bismill2.gif (3554 Byte)

SÛRÂ SÛRESI

Kur'an'in kirkikinci sûresi. Elliüç âyet, sekizyüz altmisalti kelime ve üçbin seksensekiz harften ibarettir. Fasilasi mim, kaf, lam, ra, be, dal, ze ve nun harfleridir. Mekki sûrelerden olup, Fussilet sûresinden sonra nâzil olmustur. Yirmiüç, yirmidört, yirmibes ve yirmiyedinci âyetleri Medenîdir. Adini otuzsekizinci âyetinde geçen, "istisare etme, danisma" anlamindaki "sûrâ" kelimesinden almistir. Bu adi alisinin özel bir sebebi yoktur.

Sûre, öteki Mekkî sûrelerde oldugu gibi, insanlarin düsüncelerini cahilî yasayisin pisliklerinden temizleyip, ilâhî vahyi idrak edebilecek hale getirmek için gerekli olan, akidenin düzeltilmesi konusunu isletmektedir. Sûrenin mihverini, vahyin ve risâletin gerçekligini bütün açikligiyla vurgulanmasi olusturmaktadir.

Kur'an'in indirilisi, Allah'in göklerin ve yeryüzünün tek sahibi oldugu, sûrenin genel muhtevasi içerisinde gözler önüne serilirken, her seyin sahibi olan Allah ile risâlet olayi arasindaki irtibata isaret edilerek, her seye mâlik olan Allah'in kurallar koyup, yasaklamalar getirmesinin ve insanlari yönlendirip, bilmedikleri seyleri onlara açiklamasinin gerekliligi vurgulanmaktadir.

Sûrenin ilk iki âyeti, Kur'an'in bir mûcize olduguna isaret eden mukattaa harflerinden olusmaktadir.

Takip eden âyetlerde, Allah'in sünneti geregi evvelki peygamberlere vahyettigi gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'e de vahyedisi ve O'nun her sey üzerindeki hâkimiyeti vurgulanmaktadir. Kullariyla irtibat kurup, mesaj göndermesi O'nun için zor bir sey olmadigi gibi, kullarinin maslahati için gereklidir de: "Aziz ve Hâkim olan Allah sana da, senden öncekilere de iste böyle vahyeder" (3). Ayrica O, bir seyi yapmayi dilediginde hiç bir güç engel olamaz: "Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur. O her seyden yücedir, büyüktür" (4).

Allah kullarindan diledigini risaletle görevlendirdigi zaman, bunun yeri ve zamani, ilâhî hikmete mutlak anlam da muvafik olur: "Risaletini nereye verecegini en iyi Allah bilir (el-En'am, 6/124). Cografi ve tarihî bilgiler çerçevesinde degerlendirildiginde Allah'in, son risaletini göndermek için neden Mekke'yi seçtiginin hikmeti rahatlikla anlasilabilir.

Bu risâlet görevinin yeri, tebligin çevresindeki topluluklara rahatlikla ulastirilabilmesi, dil olarak Arapça'nin seçilisi ise; onun açik ve mükemmel bir anlatim kabiliyetinin olmasindan dolayi idi. Tabii bu seçim hiç kimsenin dahil olmadan, sadece Allah'in istegi dogrultusunda gerçeklesmistir ve buna hiç kimsenin itiraz etme hakki da yoktur: "(Ey Muhammed); iste böylece biz sana Arapça bir Kur'an indirdik ki, sehirlerin anasi olan (Mekke) ve etrafindakileri uyarasin ve insanlari, gerçeklesmesinde asla süphe olmayan ve onlarin bir araya toplanacagi kiyamet günü ile korkutasin..." (7).

Bunun pesinden insanlarim firka firka oluslarinin birer imtihan vesilesi oldugu, insanlarin cezalandirma ve mükafatlandirma olayina muhatab olabilmeleri için iradeleriyle basbasa birakilmalarinin buna sebep teskil ettigi gerçegi vurgulanarak, eger dileseydi, Allah'in, insanlari melekler gibi emirlerine boyun egen tek bir firka kilabilecegi gerçegine isaret edilir: "Eger Allah dileseydi bütün insanlari tek bu ümmet yapardi. Fakat o, diledigini rahmetine kavusturur" (8).

