâdı olduğunu idrâk etmiş bir şahsiyetti. Babası
Sultan Mahmud'un gâvur padişah lakabı ile bazı ahali arasında anılması
herşeyinle onu takip etmekten vazgeçirmedi. Bu da adetâ meşhur şâir Yahya
Kemâl Beyatlı tarafından yazılmış bir şiirde, <Bir meşaledir devredilir
elden'eie> dediği gibi vazifeyi aldığı yerden kucaklayıp götürmesi bu
mısrada adetâ müşahhas bir şekilde ortaya konuyor.
Abdülmecid Hân'ın devlet
üzerindeki gölgesinin dâima hissedilen bir insan olduğunu <Ahmed Cevdet Paşa
ve Zamana adlı, kerimeleri Fatma Aliye Hanım tarafından yazılan' ve
tarafımızdan neşir hayatına Pınar yayınlan arasında kazandırdığımız eserde şu
vaka bu iddiamızın ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyor. Meâlen bahse konu
eserden şunları aktarmaya gayret edelim: "Su/tan Abdülmecid Koca Re-şid
Paşanın yerine sadarete Âlî Paşayı getirdiğinde, bu sadn-azamtn ilk işlerinden
birini borç alma antlaşmasını tamamlamaya çalışmak oluyordu. Bu duruma
Boğazdaki Aşiretin kurucusu sayılan Rodosizade Ahmed Fethi Paşa mutttali olunca doğruca aynı zamanda
damadlan olduğu halde padişaha <Pederinİz iki defa Rusya ile savaş yaptı.
Bu kadar gaile, bu kadar seferler açtı buna rağmen dışarıdan beş kuruş borç
almadı. Zaman-ı hümayununuz asayiş üzerinde geçmekte olduğu halde borç
almanızın âlemi nedir? Derde-mez, Abdülmecid Hân bu doğru ikaz karşısında pek
müked-der olmuştu. Bu arada borç alma mukavelesi imzalanmıştı. Fransız elçisi
ise dünyanın gidişatını iyi görmediğini büyük savaş çıkabileceğini bu bakımdan
borç almaktan istinkaf bilmemesini Fuad Paşaya tavsiye etmişti. Padişahı bu
ihtimal üzerine Iknaya çalışan Fuad Paşa bunda muvaffak olamadı- Çünkü
padişah; bu borç mukavelesi iptal edilmezse ben padişahlıktan istifa ederim
açıklamasını yaptığında pek nâdir bir sö- zü kullanmış oluyordu.
Neticede,mukavele iptal olundu. Borç istinkâfından doğan tazminat ödenmesi, antlaşmayı
imzalayan vekillere taksim olunarak ödettirildi. Böylece de devletin işlerine
padişahın kesin müdehalesinin bir örneğini şu satırlarda göstermiş olduk.
Bu arada kimileri
Damad Ahmed Fethi Paşaya neden ba-bıâlî'ye zıt gidiyorsunuz? Dediklerinde onun
cevabı şöyle olur ki bu gün bile bir ders olarak kabul edilmelidir: "Ben
babı-âlî'ye asla muhalefet etmek istemem. Lakin bilirim ki bu devlet beş kuruş
borç ederse yanar! Bir kere borca alışırsa sonra Önü alınmaz! Düyuna (borca)
mustağrak olur gider"
Yine aynı eserden
aşağıda mühim bir alıntı yapmadan, Abdülmecid döneminde devlet ricalinin
hizbinden biraz ön bilgi verelim. Sultan Abdülmecid'in sarayından emekli olunan
bir ağa'ya, Fuad Paşanın Amedçjlik görevi sırasında ağaya ikiyüzelli kuruş
emekli maaşı bağlanmıştı. Padişah bundan haberdar olunca hemen müdehale etdi.
Çünkü bu muameleyi Reşid Paşa arzetmişti. Padişahın çözümü şöyle °ldu. Bu adam
benim şahsi hiz-metimde bulunmuştur. Buna Maaş ödemede mâliyenin ne gibi
mecburiyeti olabilir?
edikten sonra da maaşı
ceb-i hümayundan ödeme yoluna 9'tmiştir. Şimdi bazıları derlerki; Efendim
Abdülmecid vefat yeni
padişah hayatı devam eden bu ağa'ya maaş emeye devam edermi? Dedikya; bir meşaledir devredilir
n ele yeni padişaha vâris olan kardeşidir. Başka bir ha-an mensubu değildir.
Yeni gelen eski padişahın böyle
devlete yük olmasın diye
maaşı ceb-i hümayunundan vermesini yanlış değil, bilakis pek doğru bulup o
istikamette gitmesini gerektirdiğini idrâk etmesi gerekirki, biz yaşadıktan
sonra bu mütalaayı yapıyoruz, Sultan Abdülmecid'den sonra gelen padişah
Abdülaziz Hân, böyle bir görevi memnuniyetle ifa eder düşüncesine kailiz.
Sultan 2. Mahmud'un
vefatı esnasında makam-ı sadaretde Rauf Paşa bulunmaktaydı ve cenazeyi
Divanyolu üzerindeki Köprülüler Kütüphanesinde beklerken bir atabey gibi kabullenilen
Hüsrev Paşa ise Padişahın vefat haberine muttali olduğunda ilk işi serasker
Damad Said Paşa'ya, asayişi muhafaza maksadına dönük olarak hemen İstanbul
tarafına geçmesini emretti. Öte yandan da Vâlidesultan'ın köşkünde ikamet
etmekte olan veliahd Abdülmecid'e tahta geçmek üzere hazırlanması haberini
gönderdi. Hüsrev Paşa hem ilk biati yapmak istiyor ve bundan yararlanarak
sadareti de ele geçirmeyi plânlı- yordu. Nitekim bu arzusuna da çok gecikmeden
nail oldu. Eski sadrıazam Rauf Paşa, ahkâm-ı adliye'ye, serasker damad Said
Paşa ticaret nazırlığına getirilirken, merhum padişahın yakın adamlarından olan
Rıza Bey'e ve-zaret rütbesi verilerek Mabeyn Müşiri olurken, Muhimmat-ı Harbiye
nâzın Ali Necib Bey, Valide kethüdası, boşalan mü-himmat-ı harbiye nazırlığına
Deavİ nâzın Necib Efendi getirildi. Hacı Saib Efendi ise, Deavi Nâzın
yapılırken, Dahiliye nezareti maruzat kâtibi Sekip Efendi, Beylikçi, Hariciye
nezareti Maruzat kâtibi Mahir Bey amedçi tâyin olundular.
Makam-ı sadaretin
Hüsrev Paşa'ya verildiğini bildiren hatt-ı hümayunda, "Umuru dahi üye ue
hâriciye ve mesalihA mâliye ve askeriye velhasıl kâffe-i nezaret-i şâmile ile
sadaret-i uzma ve vekâlet-i kübra makam-ı celiline bilâ istiklâl intihap ve
tâyin edilmiş bulunduğu yazılıdır."
Abdülmecid Hân; bu
sıralarda Mısır meselesi üzerinde mei yapmayı düşündüğü halde tahta çıkışı
vesilesiyle vesileivle ortadan kalkmasını gaye hâline getirmişti. Hüsrev Paa'va
ulaştırılan nutkunun bir bölümünde "Zât-ı şahanem,
ibâd ve bilâd'ın asayişine halelden
vıkayeten ue mücerred sefk-i
dâmei müslimini siyaneten levazımı tabiyyeti ve feraizi
ubudiyyeti kamilen icra olunmak üzere
vukuat-ı mezküre kâin
ül miken nisyanen mensiya ve mazi-i namazı hükmüne
konularak, Mehmed Ali Paşa hakknda Mehmed
Ali Paşa hakkında afv-u cemil
ve seffah-ı bia dili padişahanem erzan buyrulmağın bu ahsen ve inâyet-i mülükânemin vâli-i
müşarileyhe tebliğ ve tebşirine müsaraat olunsun" Demişti.
Şimdi bu ağdalı
osmanlıcayı tabükî bizim neslimizin anlaması çok zor. Hele bizden sonrakilerin
abdihabeş gibi bakacağını düşünürsek,ifadenin mealini vermekle iktifa edelim:
"Ben kulların ue beldelerin asayişinin herhangi bir surette bozulmasından
ve müslümanlara zarar verecek kötülüklerden korumağa gayret tabiiki vazifem
olduğundan bundan böyle geçmiş ve üzüntü verici olayları unutma yoluna gidip,
bizim valilerimizden olan Mehmed Ali Paşaya af ihsan ettiğimi bildirin"
mealindedir.
Padişahın bu iradesi
babıâlî kâtibi Akif Efendiye verilip, kendileri Peyk-i Şevket vapuru ile
Mısır'a gönderildi. Orduy-u hümayun komutanı Hafız Paşaya da düşmanca
tavırlardan çıkılması bildirilirken, Akdenâz'e yollanmış donanmaya da »en
gitmemesi içinde Kapdan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşaya haber gönderilmişti. Halbuki
bu sıralarda ise, Hafız Paşa Ni-'P te meydana gelen meydan muharebesinde feci
bir mağ-iubiyete uğramıştı.
u mağlubiyetin haberi
Saraya ulaştığında yeni padişahın a akmasından dört gün sonra ulaşmıştı. Bu
vaziyet karşısında da, 2.Mahmud'un vefatından önce bu habere muttali olmadığını
çıkarmak kabildir. Donanmayı yöneten Ahmet Paşa gelen emri tatbike yanaşmadı.
Mısır'a doğru yola devam etdi. Sebebi ise can korkusuna dayanmaktaydı.
Çünkü Hüsrev Paşa ile
arasındaki burudet ondan korkmasına bu korku yüzünden de sığınacak yer
aramaktaydı buna en yakın olarak Mehmed Ali Paşayı görüyor ve donanma yi da ona
teslim ettiğinde bir ihanet irtikâb etmiş olacak ve karşılığında padişah ordusu
nu yenen güce sahip bir valinin himayesine girmiş olacaktı. Ancak bu meseleyi
kısacada olsa biraz izaha gayret edelim:
"Hüsrev Paşa;
Çamlıca kasrında Abdülmecid'e ilk biati yapmağa ve bu yolla da sadareti ele
geçirmeye muvaffak olmuştu. Bu, ara.da.da Donanmanın gelmesi emrini Ahmet Paşaya
bildirmişti. Ahmet Paşayı ise Sultan 2. Mahmud sevmiş, kapdan-ı derya bu
padişahın dostluğunu kazanmış idi. Bu arada da padişahın iyileşmekte olduğuna
dâir haber taşıyan bir mektup almıştı. Bu haber üzerine Sultan Mahmud'a,
Hüsrev Paşa aleyhine bir çok beyanlar yer atan mektup gönderdi. Kaptanpaşanın
bu mektubu padişahın vefatı sonrasında istanbul'a ulaştı ve Hüsrev Paşa bu
mektubu okudu. Zaten daha önce de Hüsrev Paşanın mevkii iktidar dan düşmesine
yol açan bir mektup Sultan 2. Mahmud'a bu paşa tarafından yollanmıştı.
Aralarında geçen bu
olay şimdi bambaşka bir neticeye varmıştı. Donanmayı İstanbul'a getirmesini
bildiren Hüsrev Paşa, bunun yapılmaması hâlinde hem rütbelerinden hem de
vazifesinden olacağını bildirmişti. Bu sırada ise, M.Ali Paşanın af haberini
bindiği Peyk-i Şevket adlı vapurla götürmekte olan Akif Efendi, yolu üstünde
bulunan donanmanın yanına uğradı ve Ahmed Fevzi Paşaya mülâki oldu. Burada
biteni yani Suttan Mahmud'un vefatını,
Abdülmecid'in tahta çıkışını,
Hüsrev Paşanın sadarete getirildiğini ve de Mısır Valisine af haberini
götürmekte olduğunu bildirdi. Buda da,donanmanın daha öteye gitmesine lüzum
olmadıda deyiverdi." Akif Efendi buradan İskenderiye limanına
qitmek üzere donanmadan ayrıldı.
Yukarıdaki izahınızdan
anlaşılacağı gibi Ahmet Fevzi Paşa; aid veya şaki olma yolundan birini seçme
durumuna düşmüştü. Sırdaşı olan Osman Bey'e istişare için başvurduğunda vardıkları
netice M.Ali Paşaya gitmek ona iltica etmek ve donanmayı da ona teslim etmek
oldu. İstanbul'a gitmesi muhaldi,çünkü orada adaletden ziyade Hüsrev Paşa' nın
kahredici gücü Ahmet Paşayı beklemekteydi. Bu hususda olaylar gelişirken,
Fransa' da Lui Filip hükümeti şark âleminde te'si-rini güçlendirmek için yeni
bir politik tarz geliştirmişti. Bunun neticesi olarak da M.Ali Paşaya
gönderdiği bir murahhasla Nizip Zaferinin neticelerini devşirmesi için
yürüyüşünü devam ettirmesi tavsiyesinde bulunurken, Amiral Lalend komutasında
Fransa donanmasının bir gurup gemilerini Çanakkale Boğazı önüne ablukaya alıp,
tıkamak suretiyle Ka-valah'nın oplu İbrahim Paşanın emri ne muntazır
olduklarını belirtmekten çekinmiyorlardı. Yalnız Fransa şu değişiklikten
bihaberdi, oda M.Ali Paşanın yeni padişah ile anlaşma yolu arayacağını ve bunu
temin muvaffak olacağına emin olduğundan,
avrupayı ve Rusya'yı bu işe karıştırmamak kararına doğru yol alıyordu. Üstelik
Fransa'dan beklediği yardım, bu düşüncesi istikametini aşmamasıydı.
Ote yandan İngilizler,
donanmalarını Malta adası civarında volta attırıyorlardı. Bu gemilerden
Vanguard isimli firkateyn, kalabalık bir müfrezeyle donanma-yı hümayuna refa
kat etmekteydi. İngilizler, donanmamızın Mısır gemilerini tahrib ve
M.Ali Paşayı mağlup etmek için yol alıyor
zannediyorlardı. Bu esnada Amiral Lalend îyena adlı gemisiyle ortaya çıkmış
hemen Kaptanpaşa gemisine durması haberini gönderdi. Peşinden de gemiye davet
olunduğundan erkânı harbiyesiyle birlikte kaptanpaşa gemisine çıktı. Piyale
Osman Bey amirali odasına aldı ve yukarıda arzettiğimiz, Ahmed Fevzi Paşanın
do- nanmayı M.Ali Paşaya teslim etmek üzere yolda olduklarını pek kısık bir
sesle İngiliz amirale kamarasında fısıldayan Osman Bey, böylece esrarengiz bir
vazifeyi yerine getirmiş oluyordu. Anlaşılmayan husus, Ahmet Fevzi Paşaya-donanmayı
asi Mısır valisine verivermesinden elde ettiği, Hâin lâkabının kaçda kaçı,
Piyale Osman Bey'e de pay olarak ne düştüğü olmuştu. Bu gizli sırrın tevdiinden
sonra amiral, kaptanpaşa gemisinden ayrıldı. Vanguar ise önde olduğu halde yola
devam edilmekte ancak hedefin neresi olduğu bilinmemekteydi. Bu hususda Kâmil
Paşanın Târih-i Siya-si'sinde şunlar yer alıyor: "Ahmed Paşa yaptığı
haince harekatıyla artık ne yapacağını şaşırmış haldey ken düşüncesinde
İskenderiye limanına gidip, donanmayı Mısır uâlisine şartsız tes-lim edip,
MehmedAü Paşayı kendisine veiiiniğmet bilmek geçiyordu. Ancak M.Ali Paşanın
bundan haberdar olmamasından dolayı İskenderiye limanına yaklaştığı esnada
kale burçlarından donanmaya ateş edilmesi ve buna bağlı olarak hasara maruz
kalmak korkusu taşıyordu. Rodos ci-oarında Kuş Adasına varışında yanında
bulunan Osman Bey'in yardımıyla kendi kethüdası Hacı Şerif Ağa'yi bir korvet'e
bindirerek durumu anlatmak gayesiyle Mehmed Ali Paşanın nezdine gönderdi. Bu
arada da İstanbul'a cülusu tebrik için gönderilmiş bulunan donanma müsteşarı
Muhsin Efendinin ardından, donanmada bulunan bazı komutanlar bu firar ve
donanmayı teslim işine müdehaie ederler endişe-ule Ferik Mustafa Paşa gibi bir
kaç kişiylde kaptanderya misine
çağırıp, göz altına almışlardı. Bu arada da İstan-i ıl'dan dönen Osman Efendiyi
bir Fransız vapuru Kaptan-a nemisine getirmişti. Muhsin Efendi de hâmil olduğu
hatt-L hümayunu büyük bir hürmet ile açıp, Mehmed Ali Pasa İle anlaşma yapıldı
diyerek cebine soktu. Daha sonra haylice soğuk bir sohbet geçti.
Bu konuşma esnasında
Hizip savaşından bahsedildi ve Hâin Ahmed Paşa Osman Efendiyi diğer kimselerden
ayrı tutma yolunu seçmiş ve kendisine uydurduğu komutan ve subaylarla
istişareye lüzum görmeden yola devam etmiştir."
Mehmed Ali Paşa, Nizip
vakasını haber almış durumdan elçilikleri haberdar etmişti. Hâin Ahmet Fevzi
Paşanın yolladığı Hacı Şerif Ağanın, donanmanın Kavalalı'nın himayesi girmek
üzere geleceğinide haber aldığından bunu da ecnebilere duyurmuştu. Yazdığı
cevabı, kendi vapurlarından birisiyle yollayıp, gelen korveti de alıkoymuştu.
Hüsrev Paşa'nın gönderdiği Akif Efendi'yi ise, verasetin sadece Mısır için olmasından
dolayı geriye döndürmüştü. Hâin Ahmet Paşa do-nanmay-ı hümayunu sekiz kapak,
oniki firkateyn, iki briyk ve etrafında manevralar yapmakta olan yirmisekiz
parça Mısır gemisiyle geldi ve Hâin Ahmet Paşa karaya çıktı Kavalalı Mehmed
Ali Paşanın sarayına çıkıpda ihtiyar ve asi valinin huzuruna çıktığında adetâ
ayaklarına kapandı, tabasbuslara başvurdu. Kavalalı kendine bir donanma hediye
eden hâine dramlarda bulundu ve kalacağı ikametgâha yolladı.
Kavalalı Mehmed Ali
Paşa Nizip vakasını, Ahmet Paşanıner»dısine ilticasını Hüsrev Paşanın
yanlışlarında ve kötülünde Oluyordu. Hüsrev Paşayı mevkii ikti-dardan
düşür-için bir karalama kampanyası başlatmıştı. Durumu Vâ-esultan'a, Damad
Halil Paşaya kadar duyurdu. Mesele pek mühim bir manzara arzediyordu. Ordusuz ve donanmasiz
bir hâle gelmişti Osmanlı devleti. Düvel-i muazzama bu durumun farkına varmış
demek safdillik olur, çünkü asiler ve hâinler zümresinin yol göstericisi onlar
ve hempaları idi.
Defalarca toplantı
yapan heyet-i vükelâ Mehmed Ali Paşaya Suriye'yi de verasete dahil etmeye
karar almak durumuna gelmek üzereydi. Babıâli bu düşünceyi temerküz ettirirken,
Fransa ile ingiliz b.elçiliklerinin baştercümanları babı-âli'ye gelerek,
"Birlik olan beş devletin teklif ve aracdığından çıkacak karar
beklenmeksizin ni hai yâni son kararlarını vermemelerini tavsiye
ettiler." Bu tavsiye gerek Hüsrev Paşa da gerekse de babıâli ricalinin
yüreğine su serpti. Babıâliye ertesi gün Avusturya hariciye nazır Kont
Meternih'in imzasını taşıyan şu nota tercümanlar delaletiyle tebliğ edildi
Nota'nın meali şu idi: "Aşağıda imzası olan bizler! bağlı olduğumuz
hükümetlerden aldıkları talimata uygun olarak, beş büyük devletin Şark
Meselesinde anlaşmış ve reyleri aynı olmakla iyi niyetlerinin yerine geleceğine
inanarak yardımları olmaksızın adı geçen mesele üzerinde katiyyen her türlü
karar almaktan kaçınılmasını babı âli'ye haber vermekle şeref duyduğumuzu
belirtiriz."
Alınan bu notanın
neticesinde, kendi valisinin asiliği yüzüğünden beş ecnebi devletin koruması
altına girmiş bir hâlle karşılaşmış oluyorduki, işin burası Mehmed Ali'nin
mânevi mesuliyeti açısından o kadar ağırdı ki uhrevi hayatı bunun hükmünden
kurtulabilirini? Allah'ü âlem! Ama dünyevi olarak bir husus ortadaydıki buda
Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile doğrudan ve başbaşa bir antlaşma artık hayal
olmuştu. Mesele bir iç iş olmayı kaybetmiş, uluslararası alana sıçratılmış-tı.
Nitekim; İstanbul'da
Rusya'nın tesir sahasını kaybettiğini ..
İnailtere, Mısır üstüne dönüp, M.Ali diye Fransızlara "klenmek
istikanetini tutturdu. Lord Palmerston; Mısır hükümetini küçültmek istiyor ve
yazılıp tasdik-i şahaneden emiş veraset hattını da endişe ve memnuniyetsizlikle
kabul etmekteydi. Bu bakımdan ve bu düşünce yapısından kaynaklanarak bir
ültimatom gönderilmesini ve kabul etme-diâi takdirde aleyhine cebri vasıtaların
kullanılacağını anlatan bir teklifde bulundu.
Bu teklife Rusya,
Prusya ve Avusturya muhalefet etmediler. Fransa kabine reisi makamında olan
Solet, sadece muhalefet etmeyip, Mısır'dan başka diğer vilayetlerinde veraset
olarak Mehmed Ali'ye verilmesi lâzım geldiğini beyan etdi. Böylece de Londra
ile Paris arasında siyasi gerginlikler tırmanmaya başladı.
Rusya; bu uzaklaşma
siyasetinin kendine yaradığını memnuniyetle gözlüyordu. Buna bağlı olarakda,
Burnof adlı bir diplomatını Londra'ya gönderdi. Bu adam, Çar'ın İngiliz hükümetine,
Mehmed Ali Paşaya sonradan kabul ettirilecek şartlar hakkında aynı görüşte
olduğunu ve müddetinin sona ermesine iki sene kalmış olan Hünkâr İskelesi
antlaşmasını temdid etmeyip yalnız babıâli müracaat ettiği takdirde Karadeniz
ve Boğazlarda yardım etmekte tek olarak kabul edilmesini diğer devletlerinde
icâb ettiğinde donanmalarıyla korumalarını Çar, Sultan lehine silahlı
müdehaleye girişecek olursa bunun bütün avrupa adına ve ona vekâleten yerine
getirmiş şeklinde itibar edilmesini teklif ettiysede kabul ettiremedi.
İngilterede vazifede olan Melburn kabinesi, Mısır ve Akkâ Paşalığının verese
olarak verilmesini isteme niyetinde ulunuyorardı. Prusya ve Avusturyada,
Fransa'ya aynı teklif-de bulunmuşlardı.
Demek ki bu teklifi iki
ayrı kanada yaptıran güt; işin esasımı yoksa tek merkezli bir güçmüydü? Bütün
dünya uluslararası meselelerde bunun cevabını vermedikçe bilinmeyen ve ele
geçmeyen bir mekanizmanın oyuncağı olduğunu kabullenmek zorundadır! Ancak bu
iki devletin müşterek teklifine ne Lui Filip ne de hükümet üyeleri sıcak
bakmadılar. Fransızlar; İngilizlerin, İspanya'ya müdehale etmesinden vede
Cezayir'deyse Emir Abdülkadir'e yardım etmelerinden haylice kızgındılar.
Özellikle İngiliz/Rus işbirliğini ummuyorlardı. Bir tarafdanda, Avusturya ve
Prusya'nın dostluklarına güveniyorlar, bu taraftanda ingilizlere karşı
dayanıyorlardı.
Meşhur Baron Tiyers,
İngilizlerle uyuşmak taraftan olmakla beraber, Mehmed Ali'nin gayretini de
tasvip ediyordu. Fransızlar, ya hep ya hiç diyorlardı. Buna bağlı olarak
Londra'daki sefirleri General Sebastiyani'yi yumuşak davranışları yüzünden
geri çekip, yerine meşhur Gizu'yu b.elçi olarak gönderdiler. Maksat; Mehmed Ali
Paşanın isteğini şiddet yoluyla yerine getirmek idi. Fakat mareşal Solet iktidar
mevkiinde kalamadı. 1840 Martının 1.gününde Tiyers başvekil oldu. Bu seneler
zarfında Fransa'nın gerek Cezayiri zapt etmek, gerek Mehmed Ali Paşaya
yaptıkları yardımların ve arka çıkmalarının Osmanlı devleti aleyhine bir
politikayı hızlandırdıklarını ispat eder görüntülerdir. Tabiiki siyaset alanında
dostluklardan çok ülkelerin menfaatleri daha fazla önemtaşır ki bu ancak
mütekabiliyete uygun düşer. Bunun dışına çıkıldımı biri diğerini yutuyor
demektir.
Tiyers 1815'de
Viyana'da Fransa'nın hissiyat aleyhine vurulan darbelerin acısını çıkarmak
İçin Cezayir ile yaptığı savaşa haylice şiddet ve İnsanlık dışı fenomenler
yükledi. Bu tarzı sergilediğinde İspanya üzerinde de tesirli olmaya yelken
açtı. Tiyers bu arada ortalığı şaşırtmak için Saint Helen Adaından Napolyon'un
gemilerini getirtti. Bu te şebbüs, Tyersin parlak politik hatalarından birini
teşkil etdi. Fransızların hoppalığını arttırdı. 1815 darbeleri unutulurken
Avrupa ülkeleri Fransa'yı göz hapsine alamadan da edemedi. Napol-von'un
gemilerini almak hususunda Fransa'nın yaptığı müracaata Lord Palmerston'un
nezaketle boyun eğmesi siyasetine vurduğu yeni bir darbe oldu. Bu vaziyetde
iki siyaset ustası birbirine oyun oynamak için gülümser tarzda, yalanı içinde,
birfai rinin gözünün içine bakmaktaydılar. Tiyers; dört devletten ayrılacağını
açıkladığında, Palmerston Rusya ile esasa dair noktalarda hemen hemen aynı
düşündüğünü ortaya koydu.Berlin, Viyana ile Paris kabinelerini Londra'da Mısır
meslesini konuşmak üzere müzakereye davet etdiğini açıkladı. Fransa, Gizu'yu
tâyin etmişti. Tiyers Londra müzakerelerinin Mehmed Ali Paşa için hayırlı
olmayacağını kestirmişti.
Böylece avrupayı bir
emr-i vaki karşısında bırakmak için müzakereleri sürüncemede bıraktırmaya
çalıştı. Gizu' nun bulabildiği geciken vasıtalar ve bir de Osmanlı murahhaslarının
müzakerede olmasıydı. Osmanlı murahhası Nuri Efendi; 1256/1840 senesi nisan
ayında Londra'ya vardı. Derhal müzakerelerin tamamlanması için çalışan
Avusturya ve Prusya murahhasları bir tarafdan İngiltere ile Rusya arasında
tavassutta bulunabileceklerini aralarındaki meseleleri düzeltmeye yardımcı
olmayı teklif etdiler. Mehmed Ali Paşaya, Mısır'ın veraseten, Suriye'nin ise
kaydı hayat şartıyla verilmesini Fransa'ya bildirdiler.
iyers; Mösyö Gizu'ya
açılmamasını emretti. Esas maksa-1 kendi adamları vasıtasıyla Mehmed Ali ve
babıâli arasında y
z ı olarak yürütülmekte olan müzakerelerin sonucunu alfstiyordu. Aynı zamanda
Londra sefaretinde bulunan hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa ile Paris sefiri Fethi Paşa, Abdülmecid
hân'ın tahta çıkması hasebiyle tebrik için İstanbul'a gelmişlerdi. Reşid Paşa
Osmanlı devletinin en müşkü! döneminde hâriciye bakanlarına düşen işlere daldı.
Fethi Paşada, Ahkâmı adliye âzalığına tâyin olundu. Reşid Paşa ise bu esnada
Osmanlı devleti hâriciyesini düzeltmeğe çalıştığı gibi diğer taraftanda,
Tanzimat-ı Hayriyye'nin ilanına dâir hazırlıkları bitirmiş, h.l255-m.l839
senesi şaban ayının 26. günü benim hesaplamama göre milâdi kasım ayının 5. gününe
rastlamaktadırki, muteber târihlerde tanzimat fermanının okunması 2/kasim
olarak geçer dolayısıyla şaban ayının 26. günü tavsifinde bir yanlışlık
olabilir! Adı geçen günde Gülhane Meydanına bakan kasır'da hatt-ı hümayun
okundu. Merasimde başda Sultan Abdülmecid bulunduğu hatde vekiller, ulemâ,
devlet adamları, ecnebi elçiler bir çadırda ağırlanırken, binlerce sayıya
varan ahali de toplanmıştı.Reşid Paşa çok yükseğe kurulu bir kürsüye çıkıp,
tanzimat fermanını anlatan yazıyı yüksek sesle hâziruna okudu. Tanzimat Fermanı,
yed-i vâhid yâ ni tekel olarak angaryayı kaldırmış olduğundan Mehmed Ali
Paşanın idare usûlüne karşı yeni bir darbe olmuştur.
Hakikaten Gizu cevap
vermiyordu. Aradan iki ay geçmesine rağmen müzakereler bir adım dahi
ilerlemedi. Palmers-ton son teklifini bildirdi. "Mısır valiliğinin ve Akka
Paşalığının yaşadığı müddetçe Mehmed Ali Paşaya verilmesi" Bununda
cevabının ya evet yada hayır olmasını istedi. Bunlar olur-kende Hüsrev Paşa
azlolundu. Hüsrev Paşa makam-ı şada-retden düşünce ve yerine gelen Rauf Paşanın
makam-ı sadarete tâyini hakkında çı kan hatt-ı hümayunda "Selefin Hüsrev
Paşanın ihtiyarlığı münasebetiyle devlet işleri- ne lâyıkıyla bakamadığı açık
olup" kaydı vardır. Târih-i Lütfî dİyorki:
"Hüsrev Paşanın
İhtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine lâ-nkıula bakamadığı açık olup, kaydı
cevap verir. Târih-i Lütfi 'or ki; "Hüsrev Paşanın sadaretden infisaline
sebeb tanzi-atı tıauriye aleyhinde bulıınmasıymış. Tanzimat, eski usül-n
istiapdadiyeyi imha etmek için bir kanundu. Hüsrev Paşa oibi eski tarz düşünceyi savunanlar bu teklifin aleyhinde
[diler. Azledildikten sonra yalısında oturması söylenerek ihti-lattan
menedllmişti Bir müddet geçince besbellikİ muhalifi bulunanlar kendisinden emin
olamadıklarından ve Kirca.lt takımından yalısında asker ve top bulunduğu
dedikodusu dikkati çekmiş bulunduğundan bir gece sahilhanesi nizamiye askeri
ile kuşatmaya alındı. Yalısının önüne getirilen bir vapura bindirilerek sürgün
muamelesi uygulanıp Tekirdi-:-ğı'na gönderildi. Rüşvet maddesinden dolayı
ahkâm-ı adliye meclisinden verilen kararda bundan böyle devlet hizmetinde
bulundurulmamak tekaüde ebediyen sevk olunarak vezirliği kaldırılarak iki sene
müddet için karakol altında tutulmak (emniyet-i umumiye nezareti gibi) ihtiyacı
olmadığından almakta olduğu ayda altmışbin kuruşunun kesilmesi, alınan
akçaların yâni rüşvetlerin yerli yerine geri ödenmesi rüşvet verenlerinde
cezalandırılmaları kararlaştırıldı."
Tyers vaziyete
kimsenin vâkıf olmadığını düşünüyordu. Fakat İstanbul'da bulunan İngiliz elçisi
Pönsenbi ve Paris se-iiri Aponi, müzakerelerin esrarını anlamakta güçlük çekmediler.
Bu cihetle Palmerstorj hazır sayılırdı. Suriye'de altun saçarak Mehmed Ali
Paşanın aleyhinde olmak üzere ihtilâl yıkardı.
Londra dahi Fransa
aleyhine çalışarak Rusya, Avusturya Ve Prusya'yı bütün bütün kendi anlayışına ortak kıldı.
Meclis- elada irdirdiği karar üzerine
Fransa'yı açıkta bırakarak a eme alınan antlaşmalar 15/temmuzda murahhaslar tarafından imza
edildi. Bu antlaşmaların tanziminde Beyükçj Sekip Efendi murahhas idi.
Yukarıda söylediğiniz antlaşma beş maddeden teşekkül etmişti. Fakat bu
anlaşmaya bir de senedi münferid de ilâve olunmuştu. Bu senedi münferide ade
tâ bir ültimatom kılığı taşımaktaydı.
İlk maddesi: Mısır
valiliğinin Mehmed Ali Paşaya ve onun sulbünden gelen evlatlarına vâris olmak
üzere Akkâ valiliği ve komutanlığı ve Beriyetüş Şam bölgesinin güney tarafının
yaşadığı müddetçe verilmesini hudud tahdidi ile gösterdikten başka Mehmed Alı
Paşaya Osmanlı devletinin bir memuru vasıtasıyla bildirildiği günden itibaren
on gün mühlet verildiği, Cidde eyaleti dahilinde bulunan mukaddes şehirlerden,
Girid Adasından, Mısır ve Akkâ Paşalığına olan hududa dahil olmayan bütün
Osmanlı beldelerinden çekilmelerini bildiren, gerek kara, gerekse deniz güçleri
subaylarına verilen talimatı, gönderilen Osmanlı memuruna teslim eylerrîesi
şart lannı âmirdi.
İkinci madde ise,
Mehmed Ali Paşa on gün içinde Tanzi-matn getirdiklerini kabul etmediği
takdirde, Akkâ Paşalığı idaresinin ölümüne kadar kendisine verilmesinden
vazgeçileceği.
3. Madde ise Osmanlı devletine
ödenmesi gereken vergilerin yazılacağı şekilde kararlaştıracağı.
4.madde: her iki şekli
kabulde de Mehmed Ali Paşanın on günden yirmi güne kadar müddetin
tamamlanmasından evvel donanmayı hümayunu müttefik devletler donanması kumandanları
huzurunda Osmanlı devleti memuruna teslim etmesi.
5. maddesi Osmanlı
devletinin antlaşma hükümlerinin bütününün Mısır ve Akkâ eyaletlerinde geçerli
olup, her iki eyalette padişah namına vergi ve teklif etmek antlaşma tarihiyle
ndi ve haleflerinin adı geçen eyalete
masarif-i askeri, diğer susları ^are eylemeleri gibi hususları içine almıştır.
Târih-i Siyasiye'ye göre: "her ne kadar Rauf Paşa makam-sadaretde
bulunuyorsa da içişleri, hariciye nâzın Mustafa Resîd Paşa, hariciye işleri ise
İngiliz sefir Lord Pönsenbinin himmetleriyle idare olunmaktaydı. Hüsreu Paşanın
azli ve Fransa baş vekili Mösyö Tyers'in gizli talimatı üzerine Mehmed Ali
Paşa Fatma Sultan'in doğumunun tebriki bahanesinle özel kâtibi Sami Bey'i
İstanbul'a yollayarak, Fransa sefiri Pontova'nın sevk etmesi ile doğrudan
doğruya sulha yanaşmak istemişse de, Reşid Paşa tarafından Osmanlı devletinin
beş ortak devlete bu hususda taahhüdü olduğu bildirilerek Sami Bey'e yol
gösterildi. Dört devletin kararını Mehmed Ali Pa saya tebliğ için gönderilen hariciye
müsteşarı Sadk Rıfat Bey'in tebliğ esnasında paşadan aldığı cevap şöyleydi:
Vallah, billah ve tallahi sahip olduğum araziden bir karış yer terk etmem. Eğer
bana ilân-ı harp ederlerse Osmanlı topraklarını alt üst ederek harabesi
üzerine kendimi defnederim."
Bu sözlerden sonra
dört devletin konsolosları tarafından önce sözlü olarak daha sonrada yazılı
olarak yapılan tebligatın tehdid eden yazıyı cevaplamada Fransa'nın yardım vaadine
aldanarak gecikme yaptı. Konsoloslar ilk müddetin sona erdiğinde Rıfat Bey ile
beraber gittiklerinde "Mülkü Allah (cc) verir, Allah (c.c) alır, ben
Cenab-ı Hakk'a mütevekkilim ' dedi. İkinci müddetin hitamını bildirmeye
gittiklerinde de, sinirli ve kızgınlıkla ilk düşmanlıkta İstanbul üzerine yürüyeceğini
konsoloslara emniyeti olmaması hasebiyle Rıfat eY ile beraber çekilip
gitmelerini beyan ettiysede konsolos-ar aaha on gün mühletleri olduğunu cevaben
bildirdiler.
onunda Rıfat Bey
İstanbul'a gelerek vaziyetleri anlatıp, med Alı Paşanın iki gün sonra kendisini
davet verdiği
özel sulh antlaşması
suretinide babıâli'ye arzetti. Önceleri İstanbul'da şeyhülislâmlık kapısında
yapılan genel meclis toplantısında Mehmed Ali Paşa isteklerinden olanların
reddine karar verilmiş hatta Akkâ Eyaletinin verilmesinden bile vazgeçilmiş,
Sayda ve Beyrut sancakları ilhakıyla, Akkâ Eyaleti Akdeniz Boğazı muhafızı eski
sadnazam İzzet Mehmed, Kudüs, Nablus ve Gazze sancaklarının ilhakı ile Şam
Eyaleti Konya müşiri Hacı Ali, Halep Eyaleti Sivas müşiri Es'ad, Tarsus
sancağıyla Eyaleti Ferik İzzet, rütbe verilerek Girid Eyaleti ve etrafındaki
yerlerde beraber Girid muhafızı Mirmiran Mustafa'ya, Cidde eyaleti Bağdad'a
katılarak, Bağdad Valisi Ali Rıza Paşalara verilmişti.
Mehmed Ali Paşanın
ikinci mühleti geciktirmiş olmamasına uygun olarak 3. defa azliyle Mısır
Eyaleti, Akkâ Valiliği yeniden İzzet Mehmed Paşaya verildi. Dört devletin
konso-loslanda vâki olan kararı tebliğ eder etmez İskenderiye'yi terk ettiler.
BeriyetüşŞam'da bulunan İngiliz konsolosu ile memurları "Mısır'da asker alınıyormuş"
diyerek Cebeli Lübnan Mârunileriyle Dürzileri ayağa kaldırmışlardı.
