ORUCU NASIL TUTMALIYIZ?

Oruç, kelime anlamiyla bir seyden uzaklasmak, bir seye karsi kendini tutmak demektir. Dinî anlamda ise oruç, tutmaya ehil olan kimselerin niyet ederek ikinci fecirden itibaren günesin batisina kadar orucu bozan seylerden korunmalidir. Yani oruç, belli bir süreyle yeme, içme ve cinsel isteklerden uzak durmaktir.

Oruç, Bakara suresinin 183. ayet-i kerimesi mucibince mazereti olmayan her erkek ve kadin Müslümana farzdir. Herkesin bu ayda farz olan orucu tutmasi sarttir. Çünkü, Cenab-i Hak, yeryüzünü essiz nimetleriyle bir sofra haline getirmistir. Sayilmayacak kadar çok nimetlerini dizmesiyle bize, Rahman ve Rahim oldugunu gösterdigi gibi, milyarlarca hücremizin gida ihtiyaçlarini da teker teker zamaninda ulastirmakla Rububiyetini (Her seyin Rabbi oldugunu) de ifade etmistir. Böyle bir Rububiyete Ubudiyetle (kulluk) karsilik vermek gerekmez mi? Elbette gerekir. Iste ramazan ayinda oruç tutan Müslümanlar birdenbire muntazam bir ordu hükmüne geçerler. Bilhassa aksama dogru Cenab-i Hakk’in ziyafetine davet edilmis bir sekilde “Buyurunuz.” emrini bekliyorlar gibi bir “kulluk” tavri gösteriyorlar. Böylece, o sefkatli, hasmetli ve genis Rahmaniyete karsi, büyük ve intizamli bir sekilde kulluk vazifesini yerine getirmis olarak karsilik vermis olurlar. Acaba kendini insan kabul eden bir varlik, böyle bir serefli vazifeye istirak etmez mi?

Oruç, toplumu terbiye etmelidir. Içtimaî hayata baktigimizda, insanlarin maddî yönden çesitli imkânlar içerisinde yaratildigini görürüz. Cenab-i Hak bunun için, devamli zenginleri fakirlerin yardimina davet ediyor. Normalde bir zengin (tok), bir fakirin (açin) halini disaridan bakmakla yeteri kadar idrak edemez. Oysa oruç, fakirin açliktan dolayi acinacak halini zengine daha iyi anlatabilir.

Eger oruç olmasa pek çok zengin ve nefisperest insan, açlik ve fakirligin ne kadar elim ve sefkate muhtaç oldugunu anlayamazlar. Iste oruç, zengini, fakirin haliyle hallendirdiginden dolayi, ihtiyaç içinde kivranmanin ne demek oldugunu bizzat yasayarak idrak ettiriyor. Bu sayede de toplumda, insanlar arasinda bir yardimlasma, bir sosyal dayanisma ve hemcinsine karsi bir sefkat duygusu olusuyor.

Oruç, nefsi terbiye etmelidir. Nefis, kendini hür ve serbest ister. Kendisine sinir koymaya razi olmaz. Hatta “Ben sizin en büyük rabbinizim.” (Naziat/24) diyen Firavun gibi hayalî bir ilâhligi ve diledigi gibi hareketi, fitrî olarak arzu eder. Sinirsiz nimetlerle terbiye oldugunu düsünmek istemez. Bilhassa dünyada servet ve iktidari da varsa, gaflet de yardim etmisse, hirsizcasina ilâhî nimetleri hayvan gibi yutar. Allahu Teala böyle insanlara: “(Allah’in nimetlerini) hayvanlarin yedigi gibi yerler.” diyor.

Iste ramazan ayinda en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik degil memlük, yani köledir. Böylece nefis, hayalî rububiyetten uzaklasir ve ubudiyet tavrini takinir.

Oruç bir ibadettir. Ibadetler ise insanlari kötülüklerden alikoyar. Eger bir ibadet insani kötülük yapmaktan uzaklastirmiyorsa, o kisi ibadetinde samimi olmadigi gibi, o ibadet de Allah katinda makbul degildir. Oruçlu insanin uzak duracagi bir çok kötülükler vardir. Çünkü oruç, sadece agiz ve mide ile tutulmaz. Oruç, bedenin bütün organlari ile tutulur. El, haramdan uzak durmakla oruç tutar. Göz, haramdan sakinmakla oruç tutar. Kulak, dedikodu ve giybet dinlemekten uzak durmakla oruç tutar. Agiz, yalan söylememek, küfür etmemek, iftira ve giybet yapmamakla oruç tutar. Oruçlu bir insan her dakika ibadetle, yani Allahu Tealaya kulluk vazifesini yerine getirmekle mesgul oldugunu bildigi için, ibadetle isyan, sevap ile günah, emir ile yasak hiç bir zaman bir arada bulunamaz. Bundan dolayi oruçlu insan hep ibadet etmenin bilinci içerisinde olur. Ibadetler ciddiyet ve samimiyet ister. Allah’in huzurunda oldugunu bilen insan laubali davranislardan uzak durmak zorundadir. Eger oruç tutmak sadece yeme ve içmekten uzak durmak olsaydi, kendisine herhangi bir yiyecek verilmeyen hayvanlar da oruç tutmus olurlardi. Oysa biz insanlar, hayvanlardan farkli olarak bir sorumluluk tasimaktayiz. Bunlardan birisi de ibadetlerimizde samimi olmamizdir. Fakat ne yazik ki bugün toplumumuzda öyle insanlar vardir ki, sahurdan iftara kadar oruç tutuyor, iftardan da sahura kadar kahvehane köselerinde kumar oynayabiliyor, ya da oruçlu oldugu halde ticarî iliskilerinde harama yönelebiliyor veya yalan söyleyebiliyor. Agzindan küfür hiç eksik olmadigi gibi harama bakmaktan da hiç geri durmuyor. Iste yüce dinimiz bunu reddediyor? Peygamber Efendimiz bir hadis-i seriflerinde buyuruyor ki: “Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bagirip çagirmasin. Birisi kendisine yakisiksiz laf söyleyecek veya onunla kavga edecek olursa, “Ben oruçluyum, desin (ona bulasmasin).” Yine baska bir hadiste de Efendimiz (s.a.v.): “Kim yalan söylemeyi, yalanla is yapmayi birakmazsa, Allah’in onun yemesini, içmesini terk etmesine ihtiyaci yoktur.” buyuruyor.