Daha sonra, Allah'tan baska veliler edinenlerin bu durumlari kinanarak, ihtilafa düsülen konularda yalnizca Allah'in kitabina basvurulabilecegi ve O'nun verdigi hükme riza gösterilmesinin zorunlulugu dile getirilmektedir. O'nu Rab olarak kabul etmenin göstergelerinden biri de budur: "Ihtilafa düstügünüz hususlarda, hüküm vermek Allah'a aittir. Iste o Allah benim Rabbimdir. Ben sadece O'na tevekkül ettim ve ancak O'na yönelirim" (10).

Allah, geçmis peygamberlerin kavimlerine emrettigi gibi, Muhammed (s.a.s)'in ümmetini de, dini ayakta tutmaya çalismaya ve hükümlerini çarpitip, ihtilafa düsmeden ona uymaya çagirmaktadir. Gerçek kurtulusa erenler ancak böyle davrananlardir. Geçmis kavimlerin helâkleri, dinde ihtilafa düsüp onun aslini tahrif etmelerinden kaynaklaniyordu:

"Önceki peygamberlerin ümmetleri ancak, kendilerine din hususunda gerçek bilgi geldikten sonra, birbirini çekememe yüzünden ihtilâfa düstüler..." (14).

Bunun pesinden Hz. Peygamber (s.a.s)'in sahsinda bütün inananlara hitaben: "Emrolundugun gibi dosdogru ol. Müsriklerin heva ve heveslerine uyma..." (15) emri yer almaktadir. Mü'minler böyle davrandiklari sürece, hiçbir dinî ve içtimaî tahrifata ugramazlar.

Daha sonra, inkârcilarin ve inananlarin Kiyamet haberi karsisindaki tavirlari dile getirilmekte ve Kiyamet günü hakkinda tartismaya girenlerin büyük bir sapiklik içinde olduklari bildirilmektedir: "Kiyamet gününe iman etmeyenler Kiyamet'in acele olarak kopmasini isterler. Iman ederler ise ondan korkarlar ve onun bir gerçek oldugunu bilirler. Sunu iyi bilin ki, Kiyamet hakkinda münakasa edenler derin bir sapiklik içindedirler" (18).

Allah, dünya hayatinda, insanlara istekleri dogrultusunda nimetler verir. Ancak tercihini dünya meta'i üzerinde yapanlar için ahirette hüsrandan baska bir sey yoktur. "Kim ahiret menfaatini isterse, ona dünyada istediginin bir kismini veririz. Ahirette ise hiç bir nasibi yoktur" (20).

Daha sonra kâfirlerin, Islâm'in tebligine karsi sapik direnisleri anlatilarak, onlarin yaptiklarina karsilik cehennem azabini hakettikleri, tevbe edenlerin ise tevbelerinin Allah tarafindan kabul edilecegi ve onlarin bagislanacagi: "Kullarinin tevbelerini kabul eden, günahlarini affeden ve yaptiklarinizi bilen O'dur" (25) âyetiyle bildirilmektedir.

Kâfirlerin Allah'a isyan edip, onunla savasa girismelerinin akil disiligi ve insanoglunun Allah'tan baska siginabilecegi hiç bir dostu ve siginagi olmadigi, mantik ölçüleri içerisinde düsüldügünde, idrak edilmesi hiçte zor olmayan bir gerçektir: "Siz yeryüzünde hiç bir zaman Allah'i âciz birakamazsiniz. Sizin Allah'tan baska ne bir dostunuz, ne de bir yardimciniz var" (31).

Allah'in gücünün sinirsizligina delalet eden sayisiz olaylar vardir. Yeryüzündeki her seyi insanin emrine verisi de bunlardan biridir. Allah, bunun idrak edilebilmesi için, yüzlerce misâl vererek, rahmetinin genisligini gözler önüne söylece sermektedir: "Eger o dilerse rüzgâri keser de rüzgârla seyreden gemiler suyun üzerinde kaliverir. Süphesiz ki bunda, her sabreden ve sükreden için nice deliller vardir" (33).

Daha sonra, meselelerin çözümü için istisarenin önemi ve gerekliligi vurgulanmaktadir. Islâmin diger temel esaslarindan bir kismiyla birlikte zikredilmesi, sûranin ne kadar önemli bir mesele oldugunu ortaya koymaktadir: Rablerine icabet edenler, namazi dosdogru kilanlar, islerini kendi aralarinda sûra ile halledenler ve kendilerine rizik olarak verdiklerimizi infak edenler" (38).