Mösyö Tiyer's, Lord
Palmerston'un mağlubu idi. Müttefik devletler donanmaları harekât-ı harbiye ve
tazyiki'yeye başladılar, izzet Mehmed Paşa komutasında yeterli sayıda asker
bulunduğu halde Kıbrıs sularına girilerek BeriyetüşŞam sahillerinde bulunan
İngiliz ve Avusturya harp gemilerinin müştereken Beyrut'a yakın bulunan Cünye
mevkiine asker çıkardılar. İngiliz ve Avusturya gemilerinden birer bölük
asker, 1500 İngiliz piyadesi, 7/8bin civarında da Osmanlı askeri çıkarıldı.
Beyrut topa tutuldu.
Bu esnada Mösyö Tyers
kabinesi de harbçi niyetinin kurbanı olarak düştü. Londra sefiri Mösyö Gizu
bakanlar.kuruluna başkan oldu. niaer tarafdan ise, Suriye ihtilâli şiddetini arttırmış, İbra-paşayı
müşkül duruma sokmuştu. Cebeli Lübnan hâki- Mir Beşir'de bütün arzusunun
hayatının tamamını lezzet-1 rle dolu ve
dokunulmazlık bakımından teminat altına ala-aörnı umduğu Osmanlı devletine ve
onun hükümetine İltica etmeyi seçti. Ancak bir zamanlar ordugâha gelmemesi,
İbrahim Paşanın yolunu kapamış olduğu bahanesine dayanarak iki oğlunu
yollaması, İngiliz amiral Estopford tarafından yapmış olduğu sığınma red
edildi. Cebel'deki mal ve mülkü satılıp Mir Beşir'e verilmesinden sonra
kendisine Malta'da ikamet izni verilmiş olup, onun boşalttığı ha-kimlik makamına
oğlu Mir Beşir Kasım tâyin edildi.
Mir Kasım daha önce
müttefikler ordusuna gelmiş ve Marebe denilen bölgede Cebel isyanına kumanda
etmişti. Suriye'de meydana gelmekte olan vakalar ve bunlara bağlı savaşlar
Mısır askerinin gurublar hâlinde mağlubiyete uğrayıp, bozulmalarına sebeb
olurken, adı geçen savaşlarda başarılan ile dikkat çeken İngiliz gemilerinden
birinin komutanı Sır Carls Napier, İbrahim Paşanın Şam yolun dan Baalbek'e ricat
hattı temin maksadıyla Beyrut'un iki saat ötesinde bulunan Halas adlı
bölgedeki kuvvetlerini, Mir Kasım'ın maiyeti ve Osmanlı askerinin meydana
getirdiği kuvvetle dört saat içinde perişan edip sekizyüz esir aldı. İbrahim
Paşanın firarı çok büyük zorluklar içinde kabil olabildi.
Bu çarpışmadan sonra
Beyrut'da bulunan Fransız Süleyman Paşa evvelce İbrahim Paşa nın taleb ettiği
yardım askeri götürmek isterken, mağlubiyetini işitmiş olduğundan, kendisini
aramak için şehirde bulunan askerin yarısını alarak yola çıkmıştı. İngiliz
amirali Beyrut ahalisinin ateş yakarak yapmış olduğu davetleri ve Süleyman
Paşanın bırakmış ol-ugu Miralay Sadık Bey'in korkakça hareketleri üzerine şehri
zaptetti. Bunun ar- kasından vaziyetten
haberdar olan Süleyman Paşa hücum ettiyse de mağlubiyetden kurtulamadı. Bunun
neticesi olarak Sayda, Sur şehirleri de ufak tefek savunmalara rağmen teslim
oldular. Mısırlı kuvvetler elinde yalnız Trablusşam ve Akkâ kalmıştı.
Akkâ'ya yapılan
dehşetli bir bombardıman sonrasında şehrin içinde bulunan cephaneliğinde
patlaması İnzimam edince müdafaa diye bir şey kalmadığından teslimiyet mecburiyet
hâlini aldı. Üçyüz adet top, bol miktarda erzak ve de üçbin kişi esir alındı.
Bu ana kadar Mehmed Ali Paşa istikametinde hareket eden Fransa kabinesinin sükûtu
yâni düşmesi, bu ana kadarda Mösyö Tiyers tarafından öncü harekât olmak üzere
gönderilmiş olan Valeski'nin haberiyle beraber Amiral Napier'in İskenderiye
önlerine gelerek bu şehri topa tutmasını bizzat beyan etmesi, hâttâ Napier'in
büyük cesaretle gemiye binerek limana gidip, Mehmed Ali Paşa ile görüştükten
sonra dönüşü esnasında Mısır askerinin savunma toplarından beş altı tanesini
çivilemeleri, bir aydanberi cephede olan oğlu İbrahim Paşadan bir haber
gelmemesi üzerine Suriye cephesinin günden güne vahim bir hâl almasına
kaydığını, bilhassa Fransa'dan aldığı son cevapda gelinen yeri Târih-i Siya si
adlı eserin anlatımı ile nakledelim: "Fransa'nın kendisini leimâne
(alçakça) terk ettiğinin tahakkuk etmesi üzerine Amiral Stopford'un ikinci
yazısını alınca hakiki bir müslüman saflığı içinde başını eğip teslimiyet
gösterdi. Bu kabulleniş üzerine tebliğin yapılması üzerine tebliğin yapılması
İçin Meclis-i Ahkâmı Adliye azasından, Bahriye eski müsteşarlarından Mazlum Bey
ile Osmanlı devleti hizmetinde bulunan İngiliz kaptan Valker, Yaver Paşa
unvanıyla amiral tâyin olunup, teslim-i donanma-ya memuren Mısır'a gönderildiler,
Mehmed Ali Paşa donanmayı teslim etdi. Bu oa-
7İuet karşısında
müttefik devletler tarafındanda kabul ve tasdik edilen imtiyaz fermanı
verildi. İmtiyaz fermanı Deavi Nâzın Said Muhib Efendi eliyle Mehmed Ali
Paşa'ya gönderildi. H l257/m.l841. Beriyetüş Samda bulunan İbrahim Paşa, Halas
bozgunu üzerine toparlanıp, kavgasına devama çalış-ttusada, Akkâ ile kesilmiş
bulunan gerek haberleşme imkânı nerekse ricat yolu buna fırsat vermiyordu.
Zahle mevkü ise Emir Kasım tarafından ele geçirilmişken, Havran ahaliside
aleyhte hareket içindeydi. İbrahim Paşa Havran isyancılarını Havran ovasında
yendiği savaşda pek kan dökücü davranmış esir aldıklarını dahi İdam ettirdiydi
Daha sonra Şam'da toplanabilen Mısır Ordusunun sayısı 25 bin nizamiye, 35 bin
başıbozuk, 3 bin süvari ve 200 adet topla kendini gösteriyordu. İbrahim Paşa
bu mevcudla iş göreceğini biliyorsa- da ahalinin isyanı, teşkilâtı askeriyenin
noksanlığı bilhassa kaçış yâni ricat yolunun Akkâ istikametinde kesilmiş
oiması zahire azlığı şaşkınlığı içindeyken, babasından da dön emri geldiğinde
yola çıktı. Bu dönüşü Süveyş yolu üstünden ve karışık bir halin yapısı içinde
gerçekleştiğinden ve haritasız dönüşünden dolayı mevcud kuvvetini dörtte bir
nisbeünde kaybetti. Mısır meselesinin sona ermesi münasebetiyle hariciye nazın
Reşid Paşaya bir madalya verildi. Donanma İstanbul'a dönerken kapdan-ı
deryalık görevîde Çengeloğlu Tâhir Paşaya tevcih olundu."
Târih-i Lütfi'ye göre:
"Devlet-i âliyede diplomasi usûlünü koyup kurmaya çalışan Reşid Paşa,
avrupa devletleri arasında bir ittifak hasıl edip de Mısır meselesini hâl ve
düzeltmeye rnesai sarf etmekteydi. Eakat bunu Tanzimat-ı Hayriye fermaına
bağlayarak becermek ve iki işi bir arada hal yolunu ter-etmişti. Kabine deyer
alan nâ zırların çoğu, Reşid Paşa-koymak istediği tarzdan hoşnud olmayıp, ancak
Mısır meselesinden sonra
muvafakat etmişlerdi. Mustafa Reşid Paşa tanzimat fermanını kaleme alıp
Gülhane Meydanında okudu. Arkasından aurupa devletleriyle yaptığı ticaret
antl-şamasında Mısır Valiliğinin diğer eyaletlerden fazla bir imtiyaz
taşımadı- ğını yazdırmıştı. O sıralarda osrnanlı ülkesinde yed-i vâhid usûlü
geçerli olduğundan, bundan hazineyede büyük gelir akacaktı. Adı geçen ticaret
antlaşmasının ortaya koyduğu serbest ticaret hasebiyle maliye kasası bu gelirden
mahrum olduysada Mısır'ın üzüntüsü daha da fazlalaşmıştı. Reşid Paşa bu
sıralarda yine azledildi, Vezi riazam Müsteşarı Rıfat Bey, vezir yapılarak
hâriciye nazırlığına tayin edildi. Bir kaç gün sonrada babıâli'ye gelen hatt-ı
hümayunda Tanzimat rejiminin uygulanmasını temin için seçilmiş memurlar
meselesine dâir husule gelen karışıklığın mühimliğini surdan çıkarmak mümkündür.
Bir vali veya memur, herhangi bir görev yerine vardığında artık hergün
İstanbul'dan ge-ken her zarfa dikkat ederek üzerinde sabık lafzı yer alıp almadığına
bakmadan zarfın mazrufuna yâni içine bakamaz olmuştu. Durumu böyle olan bir
vazifelinin bulunduğu yerde yarınından emin olmaz olarak, heran göçecek gibi
meselelere el atar, idareyi oranın sözü geçen kimseler ve hanedanının
te'şirine açık hale getirirdi. Mustafa Reşid Paşanın mevkii iktidardan düşmesi
yine Mısır meselesi yüzünden oldu. Çünkü;verilmiş bulunan imtiyaz Mısır'ı diğer
valilikler sanki aşağı mertebeye indirmişti. Bu imtiyaz içinde yer alan M.Ali
Paşanın evlatlarının hangisinin vali olacağı padişahın seçimine kalmış,
gelirlerin icâb eden kısmının verilmesi şeklindeki maddeler Mısır valisi
Mehmed Ali Paşanın itirazlarına mâruzâtı. Hafifletilmiş olduğunu gösteren
şartların hâli, duruma uygun görülmediği, halbuki Londra Konferansında,
düzenlenen protokolün imzası, Mehmed Ati Paşa tarafından
fermanının kabuluna bağlı olması yönünden
mesele- tekrar keşmekeşliğe düşmesi
ihtimâli çoğalmıştı. Rıfat hariciye nazırı oluşunun akabinde yaptığı bir dizayn
., Mısır verasetini, büyük evladdan
diğer büyüğe geçmesi '-zina bağladı. Askeri rütbelerin vali tarafından
miralaylık ani albay'hk rütbesini verebileceğine rapt etdi. Senelik verisinin
40 milyon kuruş olması takdir olunmuştu. Hükümranlık haklarına aid olan
şartlarda biraz daha ağıdaştırıldı. Her yeni vali tâyininde ferman çıkarılması,
teşrifat merasimleri için vâli'nin İstanbul'a gelmesi, Mısır ordusunun 18 bin
kişiden ibaret olması ancak savaş döneminde padişah 'midesiyle
çoğaltılabileceği, giyilecek askeri elbise ve darb olunacak paranın Osmanlı
devteüninkine benzer ve uygun olması, denizcilik alanında savaş gemisi
yaptırması hususunda selahiyeti olmadığı, Mekke ve Medine'nin zahiresinin eskisi
gibi yine Mısır'dan gönderilmesine devam olunması şartları tesbit olunmuştur
"
Mustafa Reşid Paşa,
avrupalılarla bir araya gelmekten çok hoşlanıp, karantina usûlünü
desteklemekteydi. Bu gibi yeniliklere eğilimi bazı mutaassıb kimselerde bu
davranışlarından hoşnud olmadıklarından ona <mübalatsiz> (kelime olarak
mânası, dikkatsiz mânasına geliyorsada, burada kullanılmasında maksad, din'e
dikkatsizdi demek anlayışını belirtmek 'Cindir. Halbuki; merhum Ahmed Cevdet
Paşa, Reşid Paşanınranıazan günü akşama kadar beraber olduktan sonra iftar
yapar yapmaz, akşam namazını edâ ettikden
sonra evradını
Çıkarıp okuduğunu
görünce üstelik ehl-i târik olduğunu kızı ma Aliye Hanıma anlatmıştır. Biz; Fatma Aliye Hanım'ın
eme aldığı "Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı" adlı
eserini hazırlayıp, Pınar
yayınlarından neşre sunduğumuzda adı geçen eserde yukarıda anlattığımız
meseleyi bulmuştuk ve bu sağlam bilgiylede, sayfamızı süslemiş olduk.) olarak
bakarlardı. Padişah Sultan Mahmud'un damadı Fethi Paşa, Reşid Paşa ile hem
fikir olduğundan o da ahali arasında ayıpfanan-lardandı. Öte yandan, ülkenin
her tarafında başına buyruk gezmeye alışan memurlarda sistemin yâni tanzimat'ın
bağlarıyla eski hallerini yaşayamadıklarından dolayı memnun değillerdi
durumdan. Bir de, Mısır'daki veraset meselesine, Reşid Paşanın kaleme aldığı
fermanda senede 80 bin kese Mısır tarafından devlet hazinesine vermesini amir
maddesi, ayrıca Osmanlı devletinin bir defterdarıda mezkur yerde bulunması ve
gelirleri Osmanlı devleti nâmına alırken,asker ve memurların maaşını padişah
adına vermek şartlarını koymuştuki bunu Osmanlı hâkimiyetinin devamını temine
gayret olarak nitelem k gerekir. Bilhassa bu defterdar meselesinden Kavalalı
Mehmed Ali Paşa çok şikâyetçiydi. Bunun değişmesi için Reşid Paşaya fevkalâde
büyük bir meblâğı ikramiye-rüşvet karışımı olarak arz etmişsede Buna asla Reşid
Paşa eğilim göstermeyerek, tekid yazısıyla ayrıca bunda ısrarlı olduğunu
bildirdi. Ne varki; Kavalalı Mustafa Reşid Paşayı azlettirmenin bir yolunu
buldu. Reşid Paşayı hâriciye nazırlığından infi-sal ettirip, Edirne'ye vali
tâyin ettirdiği bilinir.
Yunanlılar;
1257/1841'de Girid'de ihtilâl teşebbüsüne geçtiler. Hemen donanmayı hümayun
Çengeloğlu Tâhir Paşanın atik davranmasıyla Ada'yı abluka altına alıp, dışarıya
çıkışı ve girişi kontrol altına aldı. Ada'larda böyle tedbirler alındığında
ordaki başkaldırmaların Önlenmesi nisbeten kolaylık arzeder. Bu sırada Girid'de
vali olarak vazife yapan Girid-itafa Nail Paşa da donanmanın tedbirlerine ada
içinde al-- tedbirlerin eklenmesiyle
teşebüs rahatça bastırıldı. Etterya cemiyeti adlı, yunan megalo ideasınm
mecnunu kilat burada bu teşebbüsleri yaparken, Memleketeyn yâni p manya'da da
bu tür melanetlerine devamdaydı. Sırplar ve Rulaarlar da bunların te'sir sahası
dışında kalamıyorlar oralarda da isyan öncesi ihzari çalışmaları dikkatli bir
idarecinin sez memesi kabil değildi. Fakat bunlar olurken Diyaribe-kir'de bir
karışıklık çıkması ve bunun bastırılması sağlandıy-sada, çıkması pek manidar
idi!
Osmanlı payitahtında
iki büyük isim ve bunlara bağlı guruplar, adetâ bir günümüz parti lerini
andırır haldeydiler. Birisi eski sistemin devamında musir olan Rıza Paşa ve
arkadaşları, diğeri ise tanzimat fermanını kaleme alıp okumuş bulunan Mustafa
Reşid Paşa ile arkadaşları idi. Edirne valiliği görevine gitmekten temaruz
eden Reşid Paşa, ne yapıp yapıp Paris b.elçiliğine kapağı atmayı becerdi. Paris
b.elçimiz Nuri Bey geri çağrılmıştı.
Bu olayda padişahın
Mustafa Reşid Paşayı tam olarak bı-rakmadığınında bir ispatı sayılsa gerektir.
Mevcud sadrıazam Rauf Paşa, yukarıdaki iki mühim tesir odağından birini teşkil
eden Rıza Paşanın tesirinde kalmaktaydı. Dolaysıylada Rauf Paşada eski tarzın
mensubu olduğundan Reşid Paşaya pek taraftar değil hâttâ kızdığıda bir vakaydı.
Bu sıralarda sadarete izzet Mehmed Paşa getirildiki daha önceki sadaretinin
aynı başarısının binde birini gösteremedi İzzet Mehmed Paşa. •Side Hâriciye
nâzın Rıfat Paşayı azil ve Sarım Paşayı bu göreve getirmesi oldu. umulur ki bu
halef-selef kılmanın al-In a, Rı fat Bey'in, Paris b.elçiliğine, Mustafa Reşid
Paşayı taymde, müsbet hissesi olduğundan mıdır? Allahuâlem! Hemen ilâve
edelimki eski usûlü beğenenler bu icraatdan pek memnundular.
Her ne kadar; Hassa
müşiri Rıza Paşa, askerlerin nizami usulde tâlim yapmalarına gayret
gösteriyorsa da, lâzım gelen disiplin henüz oturtulmamış idi. Hâttâ; Yemen
üzerine sevk edilen Kütahya ve Afyonkarahisar Redif askerlerinin bir bölümü
ellerinde silahlan olduğu halde memleketlerine kaçma yoluna sapmışlardı. Bunlar
yakalanıp mahkemeye verildiler. Haklarında çeşitli cezalar tatbik olundu. Bu
arada da-Cebel-i Dürz'de karışıklıklar husule geldi. Bunlarda eli görülen Mir
Kasım azledildi. Yerinede Macarlı Ömer Paşanın gelmesiyle birlikte
karışıklıklar yerini apaçık bir isyana dönüştürdüyse-de, Paşa kendini gösterdi
ve ortalık süt liman oldu.
Tanzimat nizamının
tatbiki yönünde uyulan iyi niyete dayalı davranışlar sadece mutaas şıpların
çatmasına değil, gayrimüslimlerin de düşmanlığını üstüne çekmekteydi. Hatt-ı
hümayunda yer alan eşitlik ilkesi, bir yönüyle şımarıklık getirirken, reaya
hukukundaki gayri müslimlere aid müthiş avantajlar bu yeni nizamla ellerinden
alınmış oluyordu. Ancak bizim söylediğimiz bu eski hukukda daha geniş olan
gayrimüslim haklarının İleride olması resmi ideoloji tarihçileri ve avrupah
tarihçiler tarafından es geçilir ve İmtiyaz isteme hususunda ecnebilerin
azınlıkları teşvik ettikleri olurdu. Bunların başında da Rus Çarı Nikola,
Osmanlı ülkesinde yaşayan Ortodokslara hami, yâni koruyucu olma rolüne soyunmaktaydı.
Böyle bir soyunma avrupa ortasından başka bir sesi yükseltti. Bu da katoliklere
hâmilik yapmak istediğini ortaya koymaya başlayan Fransa idi. Bunları gören;
protes-tanlarda, İngilizlerin kapısını çalmaktan kendilerini alamamışlardı.
Artık, dini meseleler dünyanın bütün siyasi mahfillerinde mühim siyasi kozlar
olarak algılanmaya başlamıştı.
Fransa ihtilâlinden
yarım yüzyıl geçmesine rağmen Fransa ıaVîkliğin gereği olarak katoliklerin
hâmiliğine soyunuyordu? İste- buna akıl erdirmek zor olmalı! Bunların altını
kazıdığı-' nızda Papalık ve siyonizm ile masonluğun dünyayı karıştırması plânı
için de büyük rolleri olduğunu anlamamak kabil değildir. Papazlar ve
manastırlar ile tiyatro trupları bu işleri harekete geçiren beşinci kol
faaliyetleri olarak istimal edilmiştir.
Meselâ: Ruslar;
1255/1839'da Sırbistan Kenzi, Miloş'dan memnun olmadıkları için onu tahtından
kaçırmaya muvaffak oldular. Mihal adlı birisini, Kenz olarak, ahaliye kabul
etttir-meyi başarmışlardı. İki yıl sonra Mihal'de devrildi. Mihal'in
zalimlikleri, cinayetleri ahalinin boğazına gelmiş ve defetmiş-lerdi. Kara
Yorgi ailesinden Aleksandr adlı birisinin başlarına Kenz olarak geçmesinde
ittifak ettiler. Bunun sonucunda Sır-bistanda, Obronoviç hanedanı ile Kara
Yorgi arasında bir sürtüşme çıkarken, Rusya ile Avusturya arası şeker renk ile
boyandı. Sırplılar ise, kendi yaşadıkları duruma bakmayıp, Bulgarların da aynı
zorlukları yaşamasını temin içinmi! Yoksa Osmanlı nüfuz alanında karışıklıklar
artsın diyemi onlarıda tahrikten geri durmuyorlardı.
Bu hareketlerin
çoğalmasıda, Osmanlı askeri ve mülki tedbirleri alınca bilhassa Miş'dekileri
bahane eden Rusya müdehale yolu aramaktaydı. Buna inzimamen, Arnavut-luk'un
daha ziyade Gega (Gegalar müslümandır)'!arın bulunduğu belgede bir isyan
emaresi görüldü. Tabii isyanı bastırmaya vazifeli olanlar başalarındakileri ve
şakileri tarumar ettiler. Sağ yakaladıklarının ellerini kollarını bağlayıp,
İstanbul'a götürdüler.
Tanzimatin ilânın
peşinde, geçen beş-altı yıl zarfında askeriye de yapılan tanzimin dışında
umulan terakkiye yâni ilerleyişe tesadüf edilemedi. Erbab-ı dâniş yâni ilim
adamları bunu ülkenin ve bilhassa, islamların cahilliğine bağlıyor, böyle
olanların sistemin tatbikatını engellediklerini ileri sürüyordu. Ancak
yukarıda geçen mübalaat kelimesinin mânasına muhalif olmayan davranışlarını
sergilemelerinin, sebeb-lerden birini teşkil ettiğini bir akledebilselerdi!.
Tanzimat-ı Hayriyenin
ilânından altı yıl sonra Sultan Ab-dülmecid Hân, 1261/1845'de babıâli'de târihi
ehemmiyeti hâiz bir nutuk irad etmek mecburiyetinde kalmıştı: "Menba-ı
ilim ve fünûn ue mehaz-ı maarife nede sanayie numune olan, mekâtib-i lâzime
icad ve inşası, indi şahanemizde ikdamı ömür addolunmakla, memalikin münasib
mahallerine iktiza eden mekteplerin tanzimiyle, terbiye-i âmmenin çâresine
bakılsın" demişti.
Tanzimat yavaş yavaş
inkişaf ediyordu, ülkenin her tarafından sözü dinlenir, düşünceleri kıymet
taşıyan insanlar İstanbul'a davet ediliyor veya yazışma suretiylede fikirleri
ve görüşlerinede baş vuruluyordu. Meclisi-i Vâla vilayet meclisleri kuruluyor,
imâr hususunda da Meca!is-i İmariye adıyla Anadolu ve Rumeli cihetlerinde,
askeri, mülki ve ilmiye ricalinden meydana gelen komisyonlar teşkil edilmekteydi.
Bölgelerinin ihtiyaçlarını yol, köprü, liman gibi tesbit eden bu komisyonların
raporları İstanbul'a gönderildiği, burada ise önce bir furya hâlinde tetkik
edilirken, daha sonra bunlar bırakılma talihsizli ği yine yaşandı. Trabzon,
Erzurum, Bursa ve Gemlik yolları gibi büyük masraf gerektiren yapımlar tamamlanamadı.
Dahili işlerimizin
merkezini siyasetde dahil olmak üzere, Mabeyn Müşiri Rıza Paşa eline
geçirmişti. Valiler ve diğer görevliler onun işareti alınmadan vazifelerine
başlayamıyorlardı. Bizim 1980 sonrasında
çıkarılan güvenlik soruşturması, batı çalışma gurubunun koyduğu şerhler gibi idi. Mahalle mekteblerinin ıslahı ise pek
müşterek hususdan olduğundan dolayı orayla ilgili tedbirler birbiribirinin
ardından tatbike konuyordu. Mekteb-i Harbiye'ye talebe yetiştirmek için
Mek-teb-i İdadi açıldı. Bu mekteplerde, Arapça, Fars ça ve Türkî lisanlar
öğretilmesine pek önem veriliyordu. Cihan Seraskeri Rıza Paşa diye anılan Hasan
Rıza Paşa ile Mâliye nâzın Saf-veti Paşa azledildiklerinde bu işler aksa maya
başladı. Bu azilleri, Mustafa Reşid Paşa taraftarlarının üstün gelmesi diye
saymayı yanlış bulmayız. Ancak hemen ilâve etmeliyizki, Üstad Ahmed Rasim Bey,
değerli tarih çalışmasında bize şunları aktarıyor: "Yükselmiş olduğu
mertebe o kadar büyükmüşki, azıl haberini duyanlar biribirine hem de kulaklarına
'haberiniz varmı? Serasker azl olmuş, sakın benden duymuş olmayınız' sözünü
fısıldariarmış. Kibir ve azameti o kadarmış ki alaylarda yâni resmigeçitler
esnasında müşirleri arkasından yürütüyor, yerinden ktmıldamaksızın mülkiyenin
tanınmış kimselerine ve askeriyeye ayağını öptürürmüş. Bu iki makbulün azl
edilmesi onların kadrosunun hayli üzüntüsüne sebeb oldu." Demekte.
Yine yüzümüzü Şark
tarafına döndürdüğümüzde, Hariciye nâzın Sekip Efendinin Cebel-i Dürz gailesini
def etmek maksadıyla bizzat Beyrut'a gitmek suretiyle vekâleti, Meclis-İ Vâla
azasından Londra eski sefirimiz Ali Efendiye (daha sonra paşa oldu) verdi. Az
zaman sonra Sekip Efendi Hariciye nâ-zırhğndan azledilip, yerini Mustafa Reşid
Paşaya bıraktı. Şimdi biz atide yâni aşağıdaki satırlarda Cebel-i Lübnan Meselesi
hakkında bir miktar bilgi vermeye çalışalım:
"Mısır
meselesinin sonlarına doğru, İngilizler Cebel hâkimi Mir Beşir'in kendilerine
sığnmasına rağmen bunu hoşça görmiyerek Beşir'i Malta'ya sevk etmişlerdi, yerine hakim
olarak geçen Mir Kasım, muktedir bir kişi
olmadığından Lüb-nanı gereği gibi idare edemediğinden anarşinin artması ue
karışıklık çıkmasına sebeb olduğu görüldü. Bu sıradada Ak-kâ'dct vali olan
Mehmed Selim Paşa, yeni nizam tanzimat gereklerine uygun olarak, Cebel'deki
meucud cemaatlerin sözü dinlenir adamlarından bir meclis teşkil ettirdi. Hakim
bu meclisin reisi oldu. Mısırlılar, buranın ceza faturasını hayli yüksek
tutmuşlardı. 1257/1841'de ahali öde dikleri vergilerin bir tenzilata tâbi
tutulmasını istemişlerdi. Ancak devletin kasasında yetersizlik hayli çok
olduğundan bu arzuları yeri-ne getirilemedi. Dürziler bunun üzerine çeteler
kurup hristi-yan köylerini yağma edip, yakıp yıktılar. Katliamlara baş
Durmaktan içtinab etmediler. Mir Kasım'ı Dayrül Kamer'deki ikametgâhından alıp,
sokaklarda sürüklediler. Selim Paşa bir vali sıfatıyla teskin edici beyanlarda
bulundu, nasihatler etdl. Ancak kâr etmediği görüldü. Bunun üzerine te'dip hareketlerini
başlatmaktan kendini alamadı. Bu arada da Fransa ue İngiltere bu olaylarda
biribi /iletine rakip oldular ortalık alevlendi. Şehrin diğer konsolosları işe
karışmadan duramadılar.
Sonunda Avrupalı
Beş'lerin tavassutu geldi. Serasker'in başkâtibi Netayic-i Vukuat adlı mühim
târih eseri sahibi Mustafa Nuri Paşa Lübnan'a gönderil mek zorunda kalındı.
Nuri Paşa ilk iş olarak Mir Beşir Kasım'ı azledip, Mirliva Macarlı Ömer Paşayı
getirtip, oraya emir olarak tâyin eldi. Bunun fazla bir faydası olmadığından,
son çâreyi Sayda valisinin koyacağı maktu vergi ve biri Maruni, diğeri Dürzi
iki kaymakam tayinine karar verildiysede, bundan da umulan elde edilemedi
İngilizlere istinat eden Dürziler, Fransa'ya da-yanan Maruniler çarpışmaları
hızlan dırdılar. 1259/1843-1260/1844 seneleri cidden buradaki çatışmaların
büyük zarara maruz kalındığı zaman dilimi olarak anılır. Hristiyanların mal ve
mülküne Saldırılar bir yağmaya dönüşürken, İki tane Fransız manastırı basıldı
bir papazında hayatına kastedildi Bu olaylar üzerine yine beş devletin elçisi
babıâll-nin kapısını çalarak sıkıştırma metoduna başvurdular. Bü-tüb bunlar
olurken hariciye nazırı Sekip Efendi yeniden Beyrut'a gitmek zorunda kaldı.
Şeklp Efendi 1261/1845 ramazan'ında ilk tedbirlerden olmak üzere Cebel'de
bulunan ve oradaki anarşiyi engellemede kullanılan kuvvetleri, ecnebi teba
mensuplarına bir zarar gelir endişesiyle Beyrut 'a getirme çabalarına ağırlık
verdi. Cebel'literin itiraz etmelerini beklerken ses umulmayan yerden geldi
Fransız konsolosu Pojc, sesini yükseltmiş bir bir itirazları sıralamaktaydı.
Onun uzantısı olan babıâli'deki Fransız b.elçisi Borçuney'de ağzım açmaya
hazırlanıyordu. Hâriciye nazırımız Sekip Efendiye yapmış olduğu teklif dolay
siy la, ikametgâh ve işyerlerinden, . uzak kalacak olan, Fransız tabiyetindeki
kimselere tazminat verilmesini, öldürülen Rahip Şaıi'm katili olan Şeyh Hamud
Nekid'ln der hal cezaya yaptırılması, yağma edilmiş bulunan iki manastırın
uğradığı zararların tazmini taahhüd edilmeyecek olunursa hemen elçiliği terk
edip boğaz içinde bulunan ikametgâha geçip, devletinin vereceği talimatı bekleyeceğini
bildiren bilgiler göndererek anarşik davranışlara girişti "
Biz babıâli'yi
Fransızların bu reaksiyonlarıyla başbaşa bırakıp, Dayrül kamer'de yapılanla ra
bir göz atalım. Sekip trendi, Arabistan ordusu kumandanımız Namık Paşa i!e istişarelerde
bulundu. Bu toplantıdan çıkan karar, ahali elindeki sı'ahlardan
arındırılmalarıydı. Bu kararda hemen kuvveden fılle Çıkarıldı. 1260/1844 yılına
kadar karışıklıklarda rolü ve eli bulunanlar bir affı umumi ilan olunarak ceza durumu ortadan
kaldırıldı.1257/ 1842'deki karışıklıklarda yağmaya uğramış olanların
zararlarının tazminine bundan böyle her taifenin gelirlerinin kendi vekilleri
ile idare edilmesine karar verildi. Bahse konu karar hemen arabçayada tercüme
edilip kaleme alındı, neşr ve tamim olundu. Ahalideki mevcud ruhi sıkıntı ile
birlikte, konsolosların müdehalaye hazır olmaları Sekip Efendinin, ıslahatın
tatbike sokulması hakkında enerjik davranmasını sağlamaya yaradı.
Hemen 24 tabur
nizamiye askerinin yanında bir miktar başıbozuk askerinide bölgeye
yerleştirdi. Tahmin edileceği gibi ahali silah tesliminden kaçındı. Her iki
tarafın ruhanileri vede reisleri zorluklar çıkarırken bunların içinden hayli
tevkifler yapıldı. Alaylı subayların silah toplama işinde haylice sert
davrandıkları gözleniyordu. İtip, kakmak ve silah aramaları esnasında başka
şeyler almak gibi istenmeyen durumların vukubufduğu da oldu. Kesrevan
taraflarında bir kolağası (kıdemli yüzbaşı) içeride silah var diye bir
manastırın kapısını kırdı. Papaslanni sürükleyip, götürüp hapse attı. Namık
Paşa böyle yanlışa ve haksızlık yapanlara fırsat vermedi, tesbit ettiklerini
divan-ı harbe verdi. Ne çâreki avrupada iftiralar, yalana dayalı propogandalar
kıyametin koparılmasına kâfi geldi. Zuk böl gesinde ahalinin silah teslim
etmesine engel olmaya çalışan Halil Medver isimli biri de tevkif edildi. Meğer
bu herif Fransız konsolosluk tercümanın kardeşi olup, arap-ça kâtibi imiş! Bu
elemanlarının taht-ı tevkif altına alınmasını Öğrenen Fransızlar derhal Beyrut
limanına, yakın bir yerde bulunan, ülkelerine ait firkateyni, Halil'in hapse
konduğu yere Cünye'ye getirip, Cünye'yi topa tutmak ve karaya asker çıkarmak
gibi bir faaliyeti sergilemeye başladılar. Bunlar alışıla gelmiş Fransız
hoppalıklarından biri sayıldı. Hâttâ bazı
Fransız diplomatları,
bunların yaptığı davranışı uygun bulmadıklarını seslendirmek ten geri
kalmadılar. Bizde bu itirafı ıtırlarımızda geçirmeyi dürüstlükten bir vazife
saydık.
Hâriciye nâzın Sekip Efendi
sağlam karakterli, kimselerden olduğundan böyle patırdılara pabuç bırakmadı.
Tabiiki avrupa siyasal cephesinde aleyhimize ters rüzgâr yine estirilmeye
başlatılmıştı. Hâttâ meşhur Avusturyalı diplomat Prens Meternih, Avusturya
hâriciye nâzın sıfatıyla lehimizde düşünen gurubtan olmasına rağmen, elçimiz
Nâfi Efendiye Halil Nadver'in tevkifi hakkında yayılan şayia Fransız konsolosu
tevkif olundu tarzında kulağına gidince "Ne yapıyorsunuz? Fransızların
Beyrut konsolosunu hapsetmişsiniz?" diye sorduğu olmuştur. Bütün bunlar
ve olaylar geldi ve Sekip Efendinin hâriciye nazırlığından alınmasına dayandı.
Halbuki bu durumda yapılan işlem zaaf işaretiydi ve bu hâl diplomaside bir
falso sayılır. Sekip Efendi ise Paris sefirliğine gönderilmekle, bu yanlış bir
miktar telafi edildi sayılır, çünkü istenmeyen adamı önlerine koymak biraz da
mukabelede cesaret göstermek diye düşünülebilir. Mustafa Reşid Paşa ise hâriciye
nâzın yapıldı. Reşid Paşadan dolaysıyla İstanbul'dan Sekip Efendiye, silah
alımı maddesini işletmeyi durdurması, hapsedilmiş kaymakamların tahliyesini
sağlaması ve işleri tatlıya bağlaması direktifleri ulaştı.
1262/1846'da yılın en
önemli olayını isyankâr vali Kavalal> Mehmed Ali Paşanın Dersaadet'e gelmesi
teşkil etti. Pa-?a> Feriye sarayında misafir edildi. Bu senenin diğer mühim
ır günü, Büyük Mustafa Reşid Paşanın
makam-ı sadarete getirilmesidir.
Bu tâyinle yaşiı Rauf Paşanın adetâ tasfiyesi maktaydı. Hariciye nâzırlığıda Mehmed Emin Âlî Paşaya
verilmişti. Böylece tanzimatın devlet
adamları selahiyetle görevlere gelmeye başlamıştı.
Ayasofya yakınında
bulunan eski mehterhane mevkii ile Sultan sarayı arsası üzerine ilk defa olmak
üzere bir Dar'ülfü-nûn yâni üniversite binası inşaatına başlandı. Fakat bu inşaatın
uzun zaman sürmesine tepki olarak, bazı mütalaa serd edenlerin arasında yer
alan üstadımız Ahmed Rasim bey şöyle yazmaktadır: ".Bu inşaat senelerce
sürdü. Hâttâ o kadar uzadı ki, avrtıpadan konrat yapılarak, getirtilmiş bulunan
mimarına ödenen para ile yekun edersek, bir kaç tane bina yapmak mümkün olurdu.
Nihayet tamamlanan bu bina üniversite
hariç bir çok işlere tahsis olunduysada sadece ismi Dar'ülfünün olarak kabul
edildi. Hatta daha sonra bir ara çıkarılmış bulunan ue adına kaime denilen kâğıd
paraların tasfiyesi bu binadan yönetildiğinden kaimeyi kaldıran kaideye
Darülfünun kaidesi adı verilmiştir." Demektedir. Şu halde üniversite
yapmak üzere yaptırılan bina, yüksek tahsil müessesine tahsis olunma, şerefini
kazanamamış.
Bu sıralarda Musul vilâyetinde
kazalardan biri olan Cizre'de Bedirhan bey'in Cizre mü tesellimine yapmakta
olduğu sıkıştırma ve tazyiğini önleme için Anadolu ordusu müşiri Osman Paşaya
özel emirler verildi. Osman Paşa, Bedirhar Beyi Orak Kalesinde sıkıştırdı.
Sonunda aman dilemeleri üzerine iki oğlu ile birlikte İstanbul'a gönderildiler.
Bu arada da Mustafa
Reşid Paşanın sadaretten infisalî vuku bulup yerine Sârim Paşa getirildi. Alî
Paşada Reşid Paşa ile birlikte hâriciye nazırlığından alınınca, tanzimatçılann
rakipleri karşısında bir raund kaybettikleri düşünülebilir. Çünkü; eski ve
yeni kavgası devam etmekte padişah ise ağırlığını hangi tarafın lehinde
istimal ederse o tarafın mevkii iktidara geldiğini herhalde söylemeğe gerek
yok değilmi efendim?I
Âlî Paşa'dan, boşalan
hâriciye nazırlığına mâliye nazırlığında istihdam olunan Rıfat Bey
getirildiysede, bu değişiklik fazla devam etmedi, infisal edenler eski
vazifelerine pek geçmeden avdet ettiler. Bu senenin mühim vakalarından
birinide Cezayir Kahramanı Emir Abdülkadir'in Fransızlar ile mücadelesini aman
dilemek suretiyle bitirmesi teşkil etti.