Evet demek ki oruç, sadece yemeyi ve içmeyi terk etmek degil, bazi kötü aliskanliklari da terk etmektir. Çünkü oruç, insan için bir kalkandir. Bir taraftan insani kötülüklerden koruyan kalkan oldugu gibi, diger taraftan da insani atesten koruyan bir kalkandir. Bu kalkana sahip olmak da orucu, riyakârliktan, kötü ve haram seylerden uzak, ihlâsli bir sekilde tutmakla olur. “Oruçlunun uykusu ibadettir. Susmasi tesbihtir, amelleri misliyle kabul edilir, duasi makbuldür, günahi affedilir.” buyuruyor Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz.

Oruç sabirdir. Oruç sihhattir. Oruç, en makbul, en sevapli bir ibadettir. Allahu Teala: “Oruç benim içindir. Onun mükâfatini ben verecegim.” buyuruyor. Bir hadisi serifte de: “Kiyamet gününde oruç hariç diger ibadetlerin sevabi kul hakki alacagi olanlara verilir. Ancak oruca dokunulmaz, onunla da Allah kulunu cennetine koyar.” buyruluyor.

Orucu saglikli olacagimiz inanciyla tutmaliyiz. Bugün modern tip, bazi hastaliklara karsi bir koruyucu ilaç olarak orucu tavsiye etmektedir. Doktorlar hastalarina perhiz reçeteleri vererek bazi seyleri yemeyi veya çok yemeyi yasaklamaktadir. Çünkü hastaligin evi midedir. Sagliga uygunsuz olarak tika basa yemek hep zararli olmustur. Bunu bilen Allah-u Teala orucu farz kilmis, Rasulullah Efendimiz de: “Oruç tutunuz ki sihhat bulasiniz.” buyurmustur.

Orucu dualarimiz kabul olacagi inanciyla tutmaliyiz. O mübarek günlerde devamli dua etmeli, Cenab-i Hak’tan hayirli isteklerde bulunmaliyiz. Islâm aleminin kurtulusu, isyan aleminin de islahi için dua etmeliyiz. Hayirlarin fethi, serlerin defi için dua etmeliyiz. Gecelerimizi mümkün oldugu kadar namaz ile geçirmeliyiz. Sadece ramazan Müslümani olmamaliyiz. Yilin on bir ayi namaza hiç ugramayip da bir ay namaz kilmak veya on bir ay boyunca Islâm disi bir hayat yasayip bir ay Müslümanca yasayan insanlardan olmamaliyiz. Yoksa Rasulullah Efendimizin: “Nice oruçlu insan vardir ki, orucundan nasibi sadece aç ve susuz kalmasidir. Ve nice geceleri ibadetle geçiren vardir ki, bundan nasibi sadece uykusuz kalmasidir.” hadisine müstehak oluruz.

Orucu agiz kokumuzun, misk kokusundan daha hos olacagi inanciyla tutmaliyiz. Çünkü içki kokan, sigara kokan, dedikodu, giybet, yalan... kokan agiz, oruç dolayisi ile bunlardan uzak kalacak ve hep ibadetle, zikirle, dualarla mesgul olacaktir. Bundaki tek amaç da Allah rizasi olacaktir.

Orucu öbür dünyada, bizleri atesten koruyan bir kalkan, bir zirh olacagi inanciyla tutmaliyiz. Çünkü Rasulullah Efendimiz hiçbir zaman yalan söylemeyecegine göre, samimi bir sekilde sirf Allah rizasi için, bütün sartlarina uyularak tutulan orucun insanlar için atesten koruyan bir kalkan olacagini müjdelemistir.

Oruç insana manevî bir haz verir. Insanin nefsine dizgin vurmasiyla onu hayvanî alemden uzaklastirip, yemesi içmesi olmayan ve hiçbir zaman günah islemeyen melekiyet alemine yüceltir. Zira insan, meleklerden üstün olabilecegi gibi hayvanlardan daha asagi da olabilmektedir. Seçim tamamen kendisinindir. Hür bir iradeye sahiptir. Fiillerin yaraticisi Allah (c.c.) tir. Fakat o fiilleri kesb eden (kazanan, isteyen) insanin kendisidir. Allahu Teala hiçbir zaman kulunun, hayvanlardan daha asagi olmasina, öyle sefih bir hayat yasamasina razi olmaz. O, hep iyi olmamizi ve iyi mükâfatlar hak etmemizi arzular. Öyleyse biz Müslümanlar da onun arzusuna uyarak hep iyiye, dogruya yönelmeli, ibadetlerimizde sadece ve sadece O’nun rizasini murad eden bir ihlâs içerisinde olmaliyiz. 

Kaynak: Veysel Koçyigit, ilkadim dergisi

@ Ekrem Yolcu