Seçim sonrasi notlari...

.............................................................................................................................. YILMAZ ÇAKIR

 

Nisan sakalariyla anilan, bilinen bir aydir. Seçim sonuçlari ortaya çikinca görüldü ki, Nisan’in, seçimler öncesi gösterdigi tablo onun sakaciliginin bir ürünüymüs.

Seçim sonrasinda, olan bitenleri, önceden tahmin edilmesi güç sonuçlari en iyi tanimlayan ifade; "sürpriz" kelimesi oldu. Bu sürpriz, ayni zamanda, tanimak, anlamak, okumak, ders çikartmak adi altinda ortaya konan onlarca çabaya, çözümlemeye de kaynaklik ediyordu.

Sürprizin merkezinde büyük bir oy patlamasi yapan MHP ile, küçümsenmeyecek bir oy kaybina ugrayan FP vardi. Diger partilerin yeni durumlari ise, seçim öncesi tahminleri, derinden sarsacak nitelikte gözükmedi.

Seçim sonuçlarina iliskin mezkur okuma, anlama yani degerlendirme girisimleri ise, kisilerin baktiklari, durduklari yerle, temennileriyle ve tabii ki kapasite ve niyetleriyle yakindan ilgiliydi. Bunlarin farkliliklari nedeniyledir ki; ayni sonuçlar çok farkli "okumalara" malzeme olabildiler.

Öyle ki, -ortaya çikan sonuçlara bakarak halkin 28 Subat’i onayladigi noktasina kadar götürenler bile oldu. FP’nin oylarinda gözüken düsüsü böyle yorumlayanlarin, MHP’nin özellikle Iç Anadolu’da, FP’nin 28 Subat sürecine iliskin "ürkekligini" oya tahvil etmesini ise görmezden geliyorlardi. Yine DYP’nin dindar denilen kesime hamilik yapma görüntülerinin "laik halkimizi” rahatsiz ettigi söyleniyordu da, adi laiklik ve sistemle özdeslesmis CHP’nin barajda bogulmasi görmezden geliniyordu.

Örneklerini her zaman ve her yerde gördügümüz; çeliskili, yetersiz, indirgemeci ve artniyetli zihinlerin sasi bakislarinin ürünleriydi bunlar.

Sanki FP ya da DYP tutarli, ciddi, ilkeli bir tavir ortaya koymuslar da halk bundan rahatsiz olmus ve sandikta onlari cezalandirmis gibi, gerçeklerden ve görünenlerden uzak, ilgisiz yorumlamalardi bütün bunlar. Ülkemizde maksatli ve demogojik sarlatanlik, kimi eli kalem tutan çevrelerin siradan bir özelligi durumunda oldugundan sasirmiyor ve kizmiyorduk bunlara.

Büyük bir bulaniklik ve kafa karisikligi içinde girilen ve uzunca bir zaman yapilip, yapilmayacagi bile belirsiz olan seçimlerin, bu haliyle 28 Subat’i ele almaya, halka sikayet etmeye uygun bir zaman ve zemin olusturamamasi önemli bir açmaza isaret ediyordu.

Egemen iradenin, böyle bir sikayete firsat ve imkan vermeyen (parti kapatma türünden) tehdit ve santajlari ile iyice ehillesme sinyali veren liderlerin tutumu da, zaten seçimlerin 28 Subat’in rövansi gibi algilanmasina mani idi.

Özellikle genel seçimlere son derece ilgisiz ve isteksiz bir görüntü içinde giren FP’nin, seçim sonrasi olusan tablodan fazlaca rahatsizlik duydugu söylenemez. FP’nin; durumu ailesinin zoruyla okuyan ögrencinin sinifta kaldigini ögrendiginde duydugu hüzne bulanmis sevince benzetilebilir. Sevinçlidir, çünkü öteden beri zaten okumak istememektedir. Hüzünlüdür, zira amacina basarisiz oldugu tescillenerek ulasabilmistir.

FP’nin isteksizligi yetmiyormus gibi, bir de, seçim öncesi "küskünler hareketine” verdigi destek ve bunu izah etmede ortaya koydugu yetersiz, çeliskili tavirlar, bardagi tasiran son damla kabilinden oldu.