1264/1848 senesinde
yine bir ucu bizede dokunacak olan ve Avusturya'da meydana gelen Macar ihtilâli
dünya siyasasına ağırlığını koydu. Bu ihtilâl, Fransa kralı Lui Filip'in
Ce-zayiri istila etmek suretiyle, Fransız Müstemleke İmparatorluğunu kurmak,
arzu ve emelinde olan zâtı tathtından düşüren 1848 ihtilâlinin bir nevi aksi
tesiriydi. Mısır vali liginin verasetle Mehmed Ali Paşa uhdesine verilmesi
mesele-i mühim-mesinde gördüğümüz gibi Mösyö Tiyers siyasetinin mağlubiyeti
üzerine istifa etmiş Lui Filip Londra elçisi Mösyö Gizu'yu başvekilliğe
getirmişti.
Gizu, Afrika
savaşlarının devamında bulunmakla beraber Fransa demiryollarının inşaası, yeni
iki ticaret kapısını açmakla beraber, fabrikaların kurulmasıyla geçimi
kazanmaya arız olan sektenin mamulat ve mahsu latı sanayiinin çoğalması
sevdasıyla biz, onlara hasıl olan ihtiyaç ile geri çekilip yedi sene görünüşte
sessiz sedasız bir idare yolu seçti. Gizu; Çok kişiye yüksek maaşlı
memuriyetler vererek, mebuslar "necüsinde lâzım gelen ekseriyeti temin
etmeyi bilmiş böy-lecede mebusların önemini azaltmıştı. Adetâ; "Bendegân-ı
hükümdaran kamarası" olmuştu. Muhalefette olanlar genel hürriyete vurulan
bu darbeye karşı, "La Reform" yâni İslahat
adlı büyük bir gazete
çıkardılar. Bu gazete bütün gayretiyle parlamento ve seçimlerin İslahatı
gerektiğini ileriye sürdü. Mebusların devlette memur olmamalarını ferdleri rey
vermeye selahiyattar kılan verginin, 200 franktan, 100 franka indirilmesini
istiyordu. Muhalifler memleketin her tarafında ziyafetler usulünü kurup ve bu
münasebetlerle nutuklar atarak, demokrasi yâni halkın seçmesini zihinlere
yerleştirmek istiyordu. 1265/r. Ahirinin/18.-1848/şubatının/22.günü, Paris'te,
bir <Reformistler Ziyafeti> ilân edilmişti. Hükümet bu ziyafeti yasak
ilân etti. Halk; Konkordiya caddesinde toplanarak, Fransız milli marşı olan
Marseyyezi söylediler. Hep birlikte yaşasın cumhuriyet diye bağırdılar ertesi
günü umumi heyecan daha da çoğaldı. O zamanlar Kapisyun Bulvarında bulunan
hariciye nezareti önünden geçmekte olan kalabalığın arasından, bir tabancanın
ateşlenmesi üzerine nezareti yâni bakanlığı muhafazaya vazifeli askerin
komutanı halkın üzerine ateş açtırdı. Bu kalabalıkta 23 kişi öldü, 30 kişi de
yaralandı. Halk bu cenazeleri omuzlarına alıp, yaktığı meşalelerin ışığı
altında bütün gece Paris caddelerinde ve sokaklarında dolaştılar. Yaşasın
Cumhuriyet diye bağırmaktaydılar. Sabah olduğunda bütün Paris ayaklanmıştı.
Gizu istifayı seçerken, ahali ise Tulliers sarayına hücuma geçmiş, Kral Lui
Filip ise kapalı bir arabayla kaçmaktan başka çâre bulamadı.
Avusturya'da Prens
Meternih, Napolyon'un kati mağlubiyetinden sonra ve Viyana kon feransının arkasından
ülkesi içinde sıkı bir istibdad idaresi tesis etmişti. Bu idare tarzı ile her
tarafta kendi aleyhine fikirler doğmasına sebeb olmaktaydı. 1848 şubatında
Paris'te husule gelen ihtilali müteakip, mart ayının 3.günüde Viyana dehşetli
bir galeyana şâhid oldu.
Meternih ancak bir
çamaşır arabasına binerek soluğu Londra da alabildi. Avustur ya imparatoru 1.
Ferdinand ihtilâl gürültüleri arasında büyük b*r meclis topladı. Ancak bu
arada harbiye nâzın öldürüldü. İmparatorda, Rivyerada, Ol-rnutz'a çekildi. Fakat
Viyana'da ihtilâl devam edemedi. Asker şehri topa tuttu. İhtilalcilerde teslim
olmaktan başka çâre bulamadılar.
Halbuki bu buhran, bu
sıkıntı Avusturya'yı meydana getiren unsurların arasında ayrılık emarelerinin
çoğladığını gösterdi. Avusturyalılar, İtalya'dan koğuldular. Milanİılar ile
Piye-monlar birleştiler. Almanlar birleşmek üzere Prusya Kralına imparatorluk
tacını teklif ettiler. Isî.avlar, bağımsız bir Çek devleti tesis etmek
maksadıyla Prag şehrinde bir kongre topladılar. Burasıda topa tutuldu".
Macarlar ilk anlarda hususi bir vekiller heyetine sahip oldularsada, sonra
bütün bütün ayrılarak, Lui Kossut isimli bir ihtilalcinin liderliğinde
müstakil bir cumhuriyet ilân eylediler.
Böylecede Avusturya
hükümeti büyük bir tehlike karşısında kalmışt'. Ancak Rusya imparatoru Nikola
yüzbin asker ile imdada koştu. Macarlar mağlup oldular. Avusturya
impara-torluğuyla Macar kra Ilığı meydana gelmiş oldu. İtalya'daki Milan ve
Venedik şehirlerini aldı.
Avrupada bir takım
değişikliklere sebeb olan bu ihtilâllerin tesiri Eflak ve Buğdan'da da
hissedildi. Bir taraîdan Osmanlı askeri öte tarardan Rus askeri Memleketeyn'e
girdi. <bu isim Eflak ve Buğdan için terkip olunmuştuı\> Divan-ı hümayun
dçisi Fuad Efendi (Paşa) fevkalâde memuriyetle ve Ma- Ömer Paşa kumandanlıkla
gönderildiler. Bu sıralarda ise Macar milliyetçilerinden pek. çok kimse Osmanlı
devletinır> koruyu cu kanatlarına sırımaktaydı. Avusturya ve Rus devleti
yetkilileri, bu mültecileri ısrarla geri istedilersede,
sadrıazam Mustafa
Reşid Paşa Osmanlı şan ve şeref sahibi bir devlettir, böyle aşağılık bir iş
yapmaz diyerek herkesin beğendiği tarzda cevap verdi. Daha sonra Fuad Efendi
(Paşa) Petrsburg'a gönderilip, bu reddin sebeblerinide mukni bir iisan ile
beyan etti.
Memlekteyn'deki
ihtilâlciler, Bükreş'te klişede sandık içinde bulunan senetleri ve şartlan
yakmışlar. Metropolit vasıtasıyla gönderilen nasihatnâmeyi elinden
kapmışlardı. Bunun üzerine Bükreş'e asker sokulup, asayişi iadeye muvaffak
olundu. Avrupa ve Balkan lar üzerindeki kaynaşma böyle bir seyir gösterdi.
1265/1849 senesinde,
vilayetlerin idaresi adına bir karar alındı. Mevcut eyaletlerin bölümlere
taksimleri yapılarak merkezlerinde birer meclis kurulması ilk önce de, Rumeli
de Edirne, Anadolu'da Hüdavendigar (Bursa) Suriye'de ise Say-da eyaletlerinde
tatbike geçildi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa bunamış olduğundan yerine büyük
oğlu İbrahim Paşa geçti. Ancak ömrü 71 gün müsaade etti vefatı üzerine Abbas
Paşa rütbe-i vezaretle tâyin edildi. Paşa vezaret menşurunu bizzat almak üzere
İstanbul'a geldi. Bu münasebetle Mısır valiliği paşanın diğer vezirlerden
imtiyazı için uhdesine sadaret rütbesi tevcih olundu. Aradan çok geçmemiştiki
Mehmed Ali Paşa da bu dünyadaki kavgasını tamamlayıp, irtihal eyledi.
Öte yandan 1270/1853
senesine kadar meydana gelen önemli vakalr yanında işlevi hayli yararlı olan
iktisadi teşebbüslerimizden Şirket-i Hayriyye'nin 1267/1851'de kurulmasında,
Keçecizâde Dr. Mehmed Fuad Paşa ve meşhur Ahmed Cevdet Paşa ile Bursa'da tatil
yaptıkları sırada tasavvur etmisler ve Dersaadete geldiklerinde kuvveden fiile
çıkarmalarıyla gerçekleştirdiğini de belirtmiş olalım.
Öte yandan da bir ilim
meclisi olarak, yâni Fransa'daki /ykademi Fransez tarzı istihare yeri olacak
olan Encümeni Dâniş teşekkül ettirildiğinde, takvimler, 9/Ramazan/l 267-1 8
/Temmuz/1851'i gösteriyordu. Kurulmasında tasavvur olunan fâideler alındı
sanılır, zâten Osmanlı devletinin istinat ettiği şer'i sistemde istişare,
istihare önemli müesseselerden idi. Yukarıdaki târihde yapılan resmî küşâda
bizzat padişah hz.leri de iştirak buyurdu ve toplanma yerînide daha önce
Bezmialem Vâlidesultan'ın Dar'ül Maarif olarak yaptırdığı binada yerleştiler.
İlk toplantıya 40 kişi aza alınmış,ayrıca 30 kişide fahri aza olarak kayıt
olunmuştur. Fahri azalar içinde Meşhur Avusturyalı Tarihçi Baron Hammer,
İngilizce~Osmanlıca lügat sahibi Red House ve Fransızca-Osmanlıca lügat
sahibi, Mösyö Bianki'de bulunmaktaydı.
Yine; Vidin
taraflarında Ağa Hüseyin Paşanın vefatından sonra Mora ihtilâlinden örnek alan
Bulgarların coşkunluklarını tanzimatın Bosna'da tatbikine memur olan Rumeli
Ordusu kumandanı Macarh Müşir Ömer Paşanın gayretlerine evvelce ses çıkarmayan
Bosna sergerdelerinin kışın gelmesi ile, askeri hareketin yavaşlaması üzerine
İzvornik vede Mostar bölgelerinde kıyama kalkmaları, nizamiye taburlarına
asker almak için şer'i kura usulü aleyhine olarak Şam'da; Herfuş bey namında
birinin kışkırtmalarıyla, Baalbek ve Havran kazalarında isyan hareketleri
görüldüğünde tenkil edilmesi, Haleb'de de bir ihtilâl teskini, eşkiyadan Abdi
ve diğer şahısla-rın çıkardığı karışıklıklar, yeni tanzimin icrasını temin
maksadıyla, Rumeli ve Anadolu içlerine müfettişler tâyini, İstanbul'da bir
danışma meclisi olan, encümen-i dâniş tertip olundu.
Sadaret değişikliği
gerçekleşirken Abdülmecid Hân'ın adını alan, Mecidiye nişânıda bu arada ihdas
olundu. Takvim yaprakları 1270/1853 târihini gösterirken yukarıdan beri
yazdığımız olaylar cereyan ediyor du ve Fransa olsun, İngilizler olsun
İstanbul nezdine gönderdikleri elçilerine büyükelçi unvanı veriyorlardı.
KIRIM SAVAŞI(
1269-1853)
Hünkâr İskelesi
antlaşmasından sonra Rusların, Osmanlı Devletine karşı göstermeye başladığı
koruyucu tavır avrupa-da büyük devletlerinin nazarı dikkatlerini şark âlemine
çevirmelerine sebeb oldu,1231/1815'de Fransa aleyhinde tezgahlanan
ittifaka,12 57/1841 senesinde Rusya aleyhine kurulan bir başka ittifaka
mukabele olacakmış gibi sinyaller beliriyordu.
Şurasını da asla
hatırdan çıkarmamak icâb ederki, Osmanlı Devleti bu ittifakların içinde gizli
bulunan taksim ve bölünmesine aid emellerin arasında, bir hasta olarak yatıyordu.
Mustafa Reşid Paşanın siyasi tedbir olarak ortaya koyup, yayımladığı tanzimat-ı
hayriye bu hasta hâlimizin gerek iç işlerimizde gerekse dış meselelerimizde
ölümlü rahatsızlığımızın ortadan kalkmasına yarayacak devalardan biriydi.
Fakat faydasını görmek tatbikata devamda ve uzun zamana ihtiyaç göstermekteydi.
Tanzimat-ı Hayriyye,
vilâyetlerin idaresinde ıslahatı, adli işlerde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi,
kanun önünde müsavat yâni eşitlik, vergi ve askerlik hizmetlerinin
düzenleneceğini müjdelediği için hastanın ifakata yâni iyileşmeye başlaması
kolaylaşıyor, genç ve yeni bir Osmanlı hükümetinin kendi kendisini
kurabileceğini vaad etmekteydi. Rusların bu yenilikten hiç ama hiç
hoşlanmadığı görüldü ve Çar 1. Nikola, hâla Çariçe Katerina' nın plânlarının takipçisi idi.
Târih eserlerine göz atılırsa anlaşılırki, Mikola'da doğrudan doğruya İstanbul'u,
yine Kostantinopole yapmak fikrini, bir kenara bırakmış vede Lehis tandan
vaktiyle kurmuş bulunduğu himaye usûlüne benzer bir tesir ile Osmanlı ülkesin
de yaşamakta bulunan hristiyaniara hami (koruyucu) sıfatını takınarak, Osmanlı
devletini yapmış olduğu yeni siyasetine boyun eğmiş seklinde göstermeye karar
vermişti. Bu yüz den Osmanlı devletinin tanizmatın getirmiş bulunduğu
esaslardan faydalanmasını istemiyor, bu esasları uygulatma fırsatı bırakmak
istemiyordu.
İngiltere devletinin,
Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesinde, Fransa politikası karşısın da elde
ettiği başarı, Rusya'ya da vurulmuş bir darbeydi. İngiltere hükümeti bu darbe
ve başarısı ile Osmanlı devletini, Ruslar ile yapmış olduğu, Hünkâr İskelesi
antlaşmasının getirmiş olduğu, Rus nüfuz ve tesirinden kurtarırken, ne çâreki
kendi yâni İngiliz nüfuz ve tesirini Osmanlının boynuna geçirmişti. İstanbul'da
İngiliz elçisi olarak bulunan Sir Starat Ford dö Radklif, siyasi işlerimize hâkim
olmuş duruma gelmişti.
Ruslar, Fransızlar bir
tarafda apışmış kalmışlar idi. Bunun üzerine Ruslar,tanzimatın tatbik şeklini
bozup geciktirmek için hristiyan tebayı teşvik etmekten geri durmuyordu. Şüphesiz
ki bu teşvikler Osmanlı devleti aleyhine olmakla beraber toplumdan ilgide
görmekteydi. Öte yandan da artık, Osmanlı devletinin şifa bulmaz bir
rahatsızlığa tutulduğunu ilân ediyor lardı. Hatta Çar Nikola 1260/1844 sene
sinde Osmanlı ülkesinin bölüşülmesi meselesini İngiliz devletine teklif
eyledi. Bunun nasıl gerçekleştiğini sahibelerimize alalım efen dim:
"7/r.euuel/1270-9/ocak/1853'de, Petersburg kışlık sarayında uerilen bir
müsamere esnasında Çar Nikoia, İngiliz elçişi Sir Hamilton Seymur'a yaklaşıp,
bir tarafa çekmiş ue Osmanlı devletinin hâli hazırdaki durumu üzerine
konuşmaya başladı:
-Türkiye buhrana
düşmüş bir halde bulunuyor Bize de fazla sıkıntı verebilir Kolları mız arasında
ağırca hasta bir adam var. Lâzım gelen tertibatı almamızdan önce eli mizden
kaçıracak olursak büyük bir felâkettir. Böyle bir ifade beklemeyen ingiliz
diplomat, ancak hazırcevapldığı sayesinde bu sözlere mukabelede bulunabildi:
-Haşmetmeab; adamın
hasta olduğunu beyan buyuruyorsunuz. O halde zat-i Impara lorilerine hasta bir
adamın korunması, kerim ve kuvvetli olan adama vâcibdir, dememi mazur
görünüz." Sözleriyle mukabele etdi diyor, Ahmed Ra-sim Bey târihinde.
Ancak Rus Çan'nın bu teklifini şüphesizki metbuu devletine ulaştıran Sir
Seymor, hâriciye nezaretinin ve devlet-i fahimenin bu sözlere pek kulak
asmadığını belirtiyor. İngiliz diplomatları iyi bir eğitim ve genellikle
aileden gelme tecrübelerle ricali devlet olduklarından, Sir Seymur zaman zaman
Çar ile yaptığı siyasi mülakatlarda mahut hasta hikâyesi etrafında söz
edecekmi diye dikkat kesilirmiş. Çar ise, beyanlarında; Fransızlar hâriç olmak
üzere İngiltere Mısır'ı, Girid'i alacak, Rusya kendi himayesi altında olmak üzere
Eflak, Buğdan, Sırbiye Bulgaristan Prensliklerini organize edecekti. Bunun
yanında İstanbul'u almakta gözü olmadığına dâir sözler söylemekle beraber
ancak adı geçen şehrin bir müddet vedia olarak elinde kalması lüzumununda
muhakkak olduğunu itiraftan çekinmemişti.
Esasında Sırbistan'da
Obronoviç sülalesinin yerine Kara Yorgilerden Aleksandr'ın tercih edilişi Eflak
ve Buğdan ihtilâlinde Bükreş'e asker göndererek Rusların asker sevkıyatını
durdurmaya çalışmamız, Macar
milliyetçilerini, Rusya ve
Avusturya'nın tehdidlerine karşı dahi
iade etmememiz, hatta o k Ordusunu Prut nehrinin de öte yakasına geçme
mecbu-velinde bırakışımız, Bosna isyancılarına Tanzimat-ı Hayriy ve'yi silahla
kabul ettirişİmiz, Mısır valisi Abbas Paşanın muhalefetine rağmen yapılan
hatalarda dahi tazyikine Çalışmak ve gayretimiz Rusları, bütün bütün
kuşkulandırıyordu. Bununla beraber Tanzimat-ı Hayriyye ileri gidiyormuydu? Ne
qarip tecellidir ki, bu defa da hristiyanlar istemiyorlardı, vazifeyi
yapamıyoruz. Cahillik ve tutuculuk yapan millet karşı geliyor. Eski ve yeni
fikir, biribirine girerek hükümet idaresi yine çığırından çıkıyordu. Diğer
taraftan bilinen nakit yetersizliği, bu geçidi zorlaştırıyordu.
İşte bu nokta 1.
Nikola'yı hızlı harekâta sevk ediyordu.: "Ağaç henüz Fidan halindeyken ey
ilmesi iyidir" Diyordu. Bu durum 1269/1852 senesine kadar böylece devam
etdi.
Bu arada Kudüs'de
Selahaddin Eyyubi Camii olayı vukua geldi. Fransızlar, Selahaddin Eyyubi
hz.lerinin adını taşıyan bu camiyi mutasarrıfla anlaşmış olmalılarki, bütün
külliye-siyle birlikte mevcud olup, cemaatı da varken, babıâli'ye müracaat
ederler ve boş bir arsa olduğunu kendilerine verilmesini ve bir klişe inşa
edeceklerini ifade ederler. İş padişahın fermanına kalır. Hükümet, bu iş için
Kudüs Mutasarrıfı Kâmil Paşayı bu işe vazi feli kılar. Mutasarrıf da buranın
bomboş olduğunun mütalaasını verdiğinden, İstanbul'da divan kurulur, karar
tezekkür etjirilir ve ferman yazılır, tasdike halifeye ulaştırılır.
oultan Mecid hân onaylayınca Fransa'nın bu arsa
üzerin- 'ise yapma hakkı doğarsa da, ortada arsa değil, tam te-Şekkülath bir
camii şerif var olup, hem de büyük islâm kahyanı zâ tın adını taşımaktadır.
Camiyi yıkmak üzere gelen-cemaatin karşı koymasıyla karşılaşırlar. İş padişaha
akseder. Çünkü Kudüs'deki Safilerin müftüsü, Harem-i Şerif Şeyhi, Tarikat
şeyhleri ve sadâttan nice zevat bir şikâyetname yazıp padişaha göndermişlerdir.
Mutasarrıf bu makama
Fransız elçisinin yardımlarını görerek geldiğinden böyle bir işe aracı olma
süfliliğini işler. Padişah, mutasarrıfın derhal azlini emreder ve bir daha
hiçbir is-de kullanmaz bu kişiyi. Bu hususda devlet adamı, âlim ve tarihçi
Ahmed Cevdet Paşa merhum şunları kaydeder: "Sela-haddin gibi bir büyük
zâtın ahırı olsa ona riayet muktezayı insaniyetken, camiini klişeye tahvil
ettiren hamiyetsizlerin istihdamı şöyle dursun, yüzlerine bakmak caiz
olmayacağı cây-ı bahs ü tereddüt değildir. Devletin eski savleti kalmadığı
gibi erkân'in dahi evvelki şân-u şerefleri zail oldu. Her biri kendilerine
melce bulmak üzere sefaretlerden birine iltica eylediler Binaen âlazalik
müdehalat-ı ecnebiye aleni surette cereyan eder oldu. Deuiet-i âliye de
acınacak bir hâle geldi. Maalesef bu ferman geri ahnammaıştır. Şu uak'a
devletin aczinin, ricalin şuursuzluğunun ve ecnebi müdehalesinin derecesinin
yükselmesinin bir misalidir "
Burdakİ olayın sebebi,
devlet adamı yokluğunun bir girizgâhı olmasıdır. İlerleyen zamanın,adamların
kaliteye döndüğünü de söylemeden geçmeyelim.
Fransa'da 2.
cumhuriyet sükût etmiş yerine, eski reisicumhur Lois Napolyon Bonapart unvanı
ile 3, Napolyon olarak Fransa imparatorluk tahtına oturdu. Böylecede avrupa da
merkezde Alman İttİhad-ı (alınanların birleşmesi) gibi mühim bir mesele
çıkması,1. Nikolayı Osmanlı devleti üzerine ayrı bir yolda hücum etme noktasında
meydan bulması nı getirdi. İlk önce Karadağ'ı tahrik etti. Maksadı Rumeli bölgesindeki
hristiyanalrı aya ğa kaldırmaktı. Karadağ ismen bize tâbi idi. Vladika adı ile
tanınan Karadağ reisleri ruhban sıfamaktaydılar. Bunlar Petersburg Sen-Sinod meclisin-a
n ruhaniyetlerine dâir ferman alırlar idi. Bu sıralarda ma-kam-ı riyasetde
bulunan Danilo, prensliğini ilân ederek
Pe-rsburg'a gitdi. İmparator Nikola kendisini Karadağ Prensi larak kabul edip
çocuklarınında bu şerefe vâris olabilmeleri hususunda yardım edeceğini vaad
etdi. Para ve nişanlar hediye etdi. Her bakımdan kendsini destekleyip,
teşviklerde bulundu.
Danilo, Çetine'ye
döner dönmez isyan bayrağını açtı. Tabiki Osmanlı hükümeti derhal bu isyan
bayrağını açtı. Tabi-iki Osmanlı hükümeti derhal bu isyandan haberdar oldu.
Macarlı Ömer Paşa kumandasında olarak 35 bin kişilik bir ordu Karadağ
topraklarına yürüdü. Meydan gelen savaş çok şiddetli oldu. Yunanistan ve
Cezayir'e yakınlığı hasebiyle ilkönce İngilterenin dikkatini üzerine çekti.
Avusturyada bir haylice üzüldü. Çünkü Rusya'nın, Osmanlı devleti idaresinde
bulunan Slavları, kendi emri altında bulundurmasıda Avusturya devletinin
siyasi menfaatlerine tamamen aykırı idi. Serdar~ı ekrem Ömer Paşa devam eden
muzafferiyatlarıyla Karadağı ezip geçiyordu. Avusturya ise görünüşte görünüşte
Islavları (Slavlar) korumaya dönük niyetle babıâlî nezdinde kafi teşebbüslerde
bulundu.Fakat; Avusturya'nın bu teşebbüsleri, Rusya'nın arzu ve emellerinede
bir nevi muhalefet olmuştu.
Rus Çarı Nikola, bu
muhalefeti his etmekle birlikte Avusturya'nın uzun zaman kendinden ayrı
bulunmayacağı düşüncesini gütmekteydi. Bu sıralarda yine Avusturya'dan daha
çetin, daha azimkar bir siyasi hasım karşısında kaldı. Fransa ile beraber bütün
avrupanın bir asırdır unuttuğu bir mesele ortaya çıkıyordu. İşte bu meselenin
çıkışı müthiş bir savaşın çıkmasına sebeb oldu. Fransız tarihçilerinin,
ülkelerinin târihki taplarında belirttiğine göre,1153/1740 senesinde elde edilen,
246/860 târihinde Kudüs-ü Şerif Patriği İstanbul'da bizzat Hz. Ömer (r.a)'m
mezhebine müsaade ettiğini bildiren bir hatt-i mübarekeni ibraz etmiş.
Mezhebine müsaade te'yid olunduğu gibi ihsanlarada, gark edilmiştir. Yine
923/1517 târihinde Yavuz Sultan Selim devrinde Rumlar, gerekse Ermeniler,
mübarek makamlardaki hukuklarının korunmasını istida edip, neticede bu
müracaatlarına müsbet cevap verilmiştir. Osmanlı devletinden elde edilen
kapitilasyonlarla Fransa,Osmanlı topraklan içinde yerleşmiş Lâtinlerin,
koruyuculuğunu üstlenmişlerdi
Osmanlı padişahlarından
gerek Kudüs-ü Şerifin içinde gerekse dışında bulunan bütün ziyaret yerlerini
kesin olarak kendi emr-i ve muhafazasına almıştır. Hatta Kudüs-ü Şerif'de Hz.
Meryem Validemizin kabri ile Beyt'ülham'daki Hz. İsa (A.S) Efendimizin doğduğu
yer ile Kamame Klişesi hakkındaki muamelede böyle olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda,
bu mukaddes yerlerle ilgili bazı muamelat hakkında bilgi yer alacaktır:
Lâtinİer bu mübarek makamlarda tecrübe sahibi meselelere yabancıda değildiler.
Onlar da Ortodokslar gibi eskiydiler. Sultan 4. Murad zamanında ki, 1047/1637
senesinde yine 1067/1 656'da 4. Meh-med döneminde Latinler, Rumlar ve Ermeniler
arasında çıkan ihti laflarda babıâlî tarafından, başlarında bizzat Şeyhülislâmın
bulunduğu vezirler, kadıaskerlerden teşkil olunmuş bir heyet tarafından
murafaları (duruşmaları) yapılmıştır. Yine: 1188/1774 senesinde Sultan 4.
Mehmed devrinde Fransızlarla bu mevzuda yapılan bir antlaşma şöyle:
"Françe-iu'dan Kudüs-ü Şerif ziyaretine gelip gidenlere, rahiplere asla
taarruz edilmeye denildiği gibi bir yerinde de önce Fransa padişahı
meablarına mektup gönderip harbîler
ticaretden men olundukları
takdirince Kudüs-ü Şerif ziyaretine euvel-den vara geldikleri üzere varup,
gelup rencide olunmayalar" şeklinde bir maddeyi padişah tasdik etmişki bu
da, Osmanlı İslâm devletinin din ve vicdan hürriyetlerine yaklaşımının dünya
çapında hayranlık uyandıran bir ispatı sayılabilir. Yine Lâtin krallarının
mezarları, Lâtin Papasların tasarrufunda bulunması da yukarıda yazılı
antlaşmanın 3. maddesinde yer almıştır. Lâtin rahipleri dolaysıyla Fransa'ya
hediye edilen hakkı vermek, 18. asırda Katolik mezhep bağlılarının Kudüs-ü
Şerifi ziyarete artık itibar etmemeleri yüzünden unutulmuş hâle gelmişdi. Ancak
Rum Ortodoks mezhebinde olanla rın ziyaretleri sıklaştırdığı görüldü. Bilhassa;
Kaynarca antlaşmasının 7. maddesi Rusya'ya Ortodoks mezhebinin himayesini
mensuplarına serbestçe ziyarette bulunmaları hakkını vermişti: "Ferman-ı
âli sânım mucibince cümleden biri fran-çeye tâbi olan piskoposların ve diğer frenk
mezhebinde olan rahip taifesi her ne cinsten olursa memâlik-i Pâdişâhı de, kadimden
beri oldukları yerlerde kendi hallerinde olup âyinlerini icra eylediklerinde
kimesne mâni olmaya ue Kudüs-ü Şerif dahilinde ue hâricinde ue Kamame adlı
klişede eskiden beri ola geldikleri üzerek temekkün eyleyen frenk rahiplerinin
hala sakin olup, ellerinde olan ziyaretgâhiar, yine kema-kane(elan)frenk
rahiplerinin ellerinde olup kimesne dahi (karışma) etmeye. Ve tekâlif-i
talebiyle rencide eylemeyeler ue dâuaları zuhur eyledikd^ mahallinde fasl
olmazsa Asita-ne-i saadete hauale oluna" beyanı ile koruma altında olduklarının
teminatı olarak saymamak kâbilmi? 1152/1740 senesinde Sultan l.Mahmud devrinde
1153/1741'de sadnazam el hac Mehmed Paşa ile Fransa Kralı 15. Lui zamanında
eiçi Marki Dövilnof'un da vazifeli olduğu muahede müzakeratın-da bu madde aynen
tasdik olunmuştur. Diğer
yandan da; Fransa'da Lui Napolyon Bonapart imparatorluk tahtına varmış olmak
için ruhban sınıfının kuvvet ve yardımına ihtiyaç görüyordu. Hatta; Papalık
lehine olarak Roma'ya kadar sefer ettiği gibi Fransızların doğu'da eskiden beri
elde etmiş bulundukları hukuku muhafaza için azimkar kararlar aldı. Adı geçen
hukuka göre 1. Napolyon ve Filip zamanlarında ihmal edilmişti. İşte bu
sıradaydı ki,Ortodokslar babıâlî'den Kudüs' deki bazı mukaddes yerlerin tamiri
için izin almışlardı. Lâtinlere mahsus olan bazı yerlerede, tecavüz
eylemişlerdi. Yukarıdan beri atıf yapılan Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini
sahifemize alıyoruz: "Deutet-i
âliye-miz taahhüd ederki, hristiyan diyanetinin hakkına ve klişelerine
kaviyyen siyanet ede. Rusya devletinin elçilerine ruhsat vermeye her ihtiyaçda
gerek 14.maddede zikrolunup, mahruse-İ Kostantiniyyede beyan olunan klişeyi
mezküre ve gerek hademesinin siy anete( koruma) ibraz-ı tefhimat ile elçi-i
mumaileyhin deulet-i âliyyemin dost-u safa ve hem civarı olan devlete
müteaallik adem-i mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmağla deulet-i
aliyyemiz tarafın dan kabul eylemelerini devleti âliyyelerimiz taahhüd eder.
Lui Napolyon, 2.cumhuri yetin başındayken katoliklerin himayesini meselesini
göz önüne aldı. Fransa sefiri La Valette vasıtası ile eski antlaşmanın tamamen
uygulanması hakkında hızlı teşeb büslere başvurdu. Bu teşebbüslerin bir mânası
da, Latinlerin ıs lavlara karşı bir reka beti idi. Böylece artık İstanbul'da
Rus ve İngiliz tesirleri çarpışmaları başlatılmıştı. Bu mücadete-i müsademe Lui
fiapolyon'un Fransa İmparatorluğuna yükselmesiyle daha da şiddet
kazandı."
"Kırım Savaşı
Siyasası" adlı eserden aşağıdaki satırları nakle çalışalım: " Kudüs-ü
Şerif ve buradaki tanzim hususunda meydana getirilen özel komisyon bir daha
toplanmış ve anılan müzakereler
sonunda, evvelâ Latinlerin yalnız kefiri ilerine inhisarını idd-İa ettikleri
ziyaretgâhlann, onlara iade-7 uönüne gidilmeyip, bu hususdaki iddialarının red
olunması oldu. İkinci karar da Kamame klişesi büyük kubbesinin her iki
mezhebin aziz saydığı bir mahal olmasından do-lauı yalnız bir tarafa tahsisi
doğru olmayıp ortak anlayışa tahsisi, küçük kubbesinin ise eskiden olduğu gibi
Ortodoks-larada bu tahsisin yapılmasıdır." Biz bu arada üstad merhum Ahmed
Râsim Bey'İn Kudüs-ü Şerif ile alakalı şu bilgilendir-mesiyle sahifelerimizi
süslüyoruz: "Hz. İsa (A.S)'ın güya sel-blnden (idamından) sonra defn
olunduğu klişe ki buradan semaya uruç mutedikat-ı nasraniyedendir. Adının
Kamame yâni süprüntülük olmayıp Kıyame olduğu hakkında iddialar vardır"
demek suretiyle bunların ihtilaflarına işaret etmektedir. Bu komisyon üçüncü
olarak da, Merkad-i Hazreti Betül (Hz.Meryem'in lâkabı)'de bütün mezheplerin
ashabının müşterekliğine rağmen Latinlerin dışarda tutulması münasip
görülmediğinden bunların ellerindeki fermanlar diğerlerininki gibi istifade
edilecek hâlde sayılması hususu gerçekleştirildi. Dördüncü olarak da, Beytülahm
klişesi asırlardan beri Ortodoksların ellerinde olmasına rağmen, lâtİnler de
eskiden beri, bu klişeyi kendilerinin inşa ettiklerini iddia ediyorlarsa da,
küsenin içinde velâdetgâh (doğum yeri) mevcut bu da ortak bir ziyaret yeri
meydana koymuş oluyor. Zaten küse kapılarının bir anahtarının mezheplere iki
anahtarınında lâtinlere verilmesiyle birlikte bunların, klişe içinde başka bir
haklan ol-madığı, beşinci olarakda, Hz. Meryem merkadi (mezar) içinde bulunan
Mes cid-i ürûc da bundan böyle ortodokslarında aym icra etmeleri kararı
alındı.Bu kararın muhalifi tabiiki sefiri Lavalet
ret kararını bekletmeden açıkladı. u arada da, muvazaa hâlindeki sadaret
görevinden Mustafa
Reşid Paşanın düşmesi
vukubuldu. Öte tarafdan da Ortodokslar, Rusların tahrikiyle ayaklanmalarını
başlatmış oldular.
Netice olarak; klişe
meselesi daha sonraları İstanbul boğazında bir nüfuz-u siyasiye meselesine
dönüştü. Fransızların ittifak teklif ettikleri gibi Ruslar da, Kaynarca ve
Edirne antlaşmaları hükümlerini ileri sürerek Ortodoks klişesine bağlı olup
Osmanlı topraklarında buiunan hristiyan kimselerin hâmisi olduklarını ilân
eylediler. Böyle olunca Fransa hükümeti elçisi Lavaleti geriye çekti. Rusya ile
Kudüs meselesi hakkında Petersburg'da doğrudan doğruya müzakerelere hazır olduğunu
bildirdi. Çar Nikola'da bu vaziyetten son derece memnun ve neşe doluydu.
Yapılan karşılıklı konuşmaların hâl noktasına ereceği şeklinde ümidler
uyanırken 1269/1853 şubatında Ruslar tarafından Prens Mençikof adlı fevkalâde
bir elçi İstanbul'a yollandı.
Mençikof; Rusya'nın
Finlandiya eyaleti umumi valisi, Baİ-tık denizi filoları kumandanı olduğu gibi
aynı zamanda Bahriye nâzın idi. Rusya'dan gelirken Karadeniz donanmasıy la
Besarabya'da bulunan Rus kuvvetlerini teftiş etdi. Alafranga mart ayının l.günü
İstan bul'a geldi. Yanında bulunan Rusya devlet adamlarının meşhurlarından;
Prens Gaiiçyin, Kont Di-mitri Nesolrod, Karadeniz filosu Majör generali Amiral
Homi-lof.Besarabya ordusu erkân-ı harbiye reisi general Mika Puçinski vardı.
Mart ayının 2. günü sokak elbisesiyle babıâlî'de mutad zîyaretde bulundu. O
sırada Osmanlı hariciye nâzın olan Fuad Paşayı göremedi. Mençikof; Dr. Büyük
Mehmed Fuad Paşayı Rus düşmanı olarak gösterirken, Sultan Abdül-mecid Fransız
ve İngiliz elçilerinin ortadan kaybolması dolayısıyla şaşaladı. Yabancı
târihçiler,eserlerine Fuad Paşayı padişahın azl edip, Rıfat Paşayı getirdiği
şeklinde yazdılar.
Prens Mençikof un
sergilediği davranışlar ve hâllerden siyasi j-pehafillerde endişeler meydana
geldi. Kendisine memuriyetinin maksadı soruldukça: "Sultanın kızını Rusya
prenslerinden birine almağa geldim" gibi kaba şakalar ile mukabe lede
bulunmaktaydı. Bu vaziyetden büsbütün kuşkulanan İngiliz sefiri de, Amiral
Dundas'ın komutasındaki gemileri çağırma yoluna gitdi. Yine mart ayının 20.günü
bir Fransız filosu, Tu-lon limanından demir aldı. Mençikof'un; mukaddes
yerlerdeki meseleler hakkında adetâ özür dileyen tavır takınmamızı temin için
geldiği anlaşılınca Fransızlar, sulhun devamını ve akıbetini korumak gayesiyle
Ortodoksların Kudüs'de talep, ettikleri imtiyazlardan bazılarına ses
çıkarmamayı tercih ettiler. İngiltere elçisi Lord Staratford, Fransa ve
Avusturya kabinelerinin fikirlerini yoklayarak Londra'dan dönmüş ve Fransa'
nın yeni sefiri Mösyö Dö Lakor'da gelmişti.
İngiliz elçisi Lord
Staratford Radklif tarafından müsvedde olarak hazırladığı yazıya uygun şekilde
1269/1853 senesi 1 O/nisanına rastlayan gün iki tane ferman çıkarıldı. Bu fermanlardan
biri Kudüs mutasarrıflığına tebliğ olanında: "Bey-tüllahm klişesiyle büyük
kubbesinin anahtarı lâünlere ueril-mişsede eskiden beri mağaraya geçiş hakkını
hâiz olup, de-rununda (içinde) âyin yapamayacakları,kullanmada Rumlarla
müşterek olmadıkları, mağarada mevcudken, 1847'de kaybolan yıldız'a mutabık
(benzer) taraf-ı şahaneden Hz.lsa (A.S) 'mm ümmetine yâdi gâr olarak yıldız
koydurttuğu gibi, Hz. Meryem Validemizin kabrine, güneşin doğuşundan itibaren
her sabah Rumların, sonra Ermenilerin ue onlardan soıı-rada, Latinlerin
birbuçuk saat âyin yapabilecekleri, Beytül-lahm'daki Frenk manastırına bitişik,
iki tane bahçenin eskisi gibi Rum. ue Latin cemaatleri tarafından nezaret
altında ola-'a/c yapmaları ve hiç kimsenin bu hakkı bozmağa hakları ol- yeter
açıklıktadır.
