DO­KU­ZUN­CU BÖ­LÜM

TİCARETTE YARDIMCI MUÂMELELER VE DAYANDIĞI ESASLAR

Ke­fil­lik (Kefâlet)

Re­hin ve İpo­tek

Hi­be, Ba­ğış, Ba­ğış­la­ma

Ema­net­ler

Vekâlet

Kı­sıt­la­ma (Hacr)

İslâm'da Zor­la­ma ile İl­gi­li Esas­lar

Baş­ka­sı­nın Ma­lı­nı Zor­la Ele Ge­çir­me

Baş­ka­sı­nın Ma­lı­nı Te­lef Et­me

İn­san­lar Ara­sı An­laş­maz­lık­la­rın Sulh Yo­luy­la

Çö­zül­me­si

İbrâ

İf­las

Or­tak Mal­la­rın Bö­lü­şül­me­si

Şûf'a

Tİ­CA­RET­TE YARDIMCI MUÂMELELER VE DAYANDIĞI ESASLAR

I- KE­FİL­LİK (KEFÂLET)

A) Kefâletin Ta­ri­fi ve De­lil­le­ri:

Kefâlet arap­ça bir mas­tar olup; bir şe­yi bir şe­ye kat­mak ve ke­fi­lin zim­me­ti­ni, esas borç­lu olan ki­şi­nin zim­me­ti­ne mut­lak bir şe­kil­de ek­le­mek de­mek­tir. Bu mu­a­me­le; bor­cu ve­ya yük­len­di­ği hu­su­su ke­fil­den is­te­me hak­kı ve­rir, yok­sa borç asıl borç­lu­dan dü­şüp de ke­fil üze­rin­de sa­bit ol­maz.

Hanefîler dı­şın­da­ki üç mez­he­be gö­re ise ke­fa­let; ke­fi­lin zim­me­ti­ni, ke­fil olu­na­nın zim­me­ti­ne, onun bor­cu­nu ken­di üze­ri­ne ala­rak ek­le­mek­tir. Bu ta­ri­fe gö­re borç, hem asıl borç­lu, hem de ke­fil üze­rin­de sa­bit ol­mak­ta­dır.1

Bor­ca ke­fa­let­te borç (deyn) asi­lin üze­rin­de de­vam et­mek­le bir­lik­te ke­fi­lin zim­me­tin­de de sa­bit ol­mak­ta­dır. An­cak ala­cak­lı bun­lar­dan yal­nız bi­ri­sin­den bor­cu al­ma hak­kı­na sa­hip ol­du­ğu için, so­nuç­ta borç zim­me­ti tek ki­şi­de top­lan­mak­ta­dır. Eğer bor­ca ke­fa­let mü­cer­red “is­te­me hak­kı”ndan iba­ret ol­say­dı, ala­ca­ğın ke­fil öl­dük­ten son­ra onun te­re­ke­sin­den alı­na­ma­ma­sı ge­re­kir­di. An­cak ke­fi­lin ölü­mü ha­lin­de, on­dan ala­ca­ğı is­te­me hak­kı dü­şer­se de borç mi­ra­sın­dan alı­nır.2

Ke­fa­le­tin meş­ru­lu­ğu Ki­tap, Sün­net ve İc­ma de­lil­le­ri­ne da­ya­nır.

Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Rab­bi O’na (Mer­yem’e) Ze­ke­riy­ya’yı ke­fil kıl­dı” 3 Bu­ra­da Ze­ke­riy­ya (a.s)’nın Hz. Mer­yem’in ba­kı­mı­nı üst­len­di­ği be­lir­til­mek­te­dir. “Bu­nun üze­ri­ne Hz. Yu­suf’un adam­la­rı: Biz hü­küm­da­rın su ka­bı­nı kay­bet­tik. Bu­lup ge­ti­re­ne bir de­ve yü­kü mü­ka­fat var, de­di­ler. Baş­kan­la­rı da: Ben bu mü­ka­fa­tın ve­ri­le­ce­ği­ne ke­fi­lim, de­di.” 4

