. | Hz. Ümmü Gülsüm (ra.)
Ümmü Gülsüm radıyallahu
anha, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin üçüncü kızı… Mekke müşriklerinin
şiddetli ambargoları altında büyüyen çilekeş bir genç… Annesi ve iki ablasının
vefatlarını küçük yaşta gören sabır ve metanet sahibi bir iman eri… Ablası
Rukıyye (r.anhâ) ile kader çizgileri birbirine benzeyen ikiz gibi iki kardeş… Her
ikisi de iman ve edeb âbidesi Hz. Osman (r.a.)’a nikâhlanarak onun “Zinnûreyn=iki
nur sahibi” diye ünvan almasına vesile olan bahtiyarlardan. O, Mekke’de bi’setten =
peygamberlikten önce doğdu. Kureyşliler kendi aralarında: “Muhammed’in kızlardan
başka çocuğu olmuyor…” diye konuşuyorlardı. Ne söylediklerinin, farkında bile
değillerdi. Onlar kız çocuğu doğduğunda diri diri kumlara gömecek kadar câhiliyet
içerisinde merhametsiz ve meymenetsiz vahşi kimselerdi. Onların cehâlet ve vahşet
hallerini âyet-i celîle şöyle bildiriyor: “Onlardan
birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine
verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde
yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar
kötüdür…” (Nahl sûresi; 58 - 59) Sevgili Peygamberimizin
üçüncü kızı böyle bir câhiliyet ve vahşet içerisinde yaşayan toplumda dünyaya
geldi. Dolgun yüzlü güzel olduğundan dolayı ona Ümmü Gülsüm adı verildi.
Peygamberlikten önce gelişip büyüdü. Ablası Rukıyye ile ikiz gibiydiler. Her ikisi
de cahiliye döneminde Ebû Leheb’in oğullarına istendiler. Fakat Rabbımız o gülleri,
müşrik eli değmeden kurtarıp tekrar baba ocağına döndürdü. Ümmü Gülsüm ve kızkardeşleri
Hz. Hatice (r.anhâ) ile birlikte İslâm’la ilk şereflenenlerdendir. Cahiliye döneminde
Uteybe ile nikahlanmıştı. Allah Teâlâ “Tebbet” sûresini nâzil buyurunca; Ebû
Leheb oğullarına baskı yaptı ve O’nun kızlarını boşayın dedi. Onlar da
babalarının sözünü tuttu. Böylece habîbinin gülleri iman ve insanlıktan nasibi
olmayan müşrik ellerden kurtulmuş oldu.. Kısa bir
zaman sonra Hz. Rukıyye, Hz. Osman ile evlenip Habeşistan’a ailecek hicret ettiler.
Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kızkardeşi Fâtıma ile beraber Mekke’de Habîb-i Ekrem
(s.a.) efendimizin yanında kaldılar. İki ablası evlenmişti. Ev işleri ona
kalmıştı. Hayatın sıkıntıları, müşriklerin eza, cefa ve ambargoları
artmıştı. Haşimoğullarıyla birlikte müslümanlar Ebû Tâlip mahallesinde
hapsedilmişti. Üç yıl süren bu ambargoda aç ve susuz bırakılmışlardı. Ümmü
Gülsüm (r.anhâ) bu zor ve sıkıntılı günlerde anne ve babasının elem ve kederini
hafifletmeye çalıştı. Üzerine düşen sorumluluğu idrak ederek annesine: “Üzülme
anneciğim!..” diye onu teselli etti. Allah herşeye kadirdir. Bu çilelerin de sona
ereceği bir zamanıvar diye sabretti. Sabrının mükâfatını Allah Teâlâ’dan
bekledi. Günler sıkıntı içerisinde bir bir geçmekteydi. Birgün Ebû Tâlib
müslümanların kuşatıldığı mahalleye geldi ve ambargonun kalktığını müjdeledi.