Beri yandan Âlî
Paşa'mn sadaret makamındayken 1269/1852'de Mösyö Teytov'a gizli bir ferman
vermişti ki bu fermanda latinlerin, Kudüs'de nail oldukları imtiyazları kaldırıyordu.
Çar, bundan memnun kalmış, fakat Fransa elçisi La-valet tabii ki memnun
olamayacağından gitmişti. Bu iki yüzlü siyasetin mahcubiyeti, Afif Efendi
isminde bir komiserin Kudüs'e yollandığı sırada ortaya çıktı. Çünkü latinler
de, or-todokslar da bahsi kazanmış biliyorlardı. Afif Efendi her iki tarafın
gösterdiği sevinç naralarından şaşırdı. Elbette burad-fan verilmiş olan bir
emir üzerine latinlere mahsus olan fermandan başka bir ferman tanımadığını
bildirdi. Latinler; kabardıkça kabardılar! Rum Patriği ile Rusya'nın Yafa
Konsolosu işi azıttılar. Afif Efendi onlarada, belli sayıda dinleyicinin
bulunduğu bir mecliste, Ortodokslara verilmiş olan, fermanı okumağa mecbur
oldu. Çar; tebâsı karşısında küçük düşmüştü. Bu sebebden Nikola hâl-i hazırın
devamından vaz geçerek uğradığı muameleyi tamir etmek istedi. Mukaddes yerler
meselesini geriye bırakarak, Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini ele alarak işin
yönünü değiştirdi. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Rumİarın himayelerini
üstüne alacağı teklifini ortaya atmaya karar verdi. Böyle yaparakda, Edirne
antlaşmasını bu işe hizmet edecek noktaya getirmeye ça lıştı. Çar; 1852
senesini bu işleri hâl etmek düşüncesiyle geçirdi. Diğer taraftan da Avusturya
Karadağ savaşından endişelendiler. Rusya'nın müttefiki olmaları sebebiyle,
Kont La-ningen vasıtasıyla 30/ocakta bir ültimatom verdiler. Harekât-i askeriye
tatil edilmediği takdirde ilân-ı harp edileceğini bildiriyorlardı.
Karadağ meselesi
Avusturya'nın müdehale etmesiyle kapandığı gibi mukaddes mahaller hususunda
yukarıda görüldüğü gibi Fransızların gösterdiği uyum ile düzelme yoluna
verrnişti. Böylece Mençikof'un İstanbul'dan ayrılması veya hakiki talimat neyse
onu meydana sürmesi lâzım geldi ve nitekim bunu da yaptı.
3/şaban/1270-5/mayis/1853'de,
babıâlî'ye bir ültimatom verdi. Bu resmi vesika büyüklük kompleksi içinde
yazılmış ve Çar Nikola'nın gizli maksadının açıklığa kavuşmasıydı. Rusya Çarı;
padişaha bir daimi ittifak teklifinde bulundu. Kendisini Osmanlı topraklarında
yaşayan Rumların diğer bir deyimle de Ortodoksların koruyucusu olduğunu ısrarla
ileri sürmekteydi ve böyle kabul edilmesini istemekteydi.
Bu ültimatom veya
talebin mânası Sultan Abdülmecid'in tahtını bırakması yahutda doğrudan doğruya
Rus Çarı'nın himayesine girmesi demekti. Böyle bir teklifi kabul etmek ülkedeki
Rum ve Ortodoksların, bütün işlerinin Rusya devleti tarafından, görülmesine
müsaade etmek demekti. Bu ültimatom beş günlük bir müddeti taşımaktaydı.
Maksadıysa Rus-yanın hacil duruma düştüğü Kudüs olayındaki prestiji tamir
etmekti.
Babıâli; İngiltere ve
Fransa'dan aldığı cesaret üzerine 10/mayıs'da ültimatoma ret cevabını verdi.
Cevabdaki ifade meâlen şöyleydi: "Rusyanın askeri taarruz hazırlıklarına
başlamış olması ve tersanelerinde büyük bir faaliyet görülmesi, Paris'de Doğu
Sauaş'ı gibi addedilip, bu hal Osmanlı devletini müdafaa etmek yalnız
Fransa'nın uhdesindemi kalacak? Napolyon; beş devletince kefil olduğunu haber
veren bir nasiha ta uymaklada sefir Do Vilafor'u yolladı. Latinleıie
oı'todokslara uerilen fermanların okunmasını taleb etdi. Bu-aun berine yukarıda
1/recep/l269-1 O/nisan/l853 tarihli fermanı kaleme alıp,her iki fermandaki
tezatlar kaldırıldı. nazam Paşa Ue Menci kof arasında yapılan müzakereler-e
rnahall-i mukaddese ait yerlerdeki ihtilaf halledildikten
sonra zat-ı şahanenin
Kaynarca antlaşmasından Rusya'ya tanınmış hak lann geçerliliği ve Ortodoksların
Osmanlı ülkesinde büyük bir serbestiye mazhar olduklarını açıkça beyan etmesi
yâni Rusların, Rum mezhebi işlerine ve diniyelerine koruma göstermesine
muktedir olduğunun Rumlar tarafından anlaşılacak surette bildirilmesi esası
kabul edilir gibi olmuştu. Mençikof birdenbire müzakereyi kesti. Sebebi şu
imiş: Laffet Arastaki Bey, isimli babıâlî mensuplarından bir Rum, Rusya
sefareti 1.tercümanı Argiripulo Bey Rusya'ya ihanetle devlet-i âliyeye hizmet
ettiğini ve bir takım faydası olmayan imtiyazlar alınmağa sevketmekte
bulunduğunu ve hatta Türkler tarafından Büyükdere'de rüşuet olarak bir bina
verildiğini, sadrıazam paşayı azlettirecek ve Reşİd Paşa ile müzakerelere
girişecek olursa menfaati büyük olacağını telkin ey lemislermiş. Mençikof bu
sözlere kanmış ve padişah-dan paşanın azlini istemiştir. Mençikof; bu defa
karşısında bulunduğu zatın evvelkinden daha zor ikna olunacak cinsten olduğunu
görünce şaşırdı Hatta Reşid Paşa eski sadrı-azamın razı olduğu notaya hukuk-u
hükümdarani padişahının Osmanlı ülkesi içinde bütü- nüyle ve tamamen geçerli
esaslarda olduğunu apaçık bildiren bir kayıta dökülmesini istedi. Mençikof;
aldanmış, aldatılmıştı. Çar Nikola;bu olay üzerine 'Sultan'ın beş parmağının
izi hala yüzümde' demiş olduğu meşhurdur."
Bu hilenin İngiliz
elçisi Sir Startford Radkiif çe tezgahlandığı daha sonraları açıklığa
kavuşmuştur. Emil Burjuva diyor-ki: "Tarih 13/mayısı gösterdiğinde
avrupada her şeyin sulh yoluyla düzelmiş bulunduğu görüntüsü vardı, ingiltere
donanmasını Malta'da durdurmuş, kendisininkini Salamayne gönderen Fransa bu
nümayişle iktifa edip,mukaddes mahaller meselesinde geri çekilmiş katolik
engelinden kurtulmuş bulunan
Türkiye, şöyle böyle memnun kalmış Rusya Çar'ına Rumlar hakkında teveccühkâr
teminat ve Kaynarca a.ntlaşm.ası hakkında tatmin edici hâle gelmişken, tek bir
adamın iradesiyle arzusuyla, Tuna kıyısında harp patladı. "
Şimdi Ahmed Rasim
Bey'in değerli eseri ve tarafımızca Osmanlıcadan sadeleştirilen "Resimli
Osmanlı Târihi" adlı çalışmadan şu satırları aynen alıyorum:
"Böyle bir vak'a,
Şark Meselesi târihinde yeni değildi.1256/1840 senesinde İngilterenin Fransa
ve Mehmed Ali Paşa aleyhine kazandığı büyük siyasi mesele İstanbul sefiri
Pönsönbi'nin kendi teşebbüs ve gayretleri ile kazanılmıştı. Haziran ayında
zat-ı şahane düşmanlarıyla antlaşma yap maya hazırlanmaktayken Pönsönbi,
Suriye'yi ayağa kaldır mış ve Londra'dan hiç bir talimat almadığı halde
Türkleri harbe sevketmişti. Bunun yerine gelen Sir Startford. do Radk-lif
ülkesine yeni yeni menfaatler temin edecek bu üçlü teşebbüs önünden geri
çekilecek adanı değildi. Mesleğinin bütün mesaisi geçirdiği Şark'da 1809
senesindenberi büyük işlere karışmıştı. Geçmiş tecrübeleri, istanbul'daki
İngiltere elçiliğine uerdiği hakimiyet ve tesir. 1841 antlaşmalarıyla Rusya'
nın vesayetinden kurtulmuş olan yeni Türkiye'nin tanzimi, Tanzimat-ı
Hayriyyenin, gerçek müellifi, Rusların büyük hasmı olan, Reşld Paşa İle ortak
çalışmada gösterdikleri samimiyet, metin bir siyasi ve korkusuz bir adam imiş,
hizmet etmekten çok efendi kılmıştı* Ona İngiliz Sultan diyorlardı. Fırsatını
buldumu daha çok kazanmak için ilk kazandığı zemini muhafaza etmeği bilirdi.
Mukaddes yerler
meselesindeki ihtilaf önceleri onu müte-bessim kılmıştı. Sonra Rusya ve
3.fiapolyon'un ihtilafıyla, bulanık sularda avlanmak için, bir çâre görür gibi
oldu. '852 senesi mayısından itibaren her iki taraf arasında olan
çekişmeyi tahrike gayret gösterdi. Fransa
elçisi Laualet'in yokluğu sırasında Fransa orta elçisi Sabatiye'ye Rusların
ihanetlerinden ue Fransa ile İngiltere'nin anlaşarak onları mahrumu maksad
etmek gerektiğinden bahsederdi. Mençikof Mustafa Reşid Paşa ile yaptığı
müzakerelerden sonra yumuşamış ve devlet-i âliyyenin Rusya'ya adi bir nota
vererek tâleblerini yerine getirmeyi taahhüt etmişti, Osmanlı devleti,
5/nisanda İstanbul'a gelen diplomatlara Rusların ısrarla ileri sürdüklen talebi
naklettiklerinde de bunlannsa tavsiye ettiği 'mukavemet ediniz' olmuştu.
Rusyanın, doğuda bulunan Rumların üzerine almak istediği himaye usûlünün hasta
imparatorluğun damarlarına Rus zehirinin zerk edilmesinin kötülüklerini
İngiliz kabinesine bildirdi. Mayıs ayının başlangıcında Âlî Paşa ile Mençikof
arasında yapılan müzakerelerden sonra meydana gelen ue iki tarafın hazım ve ihtiyatlı
davranışlardan meydana gelen sükuneti İngiliz elçi tabiiki devleti adına hiç de
hoş karşılamadı. 8/mayıs'da Mençikofa bir nota verdi ki adetâ meydan okur
gibiydi. Ertesi gün ise padişah'a, Rusya'yı bu teklifleri hasebiyle, ret etmesi
üzerine, Malta'da bulunan İngiltere donanmasını derhal çağıracağını bildirdi.
Elçi; bütün hedefi görüşmelerin kesilmesini temine matuf olduğunu,
davranışlarıyla pek net bir tarzda sergiliyordu. 13/mayıs müzakereleri anlaşma ile bitecek
gibi görünürken netice alınamadı. Startford Radktif'i bir siyasi manevra
çevirir görüyoruz ve Abdülmecid han, Mençikof un talebi üzerine sulhun teminini
isteyen vekilleri azletme yoluna gitdi, Mustafa Reşid Paşa sauaşın
mesuliyetini üzerine aldığı görüldü. Mençikof; müthiş bir kızgınlıkla
Petersburg'un yolunu tutarken, İngiliz b.elçi Radklif'in daveti üzerine Amiral
Dundas, Fransız donanmasına mülâki olmak üzere Malta'dan demir almış oldu.
İngilizler Osmanlı devletini savaş açmaya meylettirmiş olmakla beraber artık üzerine düş
bu arzuyu şiddetlendirmeyi sürdürmesiydi."
En
Meydana gelen vaziyet
Osmanlı hâriciye nezaretinden verilen notada, kendini gösterir. Nota;
istiklâl-i tâmme ve hâkimiyeti padişâhiden bahsetmiş olduğundan işin geri
dönüşü olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim; Rus generali ve murahhası
Mençikof da: "Palto ile gelmiştim. Fakat kısa zamanda gömlek ile
geleceğim" şeklinde boş ve buruk bir kelâmdan sonra, elçiliklerinin
armalarını indirtip, Rusya'ya döndü. Tarih-i Lütfi'de: "Mençikofun
gitmesinden sonra meydana gelen durumdan sonra iki devlet arasında, hasımlık
kapılar, nın açılmaması hususuna dâir, teminat-ı akredite görülmemiş
olduğundan devlet-İ âliye mecburiyetten bazı tedarik-i harbiye zımnında Tuna
taraf lahna ve Karadeniz boğazına İcab eden takviyeleri yapmaya başlayacağını
ilân et- di. Rus devleti hakkında bilinen hürmet ve riayeti lâzimeye bağlı
olarak Osmanlı ülkesinde ikamet eden Rusya tebâsı tüccarlar konsolosları
hakkında kötü bir muamele asla olmayıp, yine eskisi gibi usül-ü
serbestliklerinde işlerine bakmaları bildirildi. İşte harp meselesinin
başlangıcı budur. Mençikof gittiği gibi sağlam zannedilen münasebetler kof
çıktı." denmektedir.
Zâten bu mevzu ile
alakalı tolarak yayımlanan resmî beyannamede de, şöyle bir ifadeye yer
verildiği görülmüştür. "Rusya devletiyle yapılan didişmenin ve çekişrnenim
sebebi hakikisi, Rum klişelerinin ue ruhbanlarının vede mezheple-rinin
imtiyazlarını, adı geçen devlet, bir nevi taahhüde bağırmak istemeyip, Osmanlı
devletinin dahi bütünüyle razı olmaması davasıdır." Bu ifadedeki mezhebin
imtiyazı meselesi
taa cennet mekân
Sultan Fâtih döneminden beri bizzat bu padişahın imtiyazı devam ettirmesi ve
bunu yazı ile ilân buyurduğu hatırlanmalıdır. Padişah tarafından; ecdadının
yüksek takdi rine bağlı olarak, tasdik ve kuvvetlendirmeyi sağladığı
ortadadır. Makam-ı padişahinin, kendiliğinden koymuş bulunduğu usûl-ü
imtiyazatı bozmak Fâtih'den sonraki hiç bir padişahın aklından bile
geçmediğinden böyle devam eden tatbikatın bozulmasına lüzu mu olmadığı izahtan
varestedir. Bu hususda Osmanlı devleti bütün âleme bir teminatını ilâna hazır
olduğunu belirteceği gibi Rusya'nın, bahse konu şüphelerden temizlemeye,
yeterli usûlü temin etmeye de, is-tinkâf buyurmamış olduğu ve bir devletin
tebâsmdan olup, bunca milyon nüfusu toplamış olan bir milletin mezhebinin
imtiyazı üstüne başka bir devletle anlaşmasında veyahut kuvvetinde bir suret-i
tanzimiye yapmak ve taahhüd eden devletin istiklâline ve hükümetinin hukukuna
ait meşruluğa dokunacağı cihetiyle, böyle bir şeyin yapılamayacağı defalarca
dostane ve de ihlas dolu olarak beyan olunduğu halde bu hususda bu kadar
ısrarlı olmak icâb etmezken, Ruslar, yine iddialarından feragat etmiyerek
hâttâ bu defa Eflak ve Buğdan memleketlerini zapt ve istila etmek üzere Rus
ordusunun Prut nehrini geçmiş olup, saltanat-ı seniyye'yi hayretlere
düşürmesine sebeb teşkil etmiştir.
Antlaşmalara da aykırı
olarak meydana gelen böyle bir olay, Osmanlı devleti tarafından kabul
olunamayacağından bütün devletlere resmi bir şekilde ve açıkça anlatılarak
bildirilmiştir. Çünkü devletler arasında birbirinin istiklâl-i tâmmesi hususunda
yapılan antlaşmalar gereğince bir çeşit karşılıklı kefalet ve bir zincir hâlin
de bu hususda mutabık kalınmıştır. Bunu ihlâl edecek bir vak'a çıktığında
hepsinin ben zer oylan muvafakat-ı usûl-ü câri'den olarak, Rusya devleti
tarafından, esas hedef, Os manii devleti ile savaş değil, arzusunun verine
geleceği ana kadar, Eflâk ve Buğdan topraklarını rehi-e almak yoluyla
sıkıştırmaktır. İngiltere ve Fransa'nın malum olan denizci birer devlet
olmaları Osmanlı devleti için, dayanacakları, istinat edecekleri ve de itimat
olunacak dostlar olduklarını bu hayırhahlıklarını daha öncede fiili davranışla
göster miş olmalarına binaen, devlet-i âliye diğer ülkelerle usûl gereği
haberleşmişti.
Nasıl oluşa olsun,
devlet-i âliye, istiklâliyetini ve hükümranlık haklarını ihlâle dönük bir
teklifi kabul edemeyeceğinden, işlerin alacağı renge vakıf olununcaya kadar,
kendini savunmak ve muhafaza için Tuna sahilleri ve Anadolu hu-dudlannda
silahlı güçler bulundurmaya hep birlikte karar almışlardı. Esas anlaşmazlığı
toplamış bulunan bu beyannamenin sonu devletin bu hususda seçtiği siyaset
tarzımda içine almaktadır.
Bundan dolayı dikkatle
okunmalıdır: "Rusya devletinin dâvası her ne kadar Rum milleti reislerinin
gerekse ferdlerin katiyyen hisseleri ve malumatları olmadan, hatta Rumların
tebâsı oldukları Osmanlı devletinden memnuniyetleri ue şükranları devam
etmekteyken böyle bir meselinin ihdas olunmasından dolayı, Rumların çok
müteessir oldukları da, padişah indinde tahkik olunmuş ve bu mesele münasebetiyle
onlara asla kötü bir nazar ve düşmanca bakılmadığı gibi, Ermeni, Katolik,
Protestan ve yahudi tâi- [eleri nasıl birer sadık tebâ iseler, Rumlar da
ay&en onlar gibi olduğundan herkesin yekdiğeriyle güzel geçinmekte olduğu,
velhasıl hiç-kimse vazifesinden hariç sözlere karışmayıp, rızaya aykırı
davranışlarda bulunmayıp, kendi işine gücüne bakması lâzım gelecektir. İşbu
açıklama ve beyanat-ı tedbir ile karar, , şeyhülislâm, südûr ve ulemâ ile
serasker ve. bütün cihet-i askeriyeye memur vezirlerle, sadrıazamla devlet ricalinin
hazır bulundukları halde ve sadnazamm başkanlığında toplanan meclis-i umûminin
sonunda vardığı düşüncenin emr-l fermanı padişahı de bu merkezde şeref sudur
buyrul-muş olduğundan her kim, bu karan beğenmeyecek ue kararlaştırılmış
tenbihlerin hilâfına hareket edecek olursajtaat-sızlık mânasına geleceğinden,
şediden cezaya müstahak olacaktır."
Altmış kişiden meydana
gelmiş bulunan, meclis-i umûminin tasdik ettiği, siyaset usûlü dahiliyesinin
özeti bundan ibarettir. Bundan sonra batı'Iı devletler ile yapılan ittifaklar
ve Anadolu ile Rumelide, ordular kurulmasına ve donanmayı hümayunun yâni,
padişahın donanmasının müttefik devletler donanmalarıyla Karadeniz'e
çıkmalarına gayret ve Mısır'dan tertip olunan 2 kapak, 4 firkateyn, 2 vapurla
beraber 9500 kara askeri getirtildi. Anadolu Ordusuna Kirımîzâde Reşid, Rumeli
Ordusuna da, Halep Nâkibizâde Abdullah Efendikadı ve her iki orduya da
müsteşarlar tâyin edildi.
Ruslar ise; efkâr-ı
umûmiyeyi heyecenlandırmak gayesi ile osmanlı devletinin Kudüs-ü Şerifi musevilere
satmış olduğu dedikodusunu yaymaya çalıştığı duyulmaktaydı. Harp, savaş
lâflarının kuvvetü olarak telaffuz olunduğu bir sırada çıkarılan bir hatt-ı
hümayun da son tarafında:
"Bu harbin
sebeb-i aslisi devlet-i âliyemizin hukuk-u mu-kaddesesini ve istiklâlini
muhafazai kaziye-i hayriyyesi olduğundan, Cenâb-ı Hallâk-ı Cihân'ın,
teofıkat-ı samedaniyesinden ve rurıaniyet-i celilei hazret-i risalet penahiden
müs-temend olduğu halde, böyle bir farizanın icrasında, bizzat bulunmak
maksadıyla bi-mennihi teâla ilkbaharın gelişiyle azimete azm ve niyet
eylediğime binaen meuakibi hümayunümüzün ihtidadaki merkezi Edirne şehri
olacağından maiyetimizde bulunacak askere muktezi olacak şeylerin orada hazır
bulundurulması icab-ı hâlden olmağla.."
Muteber kaynaklarda
harbin ilk günleri şöyle anlatılmaktadır: Rus orduları kuzey cihetinden,
Fransız ve İngiliz ortak donanması güney yönünden yürüdükleri,Tuna'da ise,
Serda-nekrem Ömer Paşa komutasında bir müdafaa hattı meydana getirilerek
hareket plânlanmıştı. Bir yandan da avrupa devletleri hükümetlerine mensup
vekiller, savaşın olmaması için diplomatik faaliyetleri hummalı bir şekilde
sürdürmekteydiler.
Rusya başvekili
Nesilrod, İngiliz elçisi Sir Hamilton Sey-mur'a, İstanbul'daki İngiliz
elçisinin her çeşit teşebbüsatı anlaşmayı önlemek ve men etmekte başarılı
olduğunu Mençi-kof ise, resmî bir antlaşma imzalamakla işe giriştiği halde,
yavaş yavaş konuşma tarzını değiştirerek, önce bir taahhüde sonra adi bir nota
istediğini bildirmişti. İngiliz kabinesi suihu isterce görüntü çizerek haziran
ayı boyunca donanmasını boğaz dışında Beşike Limanında bekletmiş,
Ruslar,3/temmuz'da askerlerini Prut Nehrinden geçirip, hazırlanırken, öte
yandan yavaş bir surette müzakerelere eğilim göstermişti.
Fransa'da 3.Napolyon
ve bnun hârici ye nâzın Droin dö Lovnis, Rusya ile savaşmak için, İngiltere ile
ittifak imzaladıklarına dâir söylentilerin asılsız olduğunu ilân etmişti.
Londra'daki elçisine bu mevzuuda kesin talimat verildiği halde, Viyana sefiri
tarafından dahi, Avusturya başvekili, Kont Bool'a Fransa'nın niyet ve arzusunun
sulh olduğunu bildirmiş, Napolyon'un hükümeti 1841 tarihli antlaşmalarla
Osmanlı devletinin istiklâl-i tâmmesini savunmadan başka bir emel taşımadığını
bildirmişti. Avusturya'ya adı geçen antlaşmanın metni üzerine Çar nezdinde
teşebbüse geçilecek olursa harbin önlenmesinin kabil olduğu anlatılmıştı.
İngilterede de, efkâr-i umûmiye, tehdit altında bulunan Osmanlı devleti lehine
ve boğazların ise savunulması noktasında heyecanlı gösteriler yapıyordu.
Palmerston ve partisi
Rusya ale yine tahrikler yapmaktaydı. İstanbul'da ise, resmî beyannamenin son
fıkrasında görüldüğü üzere hükümet kararına uymaktan başka çâre kalmamış ve
ahali daima harp istikametinde yönlendirilmiştir.
Bu sırada ise meşhur
edib Victor Hugo, Quint gibi cumhuriyet taraftan kişiler kalemleri ile Rusya
aleyhinde ifadelerde bulundular. Hele katolik cereyanı mukaddes yerlerle ilgili
Fransız politikasını hızla lehimize yönlendirmekteydi. Yalnız Avusturya
başvekili bulunan Boul, Rusya ve avrupa âlemine dostâne yaklaşım taraftarıydı.
1/temmuz'da Viyana'da bulunan bütün b.elçileri davet ederek, avrupa âlemini
tatmin ve Çar Nikola'yı te-min için, Mençikof ile Osmanlı devleti temsilcileri
arasında kararlaştırılıp, Stratford'un, karşı çıkması ile bozulan nota'nin
aslını, büyük devletlere tebliğinin, gerektiğini ileriye sürdü.
Çar, buna razı oluyor
ve böylece de savaş geriye kalıyordu. Fakat Startford Radklif İstanbul'da
sefirlerin kabulünden sonra Mustafa Reşid Paşa ile gizlice görüşerek Viyana'da
tanzim edilen nota'nın Rus hükümetinin arzularından doğmuş olduğunu Rusya 'nın
Viyana sefirinin, Vikont Boul'un kaimbiraderi olan, Mayendorf'un teşvikiyle,
Osmanlıları; sulha feda etmek üzere, kaleme alındığını anlatıp, Paşa'yi ikna
etdi. Mustafa Reşid Paşa, on senedenberi İngilterenin nasi-hatlarıyla,
Ruslardan bir intikam almak üzere Osmanlı ordu-ve mâliyesini tanzim etmiş
olduğu gibi iki aydan beri Ae
hazırlıklara başlamıştı. Maksadına devama karar verdi.
Meslirod, Kaynarca ve
Edirne antlaşlannın iptali suretiyle Viyana notasının değiştirilmesini,
padişahın hristiyan mezhepleri babıâlî'nin himayesinde olmak üzere Kaynarca ve
Edirne antlaşmaları hükümlerine, sâdık kalacağı tarzında, İslahını istedi.
Rusları 3.defa olmak üzere iddialarında boşa çıkarıyorlardı. Hâl böyle olunca
savaş artık kaçınılmaz ol maya başladı. Palmerston'un teşvikiyle, İngiliz
halkının heyecanı, Rusların Buğdan'a tecavüzleri savaş ilânını kesinleştirdi.
Viyana notasının değiştirilmesi ve.savaş hakkında bizde, şöyle bir kayıt
vardır:
"Deviet-i âliye
ile Rusya devleti arasında ortaya çıkan münazara ve anlaşmazlıktan dolayı
ıslah-i devletin şu sıradaki vaziyetini Mösyö Debidor, Tarih-i Siyasa'sında
şöyle tarif ediyor: "Rusya, Au ustur ya ue Prusya'nın iıayırhatıane
dau-ranışna itimat ettiğinden iki devlet arasında olan halin düzelmesi
niyetiyle taraf-ı saltanat-ı seniyyeye arz olunan suret-i tanzimiyenin bazı
mahalleri devlet-i âliye nin matlubu yâni beğendiği tarzda düzeltilmedikçe
diğer devletler tarafından istenilen teminat verilmedikçe muvaffak
olunamayacağı ka-rarlaşmıştı. Evvelce gelmiş olan müsveddeye Osmanlı devleti
tarafından yapılan değişiklik ve tashihatın, Rusya'nın kabulüne, Osmanlı
devletinin yanında yer alan dört büyük devlet tarafından büyük gayret
gösterilmişse de, Ruslara tesir etmeye muvaffak olunamamıştır. Velhasıl; sulh
içinde, şu anlaşmazlığın bertaraf edilmesi kabil olamayacağı anlaşıldığından
Rus askeri gücünün
tecavüzü ise bu antlaşmayı nakz eüi-91 bütün devletlerin malumu olduğundan
bunun böyle gitmeyeceği 22/ziihicce/1269-27'/eylül/]853 günü ya puan
umumî meclis toplantısında azaların
oybirliğiyle Rusya'ya harb ilânına uerilen karan yine o meüzuuda alınan fetva-i
şerife tarafından te'yid edilince meclis mazbatası padişah-t şahaneye arz
olunup, hatt-ı hümayun elde edilmiştir. Uzun uzun anlatıldığına göre iki
deuletin sauaşması gerçekleşmiş olup, Eflâk ve Buğdan topraklarının tahliyesi
hakkında Rusya askerinin kumandanına usûl icâbı gönderilen mektup târihinden
itibaren 15 gün içinde tahliye emri verilmediği takdirde düşmanca harekâta
başlanması hususunda Serdar-ı ekrem Ömer Paşaya ve diğer vazifelilere
devletimiz tarafından gereken talimat verildi." Demekte.Fransa ile
İngiltere'nin harp için aralarında anlaşacaklarına bir türlü inanamıyordu. Bundan
başka Balkan yarımadasında bulunan hristiyan ahalininde ayaklanacakları
hakkında çok büyük ümitler taşımaktaydı. Gerek teselya gerekse Epir
taraflarında büyük heyecanlar kendini göstermekteydi. Atina da bulunan çok
sayıda ve tesir gücü fazla olan Rusyalı memurlar Yunanistanı bu iki bölge
üzerine atılma hususunda tahrik ve teşvik ediyorlardı. Kral Othon ile haris
karısı kraliçe Amelya açıktan açığa Moskova politikasını tercih ederek Na-pist
yâni Rus hükümeti taraftarı partisini kışkırtıyorlardı.
Osmanlı topraklarına
geçip, ihtilâl çıkartmak için, Yunan subay ve askerlerine müsaid
davranıyorlardı. Aynı zamanda Çar İran'ı da Osmanlı devleti aleyhine davranışa
yöneltiyor hâttâ Baltık denizinde emniyet içinde görmek için Danimarka kralını
bile ortaklığa çağırmaktan usanmıyor para azlığı yüzünden Osmanlı devletinin
ilk baharda sulh yapma eyili-mine koşacağını ümid ediyordu. Bu sebeble;
tecavüzi hareketlerde bulunmayıp, müdafaada bulunmaya önem verip, buna sebeb
olarakda, savaş ilânının kendi tarafından olmadığı, sulh severliğinin hâlis
niyetini ortaya koymaktan ileri geldiğini bildirdi. Bu vaziyet üzerine de
Avusturya başvekili Boul. Rusya başbakanından aldığı kabul haberi üzerine
5/ara-hk'da Viyana Konferansını açtı. Dört devlet arasında müzakereler başladı.
Babıâli'ye gönderilen protokolün özeti şu idi: "a- Osmanlı devletinin
mülkiyet-i tâmmesi-
b-Padişahın, hristiyan
tebânın rahat yaşamasını sağlaması şartıyla İstiklâli tâmmesi" Bu
protokola iliştirilmiş notada, babıâli'nin Rusya ile müzakerelere girişmek için
ileri süreceği şartların çok çabuk bildirilmesi rica ediliyordu. Fakat savaşın
başlangıcı Rusya'yıda elde ettiği vaziyetden ayıracak hâle getirdi. Vidin
civarında bulunan Ferik Salim Paşa yeterli kuvvet ile Kalafat Adasına geçmiş
ve Rumeli Ordusu erkân ı harp reisi İsmail Paşa da Rahova tarafından gelerek,
Kakjfat Ada iskelesi ve hududa yakın, Şevketil Kalesinin muhasarasına
girişilerek kısa zamanda bütün silahlarını teslim etmek suretiyle isteklerimiz
olan maksada muvaffak olundu.
Öte yandan da Rumeli
ordusu Kumandanı Macarlı Ömer Paşa da Tutrakan önündeki Ada'ya gönderdiği
kuvvetlerin himayesinde istihkâmlar inşaasına başlatmış, taş binalar karantinaya
alınmış ve içine bir kaç tabur askerle, cephane ko-nulmuştu. Ruslar; 20 tabur
piyade, 3 alay süvari, 1 alay Kazak süvarisi ve 32 adet piyade ve süvari
toplarıyla birlikte hücum ettiler. Dört saat devam eden bu kanlı sava şın bilançosunda
Ruslar ikibin yaralı ve bin ölü ile bfrakrak çekildiğinde bu savaş târihi
mize, *Çetine Muzafferİyeti" adıyla şan ve şerefle yazılıyordu. Bu savaş
neticesinden olarak, Rus-Sırp ittihadı ümidi bir başka zamana kadar tehire
uğramış oluyordu. Ayrıca İngiltere ve Fransa'ya aid gemiler Beşike Limanında
bulunuyordu ki bunların oniki tanesi padişah fermanı ile Çanakkale Boğazından
geçip Büyükdere önlerinde demir attı.
Rus deniz filolarının,
Osmanlı devletine aid Karadeniz'deki sahillerine tecavüzü menetmek maksadıyla
Bahriye Paşası Kayserili Ahmed Paşa komutasında Osmanlı savaş gemileri
gönderildi. Bu donanmada 12 parça gemi bulunup,top sayısı ise bir hayli faz la
olup, 1118 tane idi. Bu arada Fransa ve İngiliz donanmalarının Beşike limanına
gelmesi Çar Niko-la'nın son derece gazablanmasına sebeb oldu. Babıâli'den
aldığı cevap üzerine Rusya ahalisine bir beyanname neşretmek mecburiyetinde
kaldı. Bu beyanname adetâ bir haçlı seferi teşvikiydi.
Başvekil Neselrod,
Çar'm yalnız Osmanlı tarafınca değil Fransa ve İngiltere cihetlerinden de
tahrike uğradığını, haysiyet, şeref ve hakkı olan menfaatini gözetmek için
için ileri harekâta mecbur olduğunu avrupaya bildirmeye çalıştı. Rus Çar'ı ve
başvekili Neseirod bu mevzuuda kısır bir davranış cindeydi. Çünkü, Rusların
Osmanlı sahillerine tecavüzü, Fransız ve İngilizlerin Beşike'ye gelmesinden
önce idi. Beşike limanına gelmiş bulunan avrupa devletlerinin gemileri hiçbir
antlaşmayı ihlâl etmiş olmuyorlardı. Ayrıca da Rusya Osmanlı topraklarına
tecavüzde bulunduğundan harekât-ı tecavüz davranışınında sahibi olmuştu.
Neselrod'un ifadesine göre de Çar Nikola, Osmanlı devletiyle harp etmekten ziyade,
kendini emniyet altında hissetmek istiyordu. Bu istikametteki arzusu kabul
edildiğinde ele geçirdiği topraklan iadeye razı gelecekti. Ancak,bu tarz
hareket pek sert ve haysiyet kırıcı idi. Özelliklede geleceği kim te'min
edebilir?
Bu işlerin sonunda
Avusturya ve Macaristan müşkül bir duruma düşmüştü. 1849 ve 18 50'deki
Avusturya da vuku-bulan ihtilâlde Ruslar, Fransuva Jozef'e yardım ederek adetâ
Avusturya'nın, yeniden dirilmesine sebeb olmuşlardı. Bundan başka; Ruslar
gerek Bohemya'da, gerekse Sava Nehri taraflarındaki, Sava Slavların: ayaklandırabilirdi. Bu
bakımdan Avusturya devleti ve onun hükümeti Rusya aleyhine davranışa
geçemezdi. Fakat Osmanlı devletinin yıkılmasına da seyirci kalamazdı.
Çünkü böyle bir hâl
gerçekleştiğinde Avusturya ne olacaktı? Diğer taraftanda Fransa ile
İngiltere'ye yardımcı olmazsa bunlarda başına bir ihtilâl çorabı örmezlermİ?
İtalya'ya Macaristan'a,Polonya'ya kalkın demezlermi? Verlhasıl Avusturya
hükümeti şöyle veya böyle Osmanlı devletinin tarafını tercihe memur oldu. Bunun
için her iki hükümet arasında müphem, meşkûk, zavallıca bir ro! oynamağa iki
tara-fıda, bir noktaya getirme vazifesini yapmak için her tarafa sallanmaya
mecbur oldu. Viyana'da kaleme alınıp, Osmanlı devleti tarafından değişiklik gerektiği
lüzumu gösterilen nota, işte böyle bir mecburiyet üzerine yapılmış kaçak
işlerdendi. Fransa ve İngiltere Donanmasının Çanakkale'den geçişleri de,
Rusların her türlü antlaşmayı yasak hâle getiren tarz şeklinde anlaması
üzerine vukubuldu. Târih-i Lütfi diyorki:
"Berveçhl
muharrer (yukarıda yazıldığı gibi) deulet-i âliye-i mecburiyeti meşruası
cihetiyle muharebeye şur'u ey/e-miş ve asar-ı fev-u zafer zuhura başlamış oldu
ğundan nâm-ı şev ket-i itsâmı Padişahi, Gâzi'lik unvanı celiliyle, cevami-l şerife
min berinde ilân olundu. Yemen eski valisi Sarı Paşa ile id Paşa, Mühürdar
Behçet Efendi, Livalıkdan mütekaid ve
Çerkeş kumandanlardan, Sefer Paşa ve bazıları Ba tum Ordusuna gönderildiler.
Çerkeş Paşanın Çerkezlstan'la münasebetlerde istifadeleri umulan kimselerin
göndentmele-û pek bir şeye yaramadı. Belki, sülhden sonra Çerkeş
kabile-Lerinden vatana uğramaları sağlanmış olabilir Bilhassa Fransa sulha
alakadar bulunuyordu.
Hatta İstanbul'a
Barakey Di'iye isimli, sert ve de Stratford Radklif ile boy ölçüşebilecek
vasıfta bir diplomat gönderdi. Fakat, İngiliz Stratford maksadını temine
berdevamdı. 21 /ey-lül'de başvekil Palmerston, İngiltere Harbiye müsteşarına,
Rusya'nın Lehistan ile Kafkasya, Gürcistan gibi zayıf damarları vardır.
Demişti. Staratford bunu bir plan hâline koyarak Rusya'yı tehdit maksadı ile
akın etmekliğimizi tavsiye etdi." Demektedir.