En mesru ve hakli oldugu zamanlarda bile kendisini anlatma ve savunmada yeterli araçlara sahip olamayan bir hareketin, böylesi son derece müphem, bulanik ve karanlik bir alanda ortaya koydugu manevralari kamuoyuna anlatmasinin imkani nasil olsundu ki?! Bu manevralar olsa olsa, parti liderligine körü körüne bagli ”bir bildigi vardir, daha iyisini bilir" biçiminde tezahür eden, teslimiyetçi insanlari ikna edebilirdi. Oysa, bu sefer parti tabanini bile ikna etmek için yeterli "süre" yoktu.

28 Subat süreci boyunca, hiçbir onurlu ve ilkeli bir durusa önayak olmamis ; sürekli "u” dönüsü yapmis, zikzak çizmis kisilerin, son andaki tesebbüsleri de inandirici olmaktan uzak olup, ”bit yenigi" arama duygusunu kuvvetlendiriyordu.

Fazilet’in öteden beri ne yapsam ses çikmiyor, itiraz gelmiyor diye üvendigi tabani da artik eski özellikleri içinde gözükmüyordu. Bir kere kitle partisi olma sevdasina kilitlenmis partiye katilanlar ve partinin yeni imaji, böylesi bir beklentiye engel. Yine hareketin kurcu liderinin kenarda kalmasi ile olusan yönetim alanindaki gelismeler ve yeni yüzlerde buna imkan tanimiyor. Zira taban ile tavan arasindaki ”eski rabita" ortadan kalkmis durumda. Öyle ki, son seçimlerde simdiki parti lideri, eski Istanbul Büyüksehir Belediye Baskani’nin magduriyeti ve hepsinden de öte adi ile oy istedi.

Yönetim alanindaki zaafiyet gösterilerinden sayilabilecek bir baska önemli nokta ise, parti yönetimine ve vitrinine konulmus, çogu muhafazakar ve sagci yeni kimselerle, teskilat arasindaki iliskisizlikte ve uyumsuzlukta aranmalidir. Partiye heyecan ve sevk veremeyen, sürekli uyum ve teslimiyet çagrilarinda bulunan, ”farkliliklarin” üstünü örten anlayislardan bir ”gaza coskusu" beklemek zaten mümkün degildi. Oysa daha önceki seçimlerde olupta simdilerde yerinde yeller esen en önemli unsurlardan biri buydu. Burada gözden kaçirilmamasi gereken bir husus olarak hemen ilave etmek geker ki, tüm bu gelismeler, parti kuruculari ve yöneticilerinin onay ve rizasi ile olmaktadir. Dolayisiyla bir suçlu ve sorumlu aranacaksa pek fazla uzaga gitmeye gerek yoktur.

Mesruiyeti sistemde ve onun kutsallarini yüceltmede arayan bir partinin, yeterli hiçbir çabayi göstermeksizin, sadece magdur olusundan medetle, halkin teveccühünü ummasi büyük bir basiretsizlikti. Son seçim sonuçlari bunu sadece teyid etmistir. Kendisine özgü degerleri ve ilkeleri olmayan, hatta kimi mihalif ve alternatif iddia ve sloganlardan dahi ( Adil Düzen gibi) vazgeçen; piyasa ekonomisi adi altinda kapitalizmin mahçup savunuculugu rolüne soyunan bir zeminde ortaya konan çabalarin kaçinilmaz sonu(cu)nun baska türlü olmasi da beklenemezdi.

Faziletlilerin ilkeli ya da tutarli olmak gerektigi yönündeki çagrilardan anladiklari da çogu kez dogru seyler olmuyor. Bu sefer de "Sevki Yilmaz uslubu ya da usulü” akillarina geliyor. Oysa muhalif ve ilkeli durus, sövmeden, bagirmadan da ortaya konabilir. Kaldi ki, böyle olmasi gerektigi Kur’ani bir hakikattir. Muhalif durus, üslub sertliginde degil; usul ve çözüm farkliliginda tezahür etmelidir. Yoksa kas yapma istegi, göz çikartmakla sonuçlanir ki, FP kadrolarinin bu hususta sicilleri bir hayli kabariktir.

Yine özü, içerigi olmayan (Taksim’e camii gibi) sekli, sembolik girisimlerden öte ciddi atilimlara tesebbüs etmeyen, edemeyen, kitle partisi olma hayali ugruna, karisik, bulanik, degersiz popüler kültürü yücelten bir partinin o "aziz" halk tarafindan –daha iyisi(!) bulundugunda- terkedilmesine de üzülmemelidir.