Kâbe’ye asılan vesîkanın parçalandığını haber verdi. Bu haber müslümanları
çok sevindirdi. İslâm’ın
ilk yiğitleri çok çileler çekti. Ama onlar asla imanlarından taviz vermedi. Çektiği
sıkıntılar onların azimlerini biledi ve imanlarını kuvvetlendirdi. Hz. Hatice (r.anhâ)
annemiz bu kuşatmadan çok yıpranmış ve zayıf düşmüştü. Rahatsızlanıp yatağa
düştü. Kızları Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma baş ucunda hep hizmette idiler.
Hicretin onuncu yılı ramazan ayına girilmişti. Hastalığı gün geçtikçe artmaktaydı.
Ramazanın onuncu günü Hz. Hatice annemiz ruhunu Mevlâsına teslim ederek sevdiklerini
geride bıraktı. Resûl-i Ekrem (s.a.) pek sevgili ailesini kendi eliyle Hacun Kabristanına
defnetti. Yeryüzünde
ilk müslüman ve “Ondan daha hayırlı bir eş yoktur.” iltifatına mazhar Hz. Hatice
annemizin vefatından sonra Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın ev içindeki sorumluluğu
daha da arttı. Zira babasının evinden ilk sorumlu o idi. Evin bakımı, hizmetleri abla
olarak ona kaldı. Babacığının Hak davâsını tebliğdeki karşılaştığı
sıkıntıları o çok iyi bilmekteydi. Mekke artık müslümanlara dar gelmeğe
başlamışdı. Hicret izni verilince, önce sahâbîler, sonra İki Cihan Güneşi
Efendimiz Medine’ye hicret ettiler. Daha sonra da aile efradı annelerimiz ve kızları
Medine’ye getirildiler. Ümmü
Gülsüm (r.anhâ) Medine’ye hicret edince ablası Rukıyye (r.anhâ) rahatsızlanmış
yatıyordu. Vefatına kadar hem babasına hem ablasına hizmet etti. Bu arada müşriklerin
Medine’ye saldıracağı haberi geldi. Sevgili babaları Resûl-i Ekrem (s.a.)efendimiz
Kureyşlileri Bedir’de karşılamak üzere ashâbıyla anlaştı. Hz. Osman’ı Medine’de
bıraktı. Rukıyye (r.anhâ)nın rahatsızlığı gittikçe şiddetlendi ve Bedir
zaferinin müjdeli haberleri Medine’ye ulaştığı sıralarda ruhunu teslim etti.
Cennetü’l-Bakî’a defnedildi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz Kabrinin başına geldi
ve dua etti. Hz. Osman
(r.a.) Rukıyye (r.anhâ) ile çileli, sıkıntılı fakat mes’ud bir hayat yaşadı.
Şimdi ise iman ve neşe dolu, sabır ve metanetle çilelere tahammül eden bir hayat
arkadaşını kaybetmişdi. Üstelik, hem de Rasûlullah (s.a.) ile olan hısımlık ve
yakınlık bağları maddeten kesilmişti. Bunun için çok üzülüyordu. Yakınları ona
bir hayli kız ismi vererek evlenmesini teklif etmişlerdi. O ise; “Hz. Rukıyye’nin
yerini kimse dolduramaz” diyerek hepsini geri çevirdi. Hz. Ömer (r.a.) kızı Hafsa’yı
teklif etti. Ona da müsbet cevap vermedi. Hatta buna üzülen Hz. Ömer doğru Fahr-i Kâinat
(s.a.) Efendimizin huzuruna geldi ve: “Ya Rasûlallah! Hafsa ile evlenmeleri için Ebû
Bekir ve Osman’a teklifte bulundum. Hiçbir cevap alamadım.” diye canının
sıkıldığını söyledi. İki Cihan Güneşi Efendimiz, Hz. Ömer’in bu celâl ve
öfkesini şu sözleriyle teskin etmeğe çalıştı: “Hafsa, Osman’dan daha
hayırlısı ile, Osman da Hafsa’dan daha hayırlısı ile evlenecek” diyerek
hatırını hoş etmeğe gayret etti. Böyle bir müjde ile onun
gönlünü aldı. Hz. Osman (r.a.) yine bir gün
üzüntülü ve ağlamaklı bir halde Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin huzuruna vardı.