Doğu Anadolu'da
Osmanlı ordusu, Rus arazisine tecavüz etmiş hatta Aya Nikola denilen kaleyi de
ele geçirmişti.. Çar; büyük bir kızgınlık içinde savunmada kalacağı hakkındaki
evvelki beyanatını unutarak, donanmasının Anadolu sahilinde harekât-ı
harbiyede bulunması hakkında emirler verdi. Târih-i Lütfi'ye göre:
"Sinop Limanında
Taif vapurundan başka, 7 kıt'a firkateyn ite 3 korvet vede l'de vapur
bulunmaktaydı. Rus do nanması amirali Mahimof havadaki sisten istifade ederek
limanın ağzını tuttu. Donanmamıza teslim olmalarını işaretle bildirdiysede,
topla mukabeleye kasım ayının 21. Günü,3 kapak, 4 firkateyn ve 1 Briyk'den
ibaret olan Rus donanması Sinop'a Osmanlıların demir atma mevkıilerini hâl ve
hareketlerini keşif için ayın. 30. gününe kadar fırtınalı havada liman
haricinde abluka vaziyeti almıştı. 1170/1853'de Patrona Mustafa Paşa
komutasındaki filo, Batum'a harp mühimmatı sevk etmeye ve Patrona (tüm amiral)
Osman Paşa kumandasındaki filo da Sinop Limanına demir atmıştır Sinop
Limanında vazifelendirilen gemiler şunlardı:
T p Sayısı Gemilerin İsmi gemilerin Cinsi
Adet Avnullah Firkateyn Patrona Osman Paşa
Nizamiye " " Piyale Hüseyin Paşa " Kaid-i Zafer Nesim-i Zafer
50 64 22 48
48 «
" Faziullah
42 "
" Naviki-Bahri
42 "
" Dimyat
22 "
" Necm-i Efşan Korvet
22 "
" Feyyaz-i Mâbud
22 "
" Gül Sefid
10 "
" Ereğli Vapuru
06 "
" Pervazi Bahri
Vapuru "
Rus amirali Nakimof,
Sinop'da keşif yaparken Sivasto-pol'dan imdad taleb etmiş, 4 gün liman
haricinde durup, inn-dad gelmesini beklemişti. Ayın 30. günü beklenen imdat gelerek
kuvvetlenmiş olup, 3 anbarfı, 3 kapak, 2 firkateyn ile müsaid olan rüzgârı
kullanarak limana inmiş ve mevcud olan 4 vapuru da Osmanlı gemilerinin
kaçmasına fırsat vermemek için dışarıda karakol bırakmıştı. Sahil
bataryalarının ateşinden kurtuluncaya kadar ilerleyip bir yerde mesafeye kadar
sokularak demirledi. Osman Paşa işaret çekip, savaşa girişip, padişah uğrunda
fedây-ı cân edinceye kadar gayret ve çalışmak dinin hamiyyetinden olduğunu ilân
edip, akabinde Nizamiye Fırkateyn'inin toplarından ateşe başlandı.
Rus donanmasıda,
Osmanlı donanmasıyla mukayese edil-dığinde bizim için teslim yada mahvolmak
görünüyordu. İki-blJÇuk saaat fedakârane ve cesurane savaşa devam olundu.
Navik-i Bahri adlı
fırkateyn'imiz karşısında yer alan Rusların kapak tipi gemisince açıbordo âteşi
sonunda büyük yaralar aldı. Bu ümitsiz durumu gören Kaptan Ali Bey, mukavemete
ve döğüşmeye fırsat olacağını göstermiyordu. Ali Bey,gemi-sini düşmana teslim
etmemek için cephaneleğin ateşlenmesini emrettiği görüldü. Ne varki bu emir
yerine getirilmeyince Ali Bey, yanmakta oîan bir meşaleyi bizzat kendisi
cephaneliğe atarak tutuşturdu. Sonuçda gemi müthiş bir infilak ile parçalandı.
Bu kararlı tutum ve geleneklere uygun davranış, maalesef askerimizin sebat ve
metanetinde menfi bir te'sir meydana getirdi.
Fırkatey'nin her bir
parçasının çeşitli yerlere dağılması, şehidlerimizin parça parça olan
cesedlerinin deniz suyunu kıpkırmızı kan rengine getirmeside korku, ümitsizlik
getirdi. Bu arada deniz üstünde iki gemimiz kalmıştı ve bunlarda birer
firkateyn idi. Rus lar ateşe devam ediyorlardı. Gemilerimizi arayıp bulmaya
çalışıyorlar zaferlerini duyurmak içinde askerlerini Hurra! diye
bağırtırlarken, bizim deniz üstünde kalmayı başarmış olan iki fırkateyni'mizin
ara sıra yaptığı top atışları, sanki yaralı arslanların feryadının sesini andırmaktaydı.
Rusların yapmış
oldukları tahribat, o kadar büyüktü ki, şehir ve gemiler harab olduktan başka
müteaddit isabet alıp, nice yaralara gark olan gemiler denizin üzerinde başıboş
se lâmet arayanların üzerine ölüm yağdırmaya çalışarak, tek kişinin bile
kalmamasına gayret gösterdiler. Neticede; demir alamamış bulunan iki firkateyn
üzerine saldırdılar.
Ayağı yaralanmış Osman
Paşa ile demir üzerinde kalmış iki firkateyn'in kumandanını esir alı yorken 125
neferi de derdest etmiş oldular. Ertesi gün savaşın deiik deşik ettiği
bordaları ve anbarları ile enkaz hâlindeki gemiler Ruslar tarafından yakılarak
yok edildi. Piyale Hüseyin Paşa savaş sırada başına hesap eden bir gülle ile
şehidîer kervanına kaldı Savaşın
akabinde naşı bulunup, Seyyid Bilâl Türbesi civarına defn edildi.
Vakanüvis; donanma
reislerinin kara'da ve hamamlarda halvet hâlinde bulunduklarını kayd ediyor.
Liman vakasından dolayı, Kapdan-i derya Mahmud Paşa ithamen azl olundu. İşbu
melhame-i kübrada (pek kanlı savaşta) donanmayı hümayunun dörtbin askerinin
yarısından fazlası şehid olmuştu. Ruslarda pek çok telefata maruz kalmıştı.
<gemİleriyse hayli hasara uğramış, dört kapağın direkleri tamamen kırıldığından,
alabandaları dağıla-rak hareketsiz kaldığından, Aralık ayının 2.gününe kadar
limanda bekleyip mümkün olan tam? ratı daha sonra hareketsiz kalan gemileri
vapurlara bağlayarak, İngiliz ve Fransız gemilerinin gelmesinden önce,
Sivas-topol'a hareket etmişlerdi. Sinop şehrinin, yarısını humbara-larla
yakmışlardı. Şehrin diğer yansıda, tahrib edilmek suretiyle viran edilmişti
Me'şum savaş
başladığında demirini kesen Tâif vapuru firar etmiş ve İstanbul'a
ulaştırmıştı. Ancak şunu söylemek gerekir kî, savaşın neticesini İstanbul'a
ulaştırdığı meşkûktür. Neyse biz tafsilata devam edelim.
Tâif vapurunun verdiği
haber ancak Sinop limanına yapılan baskını haber vermesidir. Boğaz'da bulunan
İngiliz donanmasından Detreboşin ile Fransızların, Magador isimli gemileri,
Sinop'a gitmiş ve buradaki manzaraya el koyarak, yaralıların tedavi
edilebileceklerini tedavi etmişler ve İstanbul'a taşımışlardı. Daha sonra
yaptıkları tahkikatla durum tespıtide yapmışlardı. Öte tarafdan Rus Amirali
Nakimof ise ^ar'a gönderdiği malumatda, Sohum'u işgal ile Kafkasya lisini
kandırmak için denize çıkarılan, 7 firkateyn, 3 korvet ve 2 vapurdan ibaret
olan Osmanlı donanmasından ancak bir vapur kurtulabilmiş ve bizim taraftan
ise, bir subay ile 33 asker ölmüş, 130 nefer de yaralanmıştır. Diyor.
Eski Serasker Hasan
Rıza Paşa kapdan-ı derya makamına tâyin olundu. Bu arada da Ka tadeniz'deki
harekâtımızın hepsi durdu. İstanbul savunması hayli güçleşti. Bu vaziyetin
karşısında İngiliz ve Fransız donanmalarına müracaata kesin mecbur hâle geldik.
İngiliz donanmasının başında olan Sir Aberdeen tereddüt halindeydi. Böyle
olunca da İngilizlerin ahalisininde heyecanı hayli arttı. Bu sırada başvekil
Palmers-ton istifa etdikİ, bunun üzerine Sir Aberdeen, Palmerston'un plânına
evet demek zorunda kaldı. Fransa ise, Sinop donanmasının ve şehrinin tahrib
haberi Rusların her türlü devletler hukukunu hiçe sayarak, şiddet dolu
davranışlar sergilemeye başladıkları manzarası görülmektedirki bilhassa avrupa
donanmasının burnunun dibinde Osmanlı donanmasının tahribi, efkâr-ı umûmiyeyi
kamu vicdanını bütün bütün yaraladı.
Fransa başvekili
Rerviyn do Layir'in teklifi üzerine İngiliz-ler ortak olarak Rusya'ya
MemJeketeyn'i (Eflâk ve Buğdan) tahliye edinceye kadar savaş gemilerinin bundan
böyle Karadeniz'de seyir ve harekât yap- maması bildirildi. Bu muamelenin
mânası deniz devletine harp ilân edilmesinin kararlaştırıldığı demekti. Buna
karşılık bu seferde Avusturya, batılı devletler ile Rusya arasına girdi.
Babıâli'nin sulh şartlarını ileriye sürdü. Yazılı şartlar aşağıdaki
maddelerden ibaret idi.
1- Osmanlı
devletinin temamiyyet-i mülkiyesinin devamı ve kefilliğinin kabulü
2-
Memlekteyn'in tahliyesi
3- 1841
senesinde avrupa tarafından babıâlî'ye verilen te-minat-ı taahhüdatın
yenilenmesi.
4- Zât-ı
Şahanenin istiklâliyetinin tanınması ve zât-ı şaha-in tam serbesti ile
hristiyan tebâ'ya Yen> imtiyazlar ihsa-nına kail olması.
Vaziyetlerin
gösterdiği ahvalin vahameti, Avusturya başvekiline bu şartları Çar'a bildirme
hususunda kanaat uyandırdı. Nitekim; ocak/1854'de de bu programın Avusturya'ca,
konferansın aldığı karara uygun olarak Çar'a takdimi kararlaştırıldı. Ancak;
Çar bu teklif hakkında olumlu bir eğilim göstermedi. Bunun üzerine, gerek
İngilizler, gerekse Fransız lar parlamentolarında harp karan aldıklarını Çar'a
haber verdiklerinde Çar'da, Rus ahali yi mukaddes yerleri tahkir ve ihlâ!
edenlere karşı savaşa çağırdı.
Buna karşılık
İstanbulda da büyük bir canlılık, hamiyyet şeklinde kendini gösterdi. Gerek
mâli gereksede bedenen pek çok yardım yapmak isteyenlerin yanında padişahın ih
sanına nail olmuş ve daha nice ihsanlar beklemekte olan Rum ve Ermeniler gibi
gayrimüslimler ve yine devletin hu-dudları içinde yaşayan diğer akvamın
reisleri, babıâlî'ye tebrikler arz ediyordu. Rum cemaati patriği,
metropolidleri maiyetinde olduğu halde ilk baharda harekata geçileceğinin haber
verildiği yıldızın maiyetinde bulunmağa kararlılıklarını bildirdiler. Bu
aradada, Osmanlı, Fransa ve İngiltere hükümetleri aralarında tanzim ettikleri
ittifak antlaşmasının tasdiknameleri teati edildi ve resmen ilân edildi. Yine
işaret edilmesi gereken hamiyyetlerden biri de savaş masraflarına yardımcı
olabilmek için bir çeşit imtiyazlı senetler tertip edildiği gibi vükelâ, ricali
devlet yâni devlet adamları, ulema ve üst düzeyde devlet memurları tarafından
nakdî bağışlar birbirini takip etdi.
Aşağıdaki listede bir
kısım bağışçının adlarını ve mikdarla-nnı bulacaksınız ancak bu ra kamlar
tamamiyle alındımı?
Sorusuna muhatap
olduğumuzda vereceğimiz cevap ise orasını defter-i mâliye erkânı bilir. (Târihi
Lütfi)'nin listesi alt satırda verilmiştir.
Müteberrinin Adı Meblağı
Sadrıazam Mustafa
Naili Paşa 300.000
Şeyhülislam Arif
Efendi 25.000
Eski Sadnazam Rauf
Paşa 50.000
B.Mustafa Reşid
Paşa 300.000
Serasker Hasan Rıza
Paşa . ,
200.000
Fethi Paşa ,,...; ., i< 150.000
Sekip Paşa 50.000
Kıbrıslı Mehmed
Paşa 100.000
Maliye Nâzın Safveti
Paşa 100.000
Hasip Paşa 75.000
Mısırlı Kâmil
Paşa 150.000
Sadaret müst.Mahmud
Nedim - 25.000
İntisap Nâzın Hüseyin
Bey , ,
50.000
Damad Halil Paşa 75.000
Ali Galip Paşa 100.000
1.750.000 krş.
Savaşın gündeme gelmesi
hasebiyle içtima yapan genel meclisin vermiş bulunduğu fazilet sahiplerini
anlamak için, bahane edilerek talebe-i ulûm tarafından Seraskerlik kapısında
(şimdiki Bayezid'deki İstanbul üniversitesi merkez binası önü) bir nümayiş
yapıldıysa da bunların çoğu hemen yakalanıp, Girid'e sürüldüler. Bunları eski
serasker Mehmed Ali Paşa tahrik etmişmiş! Bunun neticesinde Mehmed Ali Paşanın
Kastamonu'ya sürüldüğü görüldü. Mehmed Ali Paşa ile
Mustafa Reşid Paşanın arasındaki burudet
bir çekişme riva-eti taşımaktadır ki, bu bakımdan rivayetlerin istinat ettiği
hususlar pek de boş değildir.
Belli kişilere
fırınların çalıştırılması müsaadesi tahsis olunmuştu- Bu usûl nasıl olduysa
serbestliğe kavuşturuldu. Tanzimat fermanının ilânından önce fırınların
idaresini hükümet eliyle yürütmek vardı. Fiatlann ayarlanması, ekmeğin tadı ve
sekli idarece kararlaştırılıyordu. Bu fırın meselesi hakkında çalışmamızın,
Bilgi bankası bölümünde kâfi miktarda müba-yaat başlığıyla malumat vermişizdir.
Bu arada bazı yerlerin
durumlarına getirilen iyileştirme çabaları içinde Sırbistan'a mahsus olan
imtiyaz fermanı gönderildiği gibi Mısır Valisi Abbas Paşa'nın vefatı üzerine
boşsian valiliğe Kavalalı Mehmed Ali Paşanın diğer oğlu Kavalalı Sa-id Paşa
vezaretde verilmek suretiyle Mısır Valiliğine tâyini yapıldı. Said Paşa bunun
teşekkürünü yapabilmek içinde İstanbul'a gelerek huzura çıktı. Kendisine
murassa Mecidiye nişanı hediye olundu. Takvimler 1270/1854'ü gösterirken
29/mayısda sadrıazam Mustafa Naili Paşa makamı sadaret-den infisal ettirildi.
Yerine Kıbrıslı Mehmed
Paşa getirildi. Yunanistan'sa bu av-rupanın gayri meşru çocuğu görevi icabı
ebeveynlerinin yâni kendisini devletlerin arasına sokan hamilerinin emirlerine
teşvik ve tahriklerine uygun davranışla imrarı hayat ediyordu ve bu günlerde
vazifesi Osmanlı topraklarına musallat olmuş ahaliye ve vazifelilere illallah
dedirtmekteydi. Atina'da os-rnanlı devletini temsil etmekte olan maslahatgüzar
ve heyeti lstanbul'a çağrıldı. Peşinden de Yunan sefarethanesi mensuplarıyla
beraber, Yunan tebâlı tüccarlarda pasaportlar! ve-nlIP Yunanistan'a gitmeleri
istendi.
Yunanistan'ın bu
kalkışmalarını bastırmak için mülki, siyasi ve askeri selâhiyetlere hâiz
olarak Keçecizâde Dr. Büyük Mehmed Efendiye, Paşalık unvanı verilmek suretiyle,
işleri hâl yoluna koyma vazifesi emrolundu. Fuad Paşa bu vazifede büyük bir
başarı sahibi olmuştu. Yunanlılar yapmış oldukları saldırı ve baskınların
sonunda mütemadiyen yenilmekten kurtulamadılar. Pire limanını devlet abluka
altına aldı. Kral Othon hududlarının üzerinde Osmanlı ahalisini rahatsız etmek
isteyen çeteleri geri çağırmaya mecbur kal-dı.l271/c.ahir-1854/şubat ayı
içindeydi.
1855 senesinde içtima
eden Viyana kongresi sırasında toplantıda Arif Efendi isimli bir zât
bulunuyordu. Bu kongrede batılı devletlerin hâriciye nazırları murahhaslık yapmaktaydı.
Buna bağlı olarak da Hariciye nazırımız Âlî Pa-şa'nın orada olması icâb
ediyordu. Bu vesika diyorki:
"Babıâli, batılı
devletlerin İsrarı üzerine Avusturya askerinin Eflak ve Buğdan'a geçmesi için
bir mukavele imzalanmasına rıza göstermişsede endişeliydi. İşin bu tarafıyla
Âlî Paşanın, Viy anada bulunması lâzımdı. Arif Efendi lisana aşina olmadığı
gibi o zamanın konferanslarında tam selahiyetti ricalin bulunması kaideden idi.
Bu vaziyet karşısında Âlî Paşa fevkalâde memuriyet ve b.elçilik payesi ile
yollandı. Âlî Paşaya 5oo bin kuruş harcırah ve 7500 florin muvakkat maaş
tahsis olundu.
Kongre sulhu değil,
büyük bir galebeyi kararlaştırmış gibi, ikibuçuk ay sonra dağıldı. Bu sırada
Âlî Paşa, Mustafa Reşid Paşanın yerine makam-ı sadarete geçti. 1270/1854
"Yine Lütfi Târihi diyorki;"
Sadrıazam Reşid Paşa
ile ahkâmı adliye reisi, Mısırlı Kâmil Paşanın, istifaları üzerine özel
memuriyetle Viy ana'da bulunan Âlî Paşaya sadrıazamlık verilmiş ve
kaimmakamlığı tâliye nazırı Şefik
Paşaya verilmiş. Meclis-i Vâla riyaseti ,
undesindeydi. Fuad Paşa ise rütbe-i vezaretle birlikte Tanzimat meclisi
reisliğine ve hariciye nezaretine, Tophane nâzın Muhtar Bey de vezaretle Mâliye
nâzın, masarifat (giderler) nezareti nâzın Tevfik Bey, Mustafa Reşid Paşanın
iki kanadı makamında bulunan, Âlî ve Fuad Paşalar arasında artık rekabet
başladı. Bu icraatı müteakip, Viyana'da bulunan Âlî Paşa İstanbul'a dönüp
babıâliye geldi. Viyana kongresi de tatile girdiğinden o meclise tâyin edilen
Reşid Paşanın gitmesinden oaz geçildi. Rusya kabinesi daha evvel Kont Orlofu,
Viyana ya, baron Budberg'ide Berlin'e göndermişti. Bunların vazifesi Rusya
lehine tarafsızlık temini daha sonra da doğu da siyasi bir denge meydana
getirip uyuşma müzake- reler-ni temin idi Yâni Rusya, Osmanlı devletini
devirmeyi temin için Viyana dolaysı ile Avusturya ile Berlin yani Prusya'nın
yardımını temine çalışmaktaydı. Avusturya tarafsız kalmaya razı olamadı. Cevab
olarak harekât-ı serbesti içinde olacağını bildirdi. Baron Budberg ise
Berlin'de halkın düşüncesinin Rusya aleyhinde olması yüzünden başarılı olamadı.
Böylece de Rusya yalnız başına kaidı. Batılı devletler bu va ziyetten istifade
ederek, Avusturya'yı kendi içine almaya çalıştı. Çünkü; Avusturya aralarına
katılmadıkça, Rusya'ya taarruz edebilmek, sadece denizden mümkün oluyordu.
Avusturya başvekili sonradan ortaya çıkacak entrikaların kurbanı olmamak için
ittifak hâlinde olan devletlerden Rus Çar'ına bir ültimatom vermelerini şart
olmak üzere ileriye sürdü. Memle-keteyn'in tahliyesi, olmadığı takdlrdeyse
savaşa hazır olunması bu ültimatomun açık beyanıydı. Fakat Avusturya orduları,
Fransız ve İngiliz orduları harbe girmeyince kırnıda-niayacak idi. Bunlar
avrupada olurken İstanbul 2.derecede [Şler ite meşguldü. Tuna boyunda
Silistre'de bir savunma noktası
çıkmıştı. 127O/ramazan ayı 1854'ün/mayısında, Mareşal Sen Arno komutasında
bulunan elli bin Fransız ue Lord Rağlan komutasında buiunan 25 bin İngiliz
askeri Gelibolu'ya gelmişti.
Rus Çâr'ı tebaasını hakiki
bir haçlı seferine davet ettiği gibi klişelerden Hz. İsâ (A.S)'in tasvirini
çıkartmak suretiyle taassubu alulendiriyordu. Yukarıda bir miktar
bahsettiğimiz Yunanlılar gibi diğer hristiyanlar da kıyam etmiş olsalardı
müttefik devletler müşkil mevkıide kalacaklardı. Ruslar Ol-taniçe'de
1270/sefer/8.günü-1853/kasım/5.günü, Çetine'de uğradıkları hezimet ite beraber,
Silistre'de de daha sonra şe-hid olan Müşir Musa Paşa ve onun yerine geçen
Ferik Rıfat Paşa- ların sebatkârane mertlikleri karşısında, aciz kaldıklarını
gördükleri halde, Tuna' dan geçme gayretinden vazgeçmiyorlardı. Silistre
savunması, Osmanlı harp târihi-nin en parlak numunelerinden birisi olmakla
beraber ayrıca pek şöhretli bir levhas ıdır. Müşir Gürcü İsmail Paşa
Tutrakan'da fevkalâde olan cesaretini düşmanın tas dikine sunmuş, bu cesaret
düşmana parmak ısırtmıştı. Bu taraf
böyleyken, düşmanın sol tarafını tehdid altına sokmak için mareşal Sen
Arno ile Raglan'ın kumandasında olarak Gelibolu'daki kuvvetler Varna'ya sevk
edildi. Ancak bir vakit sonra Rus ta rtn müttefik ordulara rağmen İstanbul
üzerine yürüyüşe geçeceğinden korkuldu."
Beri yanda Serdar-ı
ekrem Ömer Paşa, Şumnu'da tuttuğu mevkii pek de ideal bir yer değildi. Müttefik
devletler birlikleri, Rusların sol tarafına geçti. Ruslar ise, burada önemli
bir plân değişikliği uyguladılar ki Silistre muhasarasını kaldırmak suretiyle
kuzey istika metinde çekilmeye koyuldular. Böyle yapmalarının altındaki mesaj,
Memlekteyn'i tahliye etmek böylece de, Avusturya'nın isteklerine sıcak bakış
yaptı pakat diğer taraftan da, mazide
Mapolyon Bonapart'a t klan ki 1227/1812'de, Rusya içine çektikleri
Fransızla-y Moskova önlerinde nasıl
feci bir mağlubiyete duçar ettiler-bunu Birleşik kuvvetlere de uygulayıp,
onlarada bu acıdan tattırmak arzusuydu.
ISe varki Prusya Kra h 4.Gilyom, bazı esbaba uygun olarak
tereddütlü anlar yaşadı ve bu anlar altı hafta sürünce Avusturya'nın Rusları
tehdit edici niyetini fiili harekete geçi-rememek gibi bir du rumla karşı
karşıya getirdi. Prusya; Rusların Tuna nehrinin güney cihetinde bir galibiyet
elde etmelerini, özellikle birleşik devletler ordusu gelmeden Silist-re'yi
Rusların ele geçirmesini kolaylaştırmak istiyordu. Bunu başarmaya muvaffak
olamadı Allahtan. Viyana ancak 3/ha-ziran geldiğinde tehditnâmesini
gönderebildi. Rus ordusu* başkumandanı Gorçakofda Silistre'yi alamadı.
Muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kalan Gorçakof'un birlikleri Tuna nehrini geriye geçmeye acele
ederek Memleketeyn'i terke başladı.
Avusturya ordusu
24/haziran da babıâlî ile yaptığı antlaşma üzerine buraları işgale başladı. Bu
antlaşmanın mânası şu idi: "Avusturya harp sonuna kadar Eflak ile Buğdan'ı
yâni Memleketeyni işgal ve her bir hücuma karşı yürüyen ittifak devletleri
askerleri nin harekât-ı ve muamelatına karışmı-y&cak.Fakat Avusturya bu
antlaşma hükümlerini yerine getirmek hususunda Prusya müttefiki Cer manya
heyetlerinden gelen itirazlarla karşılaştı. Bunun üzerine müttefik devletlere,
Memleketyn'in içine girmeme leri ricasında bulundu ue anca/c bu şekilde bunu
sağlayabildi. Karargâhları Var-na'da bulunan müttefik devletler, plânlarını
birden bire değiştirdiler. Öte taraftan da Ruslar, Avusturya'nın tehdid beyannamesine
cevap verdiler. Bu cevapları şunları tasımaktaydı: Avusturya asayiş hususunda
teminat vermedikçe, Rusya'nın düşmanları ile ittifak hâlinde oldukça ue
bunların Eflak ve Buğdan'da yaptıkları askeri hareka ta engel olma-dıkça
kendilerininde, herhangi bir tahliyeye teşebbüs etmeyeceğini ifa de
etmekteydi.".
Bunların sonucunda
Avusturya; Rusya ile birleşmedi ayrıca da müttefik devletlerinede iltihak
etmedi. Yalnız Eflâk ile Buğdan'ın işgalini üzerine aldı. Bu hususda babıâlî
ile 14/ha-ziran mukavelesi yapıldı. Böylece Avusturya, geçici olarak hem
Rusya'ya hem de müttefiklere karşı Tuna Nehrinin müdafii vaziyetini aldı.
Böylecede hâkim vaziyetine geçtiğinden bu görevi yerine getirebilecek bir
ciddiyet ve fiili bir emniyet kazandı. Bu durumu ile Ruslara faydası
dokunuyordu.
Çünkü; Tuna'nın aşağı
bölgelerinde Avusturya'nın yardımı olmaksızın müttefikler Rusya ile savaşamaz
olmuştu. Avusturya politikası Edirne antlaşmasından beri Rusların memleketinde
kurmuş oldukları himaye usûlünden dolayı Tuna aşağılarını kendilerine kapalı
görüyorlardı. Prusyalılarda, Fransizla- nn Ren Nehri tarafından kendilerine
hücum edeceklerden korkuyorlardı. Avusturya im paratoru Fransuva Josef,
Fredrik Gilyom'a başvurarak 1854 senesi nisan'ının 20'sinde Berlin'de bir
antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince Almanya'nın asayişi nokta-i
nazarından tehlikeli olan aday hücum edecek olursa her ikisi de yekdiğerinin
müdafa-sı için ittifak edip, karşı koyacaktı. Bundan başka Rus ordularının
Eflâk ve Buğdan'da bulunması da bir tehlike olmak üzere antlaşmanın metninde
bulunuyordu.
Prusya, böylece
Avusturya'ya şöyle böyle yardımcı olmaya muvafakat göstermiş oluyordu. Ancak;
kuzey tarafında Finlandiya'yı gözetleyen İsveç'de harekâta iştirak edecek
olursa Avrupada genel bir savaş ummaktan başka yapacak
şey kalmayacaktı. Bu sıralardaydı ki;
Prusya' da Prens blf ? rk İralva da ise Kont Kavur siyasi hayatlarına
başla-
Bismark ilk önce
20/nisan antlaşması aleyhinde vaziyet aldı Prusya'nın
üstünlüğü altında olmak üzere Almanya imparatorluğunun esasını kurmaya
başladı.
Kont Kavur'da çok
geçmeden, Sardunya hükümetinin av-rupadaki devletlerin derecesine dahil
olabilmek için sebebler ileri sürdü. Yaşanılmakta olan bu târih dilimi, avrupa
da diplomatlar devri olarak anıhrsa hiç de yanlış olmaz. Bizde de, bunların
arasında önemli mevkileri olan, Mustafa Reşid ve Âlî Paşalar olduğunu da
hatırlamalıyız.
Müttefikler devletler,
Rusları canevinden vuramayınca yan taraflarından vurmaya karar verdiler.
16/ağustos/1854'de, Fransız denizcileri Baltık denizindeki Aland adalarından,
Bo-marsund'u ele geçirdi. Buna karşılık Varna'da Fransız birlikleri büyük zahmetler
yaşıyorlardı. Dobruca da Kazak müfrezelerini takibe memur olan General Kan
Robert tek tük ve görülür görülmez kaybolan süvari askerine rastlıyordu.
Diğer taraftanda,
kolera ve tifo salgınlarının büyük telefata sebeb olduğunu yaşıyordu.
Fransızlarda temmuz ve ağustos ayları içinde mevcudunun dörtte birini kayıp
etmişti. Barışı imzalamak icabedi yordu. Bu sırada İngilizlerden Sivastopol
askeri limanını tahrib etmek hususunda teklif getirdiler. Eğer bunda başarı
olursa Ruslar haylice uzun müddet Karadeniz de bir taarru za imkân
bulamayacaktı. Ayrıca Karadeniz'in sükûneti temin edilirken, İstanbul'da yakın
tehlikeden b azade olacaktı.
l4/eylül/1854'de
Patrona Ahmed Paşa kumandasında olarak müttefik devletleri donanmasıyla
birlikte Karadeniz'e çıkan gemilerimizin adları, tip ve top sayısı aşağıdaki
liste de merhum Ahmed Râsim üstadımın tarafımızca şerhi yapılmış eserinden
alıntılanmıştır: Top Sayısı Gemi Adı Top Sayısı Gemi adı.
92 Mahmudiye 3anbarlı
72 Peyk-i Meserret
42 Muhrib-i Sürür firkateyn
12 Mecidiye vapur
12 Saik-iŞâdi
22 Ferahnüma Korvet
Oniki gemimizde yekûn
450 adet top bulunmaktaydı, ingiliz Visamirali Dundas komutasındaki İngiliz
donanması; 7 tane üç anbarlı, 3 kapak, 3/firkateyn,7 korvet ve 10 adet se-ret
ile, Visamiral Hamlin komutasındaki Fransız donanması da 2 tane üçanbarlı, 15
kapak, 21 firkateyn ve bir kaç tane vapurdan ibaretti. Görüldüğü gibi bizim
gemiler ile diğer iki devletin donanmaları arasında sayı ve tip bakımından pek
büyük bir fark görülmüyordu.
127l/safer/16-10/kasım/l854'de
Odesa topa tutuldu. Bu limandaki gemiler olsun harp malzemelerinin bulunduğu
de-polar olsun yakılıp yıkıldı ve zapt olundu. Bu sırada 30 bin Fransız 20 bin
İngiliz vede 7 bin Osmanlı askeri birleşik do-nanma adı altında Sivastopol'ün
kuzey yönünde bulunan °Patorya bölgesine çıkarıldı. 20/eylül/1854'de de Alma
sa-VaŞi vukubuldu. Târihi Lütfi diyorki: "İngiliz, Fransız ve Os-
72 |
Teşrifei kapak |
64 |
Nusretiye Firkateyni |
12 |
Feyz-i Bari vapur |
12 |
Tâif Vapur |
16 |
Şehber vapur |
22 |
Ceyran korvet |
mani) donan- malarının
gemileri müştereken Karadeniz'e çıkıp, Kırım sularına gitmeğe karar verdikleri
sırada, Şum-nu'da bulunan, serdar-ı ekrem Macarlı Ömer Paşa'nında Kırım
tarafına geçmesi hakkında çıkarılan; hatt-ı hümayun ile padişahça yapılan
tavsiye vede yüksek emirlerini tebliğe vazifeli hariciye müsteşarı Mahmud
Nedim Paşa, Sâik-i Şâdi vapuruyla Varna'ya geldi. Ömer Paşa da Varna da idi.
Bolca cephane ve mükemmel eğitimli askerle birlikte Kırım'a hareket ettiydi
ki, Ömer Paşanın yerine, uhdesine Anadolu ordusu müşirliği verilen İsmail Paşa
tâyin olundu. Ayrıca İstanbul ordu müşirliği Arabistan ordusu eski müşiri Vâsıf
Paşaya tevcih olundu."
Odesanın topa
tutulması sonrasında 400 parça gemiyle Kırım'a yönelen birleşik donanma
Sivastopol limanında bulunan üçanbarlı, onbir adet kapak, dört adet firkateyn,
altı tane Korvet ve bir takım vapurlardan müteşekkil Rus filosu, Sinop'daki
yaralarını sarama dıklarından dolayı denize çıkmağa cesaret gösteremeyip,
Amiral tedbir olarak limanının önünü örtmek üzere bütün gemilerini limanın
ağzına toplamıştı. Elma ve Gözleve zafer lerinden sonra, Sivastopol üzerine
gidilmiş ekim ayının 17.günü limana giren müttefikler muazzam kahramanalıklar
göstermişlerdir. Şöyleki:
Fransız amiralinin
bindiği Veyli Düpari isimli, üç anbarlı ile İngiliz amiralinde, içinde
bulunduğu Britanya isimli üçanbariı istihkâmların önüne bin yarda mesafeye
demirlemiş, Fransız harp gemileri kuzeye, îngilizlerinki ise, güney
istikametinde iki hat şeklinde olmak üzere mevkii alıp, Mahmudiye ile Peyk-i
Meserret gemilerimizde bu gemiler civarında bulunmuştur. O günün akşamına
kadar devam eden karşılıklı topçu savaşı her iki tarafa da büyük zararlar
vermişti.
Ru mevkıi müstahkemin
kuşatılması 1 27 lzilhicce-l855/aâustos>una kadar devam etdi- Zilhiccenin
7.,ağus-s'un 5.günü aralıksız üç gün gerek denizden gerekse kara-, topa
tutulmasından sonra hücum edilip Molikaf Tabyası le qeçmiş ve ertesi gün Henüb
Tabyası da zapt edildi. Bu afer Avusturyalıların ilân-ı harb etmelerine ve de
Rusların se sulh kapısını çalmaya mecbur olmalarını sağladı. Buskee komutasında
bulunan bu asker, Ruslarla müthiş bir savaşa tutuştu. Bu hücum general Kan
Rober ve Dorel komutasında bulunan fırkaların Alme yaylasına varmalarını temin
etdi. Daha sonra İngilizlerde kendilerine tâyin edilen yere bin müşkülat ile
gelebildiler. Bu vaziyet Rusların feci mağlubiyetini intaç etdi. Savaşın bu
safhası Alme ırmağı sahilinin zaptını ve Sivastopol yolunun açılmasını
kolaylaştırdı. Sivasto-pol'a giriş pek dar olduğundan ayrıca uz-un bir
karaparçası-nın güney sahilindedir. Müttefik ordusu bu yeri dolaşarak gelebildi.
Karadeniz'de Kırım'ın
denize doğru çıkıntı yapmış olan köşesi Kersünez Yaylasında yâni şehrin
güneyinde birleştiler. Şehrin istihkâm ve savunma mevkii yetersiz olduğu halde
bir hücumla kolayca zapt olunabilirdi. Fakat müttefikler cesaret edemediler.
Sen Arno eylül ayının 29.gününde öldü. Onun yerine geçen Kan Rober, azimkar bir
kimse değildi. Bu se-beble zaman kaybedildi.
Ruslar ise; amiral
Nahimof*ve Kornilof gibi kimselerin azımkârane kumandaları ile kaimakam
Totleben gibi, son rece usta bir askerin bakışı ve idaresi altında en mükem-mel
savunma vaziyetini aldı. İçlerine taş doldurarak Rus do-anmasını deniz yolunun
girişine hatırdılar. Telmian'ın sonda bulunan Sivastopol'da bu sebebten
müttefik gemileri-n top atışlarından kurtuldu. Bundan başka şehrin güney
cihetinde istihkâmlar vücu da getirdiler. Malikof ve Yeşiltepe Tabyalarıda
sağlamlıkları ile kısa bir zaman zarfında şöhret oldu. Zâten ingiliz ve Fransız
deniz gücüde Sivastopol'ü tamamen muhasara edemezdi. Şehrin kuzey tarafı ise
dışarı ile münasebetlerine devam edecek vaziyetteydi.
Prens Mençikof,
kesintisiz imdad alan bir ordunun kumandanı olarak gayet serbest hare ketlerde
bulunuyor ve muhasara eden güçleri taciz ediyordu. 20/ekim'de Balakiova savaşı
meydana geldi. Bu bölge Osmanlı komutanlarından Rüstem Paşa tarafından muhafaza
altında tutuluyordu. Balakiova, Sivastopol'ün dokuz kilometre güneyinde ve
Karadeniz üzerinde bir limandır. Bu savaşda Kont dö Kardigan'ın kumandasında
bulunan İn giliz hafif süvari alayı kahramanca yaptığı bir hücum sonunda
tamamen mahvoldu. Mençikof kasım ayında İnkerman'da İngilizleri ansızın
bastırmak istedi. Fakat Osmanlı askeriyle general Buskee'nin komutasındaki
zuhaf askerlerinin imdada gelmesiyle kurtuldular. Ancak haylice zayiatda
verdikleri görüldü. Haylice saldırıya maruz kalan sahilhane bataryasının
bulunduğu istihkâm büyük şöhret oldu. Eğer; birleşik devletler deniz tarafında
hakim durumda olmasalardı kendileri muhasara altına düşeceklerdi. Gerek
durumun gerekse şartların ağırlığı, muhasaranın uzun süreceğini gösteriyordu.
Bu mevkiin ele geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu. Artık
kışın Sivastopol önlerin de geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma gerektiriyordu.
Artık, kışın Sivastopol önlerinde geçirilmesi mevsimi geçirme kanaatma
varıldığından lâzım gelen levazımın temini icâb etdi. O sene kış pek şiddetli
geçti. 13/kasım günü çıkan kasırga. Kırım askeri arasında büyük bir telefata
sebeb oidu. Hâttâ Sivastopol önünde bulunan 4.Hanri adlı harp gemisi Opatorya
önlerinde karaya oturdu. Hastaların sayısı büyük sayıda arttı.
Bunlardan bir kısmı
askere öteberi satanların toplanmakla adeta bir şehir haline giren Kamyeş
karargâh-ı umumi-nde alıkonuldysa da,çoğu İstanbul hastanelerine ulaştırıldı.
İstanbul'da bu arada avrupalı sayısı haylice artmış oldu. Hâttâ islâm ahali,
Fransızlar Sivastopol'ü işgal edecekleri ne İstanbul'u işgal ettiler diye
söylenti dolaşmaya başladı. Fransızların; İstanbul'da ço-ğalması 1833'de
Rusların boğazda yerleştikleri zamanı hatırlattı. Bu vaziyet, şark meselesine
arız olan yeni durumun dıştan görünüşüydü. Türkler henüz kendi mallarının sahi
bi değillerdi. Osmanlı devleti Rusların değil avrupanın müşterek himayeleri
altında duruyordu. Bu kış mevsiminde diplomatlar dünyasında çok büyük bîr faaliyet
görüldü. Sivastopol kuşatmasından çıkacak neticenin ne olacağı hususunda bir
hayli mütereddit olan Fransa ile İngiltere ve Avusturya hükümeti nezdinde
aralarına katılması için tekliflerini yenilediler. Bu sıralarda Memleketeyn'in
sahibi olan Avusturya'da, müzakerelerin yapılması için vesileler aranmaktaydı.
