NÛR SURESI


Kuran-i Kerimin yirmi dördüncü suresi. Altmis dört ayet, bin üç yüz on alti kelime ve bes bin üç yüz otuz harften ibarettir. Fasilâsi be, râ, lâm, mim ve nun harfleridir. Medenî surelerden olup, Hasr suresinden sonra nâzil olmustur. Adini Allah'in nurunu tasvir eden otuz besinci ayetinden almistir.

Hârise b. Mudarrib, bu sure hakkmda; "Hz. Ömer bize Nisâ, Ahzâb ve Nûr surelerini ögrenin, diye yazili emir gönderdi" demistir (Sevkâni, Fethul-Kadir, IV, 3).

Allah semalarin ve yerin nûrudur". Bu sure'yi celilede Nûr, kalplerde ve ruhlardaki belirtileriyle zikredilmektedir. Sure, bu belirtilerin meydana getirdigi edep ve ahlâk temellerine oturtulmustur. Bunlar, kalbi ve hayati aydinlatan ruhî, ailevî ve içtimaî ahlâklardir. Bu belirtiler cihansümul nûra baglanmaktadir. Bunlar ruhlardaki nûr, kalplerdeki aydinlik ve vicdanlardaki berrakliktir. Hepsi de bu büyük nurun pariltisidir.

Sure içerdigi cezalari ve mükellefiyetleri, edep ve ahlâki, kuvvetli ve kesin bir sekilde tespitle söze baslar: Bu, indirip hükümlerini farz kildigi bir suredir. Ögüt alasiniz diye onda apaçik ayetler indirdi" (1).

Aile yuvasinin korunmasi, kadin ve çocuklarin egitimi ile ilgili önemli hükümleri de kapsayan surede yer alan konulari söylece özetlemek mümkündür.

Ikinci ayette zina eden erkek ve zina eden kadindan her birine yüz degnek vurulmasi bildiriliyor:

"Zina eden kadin ve erkegin her birine yüzer degnek vurun. Eger Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsaniz, Allah'in dinini tatbik hususunda onlara aciyacaginiz tutmasin. Müminlerden bir topluluk da onlarin cezalarina sâhit olsun" (2).

Islâm hukukuna göre zina; arada nikâh akdi veya nikâh akdi süphesi olmaksizin, aklî dengesi yerinde, ergin erkekle ergin kadinin cinsel temasta bulunmasidir. Zina suçu; zina eden kimsenin suçunu itiraf etmesi, kocasiz olan kadinin gebe kalmasi, zina fiilini dört kimsenin gözleriyle gördüklerine sahitlik etmesiyle sabit olur. Evli kimsenin zina etmesi halinde uygulanan recm (taslayarak öldürme) cezasi, Hz. Peygamber'in hadislerine dayanir. Zinada, dört tane görgü sahidinin Istenmesi, cezada asil amacin caydiricilik oldugunu gösterir. Üçüncü ayette, zina eden erkekle kadinin, ancak birbiriyle veya Allaha ortali kosan birisiyle evlenmeye denk ve lâyik oldugu, bunlarin iffetli kimselerle evlenmeye lâyik olmadiklari bildiriliyor:

"Zina eden erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak kosan bir kadinla evlenebilir. Zina eden kadin da, ancak zina eden veya Allah'a ortak kosan bir erkekle evlenebilir. Böyle bir evlilik müminlere haram kilinmistir" (3).

Islâm hukukçularinin çogunluguna göre, zina eden müslüman bu fiilinden dolayi tevbe eder ve kendini düzeltirse onunla evlenmek caizdir.

Dördüncü ayette, zina isnadini ortaya atip da bunu dört sahidle ispat edemeyenlere seksen degnek vurulmasi ve bunlarin sahidliklerinin ebediyyen kabul edilmemesi hükmü yer alir :

Iffetli kadinlara zina isnat edip de sonra bu iddialarini dogrulayacak dört sahit getiremeyenlere, seksen degnek vurun; onlarin sahitliklerini de ebediyyen kabul etmeyin. Iste onlar, fasiklarin ta kendileridir" (4).

"Ancak, bundan sonra tevbe edip islah olanlar, bu hükmün disindadir. Çünkü Allah "Gafûrdur, Rahim'dir" bagIslamasi ve merhameti boldur" (5).

