IV- DEV­LE­TİN Fİ­YAT­LA­RA MÜ­DA­HA­LE­Sİ (NARH)

A) Narh Te­ri­mi ve Kap­sa­mı:

Bir İslâm top­lu­mun­da dev­le­tin, top­lum iş­le­ri­ni “mas­la­hat pren­si­bi”ne gö­re dü­zen­le­me­si ge­re­kir. Mas­la­hat ise ge­niş an­la­mıy­la “ya­rar­lı ola­nı el­de et­mek, za­rar­lı ola­nı ise gi­der­mek­tir.”54 Bu yüz­den top­lu­mun içi­çe bu­lun­du­ğu eko­no­mik prob­lem­le­ri dü­ze­ne sok­mak ve aşı­rı fi­yat yük­sel­me­le­ri kar­şı­sın­da top­lu­mu ez­dir­me­mek onun gö­rev­le­ri ara­sın­da­dır. Aca­ba böy­le bir dü­zen­le­me­de fi­yat­la­ra mü­da­ha­le ede­rek, sı­nır­la­ma­lar ge­tir­mek müm­kün mü­dür? Yok­sa so­nu­na ka­dar ser­best pa­zar il­ke­si iş­le­til­me­li mi­dir? Ko­nu­yu İslâmî açı­dan açık­la­ma­ya ça­lı­şaca­ğız.

Arap­ça “tes’îr” mas­ta­rı söz­lük­te; bir ma­la narh koy­mak, fi­yat be­lir­le­mek ve bir ma­lın fi­ya­tı­nı sı­nır­la­mak gi­bi an­lam­la­ra ge­lir. Bir eko­no­mi te­ri­mi ola­rak eş­ya fi­yat­la­rı­nın dev­let; be­le­di­ye ve­ya baş­ka yet­ki­li­ler­ce be­lir­len­me­si ve es­naf ve tüc­ca­rın bu fi­yat­la­rın dı­şı­na çık­ma­sı­nın ya­sak­lan­ma­sı­dır.

Bir dev­let fi­yat­la­ra; narh koy­mak ve­ya kâr had­le­ri­ni be­lir­le­mek ya­hut sa­tış­la­rı ve­si­ka usu­lü­ne bağ­la­mak su­re­tiy­le üç şe­kil­de mü­da­ha­le ede­bi­lir.

Narh ge­nel­lik­le en yük­sek sa­tış fi­ya­tı­nı be­lir­le­mek şek­lin­de olur­sa da ki­mi du­rum­lar­da üre­ti­ci­le­ri ko­ru­mak ama­cıy­la en dü­şük sa­tış fi­ya­tı­nı be­lir­le­mek bi­çi­min­de de ola­bi­lir. Bi­rin­ci du­rum­da ma­lın narh fi­ya­tı­nın üs­tün­de, ikin­ci du­rum­day­sa narh fi­ya­tı­nın al­tın­da sa­tı­şı ya­sak­lan­mış olur. Ki­mi za­man da narh tek fi­yat ola­rak be­lir­le­nir ve bu­nun al­tın­da ya da üs­tün­de bir fi­yat­la sa­tış ya­sak­la­nır. Beşerî eko­no­mi­de es­ki­den be­ri, dev­le­tin fi­yat­la­rı kont­rol et­me­si­nin le­hin­de ve aley­hin­de bir­bi­riy­le çar­pı­şan iki tez var­dır. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si; pi­ya­sa ser­bestli­ği­nin ko­run­ma­sı­nı ve fi­yat­la­ra mü­da­ha­le edil­me­me­si­ni sa­vu­nur. İkin­ci tez ise, pi­ya­sa mu­a­me­le­le­ri­nin sa­tı­cı ve alı­cı ara­sın­da den­ge­li bir bi­çim­de, ada­let­li bir fi­yat dü­zen­le­me­si­ne ih­ti­yaç ol­du­ğu gö­rü­şü­nü be­nim­ser.55

İslâm fık­hın­da da baş­lan­gıç­ta nar­hın le­hin­de ve aley­hin­de ol­mak üze­re iki gö­rüş or­ta­ya çık­mış­tır.

         B) Nar­hın Aley­hin­de Olan Gö­rüş ve De­lil­le­ri:

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Şa­fii’nin mey­let­ti­ği bu gö­rü­şe gö­re; bir kim­se, ken­di ma­lı üze­rin­de, baş­ka­la­rı­na za­rar ver­me­mek şar­tıy­la di­le­di­ği gi­bi ta­sar­ruf ede­bi­lir. Onu ser­best ira­de­siy­le di­le­di­ği fi­ya­ta sa­ta­bi­lir ve­ya di­le­di­ği fi­ya­ta mal sa­tın alır. Hi­le, ya­lan ve al­dat­ma ol­ma­yın­ca ahlâk öl­çü­le­ri için­de, arz ve ta­le­bin kar­şı­laş­ma­sı so­nu­cu olu­şan pi­ya­sa fi­yat­la­rı­na dış mü­da­ha­le­ler uy­gun de­ğil­dir. Fi­yat ko­yan ve ucuz­luk mey­da­na ge­ti­ren yü­ce Al­lah’tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a) de ken­di dö­ne­min­de narh uy­gu­la­ma­mış­tır.

Bu gö­rüş­te olan­la­rın da­yan­dı­ğı de­lil­ler şun­lar­dır:

Al­la­hü Teâlâ; “Bir­bi­ri­ni­zin mal­la­rı­nı ba­tıl yol­lar­la ye­me­yi­niz. An­cak bu, siz­den kar­şı­lık­lı rı­za­ya da­ya­nan bir ti­ca­ret ma­lı olur­sa müs­tes­na­dır.”56 bu­yu­rur. Bu aye­te gö­re, alış-ve­riş­te kar­şı­lık­lı rı­za ge­re­kir. Narh ise bu rı­za­ya en­gel olur.

Me­di­ne’de fi­yat­lar pa­ha­lı­la­nın­ca Al­lah el­çi­sin­den narh koy­ma­sı is­ten­miş, bu­nun üze­ri­ne o şöy­le bu­yur­muş­tur:

“Şüp­he yok ki, fi­yat ta­yin eden, dar­lık ve bol­luk ve­ren, rı­zık­lan­dı­ran an­cak Al­lah’tır. Ben siz­den hiç kim­se­nin mal ve ca­nı­na yap­mış ol­du­ğum bir hak­sız­lık yü­zün­den hak­kı­nı ben­den is­ter ol­du­ğu hal­de Rab­bi­me ka­vuş­mak is­te­mem.”57

Yi­ne ki­mi sa­ha­be­le­rin Hz. Pey­gam­ber’e “Bi­ze narh koy” de­me­le­ri üze­ri­ne Al­lah el­çi­si­nin; “Bel­ki bu ko­nu­da Al­lah’a dua ede­rim”, “Bel­ki fi­yat­la­rı ucuz­la­tan ve pa­ha­lan­dı­ran Al­lah’tır” 58 sözleriyle ce­vap ver­di­ği nak­le­dil­miş­tir.