Elem ve kederini yüzünden okuyan Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz onun hal ve hatırını
sordu ve: “Ey Osman! neden bu kadar üzüntülüsün?” buyurdu. O da; “Yâ
Rasûlallah! Ben üzülmeyeyim de kim üzülsün? Kızınızın vefatıyla yalnız
kaldım. Daha da mühimmi sizinle olan hısımlık bağım koptu.” dedi. Bunun üzerina
Rasûlullah (s.a.): “Ey Osman! İşte Cebrâil! Allah’ın Ümmü Gülsüm’ü de sana
nikâhlamamı emrettiğini bildiriyor.” buyurdu. Bu müjdeye Hz. Osman (r.a.) çok
sevindi. Anneler sultanı Hz. Hatice (r.anhâ)’nın
yokluğunu hissettirmemek için bütün kadınlar seferber olup Ümmü Gülsüm’e yardımcı
oldu. Kısa zamanda hazırlıklar tamamlandı. Nihayet hicretin üçüncü yılı Rebiülevvel
ayında düğünleri yapıldı. Hz. Osman (r.a.) böylece ikinci defa Resûl-i Ekrem(s.a.)
efendimize damat olma şerefini elde etti. Bundan böyle “Zinnûreyn = iki nur sahibi”
ünvanıyla çağrıldı. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) altı sene
Hz. Osman (r.a.) ile birlikte huzur ve neşe dolu, mesûd bir hayat yaşadı. Hudeybiye muâhedesinde
beyat-ı rıdvan’da bulundu. Kaza umresine katıldı. Mekke Fethine iştirak etti. Sevgili Peygamberimizin nâzenin
üçüncü gülü Ümmü Gülsüm (r.anhâ) hicretin dokuzuncu yılında hastalandı.
Babası ve kocası Tebük seferine çıkmışlardı. Gün geçtikçe hastalığı
ağırlaştı. Kardeşi Fâtıma ve bütün hanım sahâbîler çok üzülüyordu.
Çünkü yanında babası da yoktu kocası da… 27 yaşına yeni girmişti. Çocuğu da
olmamıştı. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin genç bir yavrusu daha hayata gözlerini
yummak üzereydi. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) son nefesini alıp verirken İslâm ordusunun
Medine’ye girdiği haberi geldi. Babası ve kocasının sağ sâlim döndüklerini
duyunca biraz kendine gelir gibi oldu. Fakat çok geçmeden ruhunu teslim ederek ebedî
yurduna uçtu. İki Cihan Güneşi efendimiz
kızının yanına girdiğinde Ümmü Gülsüm’ün bedeni daha yeni soğuyordu.
Efendimiz sevgili damadı Hz. Osman’ın koluna girip dışarı çıkardı. Hz. Safiyye,
Esma ve Ümmü Atıyye içeri girdi. Efendimiz bu kadınlara: “Kızım Ümmü Gülsüm’ü
üç, beş veya daha fazla yıkayınız.” buyurdu. Gasil ve kefenleme işi bitince
erkekler içeri girip cenâzeyi dışarı çıkardılar. Cenâze namazını Fahr-i Kâinat
(s.a.) efendimiz kıldırdı. Duâ ve gözyaşları arasında Baki’ kabristanlığına
ablaları Rukıye ve Zeyneb’in yanına defnedildi. Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın
vefatı Hz. Osman (r.a.)’ı çok mahzun etmişti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onu
teselli için: “On tane kızım olsaydı biri öldükçe onları birer birer Osman’a
nikahlardım.” buyurdu. Ona sevgi dolu iltifatta bulundu. Cenâb-ı Hak’tan onlardaki edeb, hürmet
ve muhabbeti bizlere de lutfetmesini ve şefaatlerine nâil eylemesini niyaz ederim. Amin. Kaynak:Mustafa Eriş, Altınoluk
Dergisi |
. | |