besmele.jpg (16387 Byte)

FURKÂN SURESI


Kur'an-i Kerîm'in yirmibesinci suresi. Mekkî surelerdendir. Ayetleri yetmisyedi, kelimeleri bin sekizyüzyetmisiki ve harf sayisi üçbinyediyüzotuzüçtür. Sure; adini birinci ayette geçen ve "ayirmak, ayirdetmek, mühim davalari çözüme kavusturan kesin delil, mûcize gibi manalara gelen "furkân" kelimesinden almistir. "el-Furkân", ayni zamanda Kur'an-i Kerîm'in isimlerinden birisidir.

Sure, Mekke kâfirlerinin Kur'an, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberligi ve getirdigi ögretilere karsi yükselttikleri süphe ve itirazlari ele almaktadir. Her itiraza uygun cevap verilmekte ve insanlar, gerçegi reddetmenin sonuçlari hakkinda uyarilmaktadir. Surenin sonunda, Müminûn suresinin basinda oldugu gibi Resulullah'a iman eden ve onun getirdigi ögretileri izleyen insanlarin üstün nitelikleri, ahlâkî ve mânevî üstünlükleri tasvir edilmektedir.

Sure, bütünü itibariyle Resulullah (s.a.s.)'i teselli edici, tatmin ve takviye edici, ruhunu oksayan ifadelerle doludur. Bir yaniyla Allah'in, kulu ve Resulü Hz. Muhammed'e tatli, sevimli ve ruh oksayici ifadelerini ihtiva etmekte; bir baska yaniyla da Allah'a ve Resulüne karsi direnen sapik insan yigini ile yapilan savasi tasvir etmektedir.

Konuyu ele alis tarzi bakimindan sureyi dört ana bölümde incelemek mümkündür:

I. Bölüm: Insanlari uyarmak için Allah'in, Kur'an'i kuluna indirmesinden dolayi hamd ve tesbihle basliyor. Göklerin ve yerin tek sahibi, kâinati hikmet ve takdirine göre idare eden, ogul ve ortak kosmalari reddeden Allah'in birligini anlatiyor:

"Alemlere uyarici olsun diye kuluna Furkân'i indiren, göklerin ve yerin hükümranligi kendisine ait olan, evlat edinmeyen, mülkünde ortagi bulunmayan ve herseyi yaratip ona bir nizam veren, mahlukâtin mukadderatini tayin eden Allah, yüceler yücesidir" (1, 2).

Sonra müsriklerin tek Allah'a inanmayi reddedip O'nunla beraber baska tanrilar edindikleri, bu tanrilarin kendileri yaratilmis oldugu halde onlara tapinmalari elestiriliyor:

"O'nu birakip, hiçbir sey yaratmayan, bilakis kendileri yaratilmis olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda veremeyen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çikarmaya güçleri yetmeyen tanrilar edindiler" (3).

Bunun ardindan, onlarin Peygamber'in getirdigi gerçekleri yalanladiklarini ve bu gerçeklerin geçmislerin masallarindan ibaret bulundugu, hatta bunlari bir baskasinin Peygamber'e yazdirdigini söylediklerini belirtiyor:

"Inkâr edenler, Bu olsa olsa onun uydurdugu bir yalandir. Baska bir zümre de bu hususta kendisine yardim etmistir' derler. Böylece onlar hiç süphesiz iftira ve zulme basvurmuslardir" (4, 5).

Inkârcilarin, Peygamber'in diger insanlar gibi bir beser olmasini, yemek yiyip çarsilarda dolasmasini yadirgadiklarini belirtiyor; gerçekten bir peygamberse ona bir melegin inmesi gerektiginden söz ettiklerini naklediyor; bu asiriliklarini yüzsüzlüge çevirerek Hz. Peygamber'in büyülenmis birisi oldugunu iddiaya kadar vardirdiklarindan söz ediyor:

"Ve dediler ki; "Bu ne biçim peygamberdir? Yemek yiyor, çarsilarda dolasiyor! O'na, kendisiyle birlikte uyarici olarak bir melek indirilmeli degil miydi? Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyecegi bir bahçesi olmali degil mi?O zâlimler "Siz olsa olsa büyüye tutulmus bir adama uymaktasiniz' dediler" (7, 8).

Cenâb-i Allah, bunu açiklamakla, inkârcilarin, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve onun risâleti hakkindaki sözlerini etkisiz kilmak istiyor.