Resulüllah'a istisare etmesi, "Islerde onlarla istisare et" (Âli Imran, 3/159) âyetiyle emir sigasiyla bildirilmistir. Her hareketiyle Allah tarafindan yönlendiriliyor olmasina ragmen, Hz. Peygamber (s.a.s)'in önemli kararlar verecegi zaman, yanindakilerle istisarede bulunmasi, istisarenin önemini her yönüyle ortaya koymaktadir (Ahmed b. Hanbel, III, 24, 30, 32; Ibn Mace, Ezan, 1).

Kötülügün cezasinin sade kötülük oldugu bildirilerek, zulme ugrayan insanlarin ayniyla mukabelede bulunup, haklarini geri almalarinin adalete daha uygun oldugu tesbit edildikten sonra, yeryüzünde fesad çikaranlara, Allah'tan baska kimsenin yardim edemeyecegi gerçegi hatirlatilarak, bu gibilerin âhirette karsilasacaklari elim azap ve bu azaba karsi takinacaklari zelil tavirlar gözler önüne serilmektedir: "Göz ucuyla gizli gizli bakarak, zilletten boyunlari egilmis bir halde atese sunulduklarini görürsün... Onlarin Allah'tan baska kendilerine yardim edecek hiç bir dostlari yoktur..." (45-46).

Bunun pesinden, gaflet içerisinde yüzen bütün insanlar, kalplere tesir eden bir üslûpla uyarilarak, Kiyamet'in inkarcilara pismanlik veren sahneleri gerçeklesmeden Allah'in davetine icabet edilmesi istenmektedir: "Allah tarafindan gelecek olan ve kimsenin de karsi çikamayacagi o gün gelmeden önce Rabbinizin davetine uyun" (47).

Hz. Peygamber (s.a.s) davasini, insan aklinin inkâr etmesi mümkün olmayan bir netlikte teblig etmesine karsilik, kavminden gördügü iskence ve eziyetlere üzülmekle birlikte onlarin da evvelki sapik kavimler gibi helâk olmalarindan ebedî cehennem azabina çarptirilmalarindan korktugu için, gördügü bütün eziyetlere ragmen, onlar için üzülüyordu. Ayrica, onlarin taskinliklarina ve satasmalarina karsi güç kullanmak için ilâhî bir emir gelmemisti. Bunun için zorluklara sabrederek, teblig isine devam etmekten baska çaresi kalmiyordu. Allah hem resûlünü teskin etmek ve hem de müsriklerin ruh yapilarini ortaya koymak için, söyle vahyediyordu: "Ey Muhammed! Eger onlar yüz çevirirlerse, Biz seni onlar için koruyucu göndermedik. Senin vazifen sadece teblig etmektir. Biz insana nezdimizden bir rahmet tattirdigimiz zaman hemen onunla sevinip simarir. Sayet elleriyle yaptiklari yüzünden baslarina bir musibet gelirse, Süphesiz insan, çok nankördür" (48).

Allah'in her seyin mâliki oldugu dolayisiyla diledigini diledigi gibi yapmasina hiç kimsenin itiraz edemeyecegi bildirildikten sonra, O'nun kullariyla irtibat kurma sekli dile getirilmektedir: "Allah, bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasindan konusur. Yahut bir elçi gönderir de izniyle ona diledigini vahyeder. Süphesiz O, yüceler yücesidir. Hüküm ve hikmet sahibidir" (51).

Kur'an bir hayat kaynagidir. Ona tabi olmayanlarsa birer ölüdürler. Ayrica vahiy olmadan iman ve Islâm'in ne oldugunun bilinmesi imkansizdir. Bu hususlara temas edildikten sonra, risâletin insanlar için ne kadar büyük bir nimet oldugu gözler önüne seriliyor. Sûre, uyulmasi emredilen yolun, her seyin sahibi olan Allah'in yolu oldugunu, dolayisiyla bu yolda yürüyenlere hiç kimsenin zarar vermesinin mümkün olmadigini bildirip her isin sonunda mutlaka hesap vermek için Allah'a dönecegini tekid ederek son buluyor: "O yol, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'in yoludur, iyi bilin ki, bütün isler Allah'a döner" (53).

Ömer TELLIOGLU