Zina isnad edene ceza uygulanmadan tevbe ederse, iftiraya ugrayan kadin onu affetmedikçe ceza düsmez.

Kendi esine zina isnadinda bulunan kimse de bunu ispat için dört sâhid getirmek zorundadir. Getiremedigi takdirde "Lian" hükmü uygulanir. Li'anda koca, kendisinin dogru söyledigine dört defa yemin eder; besincide, eger yalan söylediyse Allah'in lânetinin kendi üzerine olmasini söyler. Kadin da, kocasinin yalan söyledigine dair dört defa yemin eder; besincide, eger kocasi dogru söylemisse Allah'in gazabinin kendisi üzerine inmesini diler. Li'an yapildiktan sonra nikâh akdi sona erer.

Hanimlarina zina isnat edip de, kendilerinden baska sahitleri olmayanlarin sahitligi, dogru söyleyenlerden olduguna dair dört defa Allah'i sahit tutup yemin etmesiyle olur. Besinci defasinda, eger yalan söyleyenlerden ise, Allah'in lânetinin kendi üzerine olmasini diler. Besinci defasinda, kocasi yalancilardan olduguna dair Allah'i dört defa sahit tutup yemin etmesi, cezayi kendisinden kaldirir. Besinci defasinda, kocasi dogru söyleyenlerden ise, Allah'in gazabinin kendi üzerine olmasini diler" (6-9).

Yukaridaki ilâhi hükümler, insan haklarini, kisilerin namus, iffet ve itibarini korumayi amaçlamaktadir.

Bundan sonraki on bir ayet, Hz. Âise'nin iftiraya ugramasi (Ifk) ile ilgilidir. Hicretin besinci yilinda Medine'de, Mustalikogullarina karsi çIkilan savastan dönerken bir konaklama yerinde, ihtiyacini gidermek için, kendine ait mahfelden çIkip uzaklasan ve döndügünde gerdanligini düsürdügünü anlayan Hz. Âise, onu bulmak için geri döner. Bulup gelinceye kadar ordunun hareket ettigini ve kendisine ait mahfelin ve binegin götürüldügünü görür. O tarihte kadinlarin örtünmeleri hakkinda hükümler indiginden, görevliler kapali bulunan mahfeli, içini açip bakmadan deveye yükledikleri gibi yollarina devam etmisler, Hz. Âise'nin mahfelde bulunmadigini farkina varmamislardi. Ordunun gerilerinde unutulan malzemeyi toplamakla görevli olan Safvân b. Muattal, Hz. Âise'yi görünce, unutuldugunu anlamis ve yanindaki deveyi çökertip binmesini saglamistir. Kendisi deveyi yederek, arkadan orduya yetismislerdi. Basta Münafiklarin reisi Abdullah b. Ubey olmak üzere bazi münâfiklar dedikoduya baslamis, Hz. Âise (r.anhâ) hakkinda çirkin iftirayi çikarmislardi. Hz. Âise üzüntüsünden hastalandi. Allah Resulünün bu konuya ait sorularini cevapsiz birakti. Cenab-i Hakk'in kendisini temize çikaracagini ve durumunu O'na havale ettigini söylemekle yetindi. Iste daha sonra inen ayetler, Hz. Âise'yi temize çikardi. Yüce Allah, namuslu bir kadin hakkinda ileri geri konusanlari, münâfik, iftiraci ve yalanci olarak niteledi ve onlari azapla tehdit etti. Dört sahitle ispat edilmemis olan ve hakkinda hiçbir dogru bilgi bulunmayan bir konuda iftirayi dilden dile dolastirmanin çirkinligine isaret edildi. Buna göre, Kur'an Kerim, namuslu kadinlari ahlaksizlarin iftirasindan korumak için, zina isnadinda dört sahidi sart kosuyor. Aksi halde iftiracinin dünyada da ahirette de elem verici bir azaba ugratilacagi hatirlatiliyor:

"Iftirayi isittiginiz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadinlarin, kendiliklerinden hüsn-i zanda bulunup da; "Bu apaçik bir iftiradir" demeleri gerekmez miydi? Bir de dört sahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki, bu sahitleri getiremediler, o halde onlar, Allah nezdinde, yalancilarin ta kendileridir" (12-13).

