ISLAM'DA ZORLAMA YOK MUDUR?
Fevzi ZÜLALOGLU 

Bildigimiz gibi Kur'an peyderpey, tertilen 23 yillik bir süreçte birtakim olaylara çözüm getirmek, ânin kalbine tevhidin oklarini batirarak bir büyük dönüsüm gerçeklestirmek üzere gelmistir.
Kur'an'in ayetleri yasanan hayattaki sorunlarla alakalidir. Sözkonusu ayetleri yasanilan vakiadan tam olarak bagimsiz düsünmek mümkün degildir. Çogu zaman inis gerekçesini de içinde barindiran ayetleri baglamindan kopararak anlamaya çalismak, yasadigimiz topraklarin kültürel tarihinde "Bektasi mantigi" diye nitelenmistir.
seytandan bahseden bir ayeti meleklerle alakalandirmak nasil abesse, emir kipindeki bir ayete de tavsiye demek, teferruat demek de ayni kabildendir.
Bu çalismamizin konusu "Dinde ikrah yoktur" ayeti çerçevesindedir. Hak olan bir sözü bazen, Allah'in disindaki herkesi, öncelikli olarak tagutu memnun ve razi etmek isteyen, dini ticaret malzemesi olarak kullanan samiriler asil baglamindan kopararak ayetlerin anlamini tahrif etmeye çalisabilmektedirler. Dogru bir anlayisa ulasabilmenin yolu, Kur'anî bir kavrayis çabasi ile mesaji bütünlügünden koparmadan algilamaktir.
A- Kur'an'da ikrah Kavraminin
Anlam Alani
Ke-re-he kök harflerinden türeyip, if'al kalibinda olan ikrah kavrami, hoslanmamak, çirkin karsilamak, kötü görmek, bir isi isteksiz yapmak ve kötü bir eyleme zorlanmak anlamlarina gelmektedir. Kur'an-i Kerim'de bes ayette bu kalipla geçmektedir. Mekruh da ayni kökten olup "kötü görülen" demektir.
ikrah terimi, Nahl sûresi 106. ayette küfre mecbur birakilmak, inkara zorlanmak baglami içinde kullanilmistir: "Kim iman ettikten sonra Allah'i inkar ederse, kalbi imanla dolu oldugu halde inkara zorlanan (ükrihe) baska, fakat kim kalbini kafirlige açarsa, iste Allah'in gazabi bunlaradir. Onlar için büyük bir azap vardir"
Nur sûresi 33. ayette ise ikrah, kötü bir fiil olan zina konusunda cariyelerin zorlanmasi baglaminda kullanilmistir:
"Dünya hayatinin geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin; kim onlari buna zorlarsa (ikrah), bilsin ki, maruz kaldiklari bu zorlamadan dolayi Allah onlara aciyip esirgeyecek ve bagislayacaktir".
ikrah fiili Taha sûresi 73. ayette de, Firavun tarafindan kötü bir fiil olan sihir yapmaya zorlanan sihirbazlarin durumunu anlatmak için kullanilmistir:
"Bize gelince, açikçasi biz, hatalarimizi ve bize sihir alaninda zorla yaptirdigin (ikrah) seyi bagislamasi umuduyla Rabbimize inandik. Çünkü Allah (umut baglananlarin) en hayirlisi ve en kalicisidir"
Özetle ikrah kavrami yukaridaki ayetlerde insanlari inanmak istemedikleri bir düsünce sistemine ve kötü isler yapmaya zorlamak anlaminda kullanilmistir. Diger iki ayete ilerideki konularda deginecegiz.
B- islam'da Zorlama Yoktur,
Yaptirim Mekanizmasi Vardir
ikrah'in insanlari kötü bir ise zorlamak anlamina geldigini söylemistik. Ayrica yeryüzünü bir sinav alani olarak düzenleyen Rabbimiz iman konusunda da insanlarin zorlanamayacagini, dogru olanin bireysel ve kollektif iradeyi harekete geçirmek oldugunu birçok ayette bize ögütlemektedir.
