ÂDIYÂT SURESI


Kur'an-i Kerim'in yüzüncü suresi. On bir ayet, kirk kelime ve yüzaltmisüç harften ibarettir. Fâsilasi "elif, dal, ra" harfleridir. Âdiyât sözlükte, acele ve sür'atle kosanlar anlamindadir. Onbir ayetten meydana gelmis olan bu sure, tabanlarinda kivilcimlar saçan, kostukça kosan ve tozu dumana katarak düsmana baskinlar yapan, dolayisiyla düsmana korku veren ve yüreklerini agizlarina getiren atlarin kosusunu anlatan âdiyât kelimesiyle baslamaktadir. Âdiyât, atlarin dörtnal kosarken çikardiklari ses anlamina da gelir. Kelimenin degisik anlamlarini birlikte kullaninca yukarida verilen vasif ve tanimlar rahatlikla ortaya çikmaktadir.

Bu surenine Mekkî mi, Medenî mi olduguna dair iki ayri görüs vardir. Abdullah b. Mes'ud, Câbir, Hasan Basrî, ikrime ve Atâ bu surenin Mekkî, Enes b. Mâlik ve Kâtâde ise surenin Medenî oldugunu söylemislerdir. ibn Abbas'tan her iki görüs nakledilmektedir. Ancak surenin üslûbundan sadece Mekkî oldugu degil, ayni zamanda Mekke dönemi baslangicinda nâzil olan surelerden oldugu anlasilmaktadir.

Bu surede, insanin ahireti inkâr etmesinin veya ondan gafil olmasinin, onu ahlâkî yönden asagi seviyeye düsürecegi anlatilmaktadir. Bunun yani sira surede ahirette insanlarin sadece zâhirî amellerinden degil, kalplerdeki gizli sirlardan da hesap sorulacagi ifade edilmistir. Cahiliye devrinde yaygin olan anarsiden herkesin perîsan ve rahatsiz oldugu bilinen bir husustur. Çünkü o dönemde her tarafta savas, kan ve zulüm yaygindi. Kabileler birbirini yok etmekteydi. Hiç kimse geceleri rahat uyuyamiyordu. Her sabah erkenden düsmanin saldirma ihtimali vardi. Bu durum bütün bölgede yaygin olup, kötülügünü herkes bilmekteydi. Zalim ve tecavüzkâr olan kisi basari kazandigi zaman memnun olurdu. Mazlum olan ise matem içinde kalirdi. Ama muzaffer olan zalim, zulme ugradiginda, anarsinin ne kadar kötü oldugunu hissederdi. iste bu kötülüklere isaret edilerek buyurulmustur ki: insan ölümden sonraki hayati ve Allah huzurunda hesap vermeyi bilmeden Rabb'ina karsi nankörlük yapmaktadir. Allah'in verdigi kuvvetleri zulm, savas ve kan dökmek için kullanmaktadir. Mal sevgisi gözünü o kadar kör etmistir ki, onun için bütün gayr-i mesru ve çirkin yollari bile ne pahasina olursa olsun elde etmek ister. Onun bu hali Rabbi'nin verdigi kuvvetleri yanlis yerlere kullanmakta ve Rabbi'ne karsi nankörlük etmekte olduguna kendi kendine sahitlik etmektedir. Kalbinde gizli olup bu dünyada böyle hareket etmeye onu tesvik eden niyetleri, maksatlari ve gizli iradelerinin kabirden kalktigi zaman açiga vurulacagini bilseydi, kesinlikle bu tavri takinmayacakti. O zaman insanlar kimin iyi oldugunu kimin kime nasil davrandigini en iyi bilenin Allah oldugunu anlayacaklardir .

"Andolsun o kostukça kosanlara. " (1)

Bu ayette "kosanlar"dan kastin, atlar oldugu kesin olarak açiklanmamistir. Sadece "ve'l-Âdiyat" (yemin olsun kosanlara) buyurulmustur. Bu nedenle, "Kosanlar"dan maksadin ne oldugu konusunda müfessirler arasinda görüs ayriligi vardir. Sahâbe ve Tabii'nden bir grup, bundan maksadin atlar oldugunu kabul etmislerdir. Baska bir grup ise, bundan muradin "develer" oldugunu söylemislerdir. "Kosanlar"in atlar oldugunu kabul edenlere göre ayette, kosan seyin kosarken çikardigi ses için kullanilan "dabha" kelimesi atin solumasini ifade etmekte kullanilir. Sonraki ayetlerde de "kivilcim çikaranlar", "sabahleyin akin edenler" ve "toz koparanlar" söz konusu edilmislerdir. Bütün bunlar atlar için uygun düser.