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ke­fil, üze­ri­ne al­dı­ğı bor­cu biz­zat yük­le­nen­dir”5 Hz. Pey­gam­ber’e na­ma­zı kıl­dır­ma­sı için bir ce­na­ze ge­ti­ril­miş­ti. Mi­ras ola­rak bir şey bı­ra­kıp bı­rak­ma­dı­ğı­nı sor­du. Bir ma­lı ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­di­ler. Bir bor­cu var­mı­dır? di­ye sor­du. “Evet iki di­nar bor­cu var.” de­ni­lin­ce; ce­na­ze na­ma­zı­nı kıl­dır­mak is­te­me­di ve “Ar­ka­da­şı­nı­zın na­ma­zı­nı siz kı­lı­nız” bu­yur­du. Ebu Ka­ta­de’nin; “Ey Al­lah’ın el­çi­si, bu iki dir­he­mi ben üze­ri­me alı­yo­rum” de­me­si üze­ri­ne, Hz. Pey­gam­ber onun na­ma­zı­nı kıl­dı.6

Di­ğer yan­dan İslâm hu­kuk­çu­la­rı; in­san­la­rın ih­ti­ya­cı ve borç­lu­nun sı­kın­tı­sı­nın gi­de­ril­me­si için ke­fa­le­tin ca­iz ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği için­de­dir. Sa­de­ce ba­zı ay­rın­tı­lar­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı var­dır.

İyi ni­yet­le ke­fil ol­ma, ke­fi­le se­vap ka­zan­dı­ran ta­at ka­bi­lin­den bir amel­dir. Ke­fil olan kim­se Al­la­hü Teâlâ’nın yar­dı­mı­nı üze­ri­ne çe­ker. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Bir kim­se mü’min kar­de­şi­nin yar­dı­mın­da bu­lun­du­ğu sü­re­ce, Al­la­hü Teâlâ da o kim­se­nin yar­dı­mın­da­dır.” 7 Di­ğer yan­dan, in­san­lar ara­sın­da iyi­lik iyi­li­ği çe­ker. Kar­şı­lık­lı yar­dım­laş­ma­ya se­bep olur. Kur’an’da şöy­le bu­yu­ru­lur: “İyi­li­ğin kar­şı­lı­ğı an­cak iyi­lik­ten baş­ka bir şey de­ğil­dir.” 8

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ke­fa­le­tin rük­nü, ke­fi­lin tek­li­fi ve ala­cak­lı­nın ka­bu­lün­den iba­ret­tir. Ço­ğun­luk İslâm hu­kuk­çu­la­rı­na gö­re ise, ke­fil ola­cak kim­se­nin “ben ke­fi­lim” de­me­si ye­ter­li­dir, ka­bul bir rü­kün de­ğil­dir. Çün­kü Rasûlullah (s.a) Ebu Ka­ta­de’nin, ölen bir kim­se­nin bor­cu­nu üst­len­me­si­ne kar­şı çık­ma­mış­tır.9 An­cak borç­lu­nun rı­za­sı­nın ge­rek­me­di­ği ko­nu­sun­da İslâm hu­kuk­çu­la­rı ara­sın­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Çün­kü baş­ka­sı­nın bor­cu­nu izin­siz öde­mek ca­iz olun­ca, bu bor­ca ke­fil ol­mak ön­ce­lik­le ca­iz olur. Di­ğer yan­dan if­las et­miş ola­rak ölen bir kim­se­ye ke­fa­le­tin ge­çer­li ol­du­ğu­nu, Ebu Ha­ni­fe dı­şın­da­ki bü­tün fa­kih­ler ka­bul eder­ler. 10

B) Ke­fil­li­ğin Ko­nu­su ve Çe­şit­le­ri:

Ke­fil­lik şa­hıs ve­ya mal ya­hut na­kit pa­ra borç­la­rı için söz ko­nu­su olur. Şah­sa ke­fil ol­mak onu be­lir­li bir ta­rih­te, be­lir­li bir yer­de ha­zır bu­lun­dur­ma­yı ifa­de eder. Mal ve­ya pa­ra­ya ke­fil­lik­te ise, asıl borç­lu mal ya da pa­ra bor­cu­nu va­de­sin­de öde­mez­se, ke­fil bun­la­rı ala­cak­lı­ya öde­me­yi üst­len­miş olur.

Ke­fil­lik mut­lak ve mu­kay­yed ol­mak üze­re de iki­ye ay­rı­lır:

1. Mut­lak Ke­fil­lik: Bor­cun öden­me şek­li ve va­de­sin­den söz et­mek­si­zin ya­pı­lan ke­fil­lik söz­leş­me­si­dir. Bu­ra­da borç pe­şin öde­ne­cek­se, ke­fil­lik de baş­la­mış olur. Borç va­de­li ise ke­fil bu va­de so­nu­na ka­dar sü­re­ye sa­hip olur.