Dinde ikrah yoktur. Ancak iyiligi emretmek, kötülügü engellemek mü'minlerin hem ferdi hem de toplumsal-siyasal görevleridir. Çünkü mü'minler Allah'in hükümlerini kendi nefslerinde yasamakla, adaleti ikâme etmekle, zulmü engellemekle yükümlüdürler.
Emretmekte de ikrah olmamalidir. Dinde zorlama yok demek, hiçbir denetim ve yaptirim yok demek degildir. Birçok ayet ve Rasulullah'in örnek uygulamalari islam'da denetim mekanizmasi oldugunu göstermektedir. "Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" görevimizden söz eden asagidaki ayetler dikkatle incelenmelidir:
"Sizden, iyiye çagiran, uygun olani emreden ve kötülügü yasaklayan bir topluluk olsun. iste onlar basariya ulasanlardir" (3/Al-i imran, 104, Ayrica bkz. 3/Al-i imran, 110).
Ortada eger bir emir ve yasak var ise yaptirimdan söz etmemek mümkün degildir. ilahi olsun, beseri olsun her otorite özünde siyasi olsun veya olmasin bir yaptirim barindirir. Ancak yaptirim, kontrol ve denetleme araçlari karsi tarafa haksizlik doguracak sekilde kullanilmamalidir.
Günlük hayatta bile verdigi sözü yerine getirmeyen birini taahhüdünde durmasi için çesitli denetim mekanizmalari gelistirilmistir. Söz verdigi günde borç vb. taahhüdlerini yerine getirmeyene, haksizlik yapmadan akitlerine bagli kalma konusunda yaptirim uygulamak nasil dogalsa, ayni sekilde Allah Teala ile iman akdi imzalayan birini, akitlerine bagli kalma konusunda belli yaptirimlara tâbi tutmak da bir denetlemedir. Çünkü iman tezahürleri ile anlamlidir. Dinin gerektirdigi ritüelleri yerine getirmeyen kisiye mü'minlerin olusturdugu otoritenin yaptirim uygulamamasi onu kendi haline birakmasi mümkün degildir:
"Biz onlari yeryüzüne yerlestirsek namaz kilarlar, zekati verirler, uygun olani emrederler, fenaligi yasak ederler. islerin sonucu Allah'a aittir" (22/Hacc, 41).
Kur'an'daki farziyet ifade eden bütün emirler bir tür ilahi iradenin insan hayatina müdahale istegidir. Nitekim dinin temel ibadetleri, Allah Teala'nin tesekkül ettirilmesini istedigi toplumsal, siyasal yapiyi ilgilendiren konular Kur'an'da çogu zaman emir kipi ile ifade edilen ilahi buyruklar seklinde geçmektedir:
"Namazi bitirdiginizde Allah'i anin, ayakta iken, otururken ve uzanmis halde ve yeniden güvenliginizi sagladinizda namazlarinizi (eksiksiz) eda edin. Namaz bütün mü'minler için (günün) belli zamanlari ile kayitli kutsal bir yükümlülüktür" (4/Nisa, 103).
En zor sartlarda, savas aninda bile namazin tümden terkine izin vermeyen Rabbimiz kisaltmaya ruhsat tanimaktadir. Mü'min oldugu iddiasinda olan bir kimsenin temel bir ibadeti yapip yapmamasi onun vicdani sorumluluguna terkedilemeyecek kadar ciddi bir konudur.
Anlasilacagi gibi emir ve yasak, bir seyin nasil yapilmasi gerektigini belirleyen bir normdur. Normlara uymayanlara yaptirim uygulamak da yerine göre siyasal otoritenin, yerine göre toplumsal otoritenin kontrolündedir.
Özetle ikrah, bir iste kisiyi tercihte bulunmaya icbar etmek, kötü bir fiil islemeye zorlamaktir. Ancak bir kimsenin üstlendigi bir taahhüdü yerine getirmesini istemek, ikrah degildir. Mesela, borç akdini yerine getirmeyene uygulanan yaptirim mesrudur. Bu, bazen sosyal kontrol mekanizmalari araciligi ile olurken, bazen de hukuki denetimlerle olur. Fakat birisini borçlanmaya ya da borçlu olmadigi halde borçluymus gibi ödeme yapmaya zorlamak ikrahtir.