Elinde bulundurduğu rehineyi muhafaza etmek için ihtimalki, anlaşmış
devletlere az çok ciddi bir askeri kuvvet tedarikine yahut Avusturya İçlerinden
Fransız ordusunun geçmesine razı olabilirdi. Prusya başvekili Bismark'ın
gösterdiği tavır ve açık vaziyet üzerine zaten tereddüdde olduğundan bu sefer
duraklamaya mecbur kaldı. Prusya hakkında duyduğu temayül hislerini
sergilemeye başlamıştı. Hatta Renan, Prusya'da pe*k çok askerî yığınak yapmağa
başlamıştı. Almanya'daki durgunluk ve tesir plânını ele al-^ak için, üst üste
gelen bahaneyi, iğtişaşaat-ı şarkiye, yâni doğu bölgesindeki karışıklıklarda
aramaya hazırlanmıştı. Bu-nun için, Avusturya bitaraf bulundu.
Hiç bir şey
kazanamadığı halde, Çar Nikola aleyhine yapağı küfürlerin hicabı altında
kaldı. Durum bu haldeyken Piyomen hükümeti İtalya meselesi üzerine avrupanın
dikkatini üzerine çekmek için İngiltere ile Fransa'ya ittifak teklifinde
bulundu. Ayrıca Avusturya'nın katılmasını hızlandırır düşün-cesiylede ilk
teklifde kabul etme yolunu seçtiler. 6/c.ev-vel/1271-26/ocak/1855'de yapılan
bir antlaşma mucibince Piyemonte hükümetinin de Kırım'a 15 bin asker göndermesi
sağlandı. Tabiiki bu yardım kesin netice hususunda elbette yetersizdi.
Sivastopol muhasarasını sona erdirmek için alınmış ve lâzım gelen tedbirlerden
olduğunu gösteriyordu. İngilizler olsun Fransızlar olsun bu mevki önünde
kendilerini hezimete uğramış görüntüsü vermeğe rızaları yoktu. Çünkü; yalnız
Şark Meselesinin hâli değil avrupadaki haysiyetleri de burada bahse konuydu.
Fransızlar yeni bir borç alma antlaşması yaptılar. Cezayirden asker
gönderildi.
Burada Üstad Ahmed
Râsim Bey'in bir meramını değerli târih çalışmasından alıntılıyoruz:
"Osmanlı devleti Kırım sa-uaşından önce hiç bir taraftan hiçbir yerle borç
alma antlaşması yapmamıştı. Önceki sayfalarımızda, fâide adı altında
verdiğimiz malumatta görülür ki, Sultan l.Abdülhamid'in döneminde Fas'dan,
İspanya'dan ve Felemenk'den borç alınma fikirleri ileri sürülmüş ancak,
antlaşma yapılmamıştı. Re-şid Paşanın sadareti esnasında 1850 yılında 55 milyon
franklık bir borç alma işi Paris de Torna ve şerikleri ve Beşe bankalarıyla
Londra'daki Devo ue şerikleri isimli ban kadan antlaşma yapılmısada, Reşid
Paşanın sadaretden bu sırada düşmüş bulunma ue yapılan antlaşma padişah
tarafından tasdik edilmemiş bulunduğundan resmiyet kazanamamış, 1854 . ve 1855
yıllarında 5'er milyonluk borçlanmalar yapıldı. Yalnız bu borç para 1855'de
tamamen Kırım savaşı harcamalarına tahsis olundu. Muhasara yapan kuuvetlerin
sayısı Osmanlı askeri ile beraber sayıldığında 130 bin kişi yi bulmak-lemıudi Meşhur General Niel özel selahiyetle yaklaşma
işU i uapma faali yetine memur edildi Cezayir valisi General pellssier sağlam
ve azimkar biriydi. General Kan Rober'in yerine kumandan tâyin edildi."
Yine Ahmed Rasim
Bey'in şu mülahazası ile sahifemizi süsleyelim: "üzün sürmüş olan Kırım
kuşatmasının sona er-direbilmesi için 3.Napolyon, bizzat Kırım'a gitme
tasavvurunu açıkladığında avrupa siyasi mahfilleri bu hususu epeyi zaman
konuşmalarına vesile yaptılar. Bu arada Paris Sefirimiz Veiiyüddin Paşa
görevden alınmasından önce bu duru-rnu'.babıâlVye yazmış olacak ki Fransa
hâriciye nâzın Der-üiyn Dolvis İstanbul'daki elçiliğe bir şey yazmak istemediği
halde imparatorun, saray müdürü Miralay Bevil adlı zâtı oa zifelehdirerek,
İstanbul'daki ikameti için alınacak tertibata bakmak üzere İstanbul'a
göndermişti Miralay Bevil; İstanbul'a vardığında, sefaret tercümanı Seferle
beraber bir kaç defa huzura kabul edilmiştir. Bevil'in yaptığı tebliğde,imparatorun,
hanımı ile birlikte İstanbul'a geleceğini ve kendisinin harp sahasına
gideceğini, imparatoriçenin İstanbul'da misafireten kalarak imparatorun
dönüşünü bekleyeceğini bildirmekteydi Hâttâ Mösyö Bevil, ikametgâh olarak
Baltali-manı Kasrını, tercih eyle-miştir. Sultan Abdülmecid tedarik ve
hazırlıklara bizzat nezaret etmekteydi İmparatoriçe Öje-ni'nin yatağına
konulacak cibinlik, tamamen zor bulunur kıymette inciler le donanmıştı.
İmparator ve İmparatoriçe dairelerine taa 1 .Murad'dan kalma, saray
mensupalrtna bile meçhul kalmış kıymetli ve nadide eşyalar konulmuştu"
Rasim bey merhumun
mülahazasindan sonra biz Fransa
imparatoru
3.Napolyon'un 16/nisan/1855' de Londra'ya yaptığı seyanatten soz aça]ım ve görürüzki Londra;
İmpara-
, Kırım'a gitme
tasavvuratından vaz geçirdi. Bu sıralarda Prusya başvekili Prens Bismark, avrupa siyasi
mahfillerinin tebessümlerine aldırmadan şu beyanı yapmaktan içtınab etmiyordu:
"Herhalde 3.Napotyon İstanbul'a gidip orayı zapt edip, bir Lâtin Devleti
uücuda ge tirecek! Ancak; teşebbüs biraz biçimsiz olduğundan ve bu yüzden pek
doğru görünmüyor" demek suretiyle İngilizleri kuşkuya salmak için ortaya
inciler yuvarlamış oluyordu. Nitekim yukarıda yazdığımız gibi, Londra bu
kuşkuya işaret eden mizaha aldırmamış ve Napolyon'un, Şark âleminde isbat-ı
vücud etmesiyle Fransa lehine hayli faydaların meydana geleceğini, Sivastopol
önlerindeki ingiliz askerlerinin ehemmiyetini azaltı cağım göz önüne alarak
Kırım'a gitmesini önlemeye çalışmışlardı. Beri yandan da, 3.Napolyon'un
müşavirleri de, Fransa'dan uzaklaşma tehlikesini henüz mağlup edilmiş
ayrılıkçı muhalefetin bu seyahetten dolayı elde edecekleri fırsat meselâ
yalanda olsa Kırım'dan bir mağlubiyet haberi estirilse veyahut İmparatorun
vefatına dâir bir haberin yapacağı tesir ve ortaya koyacağı neticenin ne
olacağı meçhuldür, şeklinde dikkatini çekmek teydiler. 3.Napolyon'un gerek
ingilizlerce gereksede kendi müşavirlerinin.-tavsiyelerini aklı kesmiş olacakki
seyahatten vazgeçti.
. .
Sivastopol'ün zaptı
ecnebi târihlerden birinde şöyle yer alıyor:
"22/mart/1855
tarihin de, Rus Çan Nikola öldü. Çok kötü icraatları oiduğu halde eide olunan
netice asga-ri miktarda kalmış, meydan bulan tatstzlıkiarıda hiç eksik olmamış
ve e eli açık bir devr-l hükümetden yorulmuş, gidişatın Rusya'nın hezimetiyle
bitecek şekilde göster- hâlihazırdaki savaş ise, Rusya'nın güç ve kuvvetini
bitirmişti, fiikoia; sulh nmanın
zamanının geldiğini biliyor, fakat buna rıza gös~ -neue kendini bir türlü ikna
edememekteydi. Demir Çar -lemezdi ona göre amma ne oldu? Kırıldı. Vücudu yüksek
leşten hummalar teulid ediyor, o ise dışarıda eksi 23 dere-edeki hauada Kırım'a sevk olunacak
bir alayın resmi geçidine katılmak için dışarı çıkmaktan geri durmadı. Şüphe
uokki bu yaptığını önlemek için adamları atının önüne atılıp- 'Haşmetlim bu
ölüm değil, intihar' dedilerse de, Çar fiikoia; 'Siz! Vazifenizi yaptınız.
Bırakınız. Ben de benim yapmam gerekeni yapayım' şeklinde cevap verdi. Havanın
so-öukluğu rahatsızlığı şiddetlendirdi ve bir kaç gün sonra hayatını kaybetti.
Son anlarında
tebaasına imparator ölüyor şeklinde bir telgraf yazdı. Yerine geçecek olan
2.Aleksandr ise sulhperver bir mizaç taşımaktaydı. Harp arzusu taşımamaktaydı.
Müttefikler ise Sivastopol'ü almak mecburiyetindeydi. Bunun içinde General
Pelises haftalarca ameliyat-ı takarrübiye yâni yaklaşım gayreti içindeydi Ne
varki bombardımana 6/haz.İ-ran'da başlayabilmişti. Ertesi gün ise hücum emrini
verdi ue Yeşiltepe alındı. Maiikof Tabyası üzerine yapılan hücumlar Rusların
mukavemetiyle tard otundu.
Haziran ayında müthiş
bir savaşı müteakip Maiikof'da ele geçirildiysede, mukabil hücuma geçen Ruslar
büyük telefat verdirerek bahse konu tabyayı yeniden ete geçirdiler. Bu başarısızlık
haberi Paris'de büyük bir teessür ve heyecana se-beb olurken, İmparatorda
General Pelises'i azil edip,etmerne-y[ düşünmeyi başlamıştı. Fakat muhasara
edilenler ise dayanma güçlerinin hududuna gelmişler, Kornilof ve Nahİmof
savaşda ölmüşler Totleben ise pek ağır yaralar almıştı. Şeh-Çok büyük bölümü
harabeye dönüşmüş,müdafaa gayreti en Kuşlarda zaaflar görülmeğe başlamıştı.
Ricat çârelerini düşünürlerken, yeni Çar, imdad ordusu kumandanı Men-çikof'un
yerine gelen Gorçakof'a müttefikler üzerine hücum etmesi emrini verdi.
Gorçakof Çarnapa Çayı
üzerindeki Tarakteslr köprüsünde mağlup oldu. Piyemonte diğer adı Sar dünya
askerleri bu sa-vaşda pek çok kahramanlık sergilediler. Gözleme'de ise Osmanlı
askerinin de görenlere parmak ısırtan mukavemeti seyir edildi. Sivastopol'ü,
17/ağustos'tan 21/ağustos'a kadar süren bombardıman altını üstüne getirdi
adetâ! Rusların her Allah'ın günü bin askeri ölüyor ve bir o kadarıda yaralanmaktaydı.
Muhasara kuvvetlen adım adım şehre yaklaşıyorlardı. Eylül ayının 5.günü ise
yeni bir bombardıman salvosu daha düzenlendi ve aynı ayın 8.gününden itibaren
atışların dozajı bir misli daha ziyadeleştlrildl. Şehir yer yer yanmaya
başlamıştı. Liman'da ise içi barut dolu iki firkateyn aldığı İsabet hasebiyle
berhava olurken, gökyüzünü kaplayan alevler, surların içinde büyük velvelelerle
atılan lağımlar arasında general Pelises, hücum emrini verdi. Harp, bir kaç
saat çok şiddetli boğuşmalara inkılab oldu. Neticenin ne şekilde olacağı uzun
zaman mechuliyet arz etdi. Akşamüstü, Rus istihkâmlarına girmek ve zapt etmek
kabil oldu. Rus generali Gorçakof'un daha fazla müdafaada direnmenin beyhude olduğu
kanaatine varması savunmayı canla, başla yapanları Sivastopol'ü terk etme
hususunda izinli saydığı görüldü. Os-ten Sak ken valilik sıfatını
taşıdığındanşehlrden en son çıkan oldu.
Ruslar ise, teslim,
olmadı. 322 gün devam bu savaşın aka-binde üç seri savaş daha olduki, kan
dereler gibi aktı. Üç hücum sonrasında eylül ayının 19.günü general Pelises
Fransız bayrağını Si vastopol'un boş ve harabe hâlini almış yerlerinin üzerine
dikebildi. General Pelises mareşalliğe yükpürken, Dük dö Malikof unvanının
sahibi de oldu. Lord Raqla-n ise daha önce 28/haziranda hayat ile ilşkisini kaybetmişti.
"
pek pahalıya mâl olan
bu başarı üzerine Odesa'nın karşısında bulunan Kılburun'da düşmüş idi. Ancak
Rusların da kazançlı olduğu yerler vardı. Kafkasya'nın güneyinde Bayın-dır,
Ahlacik ve Başgedikler'de üstün gelmişlerdi. 1855/27/eylülünde Osmanlı
askerinin gösterdiği celadetti savunma bütün gayretlere rağmen Kars'a
girmelerini önleyemedi bu Rusların. Anadolu da yaptığımız faaliyet-i askeriye
yüz güldürücü bir neticeye vâsıl olamıyordu. Ruslar ise ordu-muzdaki bu üzücü
hallerden dolayı karşımızda başarılı olmaktaydı. Devletin ileri gelenleri de
bu durumu yavaş yavaş sezinlemeğe başlamış gibi idi. Hâtta;1271/1854'de Ahıska
ve Gümrü'de vukubulan savaşlarda meydana gelen uygunsuzluğa sebeb oldukları
sabit görülen Müşir Ahmed Paşa ve Ferik Rıza Paşanın rütbeleri sökülerek
kendileride beşer sene Kıbrıs'da bulunan Magosa'ya sürgün edildiler.
Merhum üstad Ahmed
Râsim Bey bu hususda şunları söyler: "Bir yabancının şahidliğİ: 1856
senesinde İngiltere Parlamentosunda takdim edilen resmi vesika mecmu-ast
1853/54 uel855 senelerinde Osmanlı devletinin Asya kıtasındaki topraklarında
bir araya gelen orduların hâl ve davranışlarına aid general Vilyams, Lord Klaren-
don, Stratford Radklif ile bazı konsolosların aralarında yazılmış 390 tane
telgrafın muhteviyatı yer almaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıya alıyoruz:
General Vilyams diyorki: 'Bu mütehammil ve kanaatkar Asya ırkının her
memlekette dâima isyanlara sebeb olacağı şüphesiz bulunan elem ve ızdırabata
büyük bir sabırla karşı koyacağını hayretle görüyorum. Askerin tâyinatı pek
fenadır. En basit kaide bile meçhuldür. Hummaların, İİ-
füsun şiddetle hüküm
sürmesinin sebebi budur. Çeşitli kıtalara göre 18-20,22 aylık olanlar bile
içiçedir. Yeni gün, rızk-ı cedide, yani yeni rızka uygun olarak yaşanıyor.
Subaylar, hizmet, inzibat yâni disiplin ve tâlim hususunda fena sebeb-lerden
utanılacak derecede müsamaha gösteriyorlar. Bunların tamamına yakım
komutanlığa lâyık değildir. Eskidenberi alıştıkları İçin sarhoşturlar Askerin
parasını çalmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Müşir, irtikâp ue İhülasda
diğerlerine numune teşkil diyor. Paşalar ue miralayla.!' muhasebe memurlarıyla
ortak olduklarından topladıkları mahsulü ihtilasları bunlarla paylaştıktan
sonra İstanbul'a gönderdikleri eurak ue cedueller yâni listeler büyük
sahtekârlıklarla maluldür. Hükümet 33 bin kişi hesabıyla tayın veriyor,
halbuki silah altında ancak 18 bin asker vardır. Başı bozukların maaş ue
tayınını böyle askerin intizamsızlığından dolayı müşir ile bu çete reisleri
için gayet geniş bir ihtilas manbaıdır. Kâğıd üzerinde 3500 kişi görüldüğü
halde adı geçen adamların elinin altında ancak 800 başıbozuk var. Müşir; en kü
çük istifadelere bile alaycı nazarlarla bakmıyor, kış mevsiminde has-tanede
uefat eden 12 bin askerin eşyasını sattırdı. Oraya tahsis olunan mblağ kısmen
nakit bir kısmı da kaime olarak gönderildiğinden, Müşir, nakit olan kısmı
kendine ayırıyor, kaime ile ödemeleri yapıyordu. Bu sebebden tahmini olarak %20
nisbetinde zarar meydana geliyordu. Paşalar ile miralaylar irtikap ue ihtilas
için daha bir çok vasıtalar buluyorlar, muhasebe memurları ile uyuşarak pirinç
ue et tayınları karşılığında para alıyorlardı. Yahud bunları aynen almağa mecbur
olurlarsa kendi hesablarına sattırıyorlar civardaki mahsulat olan zirai
ürünleri biçmek köylerdeki evleri ykıp buralarda pek pahalı olan odun ve tahta
tedarik etmek için angarya suretiyle askeri çalıştırıyorlar Herkes bu yağmadan
istifade etmek için çeşit çeşit çâreler, vasıtalar buluyor "
Osmanlı idaresinin
bütün kötülüklerini ortaya seren Badori
Ahelçiyaa başgedikli, hezimetlerinin ve nihayet Anaistilasının hakiki
sebeblerini, bu istihşadatı kısa keserek ticeve geçiyorum. Ahlâk ve eski usûl olarak muhafaza
dilen adetten, müşirler, ferikler,
livalar, İstanbul veya ecnebi jlkelerdeki harbiye mekteplerinden mezun olmuş
subayları inat dolu bir düşmanlık içinde maiyetlerinde bulundurmaktan uzak
tutuyorlardî.
Esasen İngilizler
savaşın devamından yanaydılar. Lord Palmerston, iktidar mevkiine yeni gelmiş,
İngiliz ahalisinin fikr-i umûmisi şevk içinde mühimme-i tedarikata başlamıştı.
İngilizler, Baltık denizinde yeni bir harp çıkmasını Kurunştadt mevkii
müstahkeminin de Sivastopol gibi tahrip olmasını Petersburg'un bombardıman
edilmesini elhasıl Rusya'nın bir hayli zaman kalkışmayacak hâle gelmesini
istiyorlardı. Bu maksada bağlı olarak 1854 senesi kasım ayında Finlandiya
kendisine iade edilmek vaadiyle İsveç ile bir antlaşma imzaladılar. İtalyan
liberal partisini aleyhine teşvik etmek tehdidinde bulunarak Avusturya'nında
harp ilân etmesini tâleb ediyorlar, Kafkasya'da Ruslar ile çarpışan Şeyh
Şâmil'e yardımda bulunuyorlardı. Bu mevzuuda üstad Ahmed Rasim Bey merhumun şu
mülahazasına yer vermeden edemiyoruz: "Şeyh Şâmil müslümanlann meşhur bir
gazisi olup, 1212/1797'de Dağıstan'da doğmuş evvela bu ülkede Kadı Molta'nın
maiyetinde on sene kadar Ruslarla savaştıktan sonra Çer keşlerin başına geçip
yirmi sene mütemadiyen Rus askerlerine mukavemet etmiş, bir avuç dağlı'larıyla
en meşrgenerallerin kumandası altında bulunan Rusya'nın nice o'dulannı perişan
etmeye muvaffak olmuştur Askerlik mes-
gtndeki yüksek
iktidarı, metanet ue sertliği âlemi hayrelde bırakmıştı. nihayetinde
1277/1861'de Rus birliklerinin birkaçı tarafından kuşatılarak teslim olmaya
mecbur edilmişti. Petersburg'a sevk olunarak, on yıl kadar esir tutulmuş, daha
sonra Hac'ca gitme arzusuna mümanaat edilmemiş ve oğlu-nunun refakatinde ve
oğlunun geri gelmesi şartıyla Çar istenen bu izini vermiştir. 1288/1871 'de
Medine'de vefatı vuku-bulmuştur Oğlu Mehmed Paşa adlı zât Osmanlı
feriklerin-dendir. Demektedir bunu da Şemseddin Sami (Fraşerl)'nln Kamus'ül
âlamından istinbat etmiştir."
Biz bu çalışmamızı
yapmaktayken, Alsancağımiz altında bir millet olmak ve bunun bir islâm milleti
şuurunda olama-nin bahtiyarlığı içinde, dünyanın neresinde olursa olsun bir
müslümanın ayağına batan dikenden müzdarib olmamız gereken insanlar olarak
yaşamaktayken,asırlarca Kafkasya'da insanlık suçu işleyen, bir soykırım, ve
jenosid uyguluyan insanlık ve islâm düşmanı moskof'un umumiyetle karşısında
bulduğu mukavemet teşkilâtını mü'minler teşkil etmiştir. Yukarıdaki
satırlarda, Arnavut asıllı Şemseddin Sami Fraşe-ri'nin değerli eseri Kamûs-ül
âlâmdan istinbat edilen Şeyh Şâmil (r.a) Hz.Ieriyle alakalı temasın altına,
Kafkas Vakfı tarafından çıkarılmakta olan Bülten'in 2002 sene ve 12.sayısında
21,sahifesinde intişar eden Dr.Sedat Özden Beyefendinin ara başlıktaki ifadeyi
aynen koruyarak, yazıyı istinsah ederek, sayfalarımızın değerini yükseltelim
dedik. Pek hassas bir İncelemeyi ve mühim bilgiyi kaydederken, Kafkasya
mücahidlerinin başda Hazreti İmâm-ı Şâmil olduğu halde merhumlara rahmet,
yaşayanlara istiklâliyet niyazım Mevlâ-yı Mütealdendir.
«Cerkesler ve diğer
Kafkas halkları bugün dünyanın bir k ülkesinde dağınık bir şekilde, milli ve
târihi değerleri, dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bir yaşam sürdürmektedirler.
Kafkasya gibi dünya medeniyetlerinin çarpıştı-" çatış tığı ve karıştığı
bir noktada târih sahnesine çıkan Cerkesler, bir anlamda kendi iradelerinin ve
isteklerinin dışında bu güç savaşının içine çekilmişlerdir. Özellikle
15.asırdan sonra, bölgenin en büyük güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu, Kırım,
Rusya ve İran arasındaki mücadele Kafkas Târihimde büyük ölçüde etkilemiştir.
Daha sonra bu güç dengelerinin içine, Polonya, İngiltere ve Fransa girmiştir.
İngiltere'nin ve
Fransa'nın Asya, Amerika ve Özellikle Af-rika'daki emperyalist politikaları
genellikle İngilizlerin ifade ettiği üç C üzerinde kurulmuştur: Com merce,
Chiristanity and Civilisation(l) (Ticaret, Hristiyanhk ve Medeniyet). Emperyalist
ülkeler, geri kalmış halkların bütün doğal kaynaklarına el koyarak, ticari
yönden tamamen dışa bağımlı bir hâle getirirken Hristiyanhk misyonerleri de
onların yolunu izlemiş, hatta daha önden gitmiştir ve Kongo, Hristiyanlığın
Özellikle emperyalist amaçlar için kullanıldığının en göze çarpan bir Örneğini
teşkil etmiştir.
Emperyalistler
gittikleri her ülkede kültürel üstünlüklerini de kabul ettirmişler ve oralara
kendi medeniyetlerini götürmüşlerdir.^) Bu yüzden Rusya'nın Kafkasya'yı işgal
etme politikası, Avrupa'nın bu sosyopolitik ve ekonomik yapısı 'Cinde
değerlendirilmelidir. Kafkas Târihinin, gerçek bir analizinin yapılması ve
Çerkeslerin neredeyse toplumsal bir intihar derecesine ulaşan bu
direnişlerinin sebebinin bilimsel olarak araştırılıp, anlaşılması
gerekmektedir. Tarihsel gelişi-m" itibarıyla Kafkasya-Rus ilişkilerini,
Kabardey-Kırım ilişki-
ri bağlamında ele
almak daha isabetli olacaktır.
Tatarların
isteklerinden ve baskılarından bunalan Besle-neyler 1552 yılında Prens
Mashuk-Prens Esbuzluk ve Prens Tanashuku'u Tatarlara karşı Ruslardan Yardım
talep etmeleri için Moskova'ya gönderdiler. Bu kişilerle birlikte Rus elçisi
Schhepetev 1553'de Besleney'e geldi. Yaptığı incelemeler sonunda Besleneylerin
samimi olduğuna kanaa.t getirdi. Besleneyler, Prens Sibok ve bazı Jane
Prenslerini yeniden elçi olarak Rusya'ya yolladılar. Rus Çarı, Osmanlılara
karşı yardım isteğini red etti, fakat Tatarlara karşı yardım etmeyi
kabullendi.(3)
1557 yılında
Kabardeyler, Prens Kanklıç Kanıko'nun başkanlığında bir elçilik heyetini
Rusya'ya gönderdiler ve Prens Temriko adına yardım istediler. Bu ilişkiler
hızla gelişti ve Çar Korkunç İvan, Temriko'nun kızı Goşana (Maryana) ile
1561'de evlendi. Temriko'nun isteği üzerine Sunja kıyılarında bir kale inşa
ederek içine asker ve top yerleştirdi. Bu hareket Osmanlılar ile Kırım'ın
tepkisini çekti. Kalenin yıkılmasını istediler. Ardından Kırım Hân'ı devlet
Giray oğullarıy la birlikte 1567 yılında Kabardey'e saldırdı. Yenilen Kabardeyler
büyük kayıp verdiler. Ruslar bu kez kaleyi yıkarak çekildiler. (4)
Astrahan Seferinin
başarısız olmasından sonra Tatarlar, Han'ın oğlu Adil Giray komutasında 1570
yılında tekrar Çerkesya'ya saldırdı. Temriko oğulları ile birlikte yardma geldi
ama Afıps kıyılarındaki savaşta (Temmuz ayında) Temriko yaralandı çok geçmeden
Öldü. Aynı yılın Ağustos ayında Han'ın oğulları, Muham med Giray ile Adil Giray
Kabardey'e saldırdı. Tatarlar çok miktarda ganimet ve esir
topladı.(5) 1571 yılında ise Devlet Giray
Moskova'yı kuşatarak şehri ateşe verdi.
1589 yılında
Kambulat'ın ölmesinden sonra Rus Çan Tomriko'nun büyük oğlu Mamsırko'yu
Kabardey'e büyük prens (Pşı Yeliy) tâyin etti ve bunun için bir berat verdi. Fakat
bu hareket temayüllere aykırı idi. 1600 yılında son derece başarılı bir
politikacı olarak ortaya çıkan(6) Mamsırıko ve kardeşi Dumamko, Pşı Kaziy
tarafından Öldürüldüler. Ruslar bu tâyini yaptığı zaman iki kardeşin elinde
sadece 250'şer nüfuslu 11 köy kalmışken, Kaziy'in 50 köyü ile 1000 Work atlısı,
Talosten'in 40 köyü ile 700 Work atlısı vardı. Güç dengelerinin bu kadar
değişmesine rağmen Rusların bu tavırları, sadece Kabardey Prensleri arasındaki
ihtilafı arttırmaya yönelik olabilirdi.
Bu sıralar Küçük
Kabardey'in en güçlü Prensi olan ve Daryal geçidini elinde tutan Şoloh, Kırım
han'ı ve Tarku Şamhali ile dosttu. 1560-80 yıllarında Kabardey'in en güçlü
isimlerinden biriside Ketiko Pşi Abşoka idî. Topraklan Şe-cem ırmağı ile Kuban
arasına kadar uzanıyor ve Beştav bölgesini de İçeriyordu.Bu bölgeler ve Küçük
Kabardey (Taios-teney ve Cılahsteney) Temriko'dan ba- ğimsızdı. Pşı'nin kızı
Küçük Noğay ülusu'nun Hanı ürak Kazi ile evliydi. Bu ulus'u Kuban'ın sağ
kıyısına yerleştiren de Apşokay'dı. Temrîko, Rus Çar'ından asker alarak Apşoka
ile savaştı.(7)
1569 yılında Kaziy
Kırımlılara karşı savaşmadı. Kaziy, Türk ve Kırım taraftarıydı. Küçük Kabardey'in
Prensi Şoloh ise İran'ı tutuyordu. îdarlar Rus yanlısıydı.1615 yılında Şoloh'
un ayaklandırdığı Noğaylar Kabardey'e baskın yaptı ve Kazi öldürüldü. 1616
yılında Kırım Han'ı Canibek Giray, Büyük Kabardey Pşı'larıyla birlikte Küçük
Kabardey'e baskın yaptı.
1670 yılına kadar Kaziy'in oğulları Alıcıko ile Hatıkşo-ka Büyük Kabardey'de
hüküm sürdüler.(8)
1703 yılında Kaplan
Giray, Beştav Kaberdaylarına saldırdı ve 3000 genç esir tâleb etti. Bu
baskılara dayanamıyan Kabardeyler, Hatıkşoka'nın oğlu Kurğoko'nun liderliğinde
bir gece baskınıyla Tatar ordusunu imha etti. 1707 yılında Tatarlar tekrar
ülkeye girdi, ünlü Kanjal savaşında Tatar ordusu yine bir gece baskını ile
imha edildi. Han kaçarak canını kurtardi.(9)
1720 yılında Saadet
Giray, Kabardeye geldiğinde Hâtık-şokalar ve Misostlar, Mısost İslam ile
birlikte Tatarlara katıldılar. Kaşkatav gurubu Aslanbec liderliğinde,
Tatarların ültimatomunu ret etti. Böylece Kabardey Pşı'ları Baksan (Hhatıkşoka
ve Mısost) KaşkatayKetıko ile Beçmirza) gurupları olmak üzere ikiye
ayrıldılar. 1722 yılında Pşı Ketıko Aslanbeç, Kurğoko Muhammed (Bemtt)'e karşı
l.Pet-ro'dan yardım istedi. İslâm'ın kızı, Saadet Giray'ın oğlu Salih Giray
ile evlendi. Salih ordusuyla Kabardey'e geldi ve Baksan grubuyla birlikte 1723
yılında Kaştakav grubuna saldırdı.(lO)
1729 yılında
Kabardey'e saldıran Han oğulları olarak Bahtı Giray ile Şahbaz Giray, Baksan
Giray tarafından öldürüldü. Saldırıyı Aslanbeç örgütledi(l 1)
1731 yılında Arslan
Giray ile yine Kabardey'e geldi. Asıl amacı akrabası olan Aslanbeç'in
Büyük Pşı olmasını
sağlamaktı. Ketıko Kanamet bu olaylar yüzünden çıkan tartışmada öldürüldü.
1737 yılında Ha-tikşoka Kasey bu olaydan dolayı suçlanarak ülke dışına çıkarıldı.
Nihai anlaşma ancak 1757 yılında yapıldı.(12)
1736 yılında imzalanan
Belgrad anlaşmasıyla Kabar-dey'in bağımsız bir ülke olduğu Rusya tarafından
te'yit
olundu. Bu zamana
kadar Rusya ve Osmanlı Devleti Kabar-Hey üzerinde hak ettiklerinden antlaşmaya
bu konu da dâhil edildi- Antlaşmanın 5.maddesine göre ".Her iki tarafda Büyük
ve Küçük Kabardey'in bağımsızlığını kabul etti.(13)
Küçük Kabardey
Pşılarından Kanşoko Kurğoko 1751 yılında Moskova'ya gitti ve 1759 yılında
Hristiyan oldu. Ruslar kendisine 500 ruble yıllık maaş bağladılar, albay
rütbesi verdiler ve 800 kadar adamıyla birlikte Mezdog bölgesine
yerleştirdiler. 1763 yılının, 12 Aralık günü Baksan ve Kaşkatav Pşılarının
büyük bir toplantısı oldu. Prenslerin yanı sıra wor klerle birlikte 300
kişinin katıldığı bu toplantıda bu olayı ret ettiler. Bemet (Muhammed) Mısost
bu toprakların Kabardey'e ait olduğunun l.Petro tarafından teyit edildiğini
soyledi.(15)
1767'de Kabardeyler
Ruslara karşı Kırımlılarla ittifak yapmaya karar verdiler. Bu sırada han olan
Arslan Giray, Ketıko Asianbeç'in damadıydı. Ruslardan, Mezdog kalesini
yıkmalarını ve Astrahana çekilmelerini taleb ettiler.(16)
1769 yılında Kuma nehri kıyılarındaki ormana
çekilen 200 kişilik Kabardey liderleri General De Medem tarafından dağıtıldı.
(17)
1770 yılında Çariçe 2.Katerina'nın yanına giden
Kabardeyler, Mezdog Kalesinin yıkılma sini tekrar istediler. Ruslar bunu
reddetti. (Bemet Mısost, Aslanbeç Hamirza, Hatıkşo-ka Ka sey..)(18)
*
Çıkan Osmanh-Rus savaşında Kabardeyler,
Osmanlı tarafını tuttular. Mezdog'u kurtarma girişimleri sonuçsuz kaldı. 1774
Küçük Kaynarca antlaşmasının 21.maddesi ile Kabardey'ler kendilerine
sorulmadan, Ruslara bağlandılar. Buna karşılık üç maddeyle Rusya, Kuban
ırmağını sınır olarak kabul etmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında yaşayan
Tatarlar üzerinde hiç bir hak iddia etmemiştir. Adı geçen bu yerler
Çerkesya'dır ve Çerkesya bağımsız bir
ülkedir.(19)
1777 yılında Ruslar,
Azak-Mezdog Hattını kurmaya başladılar. Kaberdey'lerde buna karşı harekete
geçerek kalelere baskınlarda bulunmaya başladılar.(20)
Mezibl Zawe - Gawır
Zavej 1779 yılında 15.000 kişilik bir Kabardey süvari ordusu (piyadeler hariç),
Mezdog Hattını yarmak için harekete geçti. Silahlar tüfek, tabanca, zırh
gömlek, tolga, ok-yay, mızrak, kılıç, kama ve kalkan idi. Kabardeyler'in
arasında Kemirgueyler, Besleneyler, Bjeduğ-lar ve başkaları da vardı. Liderleri
Kurğoko Bemet oğlu Mı-sostıpş idi. Cİç orduya Bernet Mısost, Ketiko Aslan beç
oğlu Hamırza ve Mısost İslam Kanmırza komuta ediyordu. Hamirza ve oğlu İsmel
öldürüldü.Bunların üzerine General Yakobi gönderildi. Kabardeyler çok büyük bir
yenilgiye uğ-radılar(29 Eylül 1779-Ketiko T'oaş'e)
Savaşa katılmayanların
başlarına korkaklık işareti olarak ıslak kara keçe geçirilecekti. Savaş
tazminatı olarak 20.000 ruble, 2150 at, 4759 büyük baş hayvan, 4539 küçük baş
hayvan ödenecekti. Balk ve Terek ırmakları Rusya ile Büyük ve Küçük Kabardey'in
sınırları olarak kabul edildi. 1782 yılında, Rusların kurdukları Prohladne
(1775) Georgi-yevsk (1777), Pavlovsk (1778), Soldatsk (1779) Marinski
/1 780) Alexandrovska (1780) ve diğer
kalelerin yıkılmala-talep ettiler. 1804 yılında Hatıkşoka Adil Giray ve Abuk
Haii liderliğinde 11.000 kişi ayaklandı. 80 Adıge köyü yakı-rak hareket
bastırıldı. Gerilim devam etti.(21) 14/Ni-san/l81° târihinde Bulgakov saldırıya
200 köy yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmı da esir olarak götürdü.
".6150 büyük baş hayvan, 515 at, 44015 koyun, 126 camız, 5895 bal kovanı,
445 kılıç, 180 tüfek, 52 zırh, 2900 gümüş para 5800 ruble değerinde mal, 1420 araba yükü
darı..1' yağmaya bir örnektir.(22)
1816 yılında General
Yermolov, daha Önce kurulan kaleler zincirini geçerek, Kabardey'in içine
girmeye ve iç bölgede ikinci bir kaleler zinciri kurmaya karar verdi. Böylece
Kabardey'ler ovalık kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.
Ekim ayında Rus birlikleri harekete geçti. Köyleri yakmaya, hayvanları
götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Kaberdeyler ovalık kısımları bırakarak
dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.
Ekim ayında Rus bir likleri
harekete geçti Köyleri yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki
bütün Ka-bardeyleri toplamaya başladılar. Ele geçen kadın ve çocukları Rus
savaş esirleri ile değiştirdiler ve kalanlarını da Kazaklara dağıttılar. Kışı
dağ başlarında geçirmeye mahkûm edilen Kabardeyler için artık yapılacak hiç bir
şey kalmamıştı.(24)
1822 yılının Mart
ayında,dağlardan inen gruplar Baksan nehri kıyılarında 945 evden oluşan 14 Köy
hâlinde yerleştiler ve örme saz evlerde yaşamaya başladılar. Bu köylerden bazıları
tekrar saldırıya uğrayarak imha edildi. Dağlarda Kabardeyler, artık geri
dönmeyerek, Kumuklara, Çeçenler ve l\uban Çerkeslerîne sığındılar. Böylece
Yermolov Büyük Kabardey'i, Kabardeyler'den arındırdı. Daha önceden büyük bir
veba salgını olduğundan ülke neredeyse tamamen boşaldı. Mayıs 1822 de Rus
odaları Baksan vadisinde toplandı.
Ağustos'da kalele rin
kurulmasına başlandı. Ülkenin en iç bölgelerinde, Baksan, Şecem, Nalçik, ürvan,
Şerec, Ar-gudan kaleleri kuruldu. 1779 yılındaki durum ile kıyaslandığında
artık Kabardey yok olmuş sayılırdı, ülkede kurulan bu kaleler tekrar, 1822 ve
1825 yıllarında yeni ayaklanmalara sebeb oldu.
1834 târihinde ülkedeki Kabardey sayısı 35.000 kişiye inmişti. 1822
yılından sonra Kabardey'deki Pşı Yeliy payesi de târihe karıştı.(25) Kuşuk'un
oğlu Jarn-bolet, Ruslara karşı savaşan Kabardeylerin safında yer almıştı.