Ondan sonra da sapikliklarindan ve kiyâmeti yalanlamalarindan söz ederek, kendilerine hazirladigi cehennem azabini beyân ediyor. Elleri boyunlarina bagli olarak dar bir yere atilacaklarini; bu esnada yol olup gitmeyi temenni edeceklerini belirtiyor:

"Üstelik saati (kiyâmeti) de yalan saydilar. Biz de saati yalan sayanlar için çilgin bir ates hazirladik. Cehennem atesi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun müthis kaynamasini ve ugultusunu isitirler. Elleri boyunlarina bagli olarak, dar bir yerine atildiklari zaman, oracikta yok oluvermeyi isterler. Onlara, "Bugün bir kere yok olmayi istemeyin, aksine birçok defalar yok olmayi isteyin' denilir" (11-14).

Müminlerin cennetteki durumundan söz ettikten sonra, konunun derinliklerine dalarak inkârcilarin mahser günündeki hallerini gözler önüne seriyor. Allah'tan baska tapinmis olduklari seylerle yüzyüze gelmelerini ve bu tapindiklari seylerin, Allah'a karsi kosulan her türlü sirki yalanlamalari bölümüne geçiliyor.

I. Bölüm: Resulullah'i teselli ile son buluyor ve ona, kendisinin de diger bütün peygamberler gibi bir beser oldugunu, onlar gibi yiyip-içip çarsilarda gezindigini belirtiyor:

"Senden önce gönderdigimiz bütün peygamberler de süphesiz yemek yerler, çarsilarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbin herseyi hakkiyla görendir" (20).

II. Bölüm: Ahireti inkâr edenlerin Allah'a karsi dil uzatmalari ve, "Bize melekler indirilmeli degil miydik? Veya Rabbimizi görmeli degil mi idik?" (21) dediklerini belirterek basliyor ve çabucak, melekleri gördükleri kiyamet gününden bir tablo getiriyor gözlerinin önüne: "Melekleri görecekleri gün, iste o gün, günahkârlara hiç iyi haber yoktur. Melekler iyi haberler size yasaktir, yasak' derler. O gün gök, beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük indirileceklerdir. O gün, gerçek hükümranlik Rahmân'indir. Inkarcilar için yaman bir gündür o" (22, 25, 26).

Böylece Kur'ân'a karsi gelenlerin düsecegi hâli açiklayarak Peygamber'ine teselli vermektedir. Onlardan önce geçen ve peygamberlerini yalanlayan, Musa (a.s.), Nuh (a.s.)'in kavminden, Âd ve Semûd kavminden, Ress halkindan söz ederek baslarina gelenleri tasvîr ediyor, onlarin hayvanlarla ayni safta bulunduklarini, hatta onlardan asagi olduklarini beyân ediyor: "Onlar dört ayakli hayvanlar gibidirler. Belki daha da sapiktir yollari" (44).

III. Bölümde, gece ile gündüzün ardarda gelmesinden, hayat bahseden sudan ve insanlarin bu sudan yaratildiklari halde, Allah'tan baska kendilerine fayda veya zarari dokunmayan varliklara tapinmalarindan, yaraticilarina ise karsi gelmelerinden söz ediliyor:

"Onlara; "Rahmân'a secdeye varin" denildigi zaman; "Rahmân da nedir, emrettigine mi secdeye varacagiz?' derler, ve bu onlarin nefretini arttirir"

IV. Bölümde ise Allah'a ibâdet edip secdeye kapaman ve Allah'a kulluk sifatini hakeden "Rahmân'in kullari" tasvir ediliyor; Rahmân'in kullarinin gittigi yoldan gitmek isteyenlere tövbe kapilari açiliyor; iman ve ibadetin mükellefiyetlerine sabredip dayananlarin mükâfati tasvîr olunuyor: "Iste onlar sabrettiklerinden dolayi cennetin en yüksek dereceleriyle mükâfatlondirilirlar. Ve orada saglik ve selâmla karsilanirlar" (75).

Surenin son ayeti, Allah'i taniyan ve emirlerine gönülden baglanan kullar olmayacak olsa, inkârcilardan mütesekkil yol sapmalarinin Allah katinda hiçbir degerlerinin olmayacagini bildiren ifadelerle son buluyor.

Halit ERBOGA