SISTEM GELISMEYI ENGELLIYOR

Bizim gibi fakir ülkeler neden geri kaliyor? Gelisme ve kalkinma teorilerinin modasi geçmis degil, her gün bunun nutuklarini dinliyoruz. Asiri nüfus yogunlugu, dogal kaynak kitligi, uluslararasi sömürge falan filan deniliyordu önceleri. Iç ve dis düsmanlarimiz hiç eksilmedi ve onlar da gelismemizi istemeyenler arasindaydilar. Sadece bu nedenlerden mi kaynaklaniyor geri kalmislik. Ülkemizin bir aylik gündemine bakalim.

”Kutsal Devlet” milletin vicdaninda ve zihninde, depremle birlikte yikildi. 17 Agustos depreminin ardindan gelen artçi soklar unutmamamiz için birer ihtar niteligindeydiler. ama gelin görün ki ‘hantal devlet’ depremden ders almayarak, vatandasina karsi o küstah ve kabadayi yapisini aynen devam ettirmekte kararli oldugunu gösteriyor.

Depremle birlikte ipligi pazara çikan devletin bir uzvu olan kizilay’a, önce yardimlari merkezilestirme görevi veriyorlar. Sonra basindaki dinazora üstün hizmetlerinden dolayi ödül veriyorlar, isin içinden çikamayacaklarini anlayinca, istifa ettirerek kurtarmaya çalisiyorlar ama sonunda bakiyorlar ki tutacak bir yerleri kalmamis, kizilay‘dan beri olduklarini, evlatliktan reddettiklerini açiklayarak kayyuma devretmeye karar veriyorlar. Kizilay’i elestirmek ‘Devleti yipratmak demektir’ diyenler, Kizilay gibi devleti de kayyuma devretmeyi düsünüyorlar mi acaba?

Vatandaslarin fedakarliklarla olusturduklari ‘sivil inisiyatifler’e’ adeta kan kusturuluyor. Ne ulus devlet, ne teknik devlet ne de çadir devleti olabildik. Deprem bölgesine bütün dünyadan daha geç ulasan bizim kamu otoritesinin becerebildigi tek sey ‘irtica avciligi’. Iste devletin ulvi, öncelikli acil görevi.

Is basidaki hükümet Israil’in ‘3000 ailenin kalacagi bir köy insasi’ için yaptigi basvuruya ‘olur’ verirken, bölgede yerli ne kadar sivil toplum kurulusu varsa hepsine polis zoruyla engel oluyor, deprem bölgesini terketmeleri isteniyor. GAP bölgesini Israil’e peskes çeken zihniyet, deprem bölgesinde de hazirliklarini sürdürüyor. Islami vakif ve derneklerin deprem bölgesindeki çalismalarini engelleyen zihniyeti alkislayan global sermayeli basin, Israil’in, Lions, Rotary Kulüplerinin çalismalarini göklere çikartti. Israil’in gizlice gelip giden basbakanini ilk diye gösterip, Mossad’in, basbakanini ve Ecevit’i korumasini öve öve bitiremezken, kendi devletini bu kez Israil karsisinda yerlere vurdu. Solcu geçinenler emperyalist muhalefeti birakip Islamci muhalefetine soyundular. 28 Subat’la birlikte ABD ve Israil’in gözetiminde müslümanlara karsi bir baski alani genisletilmeye çalisiliyor. Bu baskilarin Israil’e verilen tavizlerle dogru orantili olarak gelistigini deprem bölgesindeki Israil Köyü ile birkez daha gördük.

”GAP ile türkiye’nin güçlenmesini istemeyenler PKK’yi destekliyor” deniliyordu. PKK’nin eylemlerini destekleyenlerin TC’ye karsi pazarlik gücünü arttirdigi bir gerçek. Güneydogu meselesinin giris, gelisme ve sonuç bölümlerinin kimlerin elinde nasil gelistigine bakarsak; askeri anlasmalar, silah alis verisi, istihbarat ve ekonomik isbirligi, ortak tatbikatlar ve GAP Bölgesindeki gelismeler sonunda Abdullah ÖCALAN’in TC’ye MOSSAD tarafindan teslim edilmesini görebiliriz.