Nalçik'de general Velyaminov, bizzaî Kuşuk'tan kendi oğlunu getirmesini talep
etti. 25/Ekim/1825 târihinde Jambolet Ruslar tarafından öldü rüldü.(26)
1829 yılında imzalanan
Edirne Antlaşması ile Rusya, Kuzeybatı Kafkasya üzerindeki hâkimiyetini
sağlamlaştırma çabalan sırasında Türkiye'nin müdehaleierinden kurtulmuş
oluyordu. Edirne Antlaşması Rusya'ya Avrupa'dan St.Nic-holas Kalesine kadar
olan Kara deniz kıyısını,veya bu günkü Novorossisk'den hemen hemen Batum'a
kadar uzanan toprakları vermişti. Rusya Antlaşma şartlarını, kendisine iç kısımlarda
kalan kabileler üzerinde de egemen lik hakkını verdiği şeklinde yorumladı. Bu
târihden elli yıl kadar önce Ku-ban Nehrinde duran Rusların batı Kafkasya'daki
ilerlemesi yeniden başladı.(28)
Rusya, Çerkesya'da
hâkimiyetini kurarken dış ülkelerden gelecek herhangi bir tehlikeyi beklemiyor
gibiydi.(29) Gerktende Rusya ilk başlarda, Anapa'nın ele geçirilerek
Os-nlılarla Çerkesler arasındaki bağın kesilmesinden sonra rkesler arasındaki
dini ve politik karışıklıkların sona
ereceğini düşünmüştü. Dağlıların yavaş yavaş Rusya ile ticaret yapmaya
alışacaklarına inanılıyordu.(30)
Bu yüzden
Kafkasya'daki Rus kuvvetleri, 1829 ile 1833 villan arasında, o sırada çok daha
şiddetli şekilde devam eden Doğu Kafkasya'daki Dağlı ki yımına karşı
kullanıldı. Batı'da Anapa yeniden inşa edildi ve içine iki tabur asker aarnizon
olarak yerleştirildi. Batum yakınlarındaki Poti'de işgal edildi. 1830 yılında
Anapa'nın biraz kuzeyindeki Gelincik Koyu'nda yeni bir kale kuruldu. İki tabur
asker de buraya yerleştirildi. Kıyı boyunca ikiyüz mil kadar aşağıda Gagra
Kalesi yapıldı. Aynı yıllar sırasında Kuban Nehri boyunca uzanan hatlar daha da
kuvvetlendirildi. Çok geçmeden Ruslar, sadece Anapa 'ya sahip olmanın
bekledikleri sonuçlan vermediğini fark ettiler. Dağlılar hâla gizlice
Osmanlılarla köle ticaretini sürdürüyorlardı.(31) Nihayet 1831 yılında Abhazya
ve Çerkesya kıyılarına girişler Ruslar tarafından kısıtlandı. Bu hareketin ana
amacı Osmanlı gemilerini durdurmaktı.
1833 yılında, Kuban
hattı'nda bulunan General Zass, Ku-ban'ı geçerek Laba Irmağı boyunca Çerkeslere
karşıbir çok cezalandırma seferleri yapmıştı. Genellikle kış'n ortasında ve
gece vakti hızla baskın veren Zass, bazen Çerkeş köyleri Şaşırtarak kuşatmayı
başarıyor ve sonra da köyü ateşe ve-r'yordu. Bu tür taktiklerle sadece bir kaç
köyün teröre bozmasına karşın, Çerkeslerin Ruslara olan düşmanlığı ve onların
Rus hatlarına yaptıkları akınlar hızla arttı.
ndilerini Adıge olarak
tanımlıyan Çerkesler içinde Rus yayılmacılığına karşı direnen en önemli
kabileler, Natuhaçlar, Şapsığlar, 1832'Ii yılardan itibaren bir araya gelerek
ortak savunma stratejileri belirlemeye başlamışlardı. Çerkes-lerin ulusal
birliğini sağlamaya yönelik toplantıların başlamasına ilişkin târihler
değişirken, Baron Rozen'in 1833 yılında gönderdiği raporlardan açık bir
şekilde görüldüğü gibi, verilen o târihden çok önceleride Çerkesler bir araya
gelerek karşılıklı fikir mütalaaları yürütüyorlardı. "Aktİ,...Ro-zen'den
Çernişev'e, 16/ Ekim/1833..." General Emmanu-el'in hattın bazı yerlerini
ticarete açmasına rağmen Natu-haçlar, Şapsığlar ve Abzehler bizimle ticaret
yapmamaya yemin etmiş bulunuyorlar. Büyük bir ihtimalle, yeminlerini
tutmalarının sebebi, tuzu Türklerden almalarıdır. Onlarla dostane ilişkiler
kurmak imkânsız bir şeydir.. Bu ırkı yok etmek zorundayız."
İşte muhterem
okurlarımız Kafkasya insanımızın yaklaşık iki asır önce yazılan bir raporun
münde racatmdaki son cümleden, bölge insanları vede bilhassa müslümanlara tatbik
edilecek tedbiri açıkla ması yeterlidir sanırız.
Tanzimata giden yolda
en önemii olay, yeniçeriliğin ilga edilmesidir. Türkiye Tarihi ile ün yapmış
olan sayın Yılmaz öztuna"Devletler ve Hanedanlar'Msimli pek müfid
çalışmasının 2. cildinde 980. sahifesinden984. sahifesine kadar sıraladığı
yeniçeri ağalığı sıralaması ve izahını kısaca şöyle hülasa edebi!iriz:Yeniçeriliği
1. Murad<Hüdavendigâr) 1 363 de tesis etmiştir. Ancak 1363den, 1451 senesine
kadar yeniçeriağah-ğı yapanların, adları tesbit olunamamış. 1451 yılında ise,
Osmanlı tahtına çıkan 2. Mehmed yeniçerinin cülus bahşiş1 münasebetiyle çıkardığı
mızıkçılığa pek kızmış ve yeniçeri ağalığı makamını ilgaya karar almış ve bunu
uygulamış,
Sultan abdülmecid
hânların yerine yeniçeriye Sekbanbaşılar nezaret etmiştir.
sonra Fâtih'in torunu
Yavuz Sultan Selim 1515'de yeniri ağal'ğ1 makamını ihya etmiş böylece
yeniçeriağası ola-
. acj, ilk bilinen
kişi, 1515 ile 1516 arasında görev alan F had /\ğa'dir. 283. yeniçeri ağası ise
Mehmed Celâleddin Aâa olup <vefatı 1863> 9/nisan/1825'de geldiği görevden
i 5/haziran/1826da Vakai Hayriyye adı verilen yeniçeriocağı-nın kaldırılmış
olması hasebiyle ayrılmış oldu. Bundan sonra Yeniçeriağalığı yerine
Serasker'lik unvan ve makamı te'sis olundu. Bakanlar kurulunun, sadrazam ve
şeyhülislamdan sonraki 3. adamı olarak vazife deruhde etmiş oldu. İlk Serasker
ise, 15/haziran/1826?da vazifeye başhyan Rusçuklu Hüseyin Paşadır. Osmanlı
devleti; kuruluşundan itibaren dayanmış olduğu ahkâmı islâmiye gereğince, her
aianda "iki gününü eşit geçiren ziyandadır" yüce beyanının
anlayışına bağlı olarak hüküm sürmeye gayret göstermiştir.
Bu bakımdan dâima bir
atılım, bir keşif, mükemmeli yakalama arayışını ihmâi etmemiştir. Osman
Gâzi'ye şer'i hükümleri hatırlatan Dursun Fakı hiç bir zaman yaptığı hatırlatmanın,
padişah tarafından "şimdi zamanımı?" gibi ters cevaplarına muhatap olmamıştır.
Çünkü inanç sistemi içinde yer alan çözümlerden biri de, yine Hz. Rasûiullah
(s.a.v.)in
Ümmetimin âlimleri
benim vârislerimdir" yüce beyanının gereği olarak Dursun Fakı'nın
hatırlatmalarını bu anlayış dahilinde kabullenmesinden kaynaklanmıştır. Orhan
Gazi Hz. irinin, yeniçeri askerlik usûlünü ihdas etmesini hatırlatan tavsiyeyi
yerine getirmesinde, yukarıda yaptığımız hatırlatmaya dönük inancı aramak
gerekir. Zaten bir aşiretten bir civan devleti çıkarma esprisi, çeşitli
hususlarda ileriye dönük atvelerle
yürüyen ve dünyaya parmak ısırtan civanmertliği- etmeyi beceren, Rumeli'ne
geçişi Vesilet'ün Mecât
1
müellifi "Velayet
gösterüb halka suya seccade salmışsın. Bekasın Rumeli'nin desti takva ile
almışsın." takdir dolu beytini inşa ederken muntazam gayretlerin nice muvaffakiyetler
getireceğini ifade etmiş oluyor. Söğüt yaylasından, Ko-sova sahrasına
Hüdavendigârın inişi, zaferi elde edişi, şeha-detin kapısından girişi, doksan
yıla sığmasında herşeyi bir nizam ve intizamla yapma ihtimamında yatar.
Doğuş sancısından
olgun bir devlete geçiş zaman olarak uzun sürmezken, yıldırım orduları bozan
gerçek Yıldırım Ba-yazıd Sultanın;dİş geçmez zannettiği kibrinde yakalandığı tuzak,
kurtlar sürüsü akuru Timurlenk oldu. Ankara'nın Çubuk ovasında ışınlan yiğid,
kan kusarak ölürken, Devleti Âlî Osman; yeni bir tanzimci arayışını onüç yıl
sürdürdü. Çelebi Sultan fetret'i bitirip çaktı düzeni, kurmaya başladı yeniden,
güzel devleti. Herşey tanzim olundu bir daha hemen gün geldi devroldu nizâmı
sânii Murad'ın takva eline, bir Kosova daha bir Varna, sıyrıldı Bizans feth
olunmaktan bu arada! Çünkü müjdei Nebevi;Muhammed Fâtih'e râci bu işte ise
Ak-şeyh baş tâcî. Alınınca İstanbul, gerçekleşti devleti cihan, böylece lâzım
geldi bir sürü nizâm. Parladı Osmanlı'nın yıldızı, aslında yükselen islâmin
sesiydi. Tek gür sadâ mehterin nağmelerinden yayılan Gülbank idi. Bundaki nizam
ve intizam parmak ısırtıcı idi. Bayezidi sâniden, geldik Yavuz Se-lim'e hep
bir tanzim içinde yürüdük acemin üzerine, hakkını verdik onun, sıra düştü
Mısır'a çölü geçmeyi bilen yiğit, koca bir Yavuz idi. Hilafet, Mısırdaysa da,
Hazreti Resûlullah(s. a-v)rica!iyle gönderdi müjdeyi İstanbul'a. Dolaysıyla
artık Osmanlıdaydı hilafet, tanzim olundu yeniden millet. Arkasından Kanuni
kırkaltıyıl hüküm sürdü hem halife hem de padişah sifatiyle kanunlarda yaptığı
tanzimlerle lakabı oldu Süleyman'ın, Kanuni. Denizlerde yürüdü Osmanlının
satveti vede nusreti, failiydi
bunların Barbaros Hayreddini. Denizciliğinde nizâmı atıldı o yenilmez armada
da. Kanuni girdi toprağa ah yaktın benÜSüleyman dedirterek Ebu's Suud'a.
Yüklendi bârı Selimi
sâni, işi yürütmedeydi sadrazamı ta-vili Bir sistemdi görünen ortada, tepeden
tırnağa nizam. Selimi sâni hamam derken, yürüdü Hakk'a. Teslim etti oğlu
Muradı sâlise koca devleti. O ve Koca vezir Sokollu zirveye koydu milleti.
Bunun da vardı hikmeti adı nizamlı gitmekti. SokoIIuyu hacamata kaptıran
devlet, farkında değildi amma, başında koptu kıyamet. Koca vezir gitti, kıymet
bilen padişah çekildi. Bir düğünde yeniçeri nizâmı bozuldu, hakk'ı söyleyen
ağayeniçeri koğuldu, fermanı kabul eden makamlara boğuldu. Böylece olan
yeniçeri'ye ve devletü dine oldu. Bunun da bir nizamı vardı, neticesi kötü
olsa da!
Yukarıdan beri ortaya
koymaya çalıştığımız, Osmanlı devletini bir intizam içinde, bir nizâm
dahilinde yükselme döneminin sonuna kadar anahatlarıyla anlatmaya çalışmak ve
görülürki, bozmak değil yapmak üzere bulunan çareler, başarıya yol
açmaktaymış. Bu dönemden sonra Osmanlı devleti kurtarıcı hükümdarların
çıkmasını bekledi. Zaman zaman da beklediklerine kavuştular. Ancak şaşaalı
günlerin başarısı yerine hedmi, yâni yıkılışı yavaşlatan, izmihlali geciktiren
fenomen olarak kaldı. Merkezi savunmada hududu genişleten zaferler, yerini
sıkıntı veren mağlubiyetlere, kale, palanga ve serhad kaybetmeye yolaçmış sulh
antlaşmalarına uğruya uğruya parlayıp sönen İslahat teşebbüsleri görüldü. Fakat
bunların içinde en ciddi fakat en feci netice verenin 2. Osman unvanı
diğeriyle, Genç Osman dönemi oldu. Avrupanın doğusu, İstanbul'un batısı olan
Lehistan topraklarındaki Ho-tm i ordusunun başında korumaya giden 18 yaşındaki
genç idealist, ordusunun askeriyle ters düştü. Çünkü bir sahtekârlık vardı
ortada.
Şöyleki; defterdeki
yeniçeri ulufe sayısı ile ordudaki yeniçeri askeri sayısı arasındaki azim
fark, sayım yapıldığında epeyi eksik çıktı. Bu miktarın 30 bini bulduğu
rivayetler arasındadır. Tedbirleri alınma yoluna gidildi. Devletin tavizkâr
tecrübelileri teenni tavsiye ettiiersede, fıkır fıkır kaynayan yeni ve genç
padişah ağzını tutamamış, kafasındaki düşüncelerini bir, bir ulu orta saçmıştı
meydana.
Sağsalim İstanbul'a
gelen Genç Osman Hotin seferinde her yönüyle beğendiği Mısır askerini örnek
alıp, onlar gibi yepyeni, muntazam kıyafetli ve itaatkâr bir ordu meydana
getirmek için Hac'ca gitmek arzusunu kılıf yaptı. Taa Ebu's Suud tarafından
verildiği ileri sürülen fetvaya göre, Osmanlı padişahları hac'ca gitmek
hususunda görevlerini bırakıp gitmektense, gitmemeleri daha efdaldir anlayışı
bütün seleflerinin uyguladığı davranış olduğundan buna uyması söylendi. Ancak
bir müddet inattan sonra vaz geçti. Arkasından kopan isyan Genç Osman'ı
taht'tan etmekle kalmadı amucası 1. Mustafa istemediği tahta çıkarılırken, 500
tane siyasete karışmış yeniçeri, Yedikuie zindanında aynı zamanda halifesi
olan padişahı boğuyordu. Buna karşılık eli silah tutar ve beli kılıçlı
yüzbinler, üzgün bir nazarla asi beş yüz kişinin halt etmesini maalesef
seyrettiler.
Bu davranış belkide,
meşhur Fransız felsefeci Alfred Fuy-ye'ye "..Şarkta insanlar faziletinyoksunudurlar"
sözünü söyletmiş olabilir. Halbuki Fuyye, bu sözü söylerken şark insanına en
büyük hakareti yapmış oluyor. Çünkü Şark genellikle müslüman toplumların hayat
sürdüğü arazidir. İslâmda ise; "Haksızlık karşısında susan dilsiz
şeytandır." Hadisi Nebevisi bütün ferdlerin haksızlık yapan karşısında
hakkı hay-kırarak zulme âlet olmamasını emretmiştir. Ancak bazende şarkın
insanları, bu emri, tavsiye imiş gibi telâkki etmiş olalarmdan olacak ses
çıkarmazlar, zulümde böylece icra
H'lir Genç Osman'ın katli; İstanbul ahalisinin
nice paşa ve hpvlerinin gözleri
önünde gerçekleşirken suskunlar şeytana askerdi demek!
Genç Osman değişim
istemede ülkenin en önemli gücü olan orduyu tanzime hatta değiştirmeye
kalkarken, ahalinin sımsıkı bağlı olduğu şeriat'ın izin verdiği taaddüdü zevcat
meselesinde tek evliliği benimseyip, şeyhülislâm Es'ad efendinin kızıyla
izdivaç ettiği gibi bunu yaygınlaştırma tarafına da el atmıştı. Büyük
teşebbüsün yanında yapılmaması gereken, küçük ve yanlış bir teşebbüstü.
1. Abdülhâmid
Cennetmekânın ardından Osmanlı tahtına oturan 3. Mustafa'nın büyükoğlu 3.
Selim, şehzadeliğinde pekgüzel öğretim görmüş, bilgili, güzel sanatlara
eğilimli, musiki âleminde makam icad edecek kadar maharet sahibi bir zattı. Nitekim;
Sûzidilâra makamının mucidi olduğu yaygın rivayettendir. İslahat devri diye
okul kitaplarında müşahede olunan resmi öğreti bu zâtın dönemine verilen
isimdir. Yoksa 3. Selim'den önce bir çok padişah ve devlet adamı yazmış
bulundukları lâyihalar ile terakki hatvelerinin mutlaka atılmasını tavsiye
etmiş hâttâ teşebbüse dahi geçenler olmuştur. Ne var ki;kısır kalmaktan öteye
gidemeyen bu istekler, en ciddi teşebbüsü 3. Selim döneminde yapılan
deneme-'erle görmüştür.Bir ülkenin en önemli meselesi adalet meselesidir.
Adaleti temin ise ekonomik
hayat ile sıkı sıkıya irtibatlıdır. Bütün unların üstünde de, ülkenin dış düşman ve iç
bozguncuların tasaflutundan
korunmak ve asayişi berkemâl kılmak ordu ile
güvenlik güçlerinin
üzerine düşmektedir. Ekonomide o devrin önemli gelirini teşkil eden zirai
işler, hayvancılık ve de ticaretin dostu ise istikrarlı yaşayışla beraber adil
bir vergi sistemiydi. Bütün bunları bilen 3. Selim; yapılacak ilk teşebbüs
olarak ordunun canlandırılması prensibini tatbika koydu. Biz 3. Selim'in bu
tercihine geçmeden önce, bu tercihi yapmadaki sâike dâir" Ahmed Rasim
bey'in tarafımızdan Osmanlı-cadan sadeleştirdiğimiz, ve meşhur târihine ilâve
ettiğimiz, <İstibdad'dan Milli Hâkimiyete> adlı çalışmasının 2526.
sa-hifedeki<1200/1786'da Askeriye'nin Durumunun özeti>nden bir alıntı
yapalım:
1200/1786 senesine
doğru askeri durumumuza bir göz atacak olursak, muntazam ordunun, eski tâbirle
kapıkulu ocaklarının birincisini teşkil eden yeniçerilerden, çeşitli meslek ve
esnaflığa soyunmuş olarak vakit geçiren, hammallik ve manavlık yapmakta
olanlarda vardı. Bunlara zamimeten zorbalık yaparak geçinme yolunda olanlarda
bulunuyordu. Kimisi evleniyor, bekâr olanları ise, hanlarda oda kiralıyarak
yaşayanlarla, kışla ve kolluklarda yatmakta olan beceriksizlere kalmıştı.
Gerek tâlim gerekse itaati askeriye ve terbiye denilen hususatdan ne bir nâm ne
bir nişan kalmıştı. Zaten onların han odalarında geçen hayatlarının pisliği ve
rezilliği alışılmış hallerdendi.
Sokaklarda kaldırım
kabadayılığında ve meyhane kavgalarında önde gelen bu haşerat, savaş
alanlarında düşmana bir tek kurşun atmadan firarı tercih ederler. Hâttâ daha da
ileri gidip, bazende ordugâhın yağmalanmasında öncülüğe kalkışırlardı. Ulufe
adı verilen maaşlarına devlet takat getiremiyordu, ulufe <maaş> alan
askerleri üç bölüme ayırabiliriz. Birinci sınıf paşaların, ağalan olan gurup.
Bu kimseler küfcük-de kayıtlıysalar da maiyetlerinde bulundukları efendilerinin
dâiresi hizmetinde bulunduklarından ne kışlaya nede savaş
i nlarına ayak atmadıkları gibi yine de ulufe
alırlardı. Bütün skerler,bu ulufeye <kapıh ulûfesi> adı vermişti.
İkinci kısım ise,
müftehiran idi ki, övünülen demek olup, 1 150/1737 tarihinden sonra ulufe
beratları satışına izin veriliş olduğundan, hâli vakti yerinde olanların
bilhassa bedesten tacirlerinin, gelir getirir yeniçeri beratlarını
sahiplerinden satın alarak, mevacib adı da verilen maaşlar çıktıkça, hisselerini
alırlar hâttâ içlerinde bir kaç ulufeyi üzerinde toplayanlarda bulunurdu. Bu
sebebden müftehiran ulufesi hizmet karşılığı askeri tahsisattan olmayıp adetâ
esham <senet> taksitini andırıyordu.
Üçüncü kısım
ise;bilfiil askeri hizmet veren yeniçeri inti-saplıları idi. Kapılılardan ve
müftehiran yakınlarını bularak o-cağa kapağı atanlardan vazgeçirilip, fiili
hizmette bulunması lâzım gelen yeniçerileri nasıl topluyorduk. Yâni o dönemde
askere alma muamelesi ne şekilde idi? Şimdi de işin o tarafı na bir göz atalım.
Yeniçeri ihtiyarlan; oğullarını veya evlâdı makamında tuttuğu bir delikanlıyı
<ağa çırağı> adı altında ocağın defterine mülazım, yâni namzet mânasında,
kaydettirirdi. İhtiyarın vefat ettiğinde namzetin yeniçeri olma hakkı doğardı.
Böyle kişiler hakkında <valdeş> yâni merhumun çocuğu tâbirini
kullanırlardı. Bilâveled yâni çocuksuz yeniçeri ihtiyarı bulunmaz gibiydi.
Asker almada kullanılan usûllerden biri buydu. İkinci usûl; kale muhafızları
için kale yamaklarından ve yerlilerden nefer olarak icabında belli müddetle
işbu <Koloğlu> adıyla münasib sayıda asker yazılması adet o|duğundan, bu
koloğlu askerleri icab ettiğinde ocaklı defterine kaydolunurlardı, üçüncüsü
ise;tahsisi bedergâh usûlüydü.
voyleki:
Taşralardaşehir delikanlıları askerlik imtiyazından ade edip gezip tozmakta,
serbest olmak için, ücretsiz yâni maaş almaksızın yeniçeri yazılıp, mensup
oldukları ortanın alâmeti farikası olan işareti kollarına veya bacaklarına
döğmecide işletirlerdi. Askerlik mesleğine girdiklerinden dolayı da tafra
satarlardı. "Bütün bunların vardığı sonucu özetlemeye çalışırsak,
bozulmuş olan genel ahlâk yapısı içinde yeniçeri ve mesleki askeriye milletin
bir numaralı istinatgahı olması hasebiyle ilk düzeltilmesi gereken kurum ve
topluluk olduğundan, baştan beri gelmiş ıslahat çalışmalarında öne alınmıştır.
Dolaysıyla 3. Selim'in ıslahatına ordudan başlaması tabii olduğu gibi, devlet
ricalinden ülkede yapılması gerekenleri bildirmelerini ferman etmesi ve erbabı
kalemin vermiş olduğu lâyihalarda işe buradan başlanması tavsiyesi azim bir
çoğunluğu bulmuştur. Lâyihalarda genellikle ve ortaklıkla belirtilen hususlardan
birini okurlarımıza sunahmıAh-med Râsim bey'in mezkûr çalışmasında, 2529. sh.
de "Biz ki; yeniçerileriz Hacı Bektaşi Velii pirimiz, erenler evliyalar
dostlanmızdır. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz eksilirse binimiz türer yollu
ifadelerden sonra filânoğlufalan ortamıza girmeye tâlib oldu. Bizde ocağın
hükümleri gereği eline işbu sofa tezkeresini verdik" denmektedir. Yine:
"Ellerindeki kâğıd parçasından başka askerlikle bağlantısı olmayan bu
sofalılar, ocağın sorumsuzca gayretkeşleri olup, kazan kaldırıldıkta en büyük
tehlike bunlardan gelir. Ayrıca bunlar, yeniçeriler hak-kında(aleyhinde
değil)konuşulanlara kızar vekonuşanlara silah çekerlerdi." diye yer alan
lâyihalarda bunlara dâir "..İyiyi kötüden ayırmaktan aciz, dini ve askeri
vazifelerden habersiz olan bu câhil haytalar, Bektaşi'dirler. Bektâşiyânı
levâzimi-den diyerek içkiye alışırlar. Askerlik bahanesi ile başlarını da boş
bırakınız, yapacakları azgınlığı kolayca da tahmin edebilirsiniz! Seferlere
çıkıldığında Orta'ların defterleri isimle dolu olduğu halde, kapılılar,
müftehirler, malûl, ihtiyarlar gelme-
Eklerinden mevcud
askerlerin, yansını bazende üçte birini cak tutturabilirdi. Onbin ocaklı ile
yola çıkan bir kumandan yoklama yaptığında mevcud olarak, dört veya beş bini
tutturabildiği nâdirattandı..." Devlet ricalinden istenen çâre
layihalarında parmak basılan, yapılması tavsiye edilenlerin başında ordunun ve
bilhassa yeniçeri sisteminin gelmesi tabiatıyla münevver ve batıyı mektuplaşma
yoluda içinde olmak üzere çok taraflı incelemeye almış bulunan yeni padişahın,
sekbanı cedid diğer adıyla nizâmı cedid adı verilen yeni bir asker gurubu
teşkil etmesi doğrusu isabetli bir davranış olarak kabul edilmelidir.
Ancak; Başlangıcında
sergilediği kararlılık, ne onun tabiatında devam ettirebileceği iktidarda
vardı, ne de yeniçerinin bu işi kabullenisi olabilirdi. Nitekimen sonunda nice
göz yaşartıcı ve elem dolu hadiseleri müteakip, ortada ne nizamı cedid kaldı,
nede zavallı padişah 3. Selim. Kılıca karşı ney'üe karşı koyarak uzletgâhında
şehidler kervanına iltihak ettirildi. 3. Selim 1207/1792'de devlet nizamına
dâir layihalar dev-rinibaşlatmıştır. 3. Selim bu ıslahatı seven hâli ile
meşveret meclisinde göstermiş olduğu şûra'yı devlet taslağını bir daha çizmiş
oluyordu ve bu taslağı çizdiren ise, Rusya ve Avusturya ile yapılan savaşın
acı neticeleriydi. Yine Ahmed Cev-ded paşanın tarihinde yetmiş küsur sayfa
halinde yer alan bu lâyihalar meselesinde layiha verenlerin devletin nabzını
tam olarak tutamadıklarını eserlerinden anlaşılır hükmünü çıkarmak mümkündür.
Yine de bu lâyihalardan düstûr'ülamel yânı riayet olunacak kanun olmak üzere
bir özet çıkarılmış ve küçük bir kitabçık hâline getirilmiştir. Rumeli
Kazaskeri Tatarcık Abdullah Molla lâyihasında "Son derece akıllıca ve
tedbire dayalı olarak yeniçeri ağası ve kulkethüdası ile beş orı kadarda ocak
ağasını seçmeyi tavsiye etti. Onların aracılığı ile Osmanlı devleti o günden
sonra Yeniçeri ocağına Sultan Süleyman Kanuni zamanında olduğu gibi itibar ve
eski kanuna riayet ederek yeniçeri zümresini diğer zümrelerden üstün
tutacaktır, diyerek kendilerini yeni tertib tâlimler hususuna istekli, nişan
atma ilmi harbiyesine ait yazılı kitapları dilimize tercüme edipde öğrenmeleri
tarafını ihtar etmiştir. Ne varki; Yeniçeriler için yenilikler yapmak bir ölüme
yatmak gibiydi. İçlerinde yapılmaya çalışılan bütün ıslahatlar az zamanda
tavsıyor ve eski bozuk hâline avdet ediyordu. Tanzim içde olacak işden
değildi. Bu bakımdan nizâmı cedid sınıfı ayrı ancak yeniçerilerin içinden
çıkan gönüllülerinde olmasıyla tesis edildiği gibi, mâli meselede nizâmı cedid
sandığı denilen özel bir hazine konularak gerçekleştirildi.
3. Selim Islahatı
Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur
Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed Niyazi Özdemir beyefendinin ihtimamı
eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede
Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine
en fazla yer veren çalışma. Üstelik islamcı bir anlayışın zaman zaman kendini
gösteren zaviyesi ayrı bir husus. Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat
çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar
edelim. "..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tahta
çıkışıdır. Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının
padişahlığında kendini ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç
yaşındayken vukubulmuş. Babasının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece
iyi kalbli ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3.
Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu
huşta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece
dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa cihanda bana tahtı şevket
Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası 1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce
kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta
riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) tercih etmesi mü'min olarak
isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf
Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bırakılmayacağı"
hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden
muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu
dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti,
3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek çareleri üretmesiydi. Buna acaba mı?
Dedirten İsmaiyl'deki galibiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı
hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla
kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldürmek için milletin
üzerine düşenden fazlasını gösterme gayretinde. Lâzım gelen hasta uzvun
kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak
mı gerekirdi"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu
kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi yeni
nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük düşüncemi?
Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin hemen
bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid
arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı
düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler
ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm çıkarmak kabildir ki, bunda da isabet
kolay değildir. Ancak padişahın yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları
içinde beyan ettiği şu hâli, Ziya Nur Aksun beyefendinin kıymetli tarihinden
ahzedelim: "Gece gündüz ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva
edip kâfire mağlub ve perişan etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin
perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni iki gün evvel helak eyle diye Cenabı
Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi. Böylece 3. Selim batılı davranışların
meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını sergiler bu duasında ve bunu
etrafındakilere açıklamakla.
. Padişah, sadrazam
Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden azledip başka sadrazamlarda göreve
getirilip hizmet fırsatına nail edilmiştir. Meselâ bunlardan biri olan Cezayirli
Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa
çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili
kıyafet teftişlerle bir çok yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle
cezalandırdı. Yaptığı teftişler hem bir korku saldı, hem de milletin işinin
düzgün yapılmasını temin etmeye yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe
^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve
ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn
olunmuştur.
Yerine getirilen Şerif
Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâğıda bazı sadrazam adayı ismi yazan 3.
Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve bunlardan birinin çekilişini yapmış ve
sadaret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı tarihinde kura ile sadrazam seçilirdi
sözü, bu rivayete dayanmıştır.
Karadeniz ve Akdenizde
seyri sefâin eden Rus filolarına karsı sahilleri savunacak deniz kuvveti
çıkarmak gerekiyor-a Ancak uzun zamandanberİ devam etmekte olan savaş
münasebetiyle, memleketin mâli durumu pek sarsılmış ve donanmanın teçhizi ve
çıkarılması yardıma ihtiyaç göstermekteydi. Bu ihtiyacı giderme yolunda 3.
Selim büyük bir riski dahi göze aldı. Bu risk; sarayın içinden olsun, dışından
olsun varlık sahiplerinin her biri on kişiyi her yönüyle teçhiz edilmiş adam
tedarik etmekle vazifelendirildi. Bu ferman bazı ulemâ ve devlet adamının
mızmızlanmasına hâttâ "padişah; bizi kara çanaklı etdi" diye
ağızlarına geleni söyledikleri duyulmuş. Bunları duyan 3. Selim'de yayımladığı
bir fermanda şunları: "İki kavi düşman memâliki İslâmiye'ye hücum
ederken herkes varını dini mübin için beytülmâle vermek şer'an caiz ve
padişahlar ahzeyledikte zülüm etmemiş olurken" dedikten sonra bazılarının
temaruzuna karşı "Din devlete bir sekte gelirse hâl ne olur?"
Demiştir. Böylece kendisinin olsun, hanedanın olsun devlet şuuru meselesinde
ne mertebe yüksek bir anlayışın sahibi olduğunu ortaya koymuştur.
Dört asın aşkın ve
Osmarthnın yükselmesinde yaptıkları hizmetler, tarihde bir yeniçeri askeri
vardı dedirtecek kadar yüksektir. 3. Selim bu gücün önem ve hizmetlerinden Osmanlı
tarihini en iyi bilen padişahlardan biri olarak elbet Müdrikti. Fakat; Rus
mağlubiyeti ve bu uzun savaşlar döne-rnınde yeniçerinin göstermiş olduğu bazı
cebin ve korkak davranışlar, mütereddit padişahın rey'inin yeni nizâma temayüf
etmesine sebeb oldu Bu arada Şerif Paşa sadaretten alınmış yerine bir daha
KocaYusuf Paşa getirilmişti. Koca Yusuf paşa cesur, gayretli, akıllı bir kimse
olmakla birlikte düşmanı çoktu. Yeni bir asker sınıfının kurulacağı dönemde
hasmı çok olan b'ir kimseyle işlem yürümezdi. Çünkü devlet bu yeni sınıf
askeriyeyi kurmaktaydı. Sadrazam, padişahdan sonra devletin 2. adamıydı. Yeni
askeri kurmak onun destek olması gereken işdi. Böyle olunca da sırf sadrazama
düşmanlık olsun diye teşebbüsü sabote ederlerdi. Böylece de; hayırlı bir
teşebbüs suya düşerdi düşüncesi ile Koca Yusuf Paşa sadaretten alınmış, yerine
cidden melek gibi bir insan olan Melek Mehmed Paşa herkesle barışık bir kimse
olması ve yaşlılığı hürmete şayan olduğundan tenkide bile uğramazdı. Teşebbüsün
sabote edilmemesi bir yönüyle sağlanmış görüntüsü vermekteydi
Savaşın bitimi yeni
meselelerin boy atmasına başka bir halde gündeme gelmesine yol açtı. Rus savaşı
sonrasında Balkanlar da yaşamakta olan gayri müslim ve Ortodoks te-bâ'da da
istiklâliyetin düşünülmeye başlaması gerçekleşti. Akabinde asayişin ihlâl
edilmeye girişildiği gözlendi. Bir memlekette devlet otoritesi zaafa düştümü,
artık beklenen menfi faaliyetler cesaret ve teşebbüslerini arttırırlar. Deli
Pet-ro'nun vasiyetnamesinde yeri olan Osmanlı düşmanlığı tomruğun yokuş aşağı
salınmasına yol açmış sayılır, nitekim Kaynarca antlaşması Rusya'ya tanıdığını
belirttiği haklar cümlesinden olarak ilgili maddede Eflâk ve Boğdan Voyvodalığında
himaye eder şansını elde etmişti. Bu madde, bahse konu tebâya ve Ortodoksların
Osmanlı ülkesinde yaşayan her ferdine bir korunma alanı tahakkuk ettirmişti.
Öte taraf- 181 vine Balkanlarda Kara Yorgi isimli bir
domuz çobanı ndi qibi bir çok domuz çobanı haydutlardan teşekkül et-- bir çete kurdu. Bu çetenin korkutucu ve
cezalandırıcı ücü vasıtasıyla Sırbistan davası gütmeye başladı. Rusya ve
Avusturya maksadlarına uygun bu harekâtların teşvikçisi olmaktan geri
durmadılar. İnkişaf eden bu teşvik ve çete te'siri işin taa Karadağ'a bile
sıçramasını getirdi.
Balkanlarda İslâm
emânı, Osmanlı devleti kefaleti altında asude ve rahat bir hayat sürmekte olan
balkan topraklarımızda yaşayan azınlıklar, bağımsız devlet olma hastalığına
tutulmuşlar dışarıdan aldıkları yardımlarla seslerini yükseltmişler ve
sıkıntı, üzüntü artık hayatlarından hiç eksilmez olmuştu.
Osmanlı devletinin
şark cânibindeyse Hanbeliye'den olan İbni Teymiyye, İbni Kayyimi Cevzi gibi
selefin akidelerine itibar eden eski âlimlere dayanarak bir cereyan yayılmaya
başlandı. Mekke Şerifi Gâlib ile kardeşinin oğlu arasındaki mücadele Vehhabilik
denen bu cereyanın yayılmasında önemli bir rol oynadı. Donanmanın yetersizliği,
garp ocakları denen Fas, Tunus, Cezayir ve Adalar eyâletinin merkez ile olan
irtibatın zayıflamasîrra sebeb teşkil etmişti. Yine Avrupa tarafında
Dukakinzâdelerden geldiği söylenen Kara Mahmud Paşa ve Amavudluk'da Tepedelenli
Ali Paşa kendilerine ait otorite ile devletin otoritesi arasında kendi
lehlerine bir fark te sis etmişlerdi. Böylece adetâ bir sultan gibi görülür
oldu-lar. Vidin taraflarında ise Pasbanoğlu Osman Ağayı bulunduğu yerde
kurduğu otoriteyi dersaadet'e tasdik ettirmiş ve o|geye valilikle atanmıştı.
Binlerce müslümana zarar veren Kl?' aynı insanların başına vali olmuştu.
Çapanoğulları Bo-zok(Yozgat)da, Karaosmanoğullan Manisa ve Aydm'da,
Ko-zanoğulları ise Çukurova'da hüküm ferma olmuşlardı. Rumeli taraflarında
Türk, Tatar, Arnavut, Boşnak ve Bulgarlardan müteşekkil yirmibin kişilik
Kırcali ve Dağlı eşkıyası denilen çeteler vücûd bulmuş, Rumeli ayanları
biribirferiyle çe-kişmekde ve aralarında çıkan kavgalarda yukarıda belirttiğimiz
çeteleri kendi menfaatleri istikametinde kullandıkları görülmüştü bundan
dolayı da karışıklığın tezayüd etmesine yardımcı olmuşlardı maaalesef.
' , r
Yukarıdan beri tebarüz
ettirmeğe çalıştığımız hâl ve durum dahilinde olan bir ülkenin yeni padişahı
yeni bir nizama talib olmaktansa, üzerine düşen nizâm kurmakla mükellef olduğunu
idraktir. Aklın getirdiği Nizâmı Cedidi getirmekti ve buna ordudan başlamak
gerekmekteydi. Fİeden ordu'dan baş-îansaydı? Bu sorubir cevaba muntazirdır ve
bu cevab ideâllerden değil, geçmişde yapılan büyük hizmetlerden değil, gelinen
durumun ortaya konmasıyla doğru cevabı bulabilir. Bakalım gelinen durum nedir?
"Eskiden vezirler savaşa emrindeki askerle geldiğinde yedi sekizbini
bulan cengaverle ispatı vücûd eylerdi. Çünkü idare etmekde olduğu bölge geliri
kalabalık ve güçlü asker beslemeye yeterliydi. Fakat meşhur 1768 seferine
baktığımızda iştirak eden küçük rütbelilerin vezirler ile gayet laubali olarak
konuştuğunu görürüz. Çünkü vezir'in geliri azaltılmış, emrindeki asker iyi
beslenemiyor, iyi teçhiz edilemiyor, buna karşılık adamları üzerindeki otoritesi
sarsılmış oluyordu. Vezir'in huzuruna desturla gelen bir binbaşı mezkûr
seferde pek serâzad davranıyordu.
Beri yanda savaşlarda
yararlıkları olanlara maddi mükafatı nakden vermek yerine mirmiran, vezir gibi
unvanlar verildiğinde bunların mânevi tarafını idrak etmeyen câhiller devletten
alamadığı parayı pulu kendilerine verilmiş unvanlara sarılarak halktan almaya
uğraşıyorlardı. Bunlara inzimamen döneminde yayımlanmış bir yazı bu bozuluşa
kadı efendilerinde duhûl etmeye başladığını belirtmekte. Bir başka taraf-dan
meseleye atfunâzar edelim. Her zaman için savunma savaşlarında destanlar yazan
askerimiz, aynı zamandada dünyada emsali görülmemiş meydan muharebelerinin
galibidir. Ancak son savaşlarda savunmalar eski başarılarda olmasa-da ona yakın
neticelerle sürüp giderken, meydan muharebelerinde bir cenahın zorduruma
düşüşü anında ordunun kısmı âzamim tesir altına alıyor, kontrolsuz ricat daha
doğrusu er meydanından firar başlıyor. Buna karşılık savaşlar bozgunla sona
eriyordu.