Yüce Allah savas atlarina kasem ediyor. Ve birer birer savastaki atlarin hareketlerini tavsif ediyor. Kisneyerek akan bir sel gibi kosup düsman içerisine hücumunu, kayalarin birbirine çarpinca kivilcim çikmasi gibi tirnaklariyla kivilcimlar saçmasini, düsmani ansizin vurmak için-sabah erkenden baskin yapisini, hiç beklemeden savas meydanlarinda tozu dumana katisini anlatiyor. Bu atlar düsman saflarinda korku ve dehset, ürperti ve kararsizlik yayiyorlar. iste Kur'an'la ilk defa muhatab olanlarin alistiklari savas sahneleri bunlardir. Bu çerçeve içerisinde ata yemin edilmesi bu hareketin güzelligini ima etmek içindir. Ayrica Allah katindaki degerini ve önemini duyurmak içindir.

"Ve kivilcim saçanlara" (2)

"Kivilcim saçmak" kelimesi atlarin gece vaktinde kosmalarina dalâlet etmektedir. Çünkü ayaklari taslara vurdugunda çikan kivilcim ancak gece gözükebilir. "Sabah sabah baskin yapanlara" (3)

Düsmanin haberi olmasin diye bir yerlesime akin etmek için gece karanliginda hareket etmeleri Araplarin usûlü idi. Sabah aydinliginda her seyi görebilmeleri için sabahin çok erken saatlerinde aniden hedef olan kabilelere hücum ederlerdi. Bu arada, düsman onlari görüp hazirlanmaya firsat bulamasin diye çok aydinlik olmamasina da özen gösteriyorlardi.

"Gerçekten insan Rabbi'ne karsi nankördür"(6)

Atin solumasi, kosarak kivilcim çikarmasi, sabah erken toz kopararak bir yere saldirmak ve müdafaa edenlerin arasina girmek, at ile ilgili olarak üzerine yemin edilen seylerdir. Bu yemin "insanin nankörlük etmesi" karsisinda edilmistir. Bu durumda cihad eden gazilerin atlarini kosturmasi ve kâfirlere saldirmasi insanin Allah'a nankörlük etmesine dalâlet etmez. Sonraki ayetler insanin nankörlügüne ve onun mal, mülk sevgisine çok düskün olduguna sahittir. Allah yolunda cihad edenler için bu ifade uygun düsmez. Onun için bu surenin ilk bes ayetinin Cahiliye döneminde yaygin olan kan dökme ve anarsiye isaret oldugunu kabul etmek gerekir. Bu dönemde gece korkunç bir seydi. Çünkü herkes kendini tehlike içinde hissediyordu. Kim bilir, hangi düsman onlara ne zaman saldiracakti? Sabah oldugunda geceyi tehlikesiz geçirdikleri için biraz rahatliyorlardi. Kabileler arasinda sadece kan davasi için degil, birbirlerinin mallarini, hayvanlarini elde etmek, kadinlarini ve çocuklarini kölelestirmek için de saldiri yapilirdi . Bu zulüm ve kan dökmelerde çogunlukla atlar kullaniliyordu. Allah, insanin Rabbine karsi nankör olduguna dair delil olarak, kendilerine verilen bu kuvvetleri iyilik yerine kötülük için kullanmalarini göstermektedir. Allah'in verdigi imkânlari ve onlara bagisladigi güçleri Allah'in en nefret ettigi sey olan yeryüzünde fesat çikarmak için kullanmalari aslinda Allah'a karsi en büyük nankörlüktür.

Dogrusu insanoglu, Rabbinin nimetlerine küfredip, lütuflarini inkâr etmektedir. Bu küfür ve inkâri onun çesitli sekilde yaptigi hareketlerinde ve söyledigi sözlerinde ortaya çikmaktadir. Bunlar bu gerçegi belirleyen birer sahit durumundadirlar. Sanki insan Kiyamet günü kendi nefsinin inkâr ve nankörlügüne sehadet etmektedir. "Dogrusu kendisi de hakkiyla buna sahittir." (7)