C- Bir Ma'rufu Yayginlastirma Kurumu: Hisbe
islam dünyasinda Hz. Peygamber döneminden itibaren varligi bilinen Hisbe teskilati topluma "emr-i bil'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" hizmeti vermek için Hz. Ömer zamaninda müessese haline getirilmistir*.
iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gayesiyle kurulan bu kurumun basinda bulunana "muhtesib" denilir. Muhtesib, dinin hos karsilamayip çirkin gördügü münker denilen tezahürleri ortadan kaldirmaya çalisir. Tarihteki uygulamalarda muhtesib toplumun ve kurumlarin seriata uygunlugunu denetler, okullari teftis eder, ögrencileri döven ögretmenleri cezalandirir, çarsilarin nizamini kontrol eder, zimmilere ait binalarin müslümanlarinkinden daha yüksek yapilmamasina dikkat etmeye kadar varan birçok yetkiye sahip kilinmistir.
Muhtesib'in Görevlerini Kaynaklar Sekiz Baslikta Özetlemislerdir:
a- Bilmek: Tecessüs yapmadan münkerin islenisine ya sahit olmak ya da sikayetle, sahitlerle dogru bilgiyi hasil etmek.
b- Bildirmek: islam'i teblig ederek neyin ma'ruf neyin münker oldugunu anlatmak.
c- Ögüt Vermek: Hakki hatirlatmak ve münkeri isleyenlere ögüt vermek suretiyle kötülügü önlemek.
d- Tekdir Etmek: Sözden anlamayan, alay edeni çesitli sözlerle ma'ruf bir sekilde azarlamak.
e- El ile Müdahale Edip Düzeltmek: Örnegin, topluma emsal olacak sekilde içki içenin içkisini dökmek.
f- Tehdit: Bir daha ayni yanlisi tekrar etmemesi için tehdit edip uyarmak.
g- Celde: Eger kisi ögüt ve uyarilara aldirmayip günah islemeye devam ediyorsa, adli mercilere sevkederek, hukuki cezasini tahakkuk ettirmek.
h- Kisas: Kasitli ve aleni bir sekilde suç isleyene muadil bir ceza verilmesini saglamak.
D- Bireysel ve Toplumsal iradeyi  Harekete Geçirmek Esastir
Bireysel ve toplumsal degisim için iradenin harekete geçirilmesi gerektigini bize Allah Teala birçok ayet-i kerimede belirtmistir. Degisimin öznesi insandir. O halde insanlarin marufa sevkedilebilmeleri için içten gelen bir arzu ile hareket etmeleri gerekir. Toplum ister iyi isterse kötüye sevkedilmek istensin, aslolan bireysel ve kollektif iradeyi harekete geçirmektir.
Allah'in rizasi dogrultusunda islami mücadeleyi tarih boyunca üstlenen önderler bu yasayi hiçbir zaman gözardi etmemislerdir:
"Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanirdi. O halde sen mi insanlari inanmalari için zorlayacaksin?" (10/Yunus, 99).
"Ögüt ver, çünkü sen anca ögüt verensin" (88/Gasiye, 21).
"... Bir toplum kendi durumlarini degistirmedikçe Allah onlarin durumlarini degistirmez..." (13/Ra'd, 11).
Hür bir irade ile karar veren fert, kendisini isteyerek yükümlülük altina soktuysa, verdigi sözlerden, imzaladigi anlasmalardan dolayi sorumludur. Bu yüzden müslüman olmayan toplumsal gruplar anlasmalarina sadik kalmaya zorlanabilirler. Aksine bir tutum içine girdiklerinde de cezai müeyyide ile karsilasmalari kaçinilmazdir:
"Haram aylari çikinca müsrikleri nerede bulursaniz öldürün; onlari yakalayin, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onlari bekleyin. Eger tevbe eder (iman eder)ler, namazi kilarlar, zekati verirlerse yollarini serbest birakin. Çünkü Allah bagislayan, esirgeyendir" (9/Tevbe, 5).
süphesiz islam, insanin diledigi inanç ve düsünce sistemini seçmesi anlaminda fikir özgürlügünü kabul eder. Bu baglamda Kehf sûresi 29. ayet konuyu özlü bir sekilde açiklamaktadir:
"De ki: Bu gerçek, Rabbimizdendir. Artik dileyen inansin, dileyen inkar etsin" (Ayrica bkz. 13/Ra'd, 7; 18/Kehf, 29).