Kombassan Yönetim Kurulu Baskani Hasim BAYRAM’i, Basbakan Ecevit’in ABD ziyaretine katilan isadamlari grubuna önce dahil ettiler, sonra da ‘yesil sermaye’ kanadinda oldugu gerekçesiyle uçagin kapisindan geri çevirdiler. Her ne kadar ‘yesil sermaye’ içinde gösterilen bazi patronlar sisteme yaranmaya çalissa da ‘kovboy’luga soyunan sistem ‘yerli’lere hayat hakki tanimiyor.

Daha fazla demokrasi ve hürriyet isteyenlere bile 28 Subat’in ezelden ebede kadar kesintisiz sürecegi mesajlari veriliyor. Çünkü onlara göre Türkiye’nin sartlari farkliymis. Çünkü onlara göre islamcilar olmasa (daha önceleri komünistler idi) hersey güllük-gülistanlik olacak. Tutucu, bagnaz, çikmaz sokaga girmis ideolojik sistem bütün basarisizliklarinin faturasini çikaracak birilerini her zaman bulmaya çalisacak. Sihirli kelimeleri de ”Türkiye’nin sartlari farkli” ve bozuk bir söyleyisle ifade edilen ‘irtica’.

Osmanli mirasi üzerinde oturan T.C.‘nin sartlari nasil farkli olabilir. Islam’i kabul ettiginden beri bu halklar inancini hiç degistirmedi ve hala bu ülkede yasiyorlar, hiç bir yere gitmediler, gitmeye de niyetleri yok. Bir zamanlar Islamin ordusu olan bir imparatorluga baskentlik yapan sehirler halen yasadigimiz ülkenin en büyük ve önemli sehirleri. Türkiye’nin sartlari, geçmisten gelen köklü ve asil inancina dayanir. Türkiye'’e olsa olsa ‘Türkiye’nin sartlarini degistirmek’ vardir. O da, kökü disarda, ne idügü belirsiz laik sistemdir.

Türkiye’de Islam’a ve onun kutsal degerlerine inanmak isteyenlere karsi bir tahammülsüzlük, sistemli bir sekilde asimilasyon (Endülüslestirme) politikalari vardir. Keske amaçlari; gelismek, ilerlemek, çagdaslik ve onun gereklerini yerine getirmek olsaydi. O zaman somut gelismeleri egitimde, mecliste, ekonomide, enflasyonda, teknolojide, hukukta, demokraside, insan haklarinda vs. Alanlarda görürdük. Bütün alanlarda sabikali olan sistem; savundugu, inandigini söyledigikonulara karsi samimi ve içten bir davranis gösterebilmis degildir. Yani devletin devlete yaptigini baska kimse yapmamistir.

Gecenin bir vakti vatandasin evini örgüt evi diye basacaksin, yargisiz, savunmasiz birini infaz edeceksin sonra da yanlis istihbarat almisiz diyeceksin. Iran topraklarini bombalayip insanlarini terörist diye öldüreceksin ve ikinci kez kazminat ödemeye mahkum olacaksin. Üstelik sifir hata ile vurduk diye hava atacaksin sonra da tükürdügünü yalayacaksin. Gecenin bir vakti ülkenin saygin insanlarindan, yeri yurdu belli, kaçma ihtimali olmayan mehmet KUTLULAR’i kendin gibi düsünmüyor diye yaka paça tutuklayi içeri atacaksin. Yine gece yarisi milletvekilin olan merve Kavakçi’nin evini basörtülü oldugu gerekçesiyle basacaksin ‘kapiyi kirip içeri girerim’ diye tehditler savuracaksin. Bir gün milletvekili deyip yemin etmeye çagiracaksin, örtüsünden dolayi ” bu kadina haddini bildirin” diyeceksin , meclisten atacaksin, milletvekilliginden atacaksin, vatandasliktan atacaksin ama yurt disina çikisini yasaklayacaksin. Sonradanda milletvikilidir deyip kendini tekzip edeceksin. Bu ne yaman çeliskiler yumagi, bu ne kin. Hukukçular, adalet dagitanlar böyle yaparsa vatandas ne yapsin. Önüne gelen mafya gibi, devlet gibi davranirsa, Hitler’e özenip insanlar için gaz odalari hazirlarsa sasmamak gerikr. Taliban’a kizanlar taliban gibi davraniyor.

Cahillerin Vaazi (Laik Zirvalar)

Bir zamanlar Peygamber Efendimiz’e agir hakaretler yagdiran bir rapor, MGK’ya sunuldugu iddiasiyla medyada yayinlanmis ve infiale yol açmisti, sonradan ”yok öyle birsey” demekle yetinmislerdi.