Di­ğer yan­dan Hz. Ömer’in (ö.23/643) ha­li­fe­li­ği sı­ra­sın­da ge­rek­siz ye­re üzüm fi­yat­la­rı­nı dü­şü­ren Ha­tıb b. Ebi Bel­tea’ya ön­ce mü­da­ha­le ede­rek ti­ca­ret­ten me­net­ti­ği, an­cak da­ha son­ra evi­ne ka­dar gi­de­rek ona şöy­le de­di­ği ri­va­yet edil­miş­tir: “Sa­na söy­le­dik­le­rim ne emir­dir, ne de hü­küm. Bu bel­de hal­kı­nın mas­la­ha­tı için is­te­di­ğim bir şey­dir. Şim­di ser­best­sin, na­sıl ve ne­re­de is­ter­sen sa­ta­bi­lir­sin.”59

Narh ya­sa­ğı­nın da­yan­dı­ğı il­let şöy­le açık­lan­mış­tır: Narh ti­ca­ret ya­pan­la­rı hacr (kı­sıt­la­ma) al­tı­na al­mak an­la­mı­na ge­lir. Dev­let hal­kın bü­tün ke­sim­le­ri­nin mas­la­ha­tı­nı gö­zet­mek­le yü­küm­lü­dür. Fi­yat­la­rı aşı­rı de­re­ce­de dü­şü­re­rek tü­ke­ti­ci­le­rin ya­ra­rı­nı gö­zet­mek­le pa­ha­lı­lık oluş­tu­ra­rak tüc­car ve es­na­fın ya­ra­rı­nı gö­zet­mek ara­sın­da fark yok­tur. İki zıt mas­la­hat çe­li­şin­ce bu­nu ic­ti­hat­la çö­züm­le­mek ge­re­kir. Mal sa­hi­bi­ni ra­zı ol­ma­dı­ğı bir fi­yat­la sa­tı­şa zor­la­mak alış-ve­riş­te kar­şı­lık­lı rı­za­yı şart ko­şan aye­te zıt dü­şer. Ço­ğun­luk müc­te­hit­ler bu gö­rüş­te­dir.60

  C) Nar­hı Ca­iz Gö­ren­ler ve De­lil­le­ri:

Ti­ca­ret ha­ya­tın­da Dev­le­tin ge­rek­ti­ğin­de nar­ha baş­vu­ra­bi­le­ce­ği­ni söy­le­yen­ler, yu­ka­rı­da zik­ret­ti­ği­miz nar­hın aley­hin­de sa­yı­lan ha­di­se­le­rin narh ko­nu­sun­da ya­sak­la­ma ge­tir­mek ama­cıy­la söy­len­me­di­ği ka­na­a­tin­de­dir­ler. Çün­kü bu ha­dis­ler­de; “Narh koy­ma­yı­nız”, “Narh koy­mak he­lal de­ğil­dir” de­nil­me­miş, “Fi­yat ko­yan, dar­lık ve bol­luk ve­ren Al­lah’tır”, “Ben bu ko­nu­da Al­lah’a dua ede­rim” gi­bi ifa­de­ler kul­la­nıl­mış­tır.

Bu ha­dis­ler­den çı­kan so­nuç şu­dur: “Al­lah bü­tün ni­met­le­rin ya­ra­tı­cı­sı­dır. O, di­ler­se her­yer­de ya­rat­tık­la­rı­nın hep­si­ne bol bol rı­zık ve­rir.” An­cak bu du­rum yü­ce Al­lah’ın yük­sek fi­yat­lar ko­ya­rak in­san­la­rın bir­bi­ri­ni al­dat­ma­sın­dan ve ka­ra­bor­sa­cı­lık yap­ma­sın­dan hoş­nut ve ra­zı ol­du­ğu an­la­mı­na gel­mez. Çün­kü hak­sız ve öl­çü­süz ola­rak pi­ya­sa fi­yat­la­rı­nı yük­sel­ten kim­se, in­san­la­rın mal­la­rı­nı bâtıl yol­lar­la ye­miş ve on­la­rı Al­lah’ın mü­bah kıl­dı­ğı şey­ler­den mah­rum et­miş olur.

Bu­na gö­re narh ha­dis­le­ri ile Hz. Ömer dö­ne­min­de­ki uy­gu­la­ma, dev­le­tin piya­sa fi­yat­la­rı­na mü­da­ha­le­si­ni meşrû gös­te­re­cek güç­te de­ğil­dir. Ağır­lık nok­ta­sı nar­hın aley­hin­de­dir. İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de ser­best pa­zar fi­yat­la­rı her za­man bir öl­çü ol­muş ve fi­yat­la­rın ser­best re­ka­bet­le oluş­ma­sı an­la­yı­şı hâkim bu­lun­muş­tur. 61

İslâm’da narh­la il­gi­li nass’lar ti­ca­ret ahlâkının üs­tün ol­du­ğu, tü­ke­ti­ci­nin is­tis­mar edil­me­di­ği ve ka­ra­bor­sa­nın gö­rül­me­di­ği bir eko­no­mik or­tam­da gel­miş­tir. Böy­le bir sa­a­det as­rın­da nar­ha ih­ti­yaç du­yul­ma­ma­sı nor­mal sa­yıl­ma­lı­dır. An­cak gi­de­rek ahlâkın bo­zul­ma­sı, fi­yat­la­rın sun’î ola­rak yük­sel­me­ye baş­la­ma­sı ve top­lu­mun bun­dan za­rar gör­me­si üze­ri­ne ba­zı Ta­bi­i­ler Dev­le­tin narh koy­ma­sı­nı ca­iz gör­dü­ler. Sa­id b. el-Mü­sey­yeb (ö.94/712), Ra­bia b. Ab­dir­rah­man (ö.136/753), Yah­ya b. Sa­id el-Ensârî (ö.143/760) bun­lar ara­sın­da­dır.62

         D) Narh Uy­gu­la­ma­sı­nın Yay­gın­laş­ma­sı:

Tâbiîn müctehitlerinden ki­mi­le­ri­nin mas­la­hat pren­si­bi­ne da­ya­na­rak nar­hın le­hin­de ver­di­ği fet­va, ba­zı mez­hep müc­te­hit­le­rin­ce de be­nim­sen­miş­tir. İmam Ma­lik (ö.179/795), Dev­le­tin pi­ya­sa­nın nor­mal fi­yat­la­rı dı­şı­na çı­kan­la­ra en­gel ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­ler­ken, Şa­fii (ö.204/819) kıt­lık yıl­la­rın­da, narh uy­gu­lan­ma­sı­nı; son­ra­ki İslâm fa­kih­le­rin­den (müteahhirûn) ba­zı­la­rı ise top­lu­mun za­ra­ra uğ­ra­ma­ma­sı için çe­şit­li gı­da mad­de­le­ri­ne narh ko­nul­ma­sı­nı ca­iz gör­müş­ler­dir.63

Fi­yat­la­rın yük­sel­me­si­ne et­ki ya­pan çe­şit­li fak­tör­ler var­dır. Pa­ra­nın de­ğer kay­bet­me­si ile arz-ta­lep den­ge­si­nin bo­zul­ma­sı bun­la­rın ba­şın­da ge­lir. Enf­las­yon te­ri­miy­le ifa­de edi­len pa­ra­nın de­ğer kay­bı üze­rin­de ile­ri­de ay­rı­ca du­ra­ca­ğız. Arz ve ta­lep ara­sın­da­ki den­ge bo­zuk­lu­ğu­na ge­lin­ce; bir ti­ca­ret pi­ya­sa­sın­da hal­kın bel­li mal­la­rı ta­le­bi faz­la olur ve pi­ya­sa­ya ar­ze­di­len mal­lar hal­kın ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­ya­cak öl­çü­de bu­lun­maz­sa, mal dar­lı­ğı baş­gös­te­rir. Dar­lık bu çe­şit mal fi­yat­la­rı­nın yük­sel­me­si­ne yol açar. Fi­yat­lar­da dü­şüş ol­du­ğu za­man ta­le­bin art­ma­sı, pa­ha­lı­lan­dı­ğı za­man ise, ta­le­bin azal­ma­sı yö­nün­de ge­nel ola­rak açık bir te­ma­yül var­dır. An­cak ba­zan gös­te­riş için ya­pı­lan tü­ke­tim­de ve ba­ğım­lı­lık ya­pan mad­de­le­rin kul­la­nı­mın­da enf­las­yo­na bağ­lı ba­zı psi­ko­lo­jik et­ki­le­rin bir özel­li­ği ola­rak pa­ha­lı­lı­ğın ta­le­bi tah­rik eti­ği­ne de rast­la­nır.64

Di­ğer yan­dan bir­den zen­gin ol­ma hır­sı, tüc­car­da mal dar­lı­ğın­dan ya­rar­lan­ma mey­li do­ğu­rur. Ki­mi za­man­da ka­ra­bor­sa­cı­lık ya­pa­rak, mal dar­lı­ğı ya­pay bir şe­kil­de mey­da­na ge­ti­ri­lir ve fi­yat­la­rın nor­ma­lin üs­tün­de yük­sel­me­si sağ­la­nır. Aca­ba bu gi­bi du­rum­lar­da Dev­let fi­yat­la­ra mü­da­ha­le ede­mez mi?

Ka­na­a­ti­miz­ce, bir İslâm top­lu­mun­da Dev­let mas­la­hat pren­si­bin­den ha­re­ket ede­rek narh ko­nu­sun­da ne üre­ti­ci ve tüc­ca­rı ve ne de ge­niş tü­ke­ti­ci ke­si­mi­ni mağ­dur et­me­ye­cek or­ta bir yol iz­le­me­li­dir. Bu da özel­lik­le gı­da mad­de­si, ben­zin, tüp gaz, odun, kö­mür gi­bi ge­niş halk kit­le­le­ri­ni il­gi­len­di­ren “te­mel ih­ti­yaç mad­de­le­ri”nin fi­yat­la­rı­nı kont­rol al­tın­da tut­mak­la ger­çek­le­şir. Bu ara­da dar­lı­ğı çe­ki­len mal­la­rın bol­laş­ma­sı için ge­re­ken ön­lem­le­rin ge­cik­me­den alın­ma­sı fi­yat­lar­da nor­mal den­ge­nin ku­rul­ma­sı­na yar­dım­cı olur.

1. el-Ba­ka­ra, 2/16.

2. Tir­mi­zi, Bü­yu 19; Ebu Da­vud, Bü­yu 68; Ne­sai, Bü­yu 71, 72, 76.

3. Buhârî, Vesâya 31.

4. Zey­lai, Nas­bu’r-Ra­ye, III, 475.

5. Buhârî, İca­re, 14; Ebu Da­vud, Ak­dı­ye 12; Tir­mi­zi, Ahkâm 17.

9. Ebu Da­vud, Bü­yu 49; Tir­mi­zi, Bü­yu 73; İbn Ma­ce, Ticârât 27; Ah­med b. Han­bel, II, 327, III, 85, 106, 286.

11. bk. Ebu Da­vud, Bü­yu 49; Tir­mi­zi, Bü­yu 73; eş-Şev­ka­ni, a.g.e, V, 219.

12. ez-Zü­hay­li, el-Fık­hu’l-İslâmî, Dı­maşk 1405/1985, IV, 45, 51, 54.

13. el-Kâsânî, a.g.e, II, 21; İbn Ku­da­me, a.g.e, III, 31; Ham­di Dön­dü­ren, De­lil­le­riy­le İslâm İl­mi­ha­li, İs­tan­bul 1991, s. 518, 519.

14. İbn Ku­da­me, el-Muğ­ni, 3. bas­kı, Mı­sır 1367, IV, 240.

15. el-Bâcî, el-Müntekâ, Bey­rut 1332 H. V, 17, 187. eş-Şir­bi­ni, a.g.e, II, 214; ez-Zü­hay­li, a.g.e, IV, 818.

22. el-Mu­taf­fi­fin, 83/1-3.

23. er-Rah­man, 55/8, 9.

24. Buhârî, Bü­yu 48; Müs­lim, Bü­yu 48.

25. Müs­lim, İman 164; Ebû Dâvud, Bü­yu 50; Tir­mi­zi, Bü­yu 72.

26. el-Askalânî, Bü­lu­ğu’l-Me­ram, Terc. Ah­med Da­vu­doğ­lu, İs­tan­bul 1967, III, 55.

34. İbn Abi­din, a.g.e, IV, 159; Ali Hay­dar a.g.e, I, 589.

35. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 138, III, 921.

36. Me­cel­le, Mad. 1495.

39. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 588, 589.

40. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 589.

41. İb­nü’l-Hü­mam, a.g.e, V, 58 vd; İbn Abi­din, a.g.e, III, 406 vd; ez-Zü­hay­li, el-Fık­hu’l-İslâmî ve Edil­le­tuh, Di­maşk 1405/1985, XI­II, 219, 220.

42. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 589.

45. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 128-130; Me­cel­le, Mad. 58, 1216, 1317, 1540.

47/b. Ali Hay­dar, a.g.e, III, 901, 902, 921.

48. Ali Hay­dar, a.g.e, III, 921.

49. Ali Hay­dar, a.g.e, I, 586, 587.

50. İbn Hazm, el-Mu­hal­la, IX, 455, 456, Me­se­le: 1464; el-Ce­zi­ri, a.g.e, II, 285.

51. Ali Şa­fak, Yıl­lık I, İs­tan­bul 1978, s. 125.

54. Gazzâli, el-Mustasfå, Mı­sır 1324, I, 286.

59. Şa­fii, el-Ümm, Mı­sır 1329/1911, II, 209; İbn Kudâme, el-Muğ­ni, 3. bas­kı, Ka­hi­re 1970, IV, 240.

60. eş-Şev­ka­ni, Ney­lü’l-Ev­tar, V, 219; el-Büşrâ, eş-Şorbacî, et-Te’sir, Mı­sır 1393/1973, s. 22.

61. İbn Abi­din, a.ge, IV, 153-155.

10. bk. Ce­lal Ye­ni­çe­ri, İslâm İk­ti­sa­dı­nın Esas­la­rı, İs­tan­bul 1980, s. 354.

5/a. (el-Ba­ka­ra, 2/275).

6. en-Ni­sa, 4/29.

7. el-Ba­ka­ra, 2/275.

8. bk. es-Se­rah­si, el-Meb­sut, XI­II, 80, 91; el-Kâsânî, el-Be­da­yi’, V, 223; el-Fetâvâ’l-Hin­diy­ye, III, 162; İbn Abi­din, Red­dü’l-Muh­tar, IV, 155; Ali Hay­dar, Dü­ra­ru’l-Hukkâm, I, 598.

 Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğun­da Narh Uy­gu­la­ma­sı:

Os­man­lı hü­küm­dar­la­rı pi­ya­sa­da­ki eş­ya fi­yat­la­rıy­la ya­kın­dan il­gi­len­di­ler. Bu­nun­la hal­kın ha­yır du­a­sı­nı al­mak amaç­la­nı­yor­du. Di­ğer yan­dan dü­zen­li pi­ya­sa fi­yat­la­rı Sad­ra­zam­la­rın iti­ba­rı­nı yük­sel­ten bir un­sur­du. Ni­te­kim III. Se­lim ta­ra­fın­dan Kay­ma­kam Mu­sa Pa­şa’ya ya­zı­lan hatt-ı hu­ma­yun­da şöy­le de­nir: “... ve ibâdullahın (Al­lah’ın kul­la­rı­nın) es’ârı (narh fi­yat­la­rı) hu­sus­la­rı­na da­hi dik­kat­le fu­ka­ra ve zuafâdan  ta­raf-ı humâyûnuma ha­yır dua al­dır­ma­ya ih­ti­mam ede­sin.”65

Os­man­lı­lar­da Dev­let ih­ti­yaç duy­duk­ça idâri, malî ve ör­fi ka­nun­na­me­ler çı­kar­mış­tır. Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man’dan son­ra­ki ka­nun­na­me­ler­de narh ko­nu­su da yer al­mış­tır.66 Tevkiî Ab­dur­rah­man Pa­şa Ka­nun­na­me­sin­de şöy­le de­nil­mek­te­dir:

“Sad­ra­zam kol ge­zer­ken narh iş­le­ri­ni sa­tı­cı ve alı­cı­la­ra hak­sız­lık (ga­dir) ol­mak­sı­zın den­ge­le­yip, tut­ma­yan­la­rın hak­kın­dan ge­lir­ler­di.” Ay­nı ka­nun­na­me­nin baş­ka bir ye­rin­de şu cüm­le­ler yer alır: “Dükkân sa­hip­le­ri, sa­tış­la­rın­da kâr sı­nı­rı­nı aşa­rak müş­te­ri­le­re za­rar isa­bet et­se, umu­mi za­ra­rı de­fet­mek için Sul­tan ta­ra­fın­dan narh ta­yi­ni la­zım gel­dik­de; Dev­le­tin tem­sil­ci­si, ta­raf­sız bi­lir­ki­şi­ler­le is­ti­şa­re edip, sa­tı­cı ve alı­cı­la­ra za­rar ol­ma­mak şar­tıy­la in­san yi­ye­cek­le­ri­ne, di­ğer ih­ti­yaç mad­de­le­ri­ne ve hay­van yem­le­ri­ne narh ta­yi­ni için kâdî efen­di­ye ya­hut muh­te­si­be hı­ta­ben fer­man bu­yu­rur­lar. On­lar da­hi fer­man ge­re­ğin­ce narh ta­yin edip sü­rek­li ola­rak uy­gu­lan­ma­sı­nı iz­ler­ler. Nar­ha uy­ma­yan­la­ra du­rum­la­rı­na gö­re ta’zir ce­za­sı (İslâm Dev­le­ti­nin koy­du­ğu ce­za) ve­rir­ler.67

Çe­şit­li mad­de­le­re mev­si­mi gel­di­ğin­de narh ko­nu­lur­du. Bu­nun dı­şın­da, gı­da mad­de­le­ri­ne bi­ri kış, di­ğe­ri yaz ol­mak üze­re yıl­da iki, hat­ta ba­zan üç de­fa narh tes­bit edil­di­ği de olur­du. Narh ek­mek, pey­nir, yağ, süt ve et baş­ta ol­mak üze­re bü­tün za­ru­ri mad­de­le­re uy­gu­la­nır­dı”.68

Kâdîler narh için ay­rı­ca si­cil tu­tar­lar, za­man za­man dü­zen­le­yip ilan et­tik­le­ri narh lis­te­le­ri­ni bu si­cil­le­re iş­ler­ler­di. İs­tan­bul Kâdîsi İsa Oğ­lu Sa­di Efen­di ta­ra­fın­dan 1525 M. yı­lın­da dü­zen­le­nen narh lis­te­si­ni ör­nek ve­re­bi­li­riz. Beş say­fa­dan iba­ret olan lis­te­de; sa­bun, ke­ten ve ha­sır çe­şit­le­riy­le zift, kat­ran ve hay­van yem­le­ri­ne ait 12 ka­lem mad­de dı­şın­da, di­ğer­le­ri gı­da mad­de­le­ri­ne ait ol­mak üze­re 175 çe­şit eş­ya­nın narh fi­yat­la­rı yer al­mış­tır.69 Bu lis­te­de pe­ra­ken­de­ci kârı en dü­