FP’nin maglubiyetine katkida bulunanlar arasinda degisik cemaat ve tarikatlarin adlari da geçiyor. Bizce bunda hiç de sasilacak bir sey yoktur. Zira bu ülkedeki din anlayisi, siyaset telakkisi, devlet ve iktidar merkezli olmustur. Dünyevi menfaat, ikbal ve hatta korkuyla sarmalanmis beklentilerden de hiçbir dönem uzaklasilamamistir. Asil sasilacak konu, bundan önce bu çevrelerin daha devletçi, düzenci, sag partileri birakip da RP-FP’ye ilgi duymus olmalaridir. Sagcilik, muhafazakarlik genlerine islemis bu insanlar, her zaman zurnanin ”zirt" dedigi yerde karsi tarafa geçmede mahirdirler. 1970’lerde MSP’nin 48 milletvekilliginden 24’e düsme sürecinde de benzeri gelismeler yasanmistir. Bu "mübaret ve muhterem zevat” hemen her defasinda, devleti ve kurumlarini yipratmamayi, toplum barisini ve huzurunu bozmamayi imanlarinin ve itikatlarinin basina getirmis ( ya da geçirmisler)dir. Öle görünüyor ki tarih bir ker dah tekerrür ediyor. Seçimle ilgili ilginç gelismelerden biri de Mustafa Kemal tarafindan "Cumhuriyet devrimlerinin siyas örgütü" diye nitelenen ve kurulan CHP’nin baraja takilmasinda ortaya çikti. Her ne kadar 30 yillik Tek Parti Fasizminin sembolü olarak zihinlerde yer eden bir parti olarak bu sonuç hayirli görülebilirse de, sistemin CHP içine ”sirayet etmis" kimi "asiri uçlari" cezalandirdigi gerçegi de unutulmamalidir. CHP’nin son kaset savaslarinda ve Susurluk skandali sonrasinda ortaya koydugu çalismalar, onun sistem nezdindeki önemini ve anlamini unutturmus olabilir.

Seçim meydanlarini sarkici, türkücülerle doldurup, sen sakrak günler geçiren ANAP’in seçim sonrasi hazin durumu; en çok da, yazi sazla, sözle geçirip, kisin da "Mahzun Mahzun” bakan agustos böcegini hatirlatiyordu. ”Yarasadan baska kus tanimayan2 ANAP’in, 28 Subat süreci içinde ortaya koydugu performans da böylece takdir edilmis oluyordu.

Seçim galiplerinden DSP’nin; kasket, mavi gömlek ve Rahsan Hanim’dan olusan seçim programinin ve mesajinin halkimiz tarafindan yeterince anlasildigi görüldü. Dürüstlük, mütevazilik gibi tavirlarina itibar edildigi söylenilen, DSP’nin bir önceki ortak oldugu hükümetin yolsuzluktan düsmüs olmasi ve 80 öncesi "Bu düzen degismeli" diye kitap yazan Ecevit’in, bugün lider dayanmayan kirli düzene temiz lider diye kendini ve degerlerini pazarlamasi "bizde böyle olur siyaset" dedirtmekte.

Lider bulmakta, dayandirmakta gerçekten büyük güçlükler çeken sistemin Ecevit’e umut olarak sarilmasi anlasilir bir sey olmalidir. Öyle ki bu sIkIntI asilmamis olsaydi, seçimlerin ertelenmesi isten bile degildi. Org. Kivrikoglu’nu bile seçim ister bir tavra iten psikoloji, arananin bulunduguna olan bu inançtan iler geliyordu.