Din adamlari, diyanet konusamiyor, aydinlar konusamiyor. Ama generaller konusuyor, hem de din adina. Cahil, din adina konusmak isterse ve adinin basinda da Prof. Olursa ancak bu kadar saçmalar, kin kusmak için uydurup uydurup kafasinda yarattigi bir anlayisi Islam diye anlatmaya kalkar. ”Seriatçilari belleyecegiz!”, ”Ebu Hanife’nin 12 ayeti” gibi gerçekle, ahlakla, dinle alakasi olmayan cümleler sarfeder, milli sairimiz Mehmed Akif’e ”bos kafali”, ”arabin adami”, Bedir ashabina ve – açikça isim verilmeden- peygamberimize ”bedevi arap” diyerek asagilar. ”Tanri, Türk’e Arapça buyruk yollamaz” herzesini savurarak Kur’an’in reddi ve inkari anlamina gelecek sözler kusar.

Diyanetten ve meclisten çit çikmadi, herke üç maymunu oynadi, gözü kapali, kulagi kapali, agzi kapali. FP’li Ali Gören ancak su açiklamayi yapabiliyor: ”Isimer’in konusmasiyla ilgili fikrimi açikça ortaya koyacak kadar kendimi hür ve özgür hissetmiyorum.” Bagimsiz düsünenler Isimer’i elestirince Org. Edip BASER kalkti Isimer’i savundu. Ordunun içinden adam gibi biri çikip da Isimer’e haddini bildiremedi. Hani TSK her 30 Agustos’dan önceki askeri sura toplantisinda bazi mensuplarini çesitli sebeplerden ordunun disina atiyor, ünüformalarindan soyunduruyor. Böyle yanlis ve kasti asan konusmalar yapan, halki rahatsiz eden mensuplarini koruyor. ”Demek ki hepsinin bilgisi ve düsüncesi ayniymis” yorumlarina olanak saglamis oldular. Söylenenler ”orduyu yipratmayin”, ”orduyu din düsmani gibi göstrmeye çalismayin”dan öte gitmedi. Isimer ve onun gibiler orduyu ”parlatmak” için mi yoksa ”yipratmak” için mi konusuyorlar bunu düsünen yok. Kimsenin kalbini açip bakamayiz ama konusmalarina, davranislarina bakabiliriz. Zaten onlar da duymamiz için konusmuyorlar mi? Biz biliyoruz ki insan kalbinde olani mutlaka açiga vurur, gizleyemez. Hiç kimse bu halki duyduklarindan dolayi suçlamasin.

Diyanet Isleri Baskani, Yavuz DONAT’a söyle demis: ”Cuma vaazi hazir... Deprem vesile edierek... 28 Subat filan denilerek... Gölcük’ten bahsedilerek... kimse askeri yipratmasin. Asker düsmanligi yapmasin... Askeri incitmek bu ülkeye yapilacak en büyük kötülüktür... ”Elbette bu ülkeye yapilacak kötülük bu kadar degil, en büyük kötülüklerin arasinda halkin degerlerine küfredip halki incitmek ve kiskirtmak, diyanet gibi bir kurum bagimsizlastiramamak... Diyanet halkin sorunlarina iliskin bir konuda açiklama yapamiyor, hutbe okuyamiyor. O zaman din isleri devletin is(politika)larina karismis olur. Fakat herkes din islerine karisabilir, hutbe okutabilir. Türkiye laik bir ülkedir, inanin.

Mason Prof. Isimer ”Ebu Hanife’nin 12 ayeti”ni bulur da Yahudi dönme (Sebetaist) Prof. Dr. Talat HALMAN hadis uyduramaz mi! Maksat is görülsün, uydur uydur konus. Asli ”En kötü seyler bid’at’lardir. Her bid’at bir dalalettir. Her dalalet de atestedir.” Olan hadisi degistirip sonra da yorumluyor:

”Hz. Muhammed (s) ‘En kötü sey yeniliktir’ demistir. Bu hadis birçok yeniligin girmesine engel olmustur...”. prof hazretleri! ne tür bir yenilik yapmislarda müslümanlar engel olmustur acaba. Yaptiklari en büyük yenilik kiz çocuklarimizi basörtülü diye okuldan atmak ve cahil birakmak olmustur. Daha dün Cumhuriyetle birlikte kadinlarin okuma yazma oranini yükseltmeleriyle ögünen, ”müslümanlar kiz çocuklarini cahil birakiyor” diyen ilericiler! bugün kendileri ile nasil da çelismektedirler.