E- Dinde ikrah Yoktur
Allah'in emir ve buyruklarinin toplami olan din, yeryüzünde adaleti saglamak, insanlarin varolus gayelerini hatirlatmak ve göstermek için çerçevesi Kitap'la belirlenmis olarak indirilmistir.
Herseyin sahibi otoritesinde, iktidarinda bosluk olmayan Allah'tir. Allah, kendi iradesi ile dünyada insanlar için belirli bir özgür iradi alan yaratmistir. insanlarin hür iradeleriyle, imani veya küfrü seçmelerini isteyen Rabbimiz, din tercihi konusunda özgür istem alaninin korunmasini istemektedir. Bu alanin yok edilmesi ilahi hükümlere aykiridir ve adaletli degildir.
Din tercihi konusunda insanlarin fiili yaptirima tâbi tutulmalari Allah Teala'nin bizden istemedigi bir tutumdur. Ancak özgür istem yetenegi ile imandan yana tercihini kullanan kisi seçimini yaptigi seylerden sorumludur. iki yoldan biri olan tevhidi seçmek demek, tanimlanmis hak ve ödev ahlaki ile kayitli bir dünyanin içine girmek demektir.
Belirli bir tercihte bulunana kadar insan ile Allah arasina girmek, set olusturmak, özgür iradeyi olumsuz etkilemek dogru degildir. Bu konu ile ilgili onlarca ayet, hadis ve bindörtyüz yillik örnek uygulamalardan söz edilebilir. Fakat müslümanlarin global dünya sistemindeki etkinliklerini kaybettikleri yüzyillarda gelisen savunmaci, kendine güvenlerini kaybetmis kisilerin tutumlari bazen bazi ayetleri asil baglamlarindan kopararak, yanlis anlamalarina yol açabilmektedir. iste "ikrah"la ilgili Bakara sûresi 256. ayet de bunlardan biridir: "Din'de ikrah yoktur. Artik dogrulukla egrilik birbirinden ayrilmistir. O halde kim tagutu reddedip Allah'a inanirsa kopmayan saglam bir kulpa yapismistir. Allah isitir bilir".
Öncesi ve sonrasi ile ayet-i kerime mü'minlerin mücadele eksenlerinin "Allah'a iman, tagutu inkar" ilkesine göre kurulmasi mesajini islemektedir. Bilindigi gibi, insanlari taskinliga, kötülüge iten her otorite taguttur. Tagut; bozuk, çürük, pis düzenini zorbaca, zalimce dayatir. Bu tutum Allah'a imana çagiranlara yakismaz bir tutumdur.
Allah'a iman edenlere ise inandiklari gibi yasamamak yakismaz. Bu ayeti gündeme getirenler, mü'min olsalar dahi insanlarin namaz kilmaya, zekat vermeye vb. salih amellere zorlanamayacaklarini iddia etmektedirler. Oysa ayetin baglami mü'minlerin salih amel islemeye zorlanip zorlanamayacaklari ile ilgili degildir. Ayetin siyak-sibak iliskisi, bütünlügü insanlari kötülük islemeye icbar eden tagutun tutumunun elestirisi seklindedir.
"Dinde ikrah yoktur" demek salt "dinde zorlama yoktur" seklinde anlasilamaz. Bu kismen dogru, ama eksik anlayistir. Dogru tercüme söyle olmalidir: "Din seçiminde ikrah (icbar) yoktur".
Bu ayeti fetvalarina malzeme olarak kullanan din bezirganlari bir tür anlam tahrifi yapmaktadirlar. Allah'i razi etmekten çok sosyeteyi, lionslari memnun etmeye çalisan Samiriler, mevcut düzenin iyi oldugunu, cari sistemi korumak gerektigini ayetlerde örtülü tahrif yapip bir tavir olarak sürdürmektedirler. Bu tür kimseler daha çok kendi içinde bulunduklari asagilik psikolojisi ile dini savunma rolü üstlendiklerinden, karsi tarafi memnun etmek istediklerinden dolayi mevcut duruma kutsiyet atfetme telasina düsmektedirler. Buna göre dindar olmak için namaz kilmaya, tesettüre riayete, yoksulu kollamaya hacet yoktur. Kalbiniz temiz olsun yeter. Sözkonusu konularda insanlarin birbirlerini zorlamalari da dogru degildir!