Seçimleri halka hiçbir mesaji ve programi olmayan, en azindan bunu sunmayan iki partinin kazanmis olmasi, bu ülkede önemli oranda hala etkilenmeye çok açik apolitik, büyük kitlelerin oldugunu göstermektedir. Genel olarak devletçi, sagci, muhafazakar olarak nitelenebilecek bu egilime yardimci olabilecek, katilabilecek milliyetçi ve/veya laik taraftarliklardan da bahsedilmelidir. Tadi disinda bir tür asure görüntüsü sunan bu egilimlerin agir bastigi eklektik, sentetik kimlik, Türkiye’de öteden beri süren depolitizasyonla ve Özalizm’le de yakindan ilgilidir. Bugün ”artik parti taraftarligi yok" dedirten geçiskenliklerin ve gelismelerin temelinde iddia edildigi gibi bir seçmen suurlanmasindan ziyade, kararsizlik, ilgisizlik ve bilgisizlik gibi popüler kültürün degersizligini yüceltme vardir. Gerek MHP’nin, gerekse DSP’nin bahsi geçen popüler kültürün baglilarindan yeterince oy devsirdigi ortadadir. Son derece degisken, kaygan bir zeminde yükselen bu seçmen profili, popüler popüler egilimin günübirlik ilgilerini siyasete de tasimistir. Bu meyanda birilerinin seçim basarilarinin altinda sürekli Apo rüzgari aramalari iyi niyetli olmanin disinda; yol ve yöntem gösterme çabalarina da isaret etmektedir. Apo rüzgarinin Türk milliyetçziligine katkilari görülürken, HADEP oylarinin bu konjonktürde bile azalmamasi izah edilememektedir. Elbette basta MHP olmak üzere Kürt sorununun yol açtigi dramatik sahneler seçimlerde oya tahvil edilmistir. Özellikle Iç Anadolu’daki oy patlamasi, asker cenaze törenlerini miting meydanina çeviren ülkücülerin gelismesi için, münbit alanlar olusturmustur. Ayni zamanda zaten siyaset yapmayi mayinli tarlada dolasmaya çeviren 12 Eylül’ün ve sonraki uygulamalarin da bu büyüme de önemli katkilari olmustur. Hiçbir birikimi, donanimi, özveriyi ve riski gerektirmeyen, gençlige ”siginak” islevi gören bu yeni adreste, son derece maliyetsiz, modernist, oyalayici ve eglendirici bir tavrin sahipleri ”kurt kanunlarina” çalisiyorlardi. Sokaklar, stadlar, konser salonlari, meydanlar adeta ”devlet üaretme çiftligi" gibi, bu adamlardan üretiyordu.

Devletin 12 Eylül öncesi sol’a karsi, büük oranda istifade ettigi bu insanlar, bu sefer de bölücülüge karsi koyma adi altinda istihdam ediliyorlardi. vaRliklarini ve mesruiyetlerini hep bu tür "tepkisel” çikislarda arayan ve bulan bu kisilerin, mafya ve devletle iliskileri de "ortada duran" onlarca, yüzlerce gence "güvence" veriyordu.

MHP’nin seçim öncesi Islami hassasiyet konusunda daha öncelikli davranan çevrelerde ve bölgelerde bu duyarliliga oynamasi ve ”28 Subat sürecinin olumsuzluklarinin üstesinden ancak biz geliriz” seklindeki iddialari, ülkücü kimligin eklektizmi, pragmatizmi ve devletçi tutumu bilindiginde ciddiye alinir gibi gözükmemektedir.

MHP’nin en hassas gözüktügü Türkçülük konusundaüki yaklasiminin ölçülerini bile; Azerbeycan-Ermenistan savasi esnasinda, Ermenistan yetkilileriyle Türkiye arasindaki iliskileri kurmadaki gayretlerinde görebiliriz. Her daim önceledigi Türklük konusunda bile bu denli pragmatik yaklasim sergeleyenlerden, Islam sözkonusu oldugunda da pek fazla bir sey beklenmemelidir.

MHP’nin Islamciligini Zekeriyya Beyaz mi temsil edecektir, yoksa 95 seçimlerinde partiye girip Türkçe ezan çigliklari atan Nusret Demiral gibiler mi?!

Partimiz; "rejim bunalimi yaratan FP’den uzak duracaktir" tarzindaki açiklamalara bakilirsa, MHP’nin Islam anlayisinin "Devlet Bahçesini" dokunulmaz kilan, Islam’i daga, bayira mahkum eden bir çerçeveye sigdiracagi görülür.

Bir de MHP’nin seçim öncesi ”yolsuzluklari biz önleyecegiz" seklinde bir iddiasi ve slogani vardi ki, insani "derin derin" düsündürtüyordu.

Hasili Türkiye siyaseti "dün dündür, bugün bugündür” vechesini (!) bayraklastiranlarin bu bayragi, elden ele tutusturarak sürdürdükleri "bayrak yarisi” görüntüsüne dogru hizla yol aldikça "yolun sonu” da yaklasmaktadir.

Kaynak: Haksöz aylik dergi, Mayis 1999, sayi:98

Hazirlayan: Musa Dogan