IV- DEVLETİN FİYATLARA MÜDAHALESİ (NARH)
A) Narh Terimi ve Kapsamı:
Bir İslâm toplumunda devletin, toplum işlerini “maslahat prensibi”ne göre düzenlemesi gerekir. Maslahat ise geniş anlamıyla “yararlı olanı elde etmek, zararlı olanı ise gidermektir.”54 Bu yüzden toplumun içiçe bulunduğu ekonomik problemleri düzene sokmak ve aşırı fiyat yükselmeleri karşısında toplumu ezdirmemek onun görevleri arasındadır. Acaba böyle bir düzenlemede fiyatlara müdahale ederek, sınırlamalar getirmek mümkün müdür? Yoksa sonuna kadar serbest pazar ilkesi işletilmeli midir? Konuyu İslâmî açıdan açıklamaya çalışacağız.
Arapça “tes’îr” mastarı sözlükte; bir mala narh koymak, fiyat belirlemek ve bir malın fiyatını sınırlamak gibi anlamlara gelir. Bir ekonomi terimi olarak eşya fiyatlarının devlet; belediye veya başka yetkililerce belirlenmesi ve esnaf ve tüccarın bu fiyatların dışına çıkmasının yasaklanmasıdır.
Bir devlet fiyatlara; narh koymak veya kâr hadlerini belirlemek yahut satışları vesika usulüne bağlamak suretiyle üç şekilde müdahale edebilir.
Narh genellikle en yüksek satış fiyatını belirlemek şeklinde olursa da kimi durumlarda üreticileri korumak amacıyla en düşük satış fiyatını belirlemek biçiminde de olabilir. Birinci durumda malın narh fiyatının üstünde, ikinci durumdaysa narh fiyatının altında satışı yasaklanmış olur. Kimi zaman da narh tek fiyat olarak belirlenir ve bunun altında ya da üstünde bir fiyatla satış yasaklanır. Beşerî ekonomide eskiden beri, devletin fiyatları kontrol etmesinin lehinde ve aleyhinde birbiriyle çarpışan iki tez vardır. Bunlardan birincisi; piyasa serbestliğinin korunmasını ve fiyatlara müdahale edilmemesini savunur. İkinci tez ise, piyasa muamelelerinin satıcı ve alıcı arasında dengeli bir biçimde, adaletli bir fiyat düzenlemesine ihtiyaç olduğu görüşünü benimser.55
İslâm fıkhında da
başlangıçta narhın lehinde ve aleyhinde olmak üzere iki görüş
ortaya çıkmıştır.
B) Narhın Aleyhinde Olan Görüş ve Delilleri:
Ebu Hanife ve İmam Şafii’nin meylettiği bu görüşe göre; bir kimse, kendi malı üzerinde, başkalarına zarar vermemek şartıyla dilediği gibi tasarruf edebilir. Onu serbest iradesiyle dilediği fiyata satabilir veya dilediği fiyata mal satın alır. Hile, yalan ve aldatma olmayınca ahlâk ölçüleri içinde, arz ve talebin karşılaşması sonucu oluşan piyasa fiyatlarına dış müdahaleler uygun değildir. Fiyat koyan ve ucuzluk meydana getiren yüce Allah’tır. Hz. Peygamber (s.a) de kendi döneminde narh uygulamamıştır.
Bu görüşte olanların dayandığı deliller şunlardır:
Allahü Teâlâ; “Birbirinizin mallarını batıl yollarla yemeyiniz. Ancak bu, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı olursa müstesnadır.”56 buyurur. Bu ayete göre, alış-verişte karşılıklı rıza gerekir. Narh ise bu rızaya engel olur.
Medine’de fiyatlar pahalılanınca Allah elçisinden narh koyması istenmiş, bunun üzerine o şöyle buyurmuştur:
“Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık yüzünden hakkını benden ister olduğu halde Rabbime kavuşmak istemem.”57
Yine kimi sahabelerin Hz. Peygamber’e “Bize narh koy” demeleri üzerine Allah elçisinin; “Belki bu konuda Allah’a dua ederim”, “Belki fiyatları ucuzlatan ve pahalandıran Allah’tır” 58 sözleriyle cevap verdiği nakledilmiştir.
Diğer yandan Hz. Ömer’in (ö.23/643) halifeliği sırasında gereksiz yere üzüm fiyatlarını düşüren Hatıb b. Ebi Beltea’ya önce müdahale ederek ticaretten menettiği, ancak daha sonra evine kadar giderek ona şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sana söylediklerim ne emirdir, ne de hüküm. Bu belde halkının maslahatı için istediğim bir şeydir. Şimdi serbestsin, nasıl ve nerede istersen satabilirsin.”59
Narh yasağının dayandığı illet şöyle açıklanmıştır: Narh ticaret yapanları hacr (kısıtlama) altına almak anlamına gelir. Devlet halkın bütün kesimlerinin maslahatını gözetmekle yükümlüdür. Fiyatları aşırı derecede düşürerek tüketicilerin yararını gözetmekle pahalılık oluşturarak tüccar ve esnafın yararını gözetmek arasında fark yoktur. İki zıt maslahat çelişince bunu ictihatla çözümlemek gerekir. Mal sahibini razı olmadığı bir fiyatla satışa zorlamak alış-verişte karşılıklı rızayı şart koşan ayete zıt düşer. Çoğunluk müctehitler bu görüştedir.60
C) Narhı Caiz Görenler ve Delilleri:
Ticaret hayatında Devletin gerektiğinde narha başvurabileceğini söyleyenler, yukarıda zikrettiğimiz narhın aleyhinde sayılan hadiselerin narh konusunda yasaklama getirmek amacıyla söylenmediği kanaatindedirler. Çünkü bu hadislerde; “Narh koymayınız”, “Narh koymak helal değildir” denilmemiş, “Fiyat koyan, darlık ve bolluk veren Allah’tır”, “Ben bu konuda Allah’a dua ederim” gibi ifadeler kullanılmıştır.
Bu hadislerden çıkan sonuç şudur: “Allah bütün nimetlerin yaratıcısıdır. O, dilerse heryerde yarattıklarının hepsine bol bol rızık verir.” Ancak bu durum yüce Allah’ın yüksek fiyatlar koyarak insanların birbirini aldatmasından ve karaborsacılık yapmasından hoşnut ve razı olduğu anlamına gelmez. Çünkü haksız ve ölçüsüz olarak piyasa fiyatlarını yükselten kimse, insanların mallarını bâtıl yollarla yemiş ve onları Allah’ın mübah kıldığı şeylerden mahrum etmiş olur.
Buna göre narh hadisleri ile Hz. Ömer dönemindeki uygulama, devletin piyasa fiyatlarına müdahalesini meşrû gösterecek güçte değildir. Ağırlık noktası narhın aleyhindedir. İslâm’ın ilk dönemlerinde serbest pazar fiyatları her zaman bir ölçü olmuş ve fiyatların serbest rekabetle oluşması anlayışı hâkim bulunmuştur. 61
İslâm’da narhla
ilgili nass’lar ticaret ahlâkının üstün olduğu, tüketicinin
istismar edilmediği ve karaborsanın görülmediği bir ekonomik
ortamda gelmiştir. Böyle bir saadet asrında narha ihtiyaç
duyulmaması normal sayılmalıdır. Ancak giderek ahlâkın bozulması,
fiyatların sun’î olarak yükselmeye başlaması ve toplumun bundan
zarar görmesi üzerine bazı Tabiiler Devletin narh koymasını caiz
gördüler. Said b. el-Müseyyeb (ö.94/712), Rabia b. Abdirrahman
(ö.136/753), Yahya b. Said el-Ensârî (ö.143/760) bunlar arasındadır.62
D) Narh Uygulamasının Yaygınlaşması:
Tâbiîn müctehitlerinden kimilerinin maslahat prensibine dayanarak narhın lehinde verdiği fetva, bazı mezhep müctehitlerince de benimsenmiştir. İmam Malik (ö.179/795), Devletin piyasanın normal fiyatları dışına çıkanlara engel olması gerektiğini söylerken, Şafii (ö.204/819) kıtlık yıllarında, narh uygulanmasını; sonraki İslâm fakihlerinden (müteahhirûn) bazıları ise toplumun zarara uğramaması için çeşitli gıda maddelerine narh konulmasını caiz görmüşlerdir.63
Fiyatların yükselmesine etki yapan çeşitli faktörler vardır. Paranın değer kaybetmesi ile arz-talep dengesinin bozulması bunların başında gelir. Enflasyon terimiyle ifade edilen paranın değer kaybı üzerinde ileride ayrıca duracağız. Arz ve talep arasındaki denge bozukluğuna gelince; bir ticaret piyasasında halkın belli malları talebi fazla olur ve piyasaya arzedilen mallar halkın ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde bulunmazsa, mal darlığı başgösterir. Darlık bu çeşit mal fiyatlarının yükselmesine yol açar. Fiyatlarda düşüş olduğu zaman talebin artması, pahalılandığı zaman ise, talebin azalması yönünde genel olarak açık bir temayül vardır. Ancak bazan gösteriş için yapılan tüketimde ve bağımlılık yapan maddelerin kullanımında enflasyona bağlı bazı psikolojik etkilerin bir özelliği olarak pahalılığın talebi tahrik etiğine de rastlanır.64
Diğer yandan birden zengin olma hırsı, tüccarda mal darlığından yararlanma meyli doğurur. Kimi zamanda karaborsacılık yaparak, mal darlığı yapay bir şekilde meydana getirilir ve fiyatların normalin üstünde yükselmesi sağlanır. Acaba bu gibi durumlarda Devlet fiyatlara müdahale edemez mi?
Kanaatimizce, bir İslâm toplumunda Devlet maslahat prensibinden hareket ederek narh konusunda ne üretici ve tüccarı ve ne de geniş tüketici kesimini mağdur etmeyecek orta bir yol izlemelidir. Bu da özellikle gıda maddesi, benzin, tüp gaz, odun, kömür gibi geniş halk kitlelerini ilgilendiren “temel ihtiyaç maddeleri”nin fiyatlarını kontrol altında tutmakla gerçekleşir. Bu arada darlığı çekilen malların bollaşması için gereken önlemlerin gecikmeden alınması fiyatlarda normal dengenin kurulmasına yardımcı olur.
1. el-Bakara, 2/16.
2. Tirmizi, Büyu 19; Ebu Davud, Büyu 68; Nesai, Büyu 71, 72, 76.
3. Buhârî, Vesâya 31.
4. Zeylai, Nasbu’r-Raye, III, 475.
5. Buhârî, İcare, 14; Ebu Davud, Akdıye 12; Tirmizi, Ahkâm 17.
9. Ebu Davud, Büyu 49; Tirmizi, Büyu 73; İbn Mace, Ticârât 27; Ahmed b. Hanbel, II, 327, III, 85, 106, 286.
11. bk. Ebu Davud, Büyu 49; Tirmizi, Büyu 73; eş-Şevkani, a.g.e, V, 219.
12. ez-Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmî, Dımaşk 1405/1985, IV, 45, 51, 54.
13. el-Kâsânî, a.g.e, II, 21; İbn Kudame, a.g.e, III, 31; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, s. 518, 519.
14. İbn Kudame, el-Muğni, 3. baskı, Mısır 1367, IV, 240.
15. el-Bâcî, el-Müntekâ, Beyrut 1332 H. V, 17, 187. eş-Şirbini, a.g.e, II, 214; ez-Zühayli, a.g.e, IV, 818.
22. el-Mutaffifin, 83/1-3.
23. er-Rahman, 55/8, 9.
24. Buhârî, Büyu 48; Müslim, Büyu 48.
25. Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Büyu 50; Tirmizi, Büyu 72.
26. el-Askalânî, Büluğu’l-Meram, Terc. Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1967, III, 55.
34. İbn Abidin, a.g.e, IV, 159; Ali Haydar a.g.e, I, 589.
35. Ali Haydar, a.g.e, I, 138, III, 921.
36. Mecelle, Mad. 1495.
39. Ali Haydar, a.g.e, I, 588, 589.
40. Ali Haydar, a.g.e, I, 589.
41. İbnü’l-Hümam, a.g.e, V, 58 vd; İbn Abidin, a.g.e, III, 406 vd; ez-Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, Dimaşk 1405/1985, XIII, 219, 220.
42. Ali Haydar, a.g.e, I, 589.
45. Ali Haydar, a.g.e, I, 128-130; Mecelle, Mad. 58, 1216, 1317, 1540.
47/b. Ali Haydar, a.g.e, III, 901, 902, 921.
48. Ali Haydar, a.g.e, III, 921.
49. Ali Haydar, a.g.e, I, 586, 587.
50. İbn Hazm, el-Muhalla, IX, 455, 456, Mesele: 1464; el-Ceziri, a.g.e, II, 285.
51. Ali Şafak, Yıllık I, İstanbul 1978, s. 125.
54. Gazzâli, el-Mustasfå, Mısır 1324, I, 286.
59. Şafii, el-Ümm, Mısır 1329/1911, II, 209; İbn Kudâme, el-Muğni, 3. baskı, Kahire 1970, IV, 240.
60. eş-Şevkani, Neylü’l-Evtar, V, 219; el-Büşrâ, eş-Şorbacî, et-Te’sir, Mısır 1393/1973, s. 22.
61. İbn Abidin, a.ge, IV, 153-155.
10. bk. Celal Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980, s. 354.
5/a. (el-Bakara, 2/275).
6. en-Nisa, 4/29.
7. el-Bakara, 2/275.
8. bk. es-Serahsi, el-Mebsut, XIII, 80, 91; el-Kâsânî, el-Bedayi’, V, 223; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, III, 162; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, IV, 155; Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm, I, 598.
Osmanlı İmparatorluğunda Narh Uygulaması:
Osmanlı hükümdarları piyasadaki eşya fiyatlarıyla yakından ilgilendiler. Bununla halkın hayır duasını almak amaçlanıyordu. Diğer yandan düzenli piyasa fiyatları Sadrazamların itibarını yükselten bir unsurdu. Nitekim III. Selim tarafından Kaymakam Musa Paşa’ya yazılan hatt-ı humayunda şöyle denir: “... ve ibâdullahın (Allah’ın kullarının) es’ârı (narh fiyatları) hususlarına dahi dikkatle fukara ve zuafâdan taraf-ı humâyûnuma hayır dua aldırmaya ihtimam edesin.”65
Osmanlılarda Devlet ihtiyaç duydukça idâri, malî ve örfi kanunnameler çıkarmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’dan sonraki kanunnamelerde narh konusu da yer almıştır.66 Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesinde şöyle denilmektedir:
“Sadrazam kol gezerken narh işlerini satıcı ve alıcılara haksızlık (gadir) olmaksızın dengeleyip, tutmayanların hakkından gelirlerdi.” Aynı kanunnamenin başka bir yerinde şu cümleler yer alır: “Dükkân sahipleri, satışlarında kâr sınırını aşarak müşterilere zarar isabet etse, umumi zararı defetmek için Sultan tarafından narh tayini lazım geldikde; Devletin temsilcisi, tarafsız bilirkişilerle istişare edip, satıcı ve alıcılara zarar olmamak şartıyla insan yiyeceklerine, diğer ihtiyaç maddelerine ve hayvan yemlerine narh tayini için kâdî efendiye yahut muhtesibe hıtaben ferman buyururlar. Onlar dahi ferman gereğince narh tayin edip sürekli olarak uygulanmasını izlerler. Narha uymayanlara durumlarına göre ta’zir cezası (İslâm Devletinin koyduğu ceza) verirler.67
Çeşitli maddelere mevsimi geldiğinde narh konulurdu. Bunun dışında, gıda maddelerine biri kış, diğeri yaz olmak üzere yılda iki, hatta bazan üç defa narh tesbit edildiği de olurdu. Narh ekmek, peynir, yağ, süt ve et başta olmak üzere bütün zaruri maddelere uygulanırdı”.68
Kâdîler narh için ayrıca sicil tutarlar, zaman zaman düzenleyip ilan ettikleri narh listelerini bu sicillere işlerlerdi. İstanbul Kâdîsi İsa Oğlu Sadi Efendi tarafından 1525 M. yılında düzenlenen narh listesini örnek verebiliriz. Beş sayfadan ibaret olan listede; sabun, keten ve hasır çeşitleriyle zift, katran ve hayvan yemlerine ait 12 kalem madde dışında, diğerleri gıda maddelerine ait olmak üzere 175 çeşit eşyanın narh fiyatları yer almıştır.69 Bu listede perakendeci kârı en dü
Ömer Lütfü Barkan’ın neşrettiği 1485 M. tarihli İstanbul İhtisap Kanunnamesinde, üretilen bir malın maliyeti üzerine sanatın zahmetine göre %10 veya %20 oranında kâr takdir edilmesi öngörülmüşken; 1680 M. tarihinde IV. Mehmed devrinde düzenlenen bir kanunnamade, bazı ölçüler konulmuş ve narh %10 kâr esasına dayandırılmıştır. Ancak zahmetli ve emekli işlerde %20, hatta %40’a kadar varan kâr hadlerinin uygulanabileceği belirtilmiştir. 71
15 ve 16. yüzyıllarda İstanbul ve Bursa piyasasında görülen narhlı ve serbest satışlı eşya fiyatları bize o dönemin ekonomik yapısının sağlamlığı hakkında da bir fikir vermektedir. 1460-1560 arası bir asırlık dönemde görülen fiyat değişiklikleri şöyledir:
Serbest piyasadaki malların birim fiyatları (akçe olarak):
Malın cins ve miktarı Yıl 1460 1500 1560
Koyun (adet-akçe) 15-20 25-30 70-80
Buğday (kile-akçe) 3-4 4-5 10-12
Şeker (okka-akçe) 17 14 29
Pamuklu bez (arşın-akçe) 5-6 7-9 7-9
Altın (florin) 40 53 60
Yukarıdaki
tablodan da anlaşılacağı gibi, ülke içinde üretilen koyun ve buğday
gibi malların fiyatlarının üç kat kadar artmasına karşılık,
Mısır’dan ithal edilen şekerin fiyatındaki artış daha düşük
olmuştur. Aynı yüzyıl içinde işçi gündelikleri ise 2-3 akçeden 5-6
akçeye çıkarak bir kat artmıştır.72
F) Devletin Belirlediği Fiyatlara Uymamanın Sonuçları:
Narh konulunca buna uymayanların cezalandırılması da söz konusu olur. Ayet ve hadislerde böyle bir cezadan söz edilmemiştir. Bu durumda cins, şekil, miktar ve niteliğini devletin belirleyeceği bir ceza uygulanır ki buna “ta’zir cezası” denir.
Ebu Hanife’ye (ö.150/657) göre, muhtesibin çeşitli ticaret malları için değerlerine uygun olarak koyacağı narh fiyatlarına bazı çarşı esnafı uymayıp, değerinden daha yüksek fiyatla satsa, bu kimselere tazir cezası gerekip gerekmeyeceği sorulmuş, O, bu soruya; “Bu durumda narha uymazsa ta’zir cezası verilebilir” diye cevap vermiştir.73
Diğer yandan Hz. Peygamber’in , ıslak buğdayın üzerine kurusunu yayan sahabeyi azarlaması, Hz. Ömer’in piyasada etin az olduğu bir sırada, bir kimsenin iki gün üst üste et aldığını görünce, onu kırbaçla dövdürmesi, ta’zir cezası niteliğindedir.74
Ebussuud Efendi (ö.982/1574) kendi döneminde narh uygulaması ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Zamanımızda eğer bir malın 100 liradan fazlaya satın alınmasını yasaklayan bir ferman sâdır olduğu halde, bir kimse 100 liralık mala 130 lira öder ve sahih bir muamele ile satın alırsa, yani az bir mala çok para öderse burada hile ve aldatma (tağrir) söz konusudur. Çünkü her ne kadar muamalenin kendisi mübah ise de hükümetin emir ve fermanına uymak vaciptir.”75
Bir islâm toplumunda devletin koyduğu narha uyulmaksızın yapılacak bir alış-verişin hükmü nedir? Narhın üstünde ödenen fazlalık geri alınabilir mi?
Eğer narh hakkında
çıkarılan kanunda, fazla ödenen paranın geri verilmeyeceği hükme
bağlanmışsa buna uyulur, fakat devletin koyduğu usullere uygun
alış-veriş yapmadıkları için alıcı ve satıcı tevbe edinceye veya iyi
hal gösterinceye kadar hapsedilir. Fazla ödenen için satıcıya
başvurma hakkı kanunda yer almışsa, fazlalık geri istenebilir,
ancak satım akdi bozulamaz. Bu hükmün dayandığı esas şudur: Kur’an-ı
Kerim’de cuma namazı sırasında alış-veriş yapılması
yasaklanmıştır. Buna rağmen, cuma namazı kılmakla yükümlü
müslüman bir kimse, o saatte alış-veriş yapsa, satım akdi İslâm
fıkhında mekruh olmakla birlikte sonuç doğurur. Buna göre,
muamelenin özüne ait olmayan bir konuda Allah’ın emrine muhalefet
bile satım akdinin fesadını gerektirmeyince, narh konusundaki
emir öncelikle gerektirmez.76
G) Yıkıcı Rekabet ve Narh:
İslâm ticarette serbest rekabet esasını getirmekle birlikte, esnaf ve tüccarın birbirini iflâs ettirecek şekilde aşırı rekabete girmesini yasaklamıştır. Topluma fiyatların aşırı yükselmesi ne kadar zarar veriyorsa, aşırı fiyat düşürmeleri de ??????? esnaf ve tüccarın bir bölümü için o kadar zararlıdır. Bir toplumda belirli dengelerin korunması gerekir. Zenginle yoksul arasındaki dengeyi zekât, tasadduk, vakıf, hayır ve hasenat sağladığı gibi, ticaret hayatındaki dengeyi de piyasanın normal işleyişi sağlar.
Günümüzde
gelişmiş ülkelerde yıkıcı rekabete karşı devletler bir takım
tedbirler almıştır. Sözünü ettiğimiz rekabet şartları
“tekelleşme”lere yol açmıştır. Bunlardan Tröst ve kartel adı verilen
iki tanesini kısaca açıklayacağız, daha sonra İslâm’ın benzer
tekelleşmeler için getirdiği çözümleri belirlemeye
çalışacağız.
1. Tröst, kartel ve holding:
Tröst müteşebbise mal sahibi adına hareket etme ve onu temsil etme yetkisi veren bir vekalet sistemidir. Tröstün çıkış yeri Birleşik Amerika’dır. Tröst fikri XIX. yüzyılın büyük işadamlarından Rockfeller’in avukatı T. Dood’un bir buluşudur. T. Dood Amerika’da petrol kuyularını işleten ayrı ve bağımsız kuruluşları bir idare altında toplamayı düşündü. Bu amaçla “Standart Oil Company” adında bir sendika kurdu. Bu mâlî sendika ellerinde petrol kuyularına ait hisse senetleri bulunanların, bu senetleri kendisine tevdi etmelerini istedi ve daha yüksek bir sermaye geliri vadetti. Böylece Rockfeller, akaryakıt piyasası üzerinde hakimiyet kurarken, petrol arzını ve fiyatları en uygun şartlarla tanzim ve tesbit etmeyi de tekeline geçirmiş oldu. Burada müteşebbis piyasaya hakim olmak için büyük bir sermaye rizikosu altına girmemekte ve hissedarlardan aldığı vekâlet sayesinde bu imkânı elde etmektedir. Kendilerine rehberlik eden iş adamlarının tecrübe ve becerisi sayesinde daha fazla gelir kazanacaklarına inanan mal sahipleri ise hisse senetlerini teslim etmek suretiyle tröstlere katılmaktadırlar.
Tröst sistemi tek bir idare altında toplanan işletmelerin piyasalarda tekelcilikler meydana getirmesine yol açmıştır. Bunun üzerine devlet makamları tröst sistemi aleyhine cephe almak gereğini duymuşlardır. ABD’de 1890’da çıkarılan Sherman kanunu, mal sahibinin rey hakkını üçüncü bir kişiye devretmesi sonucunda oluşan tröstleri (voting trust) dağıtmıştır.
Tröstlerin kanunla yasaklanması üzerine hukukçular aynı amacı gerçekleştirecek yeni formüller bulmuşlardır. Tröste bağlı müesseseler feshedilince, bunları aynı hukuki bünye altında toplayan büyük şirketler kurulmuştur. Feshe uğrayan müesseselerin hissedarlarına yeni şirketin hisse senetleri verilmiştir. Çeşitli şirketlerin bu şekilde tek bir şirket halinde birleştirilmesine kaynaşma (fusion) adı verilmiştir.
Ancak Rockfeller ve Carnegie gibi büyük müteşebbisler “kaynaşma sistemi”ni külfetli bulmuşlardır. Kaynaşma sisteminin formalitelere yol açması, masraflı muameleleri gerektirmesi ve vergi ödemeye sebebiyet vermesi sakıncalı görülmüştür. Bu yüzden iş adamlarının, kaynaşma (fusion) sisteminden vazgeçerek “holding” denilen başka bir tipe yöneldikleri görülmüştür.
Holding; başka şirketlere ait hisse senetlerini elinde tutan bir şirkettir. Holding, başka şirketlerin genel kurulunda çoğunluk sağlayacak kadar hisse senedi toplayarak onların yönetimine hakim olmaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan tröst, eski şirketlerin hukuki durumlarında ve görünüşlerinde bir değişiklik meydana getirmemektedir. Holdinge bağlı her kuruluş bağımsızlığını kaybetmekle birlikte aynı isim ve statü ile faaliyetini sürdürmektedir. Bu müesseselerin dizginlerini elinde tutan holding, tek bir menfaatı temsil ettiğinden, müesseseler arasındaki rekabet kalkmaktadır. Böylece aynı çeşit üretim yapan müesseseler holding çatısı altında birleşince o çeşit malın fiyatlarında bir tekelcilik söz konusu olmaktadır. Başka bir tekelcilik sistemi de “kartel” adını alır.
Kartel; çeşitli firmaların aralarında rekabete yer vermemek ve piyasayı istismar etmek üzere kurdukları bir birliktir. Kartellerin meydana gelmesi ve devam etmesi için, belirli bir ticaret eşyasının tekelciliği zaruri bir şarttır. Bunlar satış şartlarını birleştirme, sürüm pazarlarını aralarında bölüşme, ortak büro açma ve asgari bir satış bedeli belirleme gibi amaçlarla kurulur.77
Tröstlerin yıkıcı rekabeti şu şekilde cereyan eder. Tröstler önce piyasaya yüksek fiyatla mal sürerler. Bu durum küçük rakip firmalara cesaret verir ve onları fazla miktarda üretim ve stok yapmaya sevkeder. Bunlar tüketicilerin rağbetine güvenerek mal arzını genişletir ve mali taahhütlerini arttırırlar. Tröst rakiplerin piyasaya çok açıldığı anı kollar ve zamanı gelince fiyatları birdenbire ve önemli ölçüde düşürerek, küçük firmaları mal satamaz ve bonolarını ödeyemez duruma düşürür. Bunun sonucunda, piyasada dürüst kalmak isteyen iş adamı ya iflasla karşı karşıya kalır ya da tröste katılmak zorunda bırakılır.
İşte adı tröst,
kartel, kaynaşma veya başka olsun, bir piyasada kendi aralarında
gizli veya açık anlaşarak tekelcilik oluşturmak ve bu yolla topluma
ya da dürüst ticaret yapmaya çalışan esnaf ve tüccar kesimine zarar
vermek serbest piyasa ekonomisinin aşması gereken bir engeldir. Bu
yüzden aşağıda İslâm’ın yıkıcı rekabetle veya topluma zarar
vermeye yönelik tekelcilikle ilgili esaslarını belirlemeye
çalışacağız.
2. İslâm ve yıkıcı rekabet:
İslâm, toplumla ilgili konularda daima maslahat prensibinden hareket etmiştir. Maslahat da en geniş anlamıyla; toplum için yararlı olanı almak, zararlı olanı da terketmek olarak tarif edilebilir. Ekonomi ve ticaret hayatında bir muamele eğer sonuçta toplum zararına bir sonuç doğuracaksa bu muamele işin başında yasaklanarak toplum korunmuştur. Faizin, karaborsacılığın, şehirlinin köylü adına satış yapmasının ve yine dışardan mal getirenlerin şehir kenarında karşılanıp mallarının alınmasının yasaklanması bu amaca yöneliktir. Hz. Peygamber; “Sizden bazınız mü’min kardeşinin satışı üstüne satış yapmasın”78 buyurmuştur. Buna göre, ticaretle uğraşan her şahıs veya müessese serbest hareket edebilmeli ve dış müdahalelerden korunmalıdır.
İmam Malik’e göre piyasa fiyatının ne altında ve ne de üstünde bir fiyatla satış yapılmamalıdır. Piyasa fiyatı ticaret yapanların büyük çoğunluğunun serbest rekabetle oluşturduğu satış bedelleridir. Bu görüşün dayandığı delil Hz. Ömer’in, Hâtıb b. Ebi Beltea’ya söylediği narh’la ilgili sözlerle, Ömer b. Abdilaziz’in (ö.101/720) uygulamasıdır. İkinci Ömer olarak ün yapan bu halife döneminde bir bölge halkı, diğer bölge halkını engellemek üzere fiyatlarında indirim yapmışlardı. Halife, fiyatların Allah’ın elinde olduğunu belirterek, kendilerinden bu duruma son vermelerini istemiştir.79 Fiyatların Allah’ın elinde oluşu; piyasanın suni dış etkiler olmaksızın kendi rekabet kuralları içinde çalışması ve böylece fiyatların tabii oluşumu anlamına gelir.
Maliki fakihlerden el-Bâcî (ö.403/1100), piyasa fiyatı dışına çıkanlar hakkında şöyle der: “Bir kişi veya küçük bir grup tüccar, büyük çoğunluğa muhalefet ederek fiyatları düşürmüşlerse; onlara çoğunluğun sattığı fiyattan satmaları, aksi halde alış-verişi terketmeleri emredilir. Ancak bir kişi veya küçük bir grup, fiyatları yükseltirlerse, çoğunluğa bu yüksek fiyattan satış yapmaları emredilmez.”80
Normal işleyen bir piyasada sırf rakipleri zarara sokmak veya onların piyasadan çekilmesini sağlamak amacıyle fiyatların bazı kişi veya müesseselerce önemli ölçüde indirilmesi kısa vadede toplum yararına gibi görünüyorsa da, rakipler piyasadan çekilince, daha önce fiyat düşüren firmaların bu defa fiyatları aşırı yükseltmeleri söz konusu olur. Çünkü karşılarında fiyatları dengelemede etkili olacak rakip firma kalmamıştır.
Ebu Hanife yıkıcı rekabet konusuna dolaylı yoldan temas etmiştir. Şöyle ki; bir menkul veya gayri menkulü paylaşma hakkına sahip olanların, sırf malın değerini yükselterek fiyatı arttırmak amacıyla aralarında anlaşıp ortaklık kurmalarıcaiz değildir. İbn Teymiyye (728/1327) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (ö.750/1350) bu esası daha geniş bir tüccar kesimine teşmil ederek şöyle demişlerdir: “Belli bir mal çeşidini alıp satmakta olan bir grup tüccar piyasa fiyatından daha düşük olan ve kendi kararlaştırdıkları bir fiyatla satın alarak zulüm ederlerse ve sattıklarını da piyasa fiyatından daha yüksek bir fiyata satar ve aralarında ortaklık kurup elde ettiklerini bölüşürlerse, bu işten menedilirler.” 81
Sonuç olarak bir islâm toplumunda piyasa normal işlediği, arz-talep dengesi kurulabildiği ve fiyatlar serbest rekabetle güvenli bir ortamda oluştuğu sürece devlet müdahaleci olmamalıdır. Ancak tröst ve kartel benzeri tekelcilikler oluşur ve toplum bunlardan zarar görmeye başlarsa, devlet bunların üzerine cesaretle gitmeli ve tabii piyasa şartları oluşuncaya kadar esnaf, tüccar ve sanayici üzerinde varlığını hissettirmelidir. Devlet bunu yaparken İslâm’ın “iyiliği emir ve kötülükten nehiy”82 prensibini uygulamış olur.