Oysa yoksulu itip kakani, namaz kilmayani hirsizlik, zina vb. fiileri irtikap edenleri Rabbimiz hem tenkit etmekte hem de yaptirim gücü yüksek cezalar getirmektedir: Hirsizin elinin kesilmesi, zina edenin yüz celde ile cezalandirilmasi vb.
O halde islam dinine mensup olanlara hukuka uygun yasama konusunda bir zorlama vardir. Zorlama olmasa yaptirim ve ceza da olmazdi.
F- Örnek iki Olay
a- Hz. Ebubekir, dinin bir çok emrini yerine getiren, ama zekat vermeyenlerle savasmistir. Onun içtihadina, Kur'an'dan-sünnetten anladigina göre zekat vb. islam'in kesinlesmis yükümlülüklerini israrli bir tavir olarak yerine getirmeyenlerle savas bile yapilabilir. Ancak bu tavir bireysel ihmalkârliklar için degil, fitne amaçli kollektif hareketler için geçerlidir (Buhari, Kitâbu'z-Zekat, c.II, sh.109-110).
b- Yine Peygamberimizin (s) Tebük Seferi'ne katilmayanlarla ilgili Kur'an'in direktifine dayali uygulamalari bizim için ikrah ayetini anlama konusunda da örnektir.
Olayi kisaca hatirlayalim:
Mekke'nin Fethi'nden bir yil sonra Mûte'nin öcünü almak isteyen kafirlerin sam bölgesinde hazirlik yaptiklarini ögrenen Peygamberimiz büyük ve donanimli bir ordu kurmaya karar verdi. Mute olayindan sonra yenilgiyi hazmedemeyen Bizans muhibbi kafirler, müslümanlarin kervanlarina saldirmaya baslamislardi.
sam uzak bir yerdi. Mevsimin yaz olmasi pek çok kimseyi isteksizlige itmisti. Bazi müslümanlar mazeretsiz olarak sefere katilmamislardi. Rivayetlere göre bunlardan üç kisi özellikle önem arzetmekteydi: Ka'b, Hilal, Mürâre. Peygamberimizin seferinden bölge kabilelerinin tamamina yakini müslüman oldu. Yahut egemenlik altina alindi. Adi geçen üç kisi geçerli bir özre sahip olmadiklari için durumlari Allah'a havale edildi. Sefere katilmamak disinda bütün islami sorumluluklarini yerine getiren bu kisilerle tüm insani iliskiler kesildi. Uzun ve zorlu bir genel boykot uygulandi. Selam verilmedi, komsuluk yapilmadi, konusulmadi, eslerinden ayrilmalari saglandi. Onlar sabrettiler münafiklarin ayartmalarina aldirmadilar, yeniden imanlarinin tezahürlerini ispat ettiler. imtihani kazandilar. Bu olay bize islam'da belli ölçülerde bir yaptirimi da barindiran kontrol ve denetleme mekanizmasinin salih amele tesvik etmek, sevketmek anlaminda varoldugunu göstermektedir. Konuya isaret eden Kur'an ayetleri sunlardir:
"Hafifiyle, agiriyla hepiniz yola koyulun ve Allah yolunda mallarinizla, canlarinizla cihad edin. Eger bilirseniz, bu sizin iyiliginizedir" (9/Tevbe, 41).
"Eger kolay bir kazanç ve siradan bir yolculuk olsaydi sana uyarlardi. Fakat mesakkatli bir hedef onlara uzak göründü..." (9/Tevbe, 42)
"Allah'a ve ahiret gününe inananlar, canlari ve mallari ile savasmaktan geri kalmak için izin istemezler. Allah saygili olanlari bilir" (9/Tevbe, 46).