Yirmi Ikinci ayette bu gibi fitne ve dedikodularin yine de, müminler arasinda uzun süren kin, bugz ve nefrete yol açmamasi, müminlerin birbirini affetmesi geregi üzerinde durulur. Ayetin sonunda da; Allah'in sizi affedip bagIslamasini sevip arzu etmez misiniz?" buyurulur. Hz. Ebû Bekir (r.a) çok yoksul olan teyzesinin oglu Mistah'a önceleri yardim ederdi. Hz. Âise'ye iftira dedikodusuna onun da adi karisinca, bundan sonra artik Mistah'a yardimda bulunmayacagina dair yemin etti. Mistah hem Muhâcirlerden, hem de Bedir gazvesine katilan sahabelerdendi. Ayrica Ifk olayinda onun kötü bir niyeti yoktu. Yukaridaki ayet inince, Hz. Ebû Bekir onu affetmis ve yardima devam etmisti.

Yirmi yedi-otuz üç arasi ayetler, müminlerin ev ziyaretlerinde uyacaklari âdâb ve kurallari, kadinlarin giyinme (tesettür) esaslarini bildirir. Islâm dini herkesin mal, can, namus, mesken ve is yerini tecavüzden korumustur. Bunun için selâm vermeden, izin almadan, ev sahibiyle bir aliskanlik saglamadan, baskasinin evine girmeyi yasaklamistir. Diger yandan baskasinin kapi ve penceresinden içerisini gözetlemeyi günah saymistir. Ancak Içinde oturulmayan, terkedilmis evlere girmekte bir yarar varsa, izinsiz girilebilecegine isaret edilmistir:

"Ey iman edenler! Kendi evlerinizden baska evlere, izin almadan ve sakinlerine selâm vermeden girmeyin. Düsünseniz bu sizin için daha hayirlidir. Eger orada kimseyi bulamazsaniz, size izin verilmedikçe içeriye girmeyin. Eger size "geri dönün" denilirse, hemen dönün. Bu davranis sizin için daha temizdir. Allah yaptiklarinizi çok iyi bilir. Içinde esyaniz bulunan bos binalara izinsiz girmenizde bir sakinca yoktur. Allah, sizin açiga vurdugunuzu da bilir, gizlediginizi de" (27-29).

Inanan erkeklere gözlerini ve iffetlerini haramdan korumalari bildiriliyor:

"Ey Muhammed! Mümin erkeklere söyle, gözlerini zinadan sakinsinlar, irzlarini ve namuslarini korusunlar."

Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayirlidir. Süphesiz ki Allah, yaptiklarinizdan haberdardir" (30).

Pesinden gelen ayette de Inanan kadinlara göz ve iffetlerini korumalarina ilâve olarak, görünen kisimlar disinda süs yerlerini açmamalari ve basörtülerini yakalari üstüne salivermeleri emrediliyor. Ayette; el ve yüz disindaki süslerini ve süs yerlerini görebilecek erkek hisimlar söyle siralaniyor:

"Ey Muhammed! Mümin kadinlara söyle, gözlerini haramdan sakinsinlar, irzlarini ve namuslarini korusunlar, görünmesi zarurî olanlar hariç zinetlerini göstermesinler. Bas örtülerini yanlarina sarkitsinlar. Ziynetlerini kendi kocalarindan veya babalarindan veya kocalarinin babalarindan veya kendi ogullarindan veya kocalarinin ogullarindan veya kendi kardeslerinden veya kardeslerinin ogullarindan veya kiz kardeslerinin ogullarindan veya kadinlarindan veya sahip olduklari cariyelerden veya cinsi iktidari olmayan hizmetçilerden veya kadinlarin mahrem yerlerini henüz anlayacak çagda olmayan çocuklardan baskasina göstermesinler. Gizledikleri süslerini baskalarina bildirmek için ayaklarini da vurmasinlar. Ey müminler! Hepiniz Allaha tevbe edin ki, kurtulusa eresiniz" (31).

Kadinlarin da erkeklere sehvetle bakmasi yasaklanmistir. Ancak alim-satim, is, muhakeme gibi günlük medeni münasebetler geregi, sehvetle olmamak sartiyla kadinin, karsi cinsten birine tesettürlü olarak bakmasinda bir sakinca görülmemistir. Çünkü, bir bayram günü Habesli oyuncular Medine'de, mescidin yaninda kiliç-kalkan oynarken, Hz. Peygamber (s.a.s) onlari seyrediyordu. Ayni zamanda Peygamberin arkasinda duran Hz. Âise de bIkincaya kadar seyretmistir.