Teşhis; tâiim ve terbiye
ihmâliydi. Bu bakımdan kurulmasına karar verilen yeni asker gurubu muntazam
talimli ve harp ilmine keşifleri, taktikleriyle hizmetleri olmuş görüşlerin,
erkânı harplere öğretilmesi yeni nİzamınuymaya başladığı esaslardı. Yeniçeri
ise bütün bu tâlimlere yanaşmıyor, keçeye pala çalmaya devam ediyordu. Buna
karşılık 3. Selim'in meşhur âlim, matematikçi İsmail Gelenbevi ile bir vakasını
Doç. Dr. Abdülkadir Bingöl'ün hazırladığı ve Kültür bakanlığı yayımları
arasında neşrolunmuş "Gelenbevi İsmail" adlıbi-yografik eserde, 12.
sahifede yer alan vakayı sayfamıza al-maksuretiyle okurlarımıza nakledelim.
"3. Selim devrin-de(1789-1807)de cereyan eden bir olay, İsmail Gelenbevi
üzerine tekrar dikkati çekmiştir. Bir gün Kâğıthane'de padişahın huzurunda
yapılan askeri tatbikatta bazı sanat gösterilerinden sonra atılan
kumbaralardan (top atışları) hiç biri hedefe isabet ettirilememiştir. Padişah
devletin emek ve parasını harcayarak okuttuğu bu subayların beceriksizliği
karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. <Bunları tam hesaplayacak biri
yokmu?> der. Gelenbevi salık verilir. Padişahın emriyle Zey-rek'den
getirilir, huzura çıkar. Matematik kaideleri gereğince ince haseplarla
kumbaraların(topların)vaziyetin, istikametini düzelttikten sonra üç defa atış
yapılır ve her defasında isabet sağlanır. Padişah bundan çok memnun kalır, haz
duyar. Ge-lenbevi'ye günlük dört okkapirinç tahsis ve tayin eder.
Ge-lenbevi'nin çocukları ölümündensonrada almağa devam etmişlerdir. "Yine
benzer bir olayda Büyükada'nin arkasında padişahında katıldığı deniz
manevralarında topçuların hedefe eski usûl atışlarda isabeti pek düşükken,
padişahdan izin alan bir matematik âliminin kumandası altında atışların hedeflere
isabetteki yüksekliği takdire şayan bulunmuştu. Neden hep böyle
olmuyor?Sorusunu soran padişaha verilen ce-vabda;gâvur hesaplarıyla cenk
edilmez cevabı veriliyor, padişah da ancak yutkunmak mecburiyetinde kalıyordu.
Ziya Nur Aksun
beyefendinin değerli eserinde Şânizâde'ye aid görüşler, kendi bakış açılarına
destek olarak alınmış. Buna teması lüzumlu görüyorum. Çünkü Şânizâde o devrin
insanı, görüşleri şüphesizki pek önem arzeder. Şânizâde Ataul-lah efendi ocağı
düzeltmeye büyük gayret gösterilmeliydi demekte. Şüphesiz haklı. Ancak
hatırlatalımki yeniçeri cülus bahşişi verilmedi diye Zigetvar'dan ölüsü dönen
Kanuni Süleyman'ı getiren oğul 2. Selim'i İstanbul'a giriş kapısında nasıl
sıkıştırdı. Eğer kocavezir Sokollu kese kese altunu toplulukların arasında
avuçlarıyla saçmasaydı, yeni padişahın istanbul'a girmesi belki muhal olurdu.
Hadi onu bırakalım da her cüiûs bahşişinde çıkarmaya muvaffak oldukları karışıklıkları
tahattur edelim. Ya o gepgenç Osman'a kıyışları, ona n evvel 4. Murad'ın veziri Hafız Ahmed paşayı
bir saniye aklına getirmezmi
merhum Şânizâde!
Moltke; yüzdoksan
orta'dan meydana gelmiş ülkenin her tarafına dağılmış dörtyüzbine yakın sayısı
olan, sadece 31. ortanın otuzbin kişiyi bulmakta olduğunu ve bunların binlerce
takdirkân evlâdü iyâli olduğunu böylecede milyonlara yakın desteğe ve yakına
mâlik olduğunu beyan ediyor. Böyle bir müesseseyi ortadan kaldırmak devletin
temellerini sarsar diyor. Ayrıca yeniçeri ulufesi az, yeni askerin ise pek
fazlaydı! Diyen müellifler var. Tabii bu kadar büyük bir müessese bir kalemde
yıkılıp yok etmeye nasıl bir tepki gösterir bunu düşünmek lâzımdır. Şikâyetleri
çok olan nice Osmanlı padişahı bunu göze alamamıştır.
Yavuz Selim bile,
Mısır önlerinde dönmeye teşvik olunduğunda paşalarının kafasını kesmekle
yetinmiş, yeniçeriyi böyle susturabilmişti. Ama iktidarının yeteceğini
bilseydi, umulurki onların kanlarını çölün sıcak kumlarına akıtmaktan hazer
etmezdi. İstanbul vali ve Belediye reisi Prof. Dr. Fah~ reddin Kerim, Belediye
zabıtasını kurduğunda kendisini bir numaralı belediye zabıtası ilân etmiş
böylece mesleği onurlandırırken zabıtalara vereceğini ilân ettiği maaş, devrin
bir çok memuriyetinin maaş bareminden fazla idi. Melbusatları-na gelince adetâ
bir mareşal üniforması görüntüsü vermekteydi. O devir, şu adamın paltosu var
denilen bir devirdi. Ta-biiki yeni kurulmuş nizâmı oedid askeri hem maaş hemde
kıyafet bakımından, kendisinden artık vazgeçilmeye başlanandan pek üstün ve
farklı olmalıydı. Bir takım tarih sempatizanı ehli târikin;yeniçeriyi dini,
manevi esaslara dayanan çok köklü bir teşkilât, hâttâ bir tarikat disiplini ile
birbirine bağlanan müridlerden kurulmuş mukaddes bir ocaktılar, koskoca
devletin hemen her yerine dağılmış bulunmakta ve buralarda merkezi kuvveti temsil etmekte ve
kendilerine manen bağlı olanlarla birlikte milyonları bulmakta diyenler olduğu
vâkidir. Nitekim büyük devlet adamı tarihçi Ahmed Cevded paşa merhum da:
"Yeniçeriliğin, Osmanlının iliğine işlemiş ve ocaklar asabiyyeti milliye
makamına kâim olarak devairi devletin usûl ve fürûunu istilâ etmiş olduğuna
nazaran devletin zâtiyatından mâdud olmuş idi" Demekte. Ardından
"O'nun ilgasıyla ehli islâmm kuvvei asabiyyesine zaaf geldi, hükmünü
vermekte. Şimdi Şânizâde olsun. Alman meraşali Moltke olsun, bazı ehlitârik
tarih sempatizanları olsun, vele.vki Ahmed Cevded paşanın beyanları olsun, başlangıçtaki
yeniçeri için tereddütsüz tasdiki gereken hususat-tandır. Balada yaptığımız
açıklamalarda işin bu tarafına temas edilmişti. Şunu ilave ederek
söyleyelimki; Yeniçerinin savaş alanlarında düşman üzerine salınmadan evvelki gül-bankı,
bağlı olduğu târikin usûlü gereği zikri hafi veya zikri cehri'deki halini en
azından Genç Osman vakasından sonra pek müşahede edebiliyormusunuz tarih
sayfalarında? Buna karşılık defaatle istanbul'un büyük meydanlarında, büyük
camileri bahçelerinde yapılmış isyanların kavgaları, yeniçeri sipahi askeri
arasındaki Sultanahmed meydan muharebesi, Genç Osman'ın kanını sual eden
isimsiz veya adı bizlere ulaşmamış genç sipahinin bir çok yeniçeri'yi Genç
Osman'ın ahzı intikamı diye yerlere seren ve hayatını Sultanahmed Câ-miinin
minaresinde katillerine çarpışa çarpışa veren yiğidi hatırlayın.
Kabakçı Mustafa
çıplağına kapılarak nizamı cedidcidir diye Tophane önlerinde nice mü'mini
berdar edenleri de hatırlamak gerekir demeyi yeğliyorum.
Osmanlı devleti yavaş
yavaş çöküşe doğru gitmektedir. Şurasını gizlemeğe çahşmamahdırki; inkıraz
sebebleri meya-nında ilk temelleri Sultan Selim zamanında-atılıp, 2. Mah-mud'un
ancak amik bir cehalete(!)hadsiz ve payansız bir hayalperestliğe istinaden
terviç ve teşvik ettiği avrupa tarzındaki ıslahat fikirleri ve tasavvurlarını
zikretmek lâzımdır. "Dedikten sonra Meternich". yeni usûlüde dini
kanunlarınız üzerine bina ediniz." tavsiyesini yapmıştır. Evvelâ hemen
şunu söyleyelimki, Prens Meternich bu mektubunu 1841 senesinde 2. Mahmud'un
genç oğlu Abdülmecid hân'a yazmıştı ve tanzimat fermanı okunalı iki yıl
olmuştu. Prens bu mektubun yazılışından yedi yıl sonra yâni 1848 de ülkesinde
husule gelen azim bir ihtilâl neticesinde yurd dışına zor kaçabildi. Ülkesinin
akıbetini iç bünyede pek kestiremeyen Metrnich, dünya siyasasını takip ve
tahminde bize tavsiyelerde bulunacak kıymette olduğu bir vakıadır. Ancak
tanzimat fermanının dibacesinde padişahın;şer'i şerifin son zamanlarda ihlâl
edildiğini hatırlatan girişi, Meternichin, yeni usûlü dini kanunlarınız
üzerine bina ediniz tavsiyesini yaptırmaya itici bir ifade saymayı bilmeliyiz.
Yeniçerinin ilgasına bir başka soruyla katılan kişi "Tanzimatve
Türkiye" adlı çalışmanın yazarı Engel-hardt'tır. Bunun demeside
"..yeniçeriyi kaldırmada Sultan Selim olsun, 2. Mahmud olsyn, merkezi
hükümet otoritesini Kuvvetlendirmekden ziyade şahsi otoritelerini arttırmayı
amaçladılar." olmuştur.
Şimdi 3. Selim gibi
son derece hâlim selim, din ü devletin •yitiğinden başka bir şey düşünmeyen,
taht'tan indirilipde uz- itildiğinde tanburunu eline alıp besteye girişen bu
muh- böyle kendini güçlendirme bühtanını ülkemiz üzerinde bir takım hesapları
olanlar yapar. Engelhardt, bir elçilik mensubu olması hasebiyle ifade etmeğe çalıştığımız
gizli maksadın dışında sayılmamalıdır.
Sultan 2. Mahmud'a
aynı yükleme yapıldığında bizi, 3. Selim'i savunduğumuz hissi davranışın
ötesinde beyanla karsınızda görürsünüz. Kabakçı İsyanının mazlum şehidi, 3.
Selim alkanlar içinde yerde yatarken, üzerine kapanan pek sevdiği Alemdar
Mustafa Paşa bir ölüm badiresinin içinden çıkmış olan şehzade Mahmud'un
ikazıyla kendine geldi. Şehzadenin kim olduğunu sordu. Taht'a çıkarılması
gereken şehzade Mahmud olduğunu söylediklerinde, amucasının ölüsünü kucakladık,
bari yeğenini padişah edelim dediği görüldü. 2. Mahmud olacak genç şehzade,
silahlarını çıkarda yanıma gel, görüşmemiz lâzım iâla demek suretiyle kinaye
ile sen bizi padişah kıldın, biz de seni sadrazam yapalım demek istemişti.
Çünkü;vaziyetin en kuvvetli adamı Rusçuk ayanının da başı olan Alemdar Mustafa
Paşa idi. Allahdan padişahın tarafından idi. O kadar güçlü idiki, hâli hazırda
taht'ta oturmakta olan 4. Mustafa'nın görevinde ipkasını dilese karşı koyacak
bir güç yoktu. 2, Mahmud Daha sonra padişah oluşundan hemen sonra ayan ile
yapmış olduğu antlaşma, padişahların öyle kolaylıkla razı gelemeyeceği
hususattandır. Buna razı olmamak elde olmadığından daha da bir ağır gelmiştir.
Zaten birçok tarihçi bu ayan antlaşması ile alakalı tes-biti, padişahın
selahiyetlerini ayanla bölüşmüş olması şeklinde yorumlar. Nitekim Alemdar
Mustafa paşa'nın şehid edildiği ana kadar olan sadaret günlerine baktığımızda,
karşılaşacağımız husus pek başıboş davrandığı, sarayın talimatlarına fazla
önem vermediği rahatça görülür. Yeniçeriyi sadrazama karşı düşmanlığa 2. Mahmud
teşvik etmemiştir amma bu dağlı ve kaba adamın yerine, yine bunun gibi mert
fakat nâk birinin gelmesini istemesi tabiidir. Sultan Mahmud'un, yererinin
düşman bellediği sadrazamın hanesine yaptığı saldırı da yardım göndermemesini
göz yumdu diye yorumlayanlar, jşjn arka tarafını görmezlikten veya bilmeyerek
o sonuca varıyorlar. Çünkü o sırada yeniçeri dışındaki askerin kısmıâzamı
İstanbul dışına vazifeye gönderilmişti.
2. Mahmud'un sadrazama
yardımcı göndermesi ve olay sonunda yeniçerinin, sadrazamı bertaraf etmesinin
ardından hedef olmasına razı gelmesi demekti. Hemen bu arada Sultan 2. Mahmud
ile ayanları temsilen Alemdar Mustafa Paşa arasında varılan antlaşma sonrasında
Alemdar Paşanın şunları söylemesine dikkat gerekir: "..Vakta ki;
vezirlikrütbesi ile başımız bağlandı. CInvani seraskerlikle kıymetimiz yük
seltildi. Gerek orduyu hümayun'un maiyetinde ve gerek kendi başına düşmanın
galip geldiğinin görülmesindeki hakiki sebeb tetkik ve araştırması yaptığımda
düşman askerinin galibiyeti öğretici ve muntazam subaylarının harp fennine
vâkıf komutanların fikir birliğine varmış olmasından kaynaklandığını
öğrendiğimi itiraf etmeliyim." Bu sözler yeni askeri sınıfa muhalefeti
olmadığını beyan mânasına alınmalıdır. Çünkü Alemdar Paşa, anasıl bir yeniçeri
ocağı yetiştir-mesidir. Bu bakımdan Sultan Mahmud'un Fransa kralı 14. Lui gibi
"devletbenim" demese de, islamların halifesi, Osmanlıların padişahı
olarak güç ve kuvvetini arttırması gereken her tedbir onun başvuracağı meşru
yol sayılmalıdır.
Yeniçeri usûlünün
tamir yoluyla devamı mümkün olmaması ihtimali, mümkündü iddiasından daha ağır
basmakta-d|r. Bu bakımdanda bu günün şartları içinde meseleye baktığımızda,
ordu üzerinde, her hangi bir speklasyon değil tatbik edilmek ileri sürmek daha
da ötesi düşünmek bile kabil görünmemektedir.
Nitekim 28/şubat/1997
balans ayarı ile başlamış çırpıntı, hukuk devletinin çiğnenmesi göz önüne
alınarak durultula-mamıştır. En üst rütbenin sahibi de, en üst makamın sahibi
de kanunları kullanma şans ve hakkına sahip olmasına rağmen, bir denge
politikası gütmesi hemen önümüzde cereyan eden hadisedir. Demokratik
parlamenter sistemde yapılamayanı, mutlakiyet devrinden istemek biraz
haksızlık oluyor gibi. Bir de şunu mutlak belirtmek gerekiyorki; nizâmı cedid
kelimesinde vurgulanan yeni düzendir. 2. Mahmud ise askeri yeni düzen içinde
tanzime başladığında Osmanlı mîlletinin varlık sebebi olan İslâmiyeti hiç
gözden uzak tutmamıştır. Hâttâ askeri yeni sınıfa, pek mukaddes bir isim olan
"Asaki-ri Mansûre Muhammediye" demeyi aklederek millet devlet
birlikteliğini sağlamayı bilmiştir. Şunu da ilâve etmek gerekir ki;Sultan 2.
Mahmud, amcası 3. Selim'den aldığı dersleri, onun başına gelen musibetleri tam
manasıyla görmüş ve idrak etmiş olmasından dolayı, kendi usulüne daha isabetli
bir rota çizmeyi becermiştir. Nitekim yeniçeri kışlalarını daha topa tutmadan,
bilhassa Edirnekapı surları dışında ve bir miktarı da içinde olan Sahabei
Kiram efendilerimizin kabirlerini, ihya ve tanzim etmek suretiyle kısmı âzami
dindar olan İstanbul ahalisinin takdir ettiği bir sultan, ashaba saygılı bir
halife olduğunu kabul ettirmeye muvaffak olmuştu.
Aslında Mısır
eyaletimizde batı tipi kalkınma modeli Kava-lalı Mehmed Ali Paşadan sonra büyük
bir hız alır. Bu durum İstanbul'a sıçramadan olamazdı. Çünkü;Mısır eyaletimiz
adetâ imtiyaza açık bir valilik görüntüsü vermekteydi. Bu bakımdan Osmanlı
üst kademesi bu eyalet ile pek meşgul olup, batılılaşmanın onlara sağladığı
farkları görmeğe başlardı Sömürge yollarını ele geçirmiş avrupa ülkeleri ve ıh
ssa İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin her taraftan anlıyı sarmaya
alması bu ülkelerdeki politik ve starete-"k niyetleri öğrenmenin çağa
uygun yolunu bulmak gereki-du Eskiden para verilerek saraylardan elde edilen
casus-I rla bu işlerin yürümeyeceği görülmüştü. Artık dâimi elçilik usûlünü
ihdas gerekiyordu. Yinede bu elçiliklerde uzun yıllar 'slârn unsur yerine
tercümanlar ve hristiyan Osmanlı hariciyecileri bilhassa Dönmeleri istihdam
etme yoluna gidildi. Askeri alanda taa Sultan Fâtih zamanında başlıyan
mühendis urban katkısı, zamanla bir çok avrupalı mühendis ve asker müşavirler
kullanımına kadar gitmiştir. Moltke de bunlardan biridir. Kavalalı Mehmed Ali
Paşanın oğlu İbrahim Paşa kuvvetleriyle Nizip'de yapılan ve devletin
mağlubiyetine mâl olan savaş ile ilgili hatıratında, söylediklerinin özetini
buraya almak icab etti. Moltke diyorki: Serasker Hafız Paşaya gidip, İbrahim
Paşa birlikleri peyder pey gelmekte. Bunlara hemen saldırıp, toplanmadan
işlerini bitirelim teklifinde bulundum. Bana; işi müneccimbaşına sorduralım
cevabını verdi. Cepheye ibrahim Paşa askeri dahil olup saf tutarken bizim
kuvvetler müneccimbaşı'dan gelecek cevabı beklemekteydi. Sonunda haber geldi.
Falanca yıldız, filânca yıldızın bilmem neresine geldiğinin gündüzü eşref
saattir, düşmana hücum edile, oldu. Tâyin edilmiş olan günü beklerken,
gökyüzünde bu-lutların yığılmaya başladığını müşahede ettim. Yine Hafız PaŞa ya
koşup, bulutların yığılmakta olduğunu görüyormusu-nuz?Bulunduğumuz yer hem
biraz çukur hemde yumuşak toprak kuvvetli bir yağmur burayı bataklığa
çevirebilir, hareket kabiliyetimizi engeller, biraz yamaçlara çekilelim dediğinde
yine güngörmüş ihtiyarlara mesele iletildi, onların de-diği, keçilerin dübürü
büzülmüyor, atların kulakları dikleşmi-
yor, buna bakarsak
yağmur beklenmiyor demek oldu. Me varki çok geçmedi öyle bir yağmur yağdı kî,
insanlar atlarının üzerindeyken bile boğulma tehlikesi atlattılar. Bunun için
bir ordunun hava tahmini keçilerin büzüğüne, atların ku-fağınındikilmesine
kalmışsa mağlubiyetler artık o ordu için şart sayılmalıdır." Dünyaca ünlü
bu mareşalin'bu sözleri dahi batılılaşmamı denir"? Bilmem ama, mutlaka
mevcud halden çıkarılmalıydı, nitekimde öyle oldu.
Osmanlı devletinde
görülen önemli kuvvetlerden birini ilmiye ricali teşkil ederki, kadılar da bu
bölüm içindedir. Ulema yâni ilmiye sınıfı genellikle isyanlarda ya tamamen
veya ekseriyet olarak askeriyenin yâni eski tâbirle seyfiye'nin yanında tercih
sergilerdi. Böylece askerin dediği genellikle olurdu. Fakat daha sonra bunlar
askeriyeye verdikleri desteğin hesabını gözden düşerek bazen hayatlarıyla
bazende servetlerinin müsadere kendilerinin sürgüne yollanmasıyla öderlerdi.
Bu seferinde yeniçeri'nin ilgası kararının alındığı istişarede ulemâ da
ağırlığını kaldırılsın görüşü meyanında belirtti. Ahali desteğinin temini için
Sancakı Şerifin çıkarılması da onların ileri sürdüğü tedbirlerdendi. Bundan
sonrasını meâlen Ahmed Rasim bey tarihinden alıntihyalım: "..İstişare
nihayet buldu. Söz tamam oldu. Mübdei muamelâtı harbiye olmak üzere hemen
livayı Şerifin ihracı kaldı. Bu ise bir emri hatır idi. Zira Sancakı Şerif
çıktığı gibi derûnu payi-taht'ta bir azım kıtal'e başlanacak. Harbin neticesi
ise meçhuldür. Şâyed ki zorbalar gâlib gelince bunca devletsâdıkı kimseleri
imha ederlerse, bunlar nasıl idare olunur? Devletin hâli ne olur? Şeklindeki
mütalaalar aklı tırmaladığından zâtı şahanede tereddüt ve teenni görüldü.
"Bütün maksadımız bu ddüdü göstermekti. Bu tereddüdü yok eden Kürt
Abdur-hman Efendi isimli bir zâtın hiddet ve şiddeti ile ağzının kö-- mesiydi.
Abdurrahman Efendi ".Bu dini devletin devamı bekası muradı ilâhi ise, o
habisleri ururuz, mahv ederiz. Değil bizde bu din ile batıp gideriz, daha ne
olmak ihtimali kal-a " Diyerek
elindeki teşbihini hiddet içinde yere vurdu. Teşbih ipi koptu, teşbih taneleri
dağıldı mermerlerin üzerinde yuvarlanırken orada hazır bulunanların rikkati
üstün gelip közlerinden tane tane yaşlar dökmeye başladılar. Sultan 2. Mahmud
hz. lerine de bu rikkatli hâl sirayet etti. Hırkai Saadet Dâiresine giren
padişah, peygamber sancağını çıkarıp, sadrazama ve şeyhülislâma teslim etti.
Abdurrahman Efendinin
söylediği bir cümle ve bu cümledeki belagat pek güzel netice vermiş, Sultan 2.
Mahmud'a yaklaşan tereddüd, belki de bu konuşmanın sayesinde hazı-runa
bulaşmamıştı. Abdurrahman Efendinin heyecan dolu yüreğinden kopup gelen sözler
tereddüdleri izâle etmişti, inkılap tarihlerine bakıldığında görülecektirki,
bu tip ruhi halata her zaman tesadüf edilmiştir. Yeniçeriler hakkında devlet
kuvvetlerinin öngördüğü mücadele bir mukatele oldu. Bu kıtal üzücü olmakla
beraber olmasını önlemek kabil olmayan bir kavgaydı. Nihayet bulduktan sonra
Sultanahmed Camiinde rekz olunan Sancakı Şerif tekrar saraya getirilip Sultan
2. Mahmud'un tahtı'nın yanında mutad olan yerine kondu. rvubbealtı denen yerde,
katılımın geniş ve büyükçe olduğu toplantıya 2. Mahmud riyaset etti.
Yeniçeri Ocağına devam
mı? Tamammı? Kararlarına inti-zar edilecek sonuç görüşülmeye başlandı, ülkede
asırlarca vermiş, nice zaferlere imzada
büyük paylan bulunan yeniçeri ocağını kapatmayı kararlaştırmak koiayca gerçekleştirecek
hususdan değildi. Nitekim bu hususda da tereddüd belirdi. Bu seferde, Reis'ül
Küttâb Seydâ efendi" Bu zümrei zâmime şimdiye kadar biddefaat ika
ettikleri fitne akabinde Osmanh devletinin bütün işlerine ve cezaiyyesine
müdehale etmemek için verdikleri taahhüdü ne vakit ifâ ettiler? Sicillât ve
defter dolusu yazılan senet ve hüccetlerin mazmunlariyla ne vakit ihticac
oiundu?Heîe bu sefer Eşkinci yazılmakla alakalı kendi elleriyle yazdıkları
senedi henüz mürekkebikuru-madan sebebsiz isyan edip, yol kesmeye başladılar.
Şimdiyse içlerinden bir çok elebaşı idam olundu. Leşleri meydanlarda
sürüklendi. Onİar bunu unuturlarmı? Bundan dolayı devleti Osmanye hakkında
adavetleri müzdâd olmazmı? Bunların nâmu nişanları sahifei rüzgâriden hek ve
imha edilmedikçe fesad ve fitneleri bertaraf edilemez. Her vakit böyle fırsat
ele geçemez. Yeniçeri ocağını külliyen ilga ve imhadan başka çâre
yoktur." Diyerek, toplantıda daha önce Abdurrah-man efendinin yaptığı
hitabeyi hatırlatan beyanıyla terddütie-ri gidermeye muvaffak olduğunu
görüyoruz.
Hakikaten bu beyandan
sonra daha ileri senelerde vezir olan Beylikçi Pertev bey'in kaleme aldığı
meşhur ilga, yâni yeniçerinin kaldırılması kararı Sultan 2. Mahmud tarafından
bu içtimadan sonra tasdik olunup, kıraat olunmuş ve memleketin heryerine
tamimine girişilmiştir. Bu vaziyet gösteriyor ki ilga karan bu toplantıya kadar
kesin olmayıp ince elenip, sık dokuma misâline uygun harekât tarzı takip
edilmiştir. Bu toplantıda Seydâ efendinin mukni konuşması yerine yeniçerinin
lüzumunu iknaya sahip bir nutuk atılabilseydi, belki de, ilga kararı yerine,
İslahı teklifi hayat bulabilirdi.
Meşhur Engelhardt;
Tanzimat ve Türkiye adiı eserinde "Et meydanı kıtâli'nin düşünülmüş bir
tertib, plânlı hareketoldu-ileri sürmekte hatadır" derken cüretkâr bir
düşünceyle kava bakıyorsa bu da bir hatadır, dememek elde değildir.
Sevda Efendinin
müessir hitabesinde bulunan devlet ricalinin ad ve makamlarını yazarak,
kararda medhaü olanları tarih sayfalarında bilmiş olalım: Tahtın sağında
Sadrazam Selim Mehmed Paşa, solunda Şeyhülislâm Tâhir efendi, sabık
şeyhülislâmlardan Mekkîzâde Asım efendi, Yâsincizâde Abdülvahhab, Sıdkizâde,
eskikadı'lardan Arif bey, Yahya bey, Hekimbaşı Behçet Efendi, Ahmed Reşid
efendi, Rahmi bey. Anadolu Kazaskeri Tâhir bey, Murad Mollazâde Arif efendi,
Arabzâde Sadullah efendi, Hamdullah efendi, Hekimzâdenin torunu Rıza bey,
Yusufzâde, Râşidzâde Cafer bey, Melekpaşa-zâde Abdülkadir bey, Dürrüzâde Abid
efendi, Çarşanlı Hoca Mehmed efendi, İstanbul Kadı'sı Sadık efendi. Hemen karşılarında
oturmuş olan zevat ise, Kethüdai sadrı âli Ahmed Hulusi efendi, Defterdar
Tâhir efendi, Reis'ül Küttâb Şeyda efendi, Tevkii Ataullah efendi, Reisi esbak
Hamid bey, Ça-vuşbaşı vekili Ali bey, darbhane nâzın Es'ad efendi, sabık
defterdar Yusuf efendi, defter emini Numan efendi, Ruznam-çei evvel Mustafa
efendi, 1. muhasebeci Salim bey, Şehremini Hayrullah efendi ve Baruthane nâzın
Necib efendiler idi. Bu zevatın toplantısı başlamadan evvel 2. Mahmud hân şu
hitabeyi irad etti: "Cenabı Hfckk'a çok şükürler olsun ki, bu kulunu
ecdadı izamının nâi! olmadıkları fethi mübine maz-har kıldı ve sizleri de bu
hizmeti celilede bulundurdu. Allah sepinizden razı olsun. Şimdiye kadar bu yol
kesiciler yüzünden meydana gelen nice mekruh işlere mecburen nıüsama-na
edilmişti. Elhamdülillah hepsi yıkıldı, gitti. Bundan sonrada hep beraber
memleketin işlerini tanzim edip, Allah'ın kullarını memnun ve hallerini İslah
edelim. Eskiden zarar veren zümre yüzünden devletimizin içine düşüp müptelâ olduğu
masrafların eksikliği hususunda beytülmalin müsli-miyn ile asla münasebeti
olmayan mansıbı divâniyede istihdam olunmayan kimselerin bıraktıkları miriden
zapt olunmaktaydı. Önce bu hususu kaldırdım. Bundan böyle o gibi mallar
alınmasın. Şâir önemli işler ve hayırlı çalışmaları sizler mütalaa müzakere
edip, inha ediniz. Ben de tesviyesine müsaade ederim. Her hususa gayret ve
ihtimam gösterme zamanıdır. Ülkenin önemli işlerini tanzime kadar hepiniz burda
kalınız. Kalıpça ve kalben birlikte olalım" Dedikten sonra yüzünüeski şeyhülislâmlara
çevirerek, iltifatla "mazû-leyni meşihat <eski şeyhülislâmlar hâne ve
sâhilhanelerin-de kûşei uzlete çekilip, akran ve emsaliyle görüşememek,
dilediği yere gidememek zor katlanılır şeyse de, bu günden itibaren birbirinize
gidip, geliniz, ağız tadı ile ülfet ediniz" Demiştir. Bu hitabeyi bu gün
tahlil ve tenkide kalkışmak ne kadar sağlıklı olabilir bilemiyorum ama,
insanımız 1960 ile başlamış bulunan ihtilâl ve darbeler zinciri karşısında
gösterdikleri kolaycılık yüzünden, yüzyetmişüç yıl önce yapılmış bir hitabeyi
incelerken âdil olabilirimi diye sormadan edemiyorum.
Evvelâ Koca Sekbanbaşı
kimdir pek kısa şekilde tanıtalım. Koca Sekbanbaşı'nın kim olduğunda her
şeyden önce bir ihtilafın olduğunu söylemeliyiz. Niyazi Berkes'e göre 3. Selim
ricalinden İradı Cedid defterdarı Çelebi Mustafa Reşİd gösterilirken, Viyana
devlet arşivinde el yazması olarak bir nüshası bulunan Risalede Hoca Münib
efendi kaydı varmış.
Ancak Vakanüvis
Abdurrahman Şeref bey, tarihi yaşayış münasebetiyle Münib efendiye aid
olmadığını, yazarın ise hakikaten Sekbanbaşı mı? ashabı kalemden bir zatmı
hususunun meçhullüğünü ileri sürer. Buna karşılık mezkûr risaleyi sek-senyedi
yaş gibi bir hayli ileri yaşda kaleme almış olması dikkat çekicidir. Ancak
ileri sayılan bu yaşın dünyevi hiç bir kıskançlığın olmadığı dönem olduğu kabul
edilmelidir. Hele inanmış bir müslüman, pir'i fâniliğin bütün hususiyetleriyle,
nakıs istek ve düşüncelerden sıyrılmış insan fotoğrafı verir. Bu gün milli
görüş ve şuur sahihlerinin 1789 Fransa ihtilâline bakışı, Koca Sekbanbaşı'dada
müşahede olunmakta. Rusya savaşında düştüğü esaret, bu ülke zabit ve
askerleriyle yapmış olduğu musahebeler neticesinde Osmanlı mağlubiyetinde
yeniçeri'nin eksikliklerini görmesi, Rus askeri ise modern eğitim ve silahlar
ile teçhize önem verildiğinden, sekiz bin kişilik Romanzof komutasındaki Rus
askerinin bizim, 120bin askerimizi İsmaiyl civarındaki Kartal mevkiinde
müthişboz-guna duçar etmesi gözünü açan olay olduğunu söyleyerek bir hakikata
parmak basmış oluyor. Aslında Sekbanbaşılık, Yeniçeri Ağa'sının hemen
arkasından gelen adam demektir. Yâni yeniçeri askerinin ikinci komutanı olarak
muharebede bulunmuş Koca Sekbanbaşı, yeniçeriyi haksız bulduğu hususlarda esas
adaletini de göstermiş oluyor. İyi bir kumandan askerini kötülemez, tâki onda
ihanet görmezse. Sekizbin kişinin önünde mağlup olan }*20bin kişi böyle bir
ihanet ol-rnasa yenilebilirini? Bir bakıma Tatarların Osmanlı askerini
Ruslardan almış olduğu istiklâliyet vaad haberine gönül bağladığından yalnız
bıraktığını da bir ihanetin parçası saymak gerekir. Koca Sekbanbaşı diyorki:
"Eski askerlerimiz yeniçeri neferleri ile yeni askerimiz nizâmı cedid
neferleri üzerine bunca zamandır çeşitli münakaşalar ediliyor. Burada ben de her
iki ordunun durumlarından bahsetmek istiyorum." Koca Sekbanbaşı otuzbeş
sayfa civarında derin bir mukayeseyiya-parak vaziyeti bütün açıklığıyla ortaya
saçmış. Biz buradaki-çalışmamızda,
<harp hiledir> hadisi
şerifinin yüce Ne-bî'(s.a.v)in femi mübarekelerinden dökülmesine sebeb olan
vakayı kaydederek, yeniçeri ile alakalı bir beyan, nizamı ce-didle ilgili
söylemi almtılıyarak bölümü tamamlayalım. "İslâm ordusunun
başkumandanlığını deruhde eden Hz. Peygamber (s.a.v) yine savaşların birinde,
düşman ordusundan hatırlı biri Hz. Ali (K.V)yi mübarezeye davet eder. Peygamberimiz
efendimizde Hz. Ali'ye çık emrini verir. Hz. Ali kılıcını beline takıp, yayan
meydanın ortasında yerini alır. Düşmanların arasından çıkan kâfire, Hz. Ali efendimiz
şöyle seslenir <Ben bir kılıçla ve yaya geldim, sense iki kılıç, iki ok ve
iki yayla geliyorsun> dediğinde, kâfir:
<Sen de benim gibi geleydin ya> diye cevaplar. Hz. Ali (K.V)
tekrar kâfire seslenir: <Peki bunlar böyle olsun, fakat savaşta âdet olduğu
üzere bizim tarafdan ortaya yalnızca ben çıktım. Peki ya sen neden yanına bir
adam daha aldın?> Deyince, kâfir hemen inanıp arkasından başka biri daha
gelmiş zannıylabaşıni geri çevirdiği anda Hz. Ali göz açıp kapayıncaya kadar,
melûn'un kellesini uçurur. Hz. Peygamber (s.a.v)in yanına döndüğünde olanı
biteni anlatır. Efendimiz "El harbü hud'atün" buyurmuşlardır. Nizâm
Cedid ile bir beyan: <Meseiâ düşman
bir savaş sırasında bu yeni askeri büyük bir bozguna uğratsa bunlar artık
bozulduk. Toparlanamayız, diye dağılıp kaçmaya çalışmazlar. Başlarındaki
kumandan yenilen orduyu kısa bir zamanda yeni bir düzene sokar, onlar da tekrar
hücuma geçerler. Başlarındaki kumandan geri çekilmedikçe hiç bin böyle bir şeyi
akıllarının ucundan bile geçirmez> Ya yenicen askerleri: <Küçük bir
bozguna uğrasaiar silahlarını bile alma-aiderler. İşte daha çok yakınlarda,
bizzat şâhid olduğu-iki Rus, bir Avusturya ve bir Fransız seferinde buna
ben-vüzlerce olay vukubulmuştur. Üstelik olup bitenleride Huvmayan kalmamıştır.>
Yeri geldi de yine Sekbanbaşı risalesinden naklederek, yeniçeri ocağının Hacı
Bektaşi Veli (K S) hazretlerinin dualarına mazhariyeti, ve yeniçerinin O'vüce
zâtın mânevi evlâdlan olduğunu beyan eden rivayetlerin hakayikine bahse konu
risalenin 46. sahifesindeki beyandan ulaşalım halk arasında husule gelen
galatlaşmanın verdiği mahzura işaret edelim. Çünkü hukuk İstılahında vekil,
asil gibidirse de, yine hukukda olduğu gibi asil yeri geldiğinde vekilini
vekâletten İskata kadir olduğundan, kendi görüş ve davranışını sergilemekte
vekilinin esiri durumunda değildir. Ehlûllah hazeratıda, bir târikin yolcuları
olma durumunda iselerde, farklı farkiı zirvelerden gözlenebilen yıldızlardır.
Yeniçeri'nin berhayat olduğu uzun zaman dilimi içinde sevablarınm hemen
yanıbaşında görülen kusurları bazı kötü niyetli kimseler tarafından, gerek Hacı
Bektaşi Veli Hz. leri-ne arkasından da tarikatlara menfur dokundurmalar yapmaya
ictisara kalkışmaktadırlar. Böyle bir davranış içinde olanların yanlışdan
kurtulmaların: teminen, böyle davrananlara cevap vermeye çalışan zevata bir
maİzemei târihi vermek azmiyle, bala da belirttiğimiz 46. sahifedeki beyanı
aynen alıntılıyoruz: "Zamanı merkumda Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin
evlâdiarından ve Postişin hâlifesinden bir zat nefsü'l emirde kutbı zaman
olduğunu kendilerine ihbar eylediler. Padişah Hazretleri zâtimüşarinaleyhi
Anadolu'dan getirtip küffârm galebesini beyan ve bu ocakları mahza küffârın galebesini
def ve ehfiislâm galib olmak İçin ihdas buyurduklarını şeyhi müşarinileyhe
ilân ve ocaklara yazılan asker kaç-mayıp devam ve sebatları için dua taleb
buyurdular. Zâtı müşarinileyh ocağa teşrif ve ehli zikir cemiyetiyle dua ve
hüsnü teveccüh buyurdukları anda, o günden sonra yazılanlar firar etmeyip,
<Bizler Hacı Bektaşi Veliköçekleri olduk!> Diye devam ve sebat üzere
oldu.