Kendisine Fatih ALTAYLI denmesinden hoslanan bir yaratik, çikip basörtülü bacilarimiza ‘Bunlar bedenen ve fikren fahisedir” deme cüretini gösteriyor.

Devlet her alandan SIKISTIGI içindir ki bu çirpinislar. Gündem degistirerek kurtulmaya çalisiyor. Irticaya dikkat çekerek kurtulacagini saniyor. Her çirpinisinda biraz daha batiyor. Halk bilinçli olarak bunlarin hesabini tutmasa da bilinç altina atsa da biliyoruz ki bilinçalti sinirsiz degildir.

Bu tür açiklamalar kendi inançlarini açiklama hürriyetinin disinda bir saldiri amaçli kin ve düsmanlik içeren sözlerdir. Kendi inancina uygun bir dünya görüsü ve olaylari yorumlama düsüncesi varsa o da Mehmet Kutlular’in düsünceleridir. Gelin görün ki adalet(!) hemen onun yakasina yapismakta gecikmedi. Said Nursi’den sonra Said Nursi adina en güzel, en onurlu, en cesur çikis yapan tek kisi diyebilecegimiz mehmet KUTLULAR, sessiz çogunlugun hislerine, düsüncelerine tercüman oldu. 28 Subat’la birlikte terk edilen fikir kaleleri, siperleri tekrar doldurulmaya baslaniyor yorumlarina neden oldu.

Hasta Adam

Siyasetin içindekilerin degisimin önünde en büyük engeli olusturduklari gibi sistem de degisime olanak vermeyecek sekilde kati ve tutucu biçimde organize edilmistir.

Türkiye 1950’den bu yana 4-5 isme mahkum ve hapsolmus durumda. Bu 4-5 isim önceleri birbiriyle kavga ederlerdi. Simdi birbirini destekliyorlar. Sistem üretemiyor. Cumhuriyetle ayni yasta olan bu ihtiyar ve hasta adamlar, nüfusun yaridan fazlasini gençlerin olusturdugu bir ülkede istikrar unsuru olarak öne sürülüyorlar. Sistemde yeni hiçbir yaklasim olmadigi gibi olanlar da bertaraf edilmis durumda. Doktor kontrolünde yasayan 75’lik Demirel ikinci kez cumhurbaskani adayi, bunu gündeme getiren ayisiti hasta Ecevit, destekleyen gençlesmenin önderi Yilmaz.

Sistem düsünce olarak politikalarda kadro olarak, heyecan ve ümit oarak hiçbir sey koyamiyor.

Yasakli Demirel’le 80’li yillarin basinda gazeteci yalçin DOGAN röportaj yapiyor. Dogan soruyor:

-Bugün farzedelim ki Enver Pasa cumhurbaskani oldu. Siz de bir parti kurdunuz, olmaz ya oldu diyelim. Çankaya kösküne çikar miydiniziz?

-Daga çikarim, Çankaya’ya yine çikmam! diye konusan Demirel bugün sizce ne kadar sivil?

Kimilerine göre basbakan, beyin kilcal damarlarindaki tikanma-enfarktlarin olusturdugu parkinson hastaliginin sendromlarini sergiliyor, kimilerine göre ise de bu sadece 75 yasindaki yorgun vücudun asiri stresli günler yasamasinin dogal tepkileri. (Asiri yorgun, bitkin, unutkan ve yürüyüs zorlugu çeken hasta basbakan’la Cumhurbaskani’yla birlikte 2000 yilina iste böyle giriyoruz.)

ABD’ye giderken Eylül ayinda 30 Agustos zafer bayramini kutladi. ABD ile Israil’i birbirine karistiran Ecevit, Beyaz Saray çikisinda ”Türkiye ile Israil arasinda birçok önemli mevcut gündem maddesini ele aldik.” dedi. Sözü bitince nasil olduysa yanlisini anladi, özür dileyip ”ABD ile aramizda mevcut birçok önemli konuya degindik” diyebildi. Yunanlilar dalga geçmeye baslamis, güya Ecevit, Ankara’yi ziyarete gelen Rus Heyeti’yle yaptigi görüsme sirasinda sürekli SSCB’den sözetmis ve bir baska toplanti sirasinda da Ecevit kameramanlar zannedip kendi korumalarini selamlamis.