Kurtubî, kadinlarin basörtülerinin yakalari üzerine gelecek sekilde örtünmesi ile ilgili ayeti tefsir ederken söyle der: "Tesettür ayeti inmeden önce müslüman kadinlar, basörtülerini Iki omuzlari arasindan saliverirler, kulaklari ve boyunlariyla gögüslerinin önemli bir kismi açik kalirdi. Saçlarinin da bir bölümü görünürdü. Yüce Allah, ilgili ayetle bu sekil örtünmeyi yasakladi ve basörtülerinin iyice örtecek sekilde baglanmasini emretti.

Otuz Ikinci ayette bekârlarin, köle ve cariyelerin evlendirilmesi görevi ilgililere emredilir. Evlenme imkâni bulamayanlarin da bu imkâna kavusuncaya kadar iffetlerini korumalari hatirlatilir. Ayetin devaminda, cariyelerin para karsiligi fuhsa zorlanmamalari, eger zorlanirlarsa, Allah'in onlara magfiret ve rahmet nazariyla bakacagi bildirilir. Ayrica kölelerin belli bir para veya mal karsiliginda serbest birakilmasi ve bu yolda sözlesme (mükâtebe) yapilmasi öngörülür.

Otuz besinci ayette, Allah'in göklerin ve yerin nuru oldugu bildirilir: "Allah, göklerin ve yerin nurudur... " (35). Allah Teâlâ, gökleri ve yeri güneslerle aydinlatip karanlik perdesini kaldirmistir. Zeytindeki yagin isik ve enerji kaynagi olmasi gibi, kâinati aydinlatan günesin yakiti da kendisindendir. Ibn Abbas'a göre, Allah göklerdeki ve yerlerdeki seyleri kendi nuruyla dogru yola ileticidir. Dogru yolu bulan her varlik, ancak Allâh'in hidayetiyle bulabilmistir. Bazi alimler de Allah'in gökleri meleklerle, yeryüzünü de peygamberler ve sâlih kisilerle aydinlattigini söylerler.

Otuz yedinci ayette, kisilik sahibi gerçek müminleri ne alisverisin, ne de ticaretin Allah'i anmaktan, namaz kilmaktan ve zekât vermekten alikoyamayacagi bildirilir. Ayetlerin devaminda küfre düsenlerin Içinde bulunduklari mânevî sIkinti ve ruhsal çöküntü en güzel benzetmelerle ifade edilir: Engin bir denizde üst üste dalgalar, onun üstünde simsiyah bulutlar, kisi elini çikarsa onu bile göremeyecegi bir karanlik bu benzetmelerdendir: "Yahut (o kâfirlerin duygu, düsünce ve davranislari) derin ve engin bir denizdeki yogun karanliklar gibidir. (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kapliyor; üstünde de bulutlar. Birbiri üstüne karanliklar... Insan, elini çikarip uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr vermemisse, artik o kimsenin isik ve aydinliktan nasibi yoktur" (40).

Kirk birinci ayetten itibaren, tabiat olaylarina dikkat çekilir. Allah Teâlâ'nin varligina, birligine, gücüne delâlet eden açik belgeler siralanir. Göklerde ve yerlerde bulunanlarin, dizi dizi kuslarin Allah'i tesbih etmekte olduguna isaret edilir. Tesbih; çokluk ifade eden ve "sebh" kökünden türetilen bir mastardir. Kök anlami; suda ve havada hizli geçis ve hareket demektir. Günes ve yildizlarin kendi yörüngelerindeki hareketlerine de tesbih denilmistir. Terim olarak tesbih; her seyi belli kanun, kural ve ölçülere göre hareket halinde bulunduran Allâh'i, her türlü eksik sifatlardan tenzih etmektir. Bu duruma göre, varlik âleminde yer alan her sey, yaratildigi amaca yönelik olarak hareket edip, tesbihini sürdürmektedir.

Kirkbesinci ayette her canlinin sudan yaratildigi, hareket eden hayvan türlerinin karni üzerinde veya Iki ya da dört ayak üzerinde yürüyenler olmak üzere üçe ayrildigi belirtilir: "Allah, bütün canlilari sudan yaratti. Iste bunlardan kimi karni üstünde sürünür, kimi Iki ayagi üstünde yürür, kimi dört ayagi üstünde yürür... Allah diledigini yaratir; Çünkü Allah her seye kadirdir" (45).