2. Mu­kay­yed Ke­fil­lik: Ke­fil­lik için bir ay ve­ya bir yıl gi­bi sü­re sı­nır­la­ma­sı yo­lu­na gi­di­le­bi­lir. Ke­fil­lik sü­re­si­nin, asıl borç sü­re­si­ne denk, on­dan az ve­ya çok ol­ma­sı müm­kün ve ca­iz­dir. Çün­kü bor­cu is­te­mek ala­cak­lı­nın hak­kı olup, o, ke­fil ve asil ile di­le­di­ği şe­kil­de an­laş­ma ya­pa­bi­lir.

Ke­fa­let ak­di, bir yıl gi­bi bir sü­rey­le sı­nır­lan­dı­rıl­mış ise, sü­re dol­ma­dan borç­lu öl­se, onun ma­lın­dan öden­me­si ge­rek­li olur. Ke­fil için sü­re de­vam eder. Bir yıl­dan ön­ce ke­fil ve­fat eder­se, borç onun ma­lın­dan öde­nir ha­le ge­lir. Sü­re, asıl borç­lu için de­vam eder. Bu gö­rüş Ha­ne­fi, Şâfiî ve Malikîlere ait­tir. Çün­kü Ha­ne­fi­ler­de ölüm, zim­me­ti so­na er­di­rir ve za­ru­ri ba­zı du­rum­lar dı­şın­da in­sa­nın eh­li­ye­ti­ni or­ta­dan kal­dı­rır. Han­be­li­le­rin İbn Ku­da­me ta­ra­fın­dan ter­cih edi­len bir gö­rü­şü­ne gö­re, borç­lar, ölüm se­be­biy­le  mu­ac­ce­li­yet ka­zan­maz. Çün­kü borç bir va­de­ye bağ­lan­mış­sa, va­de ta­ri­hi gel­me­dik­çe ta­lep edi­le­mez.11

Bir kim­se, bir şah­sı bel­li bir yer­de, meselâ mah­ke­me­de ha­zır bu­lun­dur­mak üze­re bir ay ve­ya üç gün gi­bi bir sü­rey­le ke­fil ol­sa, ca­iz­dir. Bu du­rum­da ke­fil­den ke­fa­let sü­re­si geç­me­dik­çe ke­fi­li ol­du­ğu kim­se­yi tes­lim et­me­si is­te­ne­mez.

Şart­lı ke­fa­le­te, şar­tın ke­fa­let ak­di­nin ni­te­li­ği ile bağ­da­şır ni­te­lik­te ol­ma­sı ge­re­kir. “Ali gel­di­ği za­man onun ke­fi­li­yim ve­ya Ali bu bel­de­yi ter­ke­der­se onun ke­fi­li­yim” de­mek gi­bi. Yağ­mu­run yağ­ma­sı ve­ya rüz­ga­rın es­me­si gi­bi bir şar­ta bağ­lı olan ke­fa­let, der­hal mey­da­na ge­lir, va­de ge­çer­siz olur. Çün­kü bu sü­re­ler be­lir­siz­dir. 12

C) Ke­fil­lik Söz­leş­me­si­nin Şart­la­rı:

Bu şart­lar; ke­fil, borç­lu ve­ya ala­cak­lı ile il­gi­li ol­mak üze­re üç kıs­ma ay­rı­la­bi­lir:

1.Ke­fil­le il­gi­li şart­lar:

Ke­fi­lin akıl­lı ol­ma­sı ve bü­luğ ça­ğı­na gel­miş bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Akıl has­ta­sı ve kü­çük ço­cuk­la­rın ke­fil ol­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü ke­fil­lik, baş­ka­sı­nın bor­cu­nu yük­len­me se­be­biy­le, bir te­ber­ru ak­ti­dir. Bu yüz­den, te­ber­ru eh­li­ye­ti bu­lun­ma­yan kim­se ke­fa­let ak­di de ya­pa­maz. Bu ko­nu­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.