”Cumhurbaskanini halk seçsin” önerilerine bakin Ecevit ne diyor: ”Bu modelle hükümetin parlamenter sistemdeki islevi ortadan kalkar, çok sakincali sonuçlar çikar ve rejim degisikligi yaratir”. Kendini halka benimsetemeyen, sevdiremeyen, halkin ihtiyaçlarina cevap veremeyen bütün rejimler degismistir. Ecevit, bu sözleriyle rejimemi güvenmiyor, halka mi, yoksa her ikisine mi? Ya da Ecevit yaslandi ve akli balig olmaktan çiktigi için mi böyle konusuyor.

Ahmet Taner Kislali

Sistem gelisemiyor, ilerlemenin oldugu ortamlarda durmak bile gerilemek anlamina gelir. Sistem köseye sIkIsmIs durumda. Sistemi örgütlü bir sekilde ahtapotun kollari gibi sarmis olan derin devlet, sistemin degismesini istemiyor. Sistemin sorgulanip elestirisinin arttigi, degisim planlarinin düsünüldügü zamanlarda önemli olaylar meydana gelir. Gerilim arttirilir, toplum arti ve eksi kutuplarini elinde tutan (tutmak isteyen) derin devlet, halka karsi halki kullanmak ister. Eski sag-Sol kavgalarinin nasil kizistirildigi ve ateslendigi Ugur Mumcu suikasti ile nelerin amaçlandigi, Susurluk çetesinin de nereden gelip nereye gittigini herkes biliyor. Önceden sistemin alternatifi komünistlerdi. Simdi islamcilar, ayni film yine sahnede, sag-sol yerine laik-antilaik çatismasi hedefleniyor.

Laik-antilaik ayrismasinin oldugu bir gerçek. Farkli düsünceler ve istekler her ülkede oldug gibi bizde de vardir. Kendine güvenen her ideoloji siddete karsi çikar, adam öldürerek davasini anlatamayacagini bilir. Islamcilar da tüm ideolojilere verecek bir cevabinin olduguna inanir. Tüm ideolojilerin üzerinde; evrensel, insanin yaratilisina en uygun, teoirisi ve pratigi ile bir bütünlük arzeden, ezelden ebede uzanan bir dinin mü’min kullari elbette ideolojilerin ciliz isiklarini geçersiz kilacak, günesin isiklarini dünya üzerine yayacak metodun bu olmadigini bilirler. Ancak derin ve karanlik güçler ciliz isiklarinin yakitini artirmak için her kesimden insani(kendi taraftarlari da dahil) hiç acimadan ortadan kaldirabilirler. Tüm çikarlari bu çagdisi, gerici, ilkel, bagnaz, kokmus, ideolojik hantal sisteme bagli olanlar, kendi menfaatleri için herseyi mesru görüyorlar.

THK’nin kurban derileri için müslümanlara açtigi savasin ne anlama geldigini çikan yolsuzluklari ile anliyoruz. Bursa esi valisi Orhan TASANLAR’in, Türkiye’de ilk defa IHL’de basörtüsü yasagini uygulamasi, laiklik yanlisi portre çizmesi; bulastigi kirli islerden, çete baglantilarindan, hakkindaki suç dosyalarindan kurtulmak ve unutturmak içinmis. Rekabet istemeyen, tekellesen sermayenin ve medyanin yaygarasi hep ayni nedenlere dayanmaktadir.

Senaryolar:

  1. Uluslararasi güçler Türkiye’yi AB ve Dünya gözünde küçük düsürmek; isteklerini dayatarak tavizler koparmak
  2. Bazilarinin çikarlari kapali sistem eliyle saglanmis bir grup olusturularak köse baslari tutulmustu, 17 Agustos süreci ile sistem iyice yipranmis, bu sistemde menfaatleri olanlar tedirgin olmustur.
  3. Sistemin eski sahipleri ile yeni yetme sahipleri arasinda gerek kusak çatismasi gerekse menfaat çekismesi oldukça fazla bölünmeye neden olmustur.
  4. Müslümanlarin olusturdugu muhalefet çizgisi tabandan tavana kadar taraftar topluyor, mazlum konumu da bunu körüklüyor. Öyleyse onun bu görünümü degistirilip katil konumuna çevrilerek önünü kesmek ve karsi grup olusturarak durdurmak, son çare halka karsi halki kullanarak çarpistirmak.