Elli sekizinci ayetten itibaren, yeniden aile için âdâb ve münasebetlere yer verilir. Evdeki köle, cariye, hizmetçi ve bir de henüz bülug çagina gelmeyen erkek çocuklarin; sabah namazindan önce, ögle sicagindan bunalip elbisenin çikarildigi saatte ve yatsi namazindan sonra olmak üzere günde üç vakitte, evin efendisiyle hanimin yatak odasina veya dinlenme bölümüne izin Istemeden girmeleri yasaklanmistir. Islâm'i yasayan bir ailenin yirmi dört saati planli ve programlidir. Namaz, dinlenme ve uyuma vakitleri belli ve ölçülüdür. Kur'an bununla, müslümanlara, düzenli bir aile hayati telkin etmektedir. Bu üç vaktin disinda bir ailenin kendi evlerinin Içinde bile rastgele dekolte kiyafetlerle utanç yerlerini açik bulundurmasinin sakincalarina isaret ediliyor. Çocuklarin tam bir edeb ve terbiye sinirlari Içinde yetistirilmesi amaçlaniyor.

Altmisinci ayette ay hâli ve dogurganliktan kesilmis yasli kadinlarin sokak kiyafetlerine temas ediliyor ve genç kadinlara verilmeyen ruhsat onlara veriliyor. Bu yasli hanimlarin, Kur'an-i Kerim'de belirtilen basörtülerini, yine emredilen sekilde örtünmeleri sartiyla çarsaf, manto ve benzeri dis elbiselerini giymeyip entarileriyle sokaga çikmalarinda bir sakinca olmadigi açiklaniyor. Bununla birlikte annelik, ninelik, kadinlik vakarina yakisani yapmalari, yani dis elbiselerini giyinerek, o sekilde sokaga çikmalari tavsiye ediliyor. Bunun saygi görmeleri bakimindan kendileri için daha hayirli olacagi hatirlatiliyor.

Altmis birinci ayette, kendilerine evin anahtarlari teslim edilen kahya, bahçivan; kör, topal ve hasta gibi kimselerin bu evdeki yiyeceklerden yemesinde bir sakinca olmadigi belirtilir. Yine, bir kimsenin izin almaksizin, kendi evinde, babasinin, annesinin, erkek ve kiz kardeslerinin, amcalarinin, halalarin, dayilarin, teyzelerin evlerinde veya anahtarlarina sahip (kahya gibi) bulundugu evlerde yemek yemesinde bir sakinca yoktur. Yemek topluca veya ayri ayri da yenebilir. Cahiliye devrinde bazi kabilelerin sahip oldugu bir anlayis vardi. Bu cahili anlayisa göre bir kimse tek basina yemek yemez, mutlaka onunla birlikte birileri gelip yeyinceye kadar aç kalirdi. Bu ayetin inmesinden sonra bu cahili anlayisa son verildi. Burada birlikte veya ayri ayri yemek yemek karisik ve ihtilafli bir sekilde kadin erkek bir arada yemek demek degildir. Bu ayetle bir kimsenin tek basina yiyemeyecegi gibi cahili bir anlayisa son veriliyor. Yoksa kadinli-erkekli yemege izin veriliyor anlamini tasimaz. Ayetin sonunda; müslümanlarin kendilerine ait evlerine girerken de, Içinde kimse bulunsun bulunmasin, selâm vermeleri tavsiye ediliyor. Bunda, hayir, bereket, esenlik ve rahmet bulunduguna dikkatler çekiliyor.

Son ayetlerde, Hz. Peygamber'e karsi saygili davranilmasi, müminlere emredilmekte ve Allah'in emrine karsi gelenlerin, baslarina bir bela gelmesinden veya siddetli bir azaba ugramaktan sakinmalari bildiriliyor.

Sure; göklerde ve yerde bulunan her seyin Allah'a ait oldugunu, O'nun her seyi bildigini ifade eden ayetle son bulmaktadir:

Bilmis olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'indir. O, sizin ne yolda, ne durumda oldugunuzu iyi bilir. Huzuruna döndürüleceginiz günde ise, yapmis olduklarinizi hemen size bildirir. Allah, her Seyi hakkiyla bilendir" (64).

Hamdi DÖNDÜREN