"Kendilerini binege bindirmen için sana geldikleri zaman, sizi bindirecek binek bulamiyorum, dediginde, sarfedecek bir sey bulamadiklari için üzüntüden gözyasi dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur. Sorumluluk ancak zengin olduklari halde senden izin isteyenleredir. Onlar geride kalan kadinlarla bulunmasina razi oldular. Allah da onlarin kalplerini mühürledi. Fakat onlar bunu bilmiyorlar" (9/Tevbe, 92-93, Ayrica bkz. 9/Tevbe, 47-106).
Ayet-i kerimelerden de izledigimiz gibi Allah Teala salih ameller islemek konusunda, bireysel, toplumsal, askeri ya da siyasi olsun eger ilahi bir hükümle, ya da sûranin istisaresi ile karar kesinlesmisse itaat etmek herkesin keyfî tutumuna birakilmiyor. Yani bir yaptirim sözkonusudur.
Kisaca "Dinde ikrah yoktur" demek, "Din tercihinde zorlama yoktur" demektir. Kendi istegi ile ilahi hukukun egemenligi altina giren birinden bu hukuka uygun davranmasini beklemek, hatta maruf çerçevede zorlamak mümkündür.
G- Yeryüzünü ifsad Eden  Taguti Güçlerle Mücadelede  Zor Kullanmak
Tagutu inkar ederek iman eden müslüman sahis, "evrendeki bütün azgin güçlerle mücadele etmeyi" kimlik olarak benimsemis demektir. Bu baglamda savunmaci yaklasimlara kaçmadan belirtmeliyiz ki, islam, Rasulullah'in Bedir, Uhud vb. örneklerinde de görüldügü gibi, azginliga karsi güç kullanmayi esas alan bir hareket çizgisi öngörür.
Rabbimiz bütün müslümanlari toplumsal sapmalari tespit etmek, izlemek ve durdurmakla yükümlü kilmistir. Yerinde söz ile yerinde el ile (güç kullanarak) yerinde tavir alarak siyasal, toplumsal, ekonomik, ideolojik sapmalarin önüne geçmek, mü'minlerin hepsini baglayan "emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker" görevidir.
islam ümmeti adaletin sâhidi ve teminati olarak hem nüvelerinde, hem de çevrelerinde toplumsal, itikadi sapkinliklara, fitnelere karsi cihad etmek, karsi durmakla mükelleftir. Nefsi manevi kuvvetlerle donatayim derken, insanlardan ve hayattan el-etek çekmek bir iç cihad faaliyeti degil, sorumluluktan kaçmanin bahanesi, taguta teslimiyetin kilifidir.
"Savas için atlar beslemek" vurgusu, güçlü taguti otoritelere karsi adil olani ayakta tutabilme konusunda mü'minleri içe kapanmamaya, hazirlikli olmaya sevketmektedir. Çünkü insanlarla Allah arasinda dikilip duran putlara karsi cihad etmek, önemli bir hazirlik devresi gerektirir. Hadid sûresi 25. ayet ile Rabbimiz bize mizan (adalet) için, Kitab'a (saglam inanca) ve Hadid'e (güce) ihtiyacimiz oldugunu ifade etmektedir.
Kafirlere, özellikle onlarin önderleri, liderleri olan tagutlara karsi siddet kullanmak (cihad etmek), sirf mü'minlere saldirdiklarinda degil, tevhidin toplumda yanki bulan tezahürlerini zayiflatma girisimlerinde de geçerlidir:
"Ey Nebi, kafirlerle ve münafiklarla cihad et, onlara sert davran! Onlarin barinaklari cehennemdir. Orasi ne kötü dönüs yeridir" (9/Tevbe, 73).
serre davet edenler yeryüzünde yasadigi sürece, hayra davet eden mü'minlerin gerektiginde güç kullanmaya hazir olmasi, Allah'in sünnetine uygun bir hareket için sarttir.
islam dini fiili savasa temelde refahtan simaran önde gelenlere (mele-mütref), tefrikaci tahrifçi, yardakçi, ayetleri az bir bedele satan din adamlarina (Samiri), fitneci siyasetçilere karsi izin verir.