Ömer Lüt­fü Bar­kan’ın neş­ret­ti­ği 1485 M. ta­rih­li İs­tan­bul İh­ti­sap Ka­nun­na­me­sin­de, üre­ti­len bir ma­lın ma­li­ye­ti üze­ri­ne sa­na­tın zah­me­ti­ne gö­re %10 ve­ya %20 ora­nın­da kâr tak­dir edil­me­si ön­gö­rül­müş­ken; 1680 M. ta­ri­hin­de IV. Meh­med dev­rin­de dü­zen­le­nen bir ka­nun­na­ma­de, ba­zı öl­çü­ler ko­nul­muş ve narh %10 kâr esa­sı­na da­yan­dı­rıl­mış­tır. An­cak zah­met­li ve emek­li iş­ler­de %20, hat­ta %40’a ka­dar va­ran kâr had­le­ri­nin uy­gu­la­na­bi­le­ce­ği be­lir­til­miş­tir. 71

15 ve 16. yüz­yıl­lar­da İs­tan­bul ve Bur­sa pi­ya­sa­sın­da gö­rü­len narh­lı ve ser­best sa­tış­lı eş­ya fi­yat­la­rı bi­ze o dö­ne­min eko­no­mik ya­pı­sı­nın sağ­lam­lı­ğı hak­kın­da da bir fi­kir ver­mek­te­dir. 1460-1560 ara­sı bir asır­lık dö­nem­de gö­rü­len fi­yat de­ği­şik­lik­le­ri şöy­le­dir:

Ser­best pi­ya­sa­da­ki mal­la­rın bi­rim fi­yat­la­rı (ak­çe ola­rak):

 

Ma­lın cins ve mik­ta­rı               Yıl 1460      1500 1560

Ko­yun (adet-ak­çe)                   15-20         25-30         70-80

Buğ­day (ki­le-ak­çe)                  3-4    4-5    10-12

Şe­ker (ok­ka-ak­çe)                   17     14     29

Pa­muk­lu bez (ar­şın-ak­çe)                 5-6    7-9    7-9

Al­tın (flo­rin)                   40     53     60

 

Yu­ka­rı­da­ki tab­lo­dan da an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, ül­ke için­de üre­ti­len ko­yun ve buğday gi­bi mal­la­rın fi­yat­la­rı­nın üç kat ka­dar art­ma­sı­na kar­şı­lık, Mı­sır’dan it­hal edi­len şe­ke­rin fi­ya­tın­da­ki ar­tış da­ha dü­şük ol­muş­tur. Ay­nı yüz­yıl için­de iş­çi gün­de­lik­le­ri ise 2-3 ak­çe­den 5-6 ak­çe­ye çı­ka­rak bir kat art­mış­tır.72

         F) Dev­le­tin Be­lir­le­di­ği Fi­yat­la­ra Uy­ma­ma­nın So­nuç­la­rı:

Narh ko­nu­lun­ca bu­na uy­ma­yan­la­rın ce­za­lan­dı­rıl­ma­sı da söz ko­nu­su olur. Ayet ve ha­dis­ler­de böy­le bir ce­za­dan söz edil­me­miş­tir. Bu du­rum­da cins, şe­kil, mik­tar ve ni­te­li­ği­ni dev­le­tin be­lir­le­ye­ce­ği bir ce­za uy­gu­la­nır ki bu­na “ta’zir ce­za­sı” de­nir.

Ebu Ha­ni­fe’ye (ö.150/657) gö­re, muh­te­si­bin çe­şit­li ti­ca­ret mal­la­rı için de­ğer­le­ri­ne uy­gun ola­rak ko­ya­ca­ğı narh fi­yat­la­rı­na ba­zı çar­şı es­na­fı uy­ma­yıp, de­ğe­rin­den da­ha yük­sek fi­yat­la sat­sa, bu kim­se­le­re ta­zir ce­za­sı ge­re­kip ge­rek­me­ye­ce­ği so­rul­muş, O, bu so­ru­ya; “Bu du­rum­da nar­ha uy­maz­sa ta’zir ce­za­sı ve­ri­le­bi­lir” di­ye ce­vap ver­miş­tir.73

Di­ğer yan­dan Hz. Pey­gam­ber’in , ıs­lak buğ­da­yın üze­ri­ne ku­ru­su­nu ya­yan sa­ha­be­yi azar­la­ma­sı, Hz. Ömer’in pi­ya­sa­da etin az ol­du­ğu bir sı­ra­da, bir kim­se­nin iki gün üst üs­te et al­dı­ğı­nı gö­rün­ce, onu kır­baç­la döv­dür­me­si, ta’zir ce­za­sı ni­te­li­ğin­de­dir.74

Ebus­su­ud Efen­di (ö.982/1574) ken­di dö­ne­min­de narh uy­gu­la­ma­sı ile il­gi­li ola­rak şöy­le de­miş­tir: “Za­ma­nı­mız­da eğer bir ma­lın 100 li­ra­dan faz­la­ya sa­tın alın­ma­sı­nı ya­sak­la­yan bir fer­man sâdır ol­du­ğu hal­de, bir kim­se 100 li­ra­lık ma­la 130 li­ra öder ve sa­hih bir mu­a­me­le ile sa­tın alır­sa, ya­ni az bir ma­la çok pa­ra öder­se bu­ra­da hi­le ve al­dat­ma (tağ­rir) söz ko­nu­su­dur. Çün­kü her ne ka­dar mu­a­ma­le­nin ken­di­si mü­bah ise de hü­kü­me­tin emir ve fer­ma­nı­na uy­mak va­cip­tir.”75

Bir islâm top­lu­mun­da dev­le­tin koy­du­ğu nar­ha uyul­mak­sı­zın ya­pı­la­cak bir alış-ve­ri­şin hük­mü ne­dir? Nar­hın üs­tün­de öde­nen faz­la­lık ge­ri alı­na­bi­lir mi?

Eğer narh hak­kın­da çı­ka­rı­lan ka­nun­da, faz­la öde­nen pa­ra­nın ge­ri ve­ril­me­ye­ce­ği hük­me bağ­lan­mış­sa bu­na uyu­lur, fa­kat dev­le­tin koy­du­ğu usul­le­re uy­gun alış-ve­riş yap­ma­dık­la­rı için alı­cı ve sa­tı­cı tev­be edin­ce­ye ve­ya iyi hal gös­te­rin­ce­ye ka­dar hap­se­di­lir. Faz­la öde­nen için sa­tı­cı­ya baş­vur­ma hak­kı ka­nun­da yer al­mış­sa, faz­la­lık ge­ri is­te­ne­bi­lir, an­cak sa­tım ak­di bo­zu­la­maz. Bu hük­mün da­yan­dı­ğı esas şu­dur: Kur’an-ı Ke­rim’de cu­ma na­ma­zı sı­ra­sın­da alış-ve­riş ya­pıl­ma­sı ya­sak­lan­mış­tır. Bu­na rağ­men, cu­ma na­ma­zı kıl­mak­la yü­küm­lü müs­lü­man bir kim­se, o sa­at­te alış-ve­riş yap­sa, sa­tım ak­di İslâm fık­hın­da mek­ruh ol­mak­la bir­lik­te so­nuç do­ğu­rur. Bu­na gö­re, mu­a­me­le­nin özü­ne ait ol­ma­yan bir ko­nu­da Al­lah’ın em­ri­ne mu­ha­le­fet bi­le sa­tım ak­di­nin fe­sa­dı­nı ge­rek­tir­me­yin­ce, narh ko­nu­sun­da­ki emir ön­ce­lik­le ge­rek­tir­mez.76

         G) Yı­kı­cı Re­ka­bet ve Narh:

İslâm ti­ca­ret­te ser­best re­ka­bet esa­sı­nı ge­tir­mek­le bir­lik­te, es­naf ve tüc­ca­rın bir­bi­ri­ni iflâs et­ti­re­cek şe­kil­de aşı­rı re­ka­be­te gir­me­si­ni ya­sak­la­mış­tır. Top­lu­ma fi­yat­la­rın aşı­rı yük­sel­me­si ne ka­dar za­rar ve­ri­yor­sa, aşı­rı fi­yat dü­şür­me­le­ri de ??????? es­naf ve tüc­ca­rın bir bö­lü­mü için  o ka­dar za­rar­lı­dır. Bir top­lum­da be­lir­li den­ge­le­rin ko­run­ma­sı ge­re­kir. Zen­gin­le yok­sul ara­sın­da­ki den­ge­yi zekât, ta­sad­duk, va­kıf, ha­yır ve ha­se­nat sağ­la­dı­ğı gi­bi, ti­ca­ret ha­ya­tın­da­ki den­ge­yi de pi­ya­sa­nın nor­mal iş­le­yi­şi sağ­lar.

Gü­nü­müz­de ge­liş­miş ül­ke­ler­de yı­kı­cı re­ka­be­te kar­şı dev­let­ler bir ta­kım ted­bir­ler al­mış­tır. Sö­zü­nü et­ti­ği­miz re­ka­bet şart­la­rı “te­kel­leş­me”le­re yol aç­mış­tır. Bun­lar­dan Tröst ve kar­tel adı ve­ri­len iki ta­ne­si­ni kı­sa­ca açık­la­ya­ca­ğız, da­ha son­ra İslâm’ın ben­zer te­kel­leş­me­ler için ge­tir­di­ği çö­züm­le­ri be­lir­le­me­ye ça­lı­şa­ca­ğız.

         1. Tröst, kar­tel ve hol­ding:

Tröst mü­te­şeb­bi­se mal sa­hi­bi adı­na ha­re­ket et­me ve onu tem­sil et­me yet­ki­si ve­ren bir ve­ka­let sis­te­mi­dir. Trös­tün çı­kış ye­ri Bir­le­şik Ame­ri­ka’dır. Tröst fik­ri XIX. yüz­yı­lın bü­yük işa­dam­la­rın­dan Rock­fel­ler’in avu­ka­tı T. Do­od’un bir bu­lu­şu­dur. T. Do­od Ame­ri­ka’da pet­rol ku­yu­la­rı­nı iş­le­ten ay­rı ve ba­ğım­sız ku­ru­luş­la­rı bir ida­re al­tın­da top­la­ma­yı dü­şün­dü. Bu amaç­la “Stan­dart Oil Com­pany” adın­da bir sen­di­ka kur­du. Bu mâlî sen­di­ka el­le­rin­de pet­rol ku­yu­la­rı­na ait his­se se­net­le­ri bu­lu­nan­la­rın, bu se­net­le­ri ken­di­si­ne tev­di et­me­le­ri­ni is­te­di ve da­ha yük­sek bir ser­ma­ye ge­li­ri va­det­ti. Böy­le­ce Rock­fel­ler, akar­ya­kıt pi­ya­sa­sı üze­rin­de ha­ki­mi­yet ku­rar­ken, pet­rol ar­zı­nı ve fi­yat­la­rı en uy­gun şart­lar­la tan­zim ve tes­bit et­me­yi de te­ke­li­ne ge­çir­miş ol­du. Bu­ra­da mü­te­şeb­bis pi­ya­sa­ya ha­kim ol­mak için bü­yük bir ser­ma­ye ri­zi­ko­su al­tı­na gir­me­mek­te ve his­se­dar­lar­dan al­dı­ğı vekâlet sa­ye­sin­de bu imkânı el­de et­mek­te­dir. Ken­di­le­ri­ne reh­ber­lik eden iş adam­la­rı­nın tec­rü­be ve be­ce­ri­si sa­ye­sin­de da­ha faz­la ge­lir ka­za­na­cak­la­rı­na ina­nan mal sa­hip­le­ri ise his­se se­net­le­ri­ni tes­lim et­mek su­re­tiy­le tröst­le­re ka­tıl­mak­ta­dır­lar.

Tröst sis­te­mi tek bir ida­re al­tın­da top­la­nan iş­let­me­le­rin pi­ya­sa­lar­da te­kel­ci­lik­ler mey­da­na ge­tir­me­si­ne yol aç­mış­tır. Bu­nun üze­ri­ne dev­let ma­kam­la­rı tröst sis­te­mi aley­hi­ne cep­he al­mak ge­re­ği­ni duy­muş­lar­dır. ABD’de 1890’da çı­ka­rı­lan Sher­man ka­nu­nu, mal sa­hi­bi­nin rey hak­kı­nı üçün­cü bir ki­şi­ye dev­ret­me­si so­nu­cun­da olu­şan tröst­le­ri (vo­ting trust) da­ğıt­mış­tır.

Tröst­le­rin ka­nun­la ya­sak­lan­ma­sı üze­ri­ne hu­kuk­çu­lar ay­nı ama­cı ger­çek­leş­ti­re­cek ye­ni for­mül­ler bul­muş­lar­dır. Trös­te bağ­lı mü­es­se­se­ler fes­he­di­lin­ce, bun­la­rı ay­nı hu­ku­ki bün­ye al­tın­da top­la­yan bü­yük şir­ket­ler ku­rul­muş­tur. Fes­he uğ­ra­yan mü­es­se­se­le­rin his­se­dar­la­rı­na ye­ni şir­ke­tin his­se se­net­le­ri ve­ril­miş­tir. Çe­şit­li şir­ket­le­rin bu şe­kil­de tek bir şir­ket ha­lin­de bir­leş­ti­ril­me­si­ne kay­naş­ma (fu­si­on) adı ve­ril­miş­tir.

An­cak Rock­fel­ler ve Car­ne­gie gi­bi bü­yük mü­te­şeb­bis­ler “kay­naş­ma sis­temi”ni kül­fet­li bul­muş­lar­dır. Kay­naş­ma sis­te­mi­nin for­ma­li­te­le­re yol aç­ma­sı, mas­raf­lı mu­a­me­le­le­ri ge­rek­tir­me­si ve ver­gi öde­me­ye se­be­bi­yet ver­me­si sa­kın­ca­lı gö­rül­müş­tür. Bu yüz­den iş adam­la­rı­nın, kay­naş­ma (fu­si­on) sis­te­min­den vaz­ge­çe­rek “hol­ding” de­ni­len baş­ka bir ti­pe yö­nel­dik­le­ri gö­rül­müş­tür.

Hol­ding; baş­ka şir­ket­le­re ait his­se se­net­le­ri­ni elin­de tu­tan bir şir­ket­tir. Hol­ding, baş­ka şir­ket­le­rin ge­nel ku­ru­lun­da ço­ğun­luk sağ­la­ya­cak ka­dar his­se se­ne­di top­la­ya­rak on­la­rın yö­ne­ti­mi­ne ha­kim ol­mak­ta­dır. Bu şe­kil­de or­ta­ya çı­kan tröst, es­ki şir­ket­le­rin hu­ku­ki du­rum­la­rın­da ve gö­rü­nüş­le­rin­de bir de­ği­şik­lik mey­da­na ge­tir­me­mek­te­dir. Hol­din­ge bağ­lı her ku­ru­luş bağım­sız­lı­ğı­nı kay­bet­mek­le bir­lik­te ay­nı isim ve sta­tü ile fa­a­li­ye­ti­ni sür­dür­mek­te­dir. Bu mü­es­se­se­le­rin diz­gin­le­ri­ni elin­de tu­tan hol­ding, tek bir men­fa­a­tı tem­sil et­ti­ğin­den, mü­es­se­se­ler ara­sın­da­ki re­ka­bet kalk­mak­ta­dır. Böy­le­ce ay­nı çe­şit üre­tim ya­pan mü­es­se­se­ler hol­ding çatı­sı al­tın­da bir­le­şin­ce o çe­şit ma­lın fi­yat­la­rın­da bir te­kel­ci­lik söz ko­nu­su ol­mak­ta­dır. Baş­ka bir te­kel­ci­lik sis­te­mi de “kar­tel” adı­nı alır.

Kar­tel; çe­şit­li fir­ma­la­rın ara­la­rın­da re­ka­be­te yer ver­me­mek ve pi­ya­sa­yı is­tis­mar et­mek üze­re kur­duk­la­rı bir bir­lik­tir. Kar­tel­le­rin mey­da­na gel­me­si ve de­vam et­me­si için, be­lir­li bir ti­ca­ret eş­ya­sı­nın te­kel­ci­li­ği za­ru­ri bir şart­tır. Bun­lar sa­tış şart­la­rı­nı bir­leş­tir­me, sü­rüm pa­zar­la­rı­nı ara­la­rın­da bö­lüş­me, or­tak bü­ro aç­ma ve as­ga­ri bir sa­tış be­de­li be­lir­le­me gi­bi amaç­lar­la ku­ru­lur.77

Tröst­le­rin yı­kı­cı re­ka­be­ti şu şe­kil­de ce­re­yan eder. Tröst­ler ön­ce pi­ya­sa­ya yük­sek fi­yat­la mal sü­rer­ler. Bu du­rum kü­çük ra­kip fir­ma­la­ra ce­sa­ret ve­rir ve on­la­rı faz­la mik­tar­da üre­tim ve stok yap­ma­ya sev­ke­der. Bun­lar tü­ke­ti­ci­le­rin rağ­be­ti­ne gü­ve­ne­rek mal ar­zı­nı ge­niş­le­tir ve ma­li ta­ah­hüt­le­ri­ni art­tı­rır­lar. Tröst ra­kip­le­rin pi­ya­sa­ya çok açıl­dı­ğı anı kol­lar ve za­ma­nı ge­lin­ce fi­yat­la­rı bir­den­bi­re ve önem­li öl­çü­de dü­şü­re­rek, kü­çük fir­ma­la­rı mal sa­ta­maz ve bo­no­la­rı­nı öde­ye­mez du­ru­ma dü­şü­rür. Bu­nun so­nu­cun­da, pi­ya­sa­da dü­rüst kal­mak is­te­yen iş ada­mı ya if­las­la kar­şı kar­şı­ya ka­lır ya da trös­te ka­tıl­mak zo­run­da bı­ra­kı­lır.

İş­te adı tröst, kar­tel, kay­naş­ma ve­ya baş­ka ol­sun, bir pi­ya­sa­da ken­di ara­la­rın­da giz­li ve­ya açık an­la­şa­rak te­kel­ci­lik oluş­tur­mak ve bu yol­la top­lu­ma ya da dü­rüst ti­ca­ret yap­ma­ya ça­lı­şan es­naf ve tüc­car ke­si­mi­ne za­rar ver­mek ser­best pi­ya­sa eko­no­mi­si­nin aş­ma­sı ge­re­ken bir en­gel­dir. Bu yüz­den aşa­ğı­da İslâm’ın yı­kı­cı re­ka­bet­le ve­ya top­lu­ma za­rar ver­me­ye yö­ne­lik te­kel­ci­lik­le il­gi­li esas­la­rı­nı be­lir­le­me­ye ça­lı­şa­ca­ğız.

         2. İslâm ve yı­kı­cı re­ka­bet:

İslâm, top­lum­la il­gi­li ko­nu­lar­da da­i­ma mas­la­hat pren­si­bin­den ha­re­ket etmiş­tir. Mas­la­hat da en ge­niş an­la­mıy­la; top­lum için ya­rar­lı ola­nı al­mak, za­rar­lı ola­nı da ter­ket­mek ola­rak ta­rif edi­le­bi­lir. Eko­no­mi ve ti­ca­ret ha­ya­tın­da bir mu­a­me­le eğer so­nuç­ta top­lum za­ra­rı­na bir so­nuç do­ğu­ra­cak­sa bu mu­a­me­le işin ba­şın­da ya­sak­la­na­rak top­lum ko­run­muş­tur. Fa­i­zin, ka­ra­bor­sa­cı­lı­ğın, şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tış yap­ma­sı­nın ve yi­ne dı­şar­dan mal ge­ti­ren­le­rin şe­hir ke­na­rın­da kar­şı­la­nıp mal­la­rı­nın alın­ma­sı­nın ya­sak­lan­ma­sı bu ama­ca yö­ne­lik­tir. Hz. Pey­gam­ber; “Siz­den ba­zı­nız mü’min kar­de­şi­nin sa­tı­şı üs­tü­ne sa­tış yap­ma­sın”78 bu­yur­muş­tur. Bu­na gö­re, ti­ca­ret­le uğ­ra­şan her şa­hıs ve­ya mü­es­se­se ser­best ha­re­ket ede­bil­me­li ve dış mü­da­ha­le­ler­den ko­run­ma­lı­dır.

İmam Ma­lik’e gö­re pi­ya­sa fi­ya­tı­nın ne al­tın­da ve ne de üs­tün­de bir fi­yat­la sa­tış ya­pıl­ma­ma­lı­dır. Pi­ya­sa fi­ya­tı ti­ca­ret ya­pan­la­rın bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nun ser­best re­ka­bet­le oluş­tur­du­ğu sa­tış be­del­le­ri­dir. Bu gö­rü­şün da­yan­dı­ğı de­lil Hz. Ömer’in, Hâtıb b. Ebi Bel­tea’ya söy­le­di­ği narh’la il­gi­li söz­ler­le, Ömer b. Ab­di­la­ziz’in (ö.101/720) uy­gu­la­ma­sı­dır. İkin­ci Ömer ola­rak ün ya­pan bu ha­li­fe dö­ne­min­de bir böl­ge hal­kı, di­ğer böl­ge hal­kı­nı en­gel­le­mek üze­re fi­yat­la­rın­da in­di­rim yap­mış­lar­dı. Ha­li­fe, fi­yat­la­rın Al­lah’ın elin­de ol­du­ğu­nu be­lir­te­rek, ken­di­le­rin­den bu du­ru­ma son ver­me­le­ri­ni is­te­miş­tir.79 Fi­yat­la­rın Al­lah’ın elin­de olu­şu; pi­ya­sa­nın su­ni dış et­ki­ler ol­mak­sı­zın ken­di re­ka­bet ku­ral­la­rı için­de ça­lış­ma­sı ve böy­le­ce fi­yat­la­rın ta­bii olu­şu­mu an­la­mı­na ge­lir.

Ma­li­ki fa­kih­ler­den el-Bâcî (ö.403/1100), pi­ya­sa fi­ya­tı dı­şı­na çı­kan­lar hak­kın­da şöy­le der: “Bir ki­şi ve­ya kü­çük bir grup tüc­car, bü­yük ço­ğun­lu­ğa mu­ha­le­fet ede­rek fi­yat­la­rı dü­şür­müş­ler­se; on­la­ra ço­ğun­lu­ğun sat­tı­ğı fi­yat­tan sat­ma­la­rı, ak­si hal­de alış-ve­ri­şi ter­ket­me­le­ri em­re­di­lir. An­cak bir ki­şi ve­ya kü­çük bir grup, fi­yat­la­rı yük­sel­tir­ler­se, ço­ğun­lu­ğa bu yük­sek fi­yat­tan sa­tış yap­ma­la­rı em­re­dil­mez.”80

Nor­mal iş­le­yen bir pi­ya­sa­da sırf ra­kip­le­ri za­ra­ra sok­mak ve­ya on­la­rın pi­ya­sa­dan çe­kil­me­si­ni sağ­la­mak ama­cıy­le fi­yat­la­rın ba­zı ki­şi ve­ya mü­es­se­se­ler­ce önem­li öl­çü­de in­di­ril­me­si kı­sa va­de­de top­lum ya­ra­rı­na gi­bi gö­rü­nü­yor­sa da, ra­kip­ler pi­ya­sa­dan çe­ki­lin­ce, da­ha ön­ce fi­yat dü­şü­ren fir­ma­la­rın bu de­fa fi­yat­la­rı aşı­rı yük­selt­me­le­ri söz ko­nu­su olur. Çün­kü kar­şı­la­rın­da fi­yat­la­rı den­ge­le­me­de et­ki­li ola­cak ra­kip fir­ma kal­ma­mış­tır.

Ebu Ha­ni­fe yı­kı­cı re­ka­bet ko­nu­su­na do­lay­lı yol­dan te­mas et­miş­tir. Şöy­le ki; bir men­kul ve­ya gay­ri men­ku­lü pay­laş­ma hak­kı­na sa­hip olan­la­rın, sırf ma­lın de­ğe­ri­ni yük­sel­te­rek fi­ya­tı art­tır­mak ama­cıy­la ara­la­rın­da an­la­şıp or­tak­lık kur­ma­la­rıca­iz de­ğil­dir. İbn Tey­miy­ye (728/1327) ve İbn Kay­yim el-Cev­ziy­ye (ö.750/1350) bu esa­sı da­ha ge­niş bir tüc­car ke­si­mi­ne teş­mil ede­rek şöy­le de­miş­ler­dir: “Bel­li bir mal çe­şi­di­ni alıp sat­mak­ta olan bir grup tüc­car pi­ya­sa fi­ya­tın­dan da­ha dü­şük olan ve ken­di ka­rar­laş­tır­dık­la­rı bir fi­yat­la sa­tın ala­rak zu­lüm eder­ler­se ve sat­tık­la­rı­nı da pi­ya­sa fi­ya­tın­dan da­ha yük­sek bir fi­ya­ta sa­tar ve ara­la­rın­da or­tak­lık ku­rup el­de et­tik­le­ri­ni bö­lü­şür­ler­se, bu iş­ten me­ne­di­lir­ler.” 81

So­nuç ola­rak bir islâm top­lu­mun­da pi­ya­sa nor­mal iş­le­di­ği, arz-ta­lep den­ge­si ku­ru­la­bil­di­ği ve fi­yat­lar ser­best re­ka­bet­le gü­ven­li bir or­tam­da oluş­tu­ğu sü­re­ce dev­let mü­da­ha­le­ci ol­ma­ma­lı­dır. An­cak tröst ve kar­tel ben­ze­ri te­kel­ci­lik­ler olu­şur ve top­lum bun­lar­dan za­rar gör­me­ye baş­lar­sa, dev­let bun­la­rın üze­ri­ne ce­sa­ret­le git­me­li ve ta­bii pi­ya­sa şart­la­rı olu­şun­ca­ya ka­dar es­naf, tüc­car ve sa­na­yi­ci üze­rin­de var­lı­ğı­nı his­set­tir­me­li­dir. Dev­let bu­nu ya­par­ken İslâm’ın “iyi­li­ği emir ve kö­tü­lük­ten ne­hiy”82  pren­si­bi­ni uy­gu­la­mış olur.