Sag-Sol çatismalarinda KGB, CIA, MOSSAD’in TC’de cirit attigi ve rol aldigi bir gerçek. 3 yildir faaliyetlerini gizlice yürüten FBI’de Ankara’da resmen bürosunu açti. ABD gerek gizli ve dolayli; gerekse açik ve dogrudan islerimize burnunu sokarak 51. Eyaletindeymis gibi davranacak. Ne emperyalizm karsitlari ne de milliyetçiler hiç bu kadar globallesmemislerdi. Onlari bu hale nasil getirdiler dersiniz?

Kislali cinayeti ortada duruyor bir gözdagi olarak. Herkes nasibine düseni alsin istiyorlar. Kislali’nin öldürülmesinin ardindan hemen müslümanlara yüklenilmesi, Kislali’nin yazilarindan, konusmalarindan özenle seçilen Islam karsiti yazi ve sözlerinin ekranlarda ve gazetelerde yayinlanmasi, yorumlanmasi anlamlidir. Bu propagandaya ragmen önyargili olanlar hariç hiç kimse müslümanlara suç yöneltmek istemedi, Ugur MUMCU gibi bir cenaze töreni yapilamadi. Aksine suçlanan ve yuhalanan devlet oldu.

Kaldirdigi her tasin altinda müslüman örgüt bulacagini zannedenler ya kendilerini ya da devletin derinligindeki karanlik güçlerini buldular. Atilan bir tasla birden fazla kus avlamak isteyenler, bumerang gibi geri dönen taslarin altinda kalinca yine müslümanlari suçlayacaklardir. Kendilerini hakli ve kusursuz olarak görenler hatalarini görmezler ve özelestiri yapamazlar. Vural SAVAS gibileri çikar, devleti göreve çagirir, müslümanlari hedef gösterir, birtakim korku ve varsiyimlarla ”tam diktatörlük” taleplerinde bulunur.

Sonuç Olarak

Ülkenin erdemli insanlari, bu konularda sürekli olarak dillendirdikleri gerçekler, bütün kirli çamasirlar, çarpik-çürük kokmus kurumlar, anlayis ve iliskiler depremle birlikte somut olarak karsimiza çikiverdi.

Derme-çatma (prefabrik bile degil) hükümetin seçilmis üyeleri, IMF’nin ve askeri bildirilerin altina imza atmayi normallestirme çabasi içinde oladursunlar; bunlarin disinda duran, depremi bir ibret olarak gören, kendisini sorgulayip silkinebilen, iyiye, dogruya, gelismeye dogru bir hamle yapan, çaliskan, heyecanli ama simdilik sessiz bir kitlenin, kollektif bir irade ve suur ile dönüsüme geçisin sinyallerini verdig bir gerçektir.

Devlet, deprem bölgesine geldiginde is isten geçmistir. Bagimsiz kurum ve kuruluslar gerçek ve organize olmus bir sekilde tam güç ve gayretleriyle deprem bölgesindedirler. Sehrin ve sokaklarin hakimleri onlardir. Devletin kizdigi ve alindigi nokta burasidir. Kendi yerini almasindan korktuklari bu güç deprem bölgesini ondan önce almistir. Devletin yetisemedigi yerde halkin kendi basinin çaresine bakmasinin yaninda, devletin kumdan kaleleri olan kurumlari birer birer yikilmakta, yerine sivil toplum kurumlari taraftar bulmaktadir.

Tüm ülke halkimiza düen görev bu gayr-i ahlaki gelismeden uzak, çürük malzeme ile fay hattinda insa edilmis siyasi sistemin enkazini ortadan kaldirmak, temeli saglam bir alanda yeniden bir ülke insa etmektir. Bunu yaparken de bu sabikalilarin, enkaza dönüsmüs eski sistem sahiplerinin, hak düsmanlarinin sözünü dinlememek, suçlarini affetmemek; onlara yeni bir sans vermemek ve bunlari unutmamaktir. sistemi eskiden beri elestiren, yol gösteren, erdemli, halkin can yoldasi mimarlarla birlikte olmaktir. Onlari sahiplenmekle birlikte denetlemek ve cesur davranmaktir. Özgür, aydinlik bir gelecek bizim disimizda gerçeklesirse, bizim için yine karanliklar gelecektir. Izim aydinlik gelecegimiz sadece bizim ellerimizdedir.

Hiçbir seyin eskisi gibi olmamasi dilegiyle...

Nevzat Gün

 

kaynak: Evrensel Mesaj Aylik Dergi Kasim 1999

Hazirlayan: Musa Dogan

 arrow1b.gif (1872 Byte)