Vicdani ve amelleri, pek çok kâfirin açikça Allah'a nankörlük ettiklerine sahittir. Çünkü onlar Allah'in varligini bile kabul etmezler. Dolayisiyla bu nimetleri itiraf etmeleri ve Allah'a sükretmeleri de söz konusu olamaz. ."O, mali çok sever." (8) Buradaki ifade "O, hayr sevgisinde siddetlidir" seklindedir. Ancak Arapça'da "hayr" kelimesi sadece iyiligi ifade etmez, mal ve servet için de kullanilir. Bakara suresi 180. ayette de "hayr", mal ve serveti ifade etmek için kullanilmistir. Hayr kelimesinin nerede iyilik için, nerede de mal için kullanildigi, Kur'an'in anlatim üslûbundan anlasiliyor. Bu âyetteki hayr kelimesi anlatimdan da anlasildigi gibi iyilik için degil, tersine mal ve servet için kullanilmistir. insanin ameli Rabbine karsi nankörlügüne sehadet etmektedir. Bu durumda ayet "o, iyiligi siddetli sever" anlaminda degil, "o mali çok sever" seklindedir.

"Yoksa bilmezler mi ki, kabirdekilerin çikarilacagi günü?" (9)

Yani ölen insanlar nerede ve ne durumda olursa olsunlar, insani sekillerinde diriltileceklerdir. Surenin bu son bölümü bir dirilis ve hasir tablosu gösteriyor ki, insani simarikligin gafletinden ve menfaatine düskünlügün felâketinden uyarici bir özelligi vardir. Dogrusu kabirlerde bulunanlarin çikarilacagi an son derece korkunç bir andir. Onu ifade eden kelimenin sesinde bile bu korkunçluk kendini hissettirmektedir .

"Gögüslerde olanlarin derlenip disari çikarildigi zaman" (10)

Ya gögüslerde saklanip gizlenen ve gözden uzaklarda tutulan sirlarin derlenip toparlanacagi an? Evet, derlenip toparlanacagi... Bu derece siddetli ve kati bir ifadeyle. Sahnenin havasi tamamen siddet ve dehset dolu.

Bunlarin olacagi ani bilmiyor mu? Niçin bilmedigi anlatilmiyor? Çünkü bu kadarcik ifade duygulari sarsmak için yeter. Sorunun cevabini arastirmayi nefislere birakiyor. Herkes diledigini düsünsün ve bu siddetli hareketlerin ardindaki sonuçlari kavramaya çalissin.

Zahiri amellerini harekete geçiren kalplerindeki iradelerinin, niyetlerinin, maksatlarinin, düsüncelerinin ve fikirlerinin hepsini açiga vuracak ve bütün bunlar degerlendirilerek iyilik ile kötülük ayrilacaktir. Diger bir ifadeyle sadece zahiri amel ile karar verilmeyecektir. Onlarin bu dünyada iken kalplerindeki gizli niyetleri ve iradeleri de hesaba katilarak karar verilecektir. Eger insan düsünürse, gerçek adaletin ancak Allah'in huzurunda Kiyamet günü gerçeklesecegini görecektir. Bu dünyadaki lâik ve beserî kanunlarda bile usûl olarak sadece zahirî ameller degil, failin niyet ve iradesi de dikkate alinarak son karara varilir. Ancak dünyadaki hiçbir adâlet bir kimsenin niyetini tam olarak tesbit etme imkânina sahip degildir. Bu, ancak Allah'a mahsustur. O, insanin her zahiri fiilinin arkasindaki gizli niyetleri, iradeleri bilir ve ona göre nihaî ceza ve mükâfata karar verir.

Allah, insanlarin irade ve niyetlerini önceden bilse de, Kiyamet günü bu gizli seyler açiga vurulacak ve onlar açik adâletle degerlendirilerek, bunlardan hangisinin iyilik, hangisinin kötülük oldugu gösterilecektir. Bu nedenle ayette "gögüslerde olan devsirildigi zaman" ifadesi kullanilmistir. "Hussile"nin manasi bir seyi meydana çikarmaktir. Meselâ kafatasini kirarak beyni meydana çikarmak gibi. Ayrica, çesitli unsurlara ayirmak anlaminda da kullanilir. Onun için burada gizli seyleri açiga çikarmak ve ayirdetmek anlamlarinin ikisi de kullanilmistir. "Muhakkak ki Rabbleri o gün onlarin her seyinden haberdardir."

Dönüs Rabblerinedir. O gün Rabbleri onlarin bütün sirlarini ve hallerini bilir. Allah onlarin durumunu her zaman ve her halde bilmektedir. Ama o gün bilisinin ifadesi burada onlarin dikkatini çekmek içindir. Bu bilmenin ardinda bir netice vardir. iste burada asil anlatilmak istenen bu zimnî manadir.


Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi