IV- KARZ-I HASEN

A) Borç Vermenin Kapsamı ve Delilleri:

Faizsiz ve bir menfaat beklemeksizin verilen ödünce “karz-ı hasen” denir. “Güzel ödünç” demektir. Bir kimsenin nakit parayı veya ölçü tartı  yahut standart olup sayı ile alınıp satılan şeyleri, daha sonra yerine benzerini (misli) almak üzere başkasına vermesidir. Bu nitelikte olan şeylere “mislî” denir. Para, döviz, altın, gümüş, buğday, arpa, zeytin yağı, demir, çimento, yumurta bu niteliktedir. Bu, Hanefilerin tespitidir. Diğer mezhepler “selem akdi (para peşin mal veresiye)” yapılabilen tüm malların ödünç verilebileceği görüşündedir. Onlar böylece bazı kıyemî malları da tarife alarak kapsamı genişletmişlerdir.

Ödünç vermeye “ikrâz”, ödünç verene “mukriz”, ödünç alana “müstakriz”, ödünç istemeye ise “istikrâz” denir. (142)

Kur’an-ı Kerim’de ödünç verme “güzel ödünç” olarak nitelendirilerek teşvik edilmiştir. Faizsiz ve bir karşılık beklemeksizin verilmesi yüzünden bu adı almıştır. Allah teâlâ şöyle buyurur: “Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat arttırsın ve onun için değerli bir mükafat versin.” (143) Yüce Allah’ın İsrailoğullarına Hz. Musa aracılığı ile bildirdiği emirler arasında “güzel borç verme” de vardır. Ayette Hz. Musa’nın seçtiği on iki kabile başkanına şöyle hıtab edilir: “Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekatı verirseniz, elçilerine inanır, onlara yardım eder ve Allah’a güzel borç verirseniz (Allah için yoksullara sadaka verir veya darda olanlara ödünç para verirseniz) elbette sizin günahlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım.” (144) Yine İsrailoğullarından sözeden bir ayette şöyle buyurulur: “Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da ona kat kat fazlasıyla ödesin. Allah (rızkı) kısar da açar da. Hep O’na döndürüleceksiniz.” (145)

Hz. Peygamber (s.a) de müminleri karz-ı hasene teşvik ederek şöyle buyurmuştur: “Bir müslüman diğerine iki defa karz-ı hasen verirse, bir defa sadaka vermiş gibi olur.” (146) “Mirac gecesi bana cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi: Sadaka için on katı, karz-ı hasen için ise on sekiz katı ecir vardır. Cebrail (as.)’a, borç vermenin sadakadan niçin üstün olduğunu sorduğumda, şu cevabı verdi: “Şüphesiz dilenci çoğu kere yanında varken ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç yüzünden ister.” (147)

 

B) Borç Verme (Karz) Akdinin Meydana Gelme Şartları:

Karzın rüknü icap ve kabuldür. Bundan başka ödünç verenle ve ödünç verilen şeyle ilgili bazı şartların da bulunması gereklidir.

1) Ödünç verenle ilgili şartlar:

Ödünç verenin akıllı, ergin ve ödünç vereceği malın mâliki ya da onu karz olarak vermeye yetkili bulunması gerekir. Bu yüzden küçük çocuk veya akıl hastası kendi malını başkasına bağışlayamadığı gibi, bunu karz-ı hasen olarak da veremezler. Baba veya vasi de temsil ettiği küçüğün malını ödünç veremez. Karz-ı hasende, ödünç verme sırasında bir bedel mevcut olmadığı için, ödünç başlangıç bakımından teberru muamelesine benzer. Bu yüzden de onu verende teberru ehliyeti bulunmalıdır.

2) Ödünç verilen şeyle ilgili şartlar:

a) Ödünç verilecek şeyin mislî (standart) bir mal olması gerekir. Ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan şeyler mislî sayılır. Hanefilere göre, hayvan ve gayri menkul gibi kıyemi mallar üzerinde karz akdi yapılamaz. Çünkü kıyemî malların misli bulunmadığı için, tüketildiğinde benzerini geri vermek mümkün olmaz. Meselâ; iki yaşlarında bir hayvan karz olarak verilse geri alınmak istendiğinde ödünç alan fiyatı düşük bir hayvan vermek isterken ödünç veren daha iyisini almak ister. Bu da menfaat çekişmesine yol açar. (148)

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, kendisinde selem akdi (bk. “Selem” konusu) yapılabilen herşeyin karz olarak verilmesi de mümkündür. Bu, mislî olabileceği gibi hayvan gibi kıyemî de olabilir. Delil; Ebu Rafi’ (r. a)’ın naklettiği şu hadistir: “Allah’ın Rasulü, bir adamdan iki yaşlarındaki bir deveyi ödünç almıştır. Sonra O’na bir takım zekât develeri geldi. Bana, alacaklıya iki yaşlarında bir deveyi vermemi emretti. Ben, develer arasında altı yaşını bitirmiş daha güzel olanından başkasını bulamadığımı söyledim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Onu ona ver, şüphesiz sizin en hayırlınız, ödeme bakımından en güzel olanınızdır.” (149)

Diğer yandan İmam Muhammed, kendi döneminde ağırlık ve şekil bakımından standart olmamakla birlikte, insanların ihtiyacının bulunması, örf ve adetlerin oluşması yüzünden ekmek gibi bazı kıyemî şeylerde de ödünç vermeyi müstahsen görmüştür. Ancak, günümüzde un cinsi ile ekmek fabrikalarının ürettiği standart ekmeklerin artık mislî mal çeşidine girmesi gerekir.

Hanefilere göre, yukarıda geçen Ebu Rafi hadisi mensuh kabul edilmiştir. (150)

b) Akdin gerçekleşmesi için borç verilece kşeyin karşı tarafa teslim edilmesi de gereklidir. Bu duruma göre, mücerret olarak konuşmakla karz akdi meydana gelmiş olmaz. Bu yüzden Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre borç verilen şey üzerinde mülkiyet hakkı, ancak kabz ile sabit olur. Buna göre, bir kimse bir ölçek buğdayı ödünç alıp kabzetse ona sahip olur. Artık ödünç veren, verdiği buğdayın aslını istese bile ödünç alanın mislini verme hakkı doğmuş olur. Çünkü bu buğday artık ödünç verenin mülkiyetinden çıkmış ve ödünç alanın zimmetinde bunun misli sabit olmuş bulunur. Ödünç verilenin ayn’ı elde bulunsa da hüküm değişmez. Ebu Yusuf’a göre ise, ödünç verilen şey mevcut bulunduğu sürece, ödünç alan buna mâlik olamaz. (151)

Mâlikîlere göre, karz akdi, hibe, sadaka ve âriyette (eğreti verme) olduğu gibi mücerret akitle mülk ifade eder. Ödünç verilenin kabzı şart değildir. Ödünç alanın, ödüncün aynını veya mislini geri vermesi caiz olur. Ancak malda ilave veya eksiklik olduğu takdirde artık mislini vermek gerekir.

Hanbelilere göre ölçü veya tartı ile satılan şeylerde mislini vermek gerekir. Standart olmayan şeylerin ödünç verilmesi halinde ise iki şıktan birisi tercih edilebilir. Ya ödüncün borç verildiği gündeki değeri veya yaklaşık nitelikleri dikkate alınarak misli verilir. (152)

3) Borç vermede muhayyerlik ve vade bağlayıcı mıdır?

Karz akdinde, borç verenin veya alanın öne süreceği muhayyerlik şartı geçersiz olur. Çünkü muhayyerliğin amacı, taraflara akdi feshetme hakkı vermektir. Karzda zaten taraflar dilediği zaman akdi feshetme yetkisine sahiptir. Bu yüzden belirlenecek muhayyerliğin pratik bir değeri bulunmaz. (153)

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz akdinde vade şartı da geçerli olmaz. Aksi halde“nesie faizi” söz konusu olur. Borç verirken, ödüncün geri verileceği tarih belirlense, bu vade sadece ahlâk bakımından bağlayıcı olur. Kaza yönünden bağlayıcılığı bulunmaz. Çünkü borç verme başlangı bakımından teberru, sonu bakımından ise ivazlı (bedelli) bir muamele niteliğindedir. Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkı doğar. Ancak süre belirlenmiş olur ve ödünç veren de buna riayet etmiş bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş yapmış olur. Satım ve kira akdi gibi akitlerde ise tarafların tesbit edecekleri vadeler bağlayıcı olur. Belirlenen tarih gelmedikçe alacaklının istekte bulunma hakkı doğar.

4) Karza ait vadenin bağlayıcı olduğu durumlar:

Hanefilere göre, dört yerde karza ait vade bağlayıcı olur.

a) Vasiyet: Bir kimsenin kendi malından, başkasına, bir yıl süreyle ödünç verilmesini vasiyet etmesi gibi. Burada mirasçılar için vade tarihinden önce, ödünç alandan talepte bulunma hakkı yoktur.

b) Karz akdi mutlak olarak yapılıp da ödünç veren sonradan vade koysa, bu vade onun bakımından bağlayıcı olur.

c) Karz akdinin varlığı hakim kararı ile sabit olsa, İmam Malik ve İbn Ebi Leyla’ya göre vade bakımından bağlayıcı olur.

d) Havâle: Ödünç veren, bu ödüncü bir alacaklısına ciro etse, bu ciro geçerli olur. Çünkü havale, zimmeti borçtan kurtarır. (154)

5) Menfaat karşılığı ödünç verme:

Hanefilerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin bir yararlanma karşılığında olmaması gerekir. Ancak akit, ödünç verenin yararlanması şart koşulmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın olmuşsa bunda bir sakınca yoktur.

Ödünç verene hediye vermenin hükmü de böyledir. Eğer hediye şart koşularak verilmişse mekruh olur. Aksi halde bir sakıncası bulunmaz. (155)

Şâfiî ve Hanbelîlere göre yarar sağlama karşılığında borç verme caiz değildir. Meselâ; bir kimseye, evini kendisine satması şartıyla şu kadar para borç vermek gibi. Daha fazlasını geri almak üzere borç vermek de böyledir.

Delil şu hadistir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hem ödünç, hem satış ve bir satış içinde iki şart helal değildir.” (156)

Ashab-ı kiramdan Ubeyy b. Ka’b, İbn Mes’ud ve İbn Abbas (r. anhümâ)’tan rivayet edildiğine göre onlar: “Menfaat celbeden her çeşit karzı yasak kabul etmişlerdir.” (157) Çünkü bir karz akdi, insanların sevgisini ve yüce Allah’ın rızasını kazanmak ve karşılığını ahırette beklemek üzere yapılmalıdır. Onda bir menfaat şart koşulursa, akit geçerli olmakla birlikte, şart lağv sayılır. Menfaat nakit para olsun, ayn olsun, az veya çok bulunsun sonuç değişmez.

Delil yukarıda zikrettiğimiz Ebu Râfi’ hadisidir. Cabir b. Abdillah (r.a) şöyle demiştir: “Benim Rasûlullah (s.a) de bir alacağım vardı. Bana bunu ziyade ederek ödedi.” (158)

Temelde, borç verme karşılığında yarar sağlama yasağı ez-Zeylâî’nin (ö.762/1361) Nasbu’r-Raye’de tesbit ettiği gibi herhangi bir hadise dayanmaz. Bunu, şart koşulan veya örfleşmiş bulunan yararlanma ile ilgili olarak değerlendirmek mümkündür. (159)

Mâlikîlere göre, başkasına ödünç verenin ödünç verdiği kimseden herhangi bir şekilde yarar sağlaması caiz değildir. Ancak dostlar arasındaki ikram ve hediyeleşmelerde bir sakınca bulunmaz.

Borcu ödeme sırasında verilen fazlalığa gelince; Mâlikîler bunu ikiye ayırmıştır:

a) Borç satım akdinden doğmuşsa; fazlalık mutlak olarak caizdir. Ödenen borç, sıfat veya miktar bakımından daha fazla olsun, vadesinde, vadeden önce veya sonra ödenmiş bulunsun sonuç değişmez.

b) Borç karz akdinden doğmuşsa; fazlalık şart koşulmuş veya vadedilmiş yahut örfleşmişse mutlak olarak caiz değildir. Şart koşulmamış olur veya va’d yahut örf de bulunmazsa fazlalık ittifakla caizdir. (160)

 

C) Borcun vadesinde ödenmesi:

Gerek borç olarak alınan ve gerekse veresiye mal almaktan doğan borçların, vadesinde ödenmesi gerekir. Ancak karz-ı hasende alacaklının kendisi dara düştüğü takdirde, alacağını vadesinden önce de isteme hakkı vardır. Çünkü karzda vade kaza bakımından bağlayıcı değildir. Ödeme güçlüğü içinde olan borçluya gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekir. Ayette şöyle buyurulur: “Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar süre tanımak vardır. Eğer bilirseniz, alacağı bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” (161) Ancak ödeme gücü olduğu halde, borcunu vadesinde ödemeyen kimse alacaklıya zulüm yapmış olur. Nitekim Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Zenginin borcunu erteleyip vadesinde ödememesi zulümdür.” (162)

Ödemek niyetiyle borçlanan kimseye Cenab-ı Hak yardımcı olur. Ebu Hureyre (r.a)’ın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim ödemek niyetiyle başkasının malını alırsa, Allah bu borcu ödemeye onu muvaffak kılar. Kim de başkasının malını telef etmek niyetiyle alırsa, yüce Allah bu malın bereketini giderir ve borcu ödemeye muvaffak olamaz.” (163) Yine Hâkim’in Ebu Umame (r.a)’ten merfû olarak naklettiği bir hadiste borçlanmada niyetin önemi şöyle belirtilir: “Bir kimse ödemek niyetiyle borçlanır, sonra borcunu ödeyemeden ölürse, yüce Allah onun borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını razı eder. Buna karşılık, gönlünde ödeme niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse, yüce Allah ondan alacaklıların hakkını alır.” (164)

Bir kimsenin sürekli olarak borç yükü altına girmesi onu kişiliğinden bazı fedakârlıklar yapmağa zorlayabilir. Sözünde duramama, yalan söyleme, yalan yere yemin bunlar arasında sayılabilir. Rasulullah (s.a) çoğu kere namaz arkalarında günah ve borçtan Allah’a sığınırdı. Hz. Âişe (r. anhâ)’nın; “Yüce Allah’a borçtan sığındığınız kadar hiç bir şeyden sığınmıyorsunuz?” sözüne o şöyle cevap vermiştir: “Kişi borçlandığı zaman konuşur ve yalan söyler, söz verir sözünde duramaz.” (165)

Diğer yandan Hz. Peygamber’in kederden, küfürden ve borç yükü altında ezilmekten Allah’a sığındığı nakledilmiştir. (166)

Ancak bu dua ve sakındırmalardan borçlanmanın İslâm’da caiz olmadığı anlamı çıkmaz. Belki yasak olan; ödememek niyetiyle borçlanmakla üstesinden gelemeyeceği ölçüde aşırı borçlanmaktır. Buna karşılık ihtiyaç ve zaruret hallerinde borçlanmak caiz olduğu gibi, yatırım yapmak veya mevcut yatırımlarını genişletmek amacıyla borçlanmalar da caizdir. Nitekim Hz. peygamber (s.a) de zaman zaman ihtiyaç yüzünden borçlanmıştır. Meselâ; bir yahudiden veresiye buğday satın almış ve demirden zırhını rehin olarak bırakmıştır. (167) Yine bir bedevinin Hz. Muhammed (s.a) de üç yaşlarında bir deve alacağı vardı. Ashab-ı kiram bu hayvana denk olanını bulamadılar. Allah elçisi bunun yerine daha değerli olan bir devenin verilmesini emir buyurdu. Bundan çok memnun olan alacaklı; “Sen bana hakkımı en güzel şekilde verdin. Allah da sana mükafatını eksiksiz versin” diye dua etmiştir. (168)

 

D) Karz-ı Hasenden Ticârî Kredi Olarak Yararlanmak:

Karz-ı hasen yoluyla, darda olanların kredi ihtiyacının karşılanması mümkündür. Bununla daha çok ticârî olmayan ihtiyaçlar, dar gelirlilerin kısa süreli sıkıntıları veya ticaretle uğraşanların geçici ve kısa süreli ekonomik finansmanları karşılanabilir. Bu, akrabalık, dostluk veya karşılıklı yardımlaşma, amacıyla yapılır. Özellikle vadesi gelen çek ve senetlerin ödenmesinde esnaf ve tüccar zaman zaman kısa süreli, hatta bazan da birkaç saatlik kredilere ihtiyaç duyar.

Kısa vadeli küçük kredilerin daha düzenli ve faizsiz olarak temini için “yardımlaşma sandıkları” da kurulabilir. Bu sandığa üyeler her ay belli bir aidat ödeyerek, ihtiyaç olduğunda biriken primlerinin birkaç katına kadar kredi alması ve bunu anlaşma şartlarına göre geri vermesi mümkündür.

İslâm’da uzun vadeli ve büyük krediler için kâr-zarar ortaklığı esası getirilmiştir. Çünkü karşılıklı yarar olmaksızın, insanların birbirine yardımcı olmaları süreklilik arzetmez. Özellikle kredinin hacmi büyüdükçe bunu karz-ı hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Emek-sermaye veya yalnız sermaye ya da vücuh şirketinde olduğu gibi ortakların yalnız ticarî itibarları ile oluşturacakları ortaklıklar her türlü krediyi sağlamaya elverişlidir. Biz aşağıda sırasıyla İslâm ekonomisinde önemli finans kaynağı olan bu ortaklıkları açıklamaya çalışacağız.