Cihad küfrü ve sapikligi zayiflatmayi amaçlayan tugyan hareketini dondurmayi amaçlayan bir çok yönteme sahiptir. En son çare olarak kullanilacak olan, güçtür. Kötülük ve sömürgeciligi önlemeye çalisan, insanlari putlardan özgürlestirmeyi amaçlayan tevhidi hareketlerin karsisina örgütlü güçleriyle çikan tagutlara karsi zor kullanmaksizin basarili olabilmek, çogu zaman mümkün olmamaktadir. (Bkz. 23/Mü'minun, 33-38; 34/Sebe, 34-36).
Taguta karsi güç kullanmak, insanlarin fikir özgürlügünü kisitlamak degildir. Tarih boyunca insanlarin düsünce ve inanç özgürlügünü tagutlar sinirlandirmistir. Örnegin Firavun söyle demektedir: "Benden izin almadan mi inandiniz?" (A'raf, 7/123) kaldi ki islam'da, ifsadi yayginlastirmak anlaminda sinirsiz özgürlük de yoktur. Sorumlu, sinirli özgürlük vardir. Hz. Lut, toplumun sapiklik etkenleri karsisinda söyle demistir: "Keske size karsi koyacak gücüm olsaydi..." (11/Hud, 80). Bunu söyledikten sonra ilahi helak Lut toplumunun devam eden hayatina son noktayi koymustur. O halde Allah Teala tevhidi hareketlerin mücadele etmekten yoksun oldugu durumlarda belli bir süre dolduktan sonra sapkinliga müdahale ederek yeryüzü yasamindaki anarsizme / bozgunculuga sinir koymaktadir.
Allah ile insan arasira giren küfrün tahrif eden, yikan hayra engel olan liderlerini altetmenin tek yolu güç kullanmaksa bundan kaçinmak vahye aykiridir:
"inkar edenlere (savasta) karsilastiginiz zaman hemen boyunlarini vurur. Nihayet onlari iyice vurup sindirince bagi sikica baglayin" (47/Muhammed, 4).
I- Dinde Zorlama Yoktur , Ancak Salih Amele Tesvik Vardir
insanlarin özgür iradeleri ile seçimde bulunmalari tesvik edilmeli, içten gelen, samimi duygular harekete geçirilmelidir. Hiçbir insan bir dine veya ideolojiye girme konusunda icbar edilmemelidir. Böyle bir icbar münafikligi yayginlastiracaktir. Kendi arzusu ile zorlama olmadan dine giren birinden taahhütlerine bagli kalmasini, iman akdine sahip çikmasini beklemek dogal bir haktir. Ancak baskalarinin alanina girmedigi sürece ne toplum ne de devlet bireye müdahale etmemelidir.
Bireyin özgür alani bir baskasinin haklarinin basladigi yerde biter. Öyleyse alenen yapilan kötü bir fiil, baskalarinin haklarina tecavüz sayilacagindan psikolojik, hukuki, cezai müeyyideleri hak eder. Müeyyide ve zorlama gerektiren ameller sosyal içerikli olan ve toplumu ifsada yolaçan amellerdir. Örnegin namaz kilmayan bir insan hakkinda Kur'an'da belirlenmis bir cezai müeyyideden bahsedilmezken, hirsizlik, zina vb. ikinci, üçüncü sahislari ve toplumu ilgilendiren fiillere açikça sinirlari çizilmis karsiliklar vardir. Ancak namaz vb. ibadetlerini aksatan fertlere mü'minler kendi iç mekanizmalarinda psikolojik yaptirim uygulamalidirlar.
Toplumsal ifsada yol açan her türlü eylem ve davranisin sahibi hangi dinden olduguna bakilmaksizin müeyyideye tâbi tutulmalidir.
islam'in ideal dünya tasavvuru fitnesiz bir dünya kurmaktir: "Fitne kalmayincaya ve egemenlik de yalniz Allah'in oluncaya kadar onlarla savasin, eger savasa son verirlerse zalimlerden baskasina düsmanlik yoktur" (2/Bakara, 193).
* Bkz. Yrd. Doç. Dr. Ziya Kazici, Osmanlilarda ihtisab Müessesesi, Kültür Basin Yayin Birligi Yay. 1987, ist.
 
Kaynak: Haksöz dergisi, Mayis 1998

Hazirlayan: Muhammed Faruk