Sefâhet se­be­biy­le kı­sıt­lı bu­lu­nan­lar da ke­fa­le­te ehil de­ğil­dir. Ke­fa­let ma­li bir ta­sar­ruf ol­du­ğu için ke­fi­lin re­şid ol­ma­sı ge­re­kir. 13

2. Borç­lu (asil) ile il­gi­li şart­lar:

a. Ke­fi­lin, ke­fa­let ko­nu­su­nu ifa­ya gü­cü yet­me­si ge­re­kir. Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re, bor­cu­nu öde­me­ye ye­te­cek mal bı­rak­mak­sı­zın müf­lis ola­rak ve­fat eden kim­se­nin bor­cu­na ke­fa­let ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü bu borç dün­ya hu­ku­ku ba­kı­mın­dan düş­müş­tür. İbrâ ile dü­şen borç­ta ol­du­ğu gi­bi, bu­na da ke­fa­let sa­hih ol­maz. Ölü­nün zim­me­ti ölüm­le so­na er­miş­tir. Onun zim­me­tin­de borç de­vam et­mez. Ebu Yu­suf, İmam Mu­ham­med ve ço­ğun­luk İslâm hu­kuk­çu­la­rı­na gö­re, if­las eden ölü­nün bor­cu­na ke­fa­let ge­çer­li­dir. De­lil, yu­ka­rı­da ver­di­ği­miz Ebu Ka­ta­de’den nak­le­di­len ha­dis­tir. 14

b. Ke­fi­lin, borç­lu­nun kim­li­ği­ni bil­me­si ge­re­kir. Ke­fil, “İn­san­lar­dan her­han­gi bi­ri­si­ne ke­fil ol­dum” gi­bi be­lir­siz ta­sar­ruf­ta bu­lun­sa, ke­fa­let ge­çer­li ol­maz. 15

3. Ala­cak­lı­da bu­lun­ma­sı ge­re­ken şart­lar:

a. Ala­cak­lı­nın be­lir­li ol­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de, ke­fa­let­ten bek­le­nen amaç ger­çek­leş­mez.

b. Ala­cak­lı­nın, akit mec­li­sin­de ha­zır bu­lun­ma­sı ge­re­kir.

c. Ala­cak­lı­nın akıl­lı ol­ma­sı ge­re­kir. 16

4. Ke­fa­le­tin ko­nu­su ile il­gi­li şart­lar:

a. Ke­fa­let ko­nu­su­nun borç­lu adı­na yük­le­nil­miş ol­ma­sı şart­tır. Ko­nu­nun borç, be­lir­li bir mal, şa­hıs ve­ya bir ey­lem ol­ma­sı müm­kün­dür.

b. Ak­din ko­nu­su­nun, ke­fil ta­ra­fın­dan ifa­sı­na güç ye­ti­ril­me­si ge­re­kir. Bu yüzden had ve kı­sas ce­za­la­rı için ke­fa­let ge­çer­li de­ğil­dir.

c. Bor­cun, sa­hih ve la­zım ol­ma­sı ge­re­kir. Bu borç; an­cak ib­ra ve­ya eda ile dü­şer. Bu şart, mal­la il­gi­li ke­fa­le­te ait­tir. 17

Ke­fa­le­tin hü­küm­le­ri:

Ke­fi­lin, asi­le rü­cu et­me hak­kı var­dır. Ke­fa­let, borç üze­rin­de ise, ke­fil, öde­mek zo­run­da kal­dı­ğı bor­cu asıl borç­lu­dan ta­lep eder. Ke­fil iki ki­şi olur­sa, borç on­lardan ya­rı ya­rı­ya tah­sil edi­lir. Da­ha son­ra bu ke­fil­ler, bu­nu asıl borç­lu­dan is­ter­ler. Ala­cak­lı ala­ca­ğı­nı asıl borç­lu­dan ve­ya ke­fil­den di­le­di­ği­ni ter­cih ede­rek is­te­me hak­kı­na sa­hip­tir.

Ke­fil, bor­cu öde­me­den ön­ce, asıl borç­lu­dan is­te­ye­mez. 18

D) Ke­fil­li­ğin So­na Er­me­si:

Mal ile il­gi­li ke­fa­let iki du­rum­da so­na erer.

1. Bor­cun ala­cak­lı­ya öden­me­si:

Bu öde­me is­ter asıl borç­lu, is­ter­se ke­fil ta­ra­fın­dan ya­pıl­sın ke­fa­let ak­di­ni so­na er­di­rir. Yi­ne, ala­cak­lı ala­ca­ğı­nı ke­fi­le ve­ya asi­le hi­be et­se ke­fa­let iliş­ki­si so­na erer. Çün­kü hi­be, eda ye­rin­de­dir. Ke­fi­le ve­ya asi­le bor­cu ta­sad­duk et­mek hi­be­nin ben­ze­ri­dir. Ala­cak­lı ve­fat eder ve borç­lu ya­hut ke­fil, ona mi­ras­çı olur­sa yi­ne ke­fa­let ak­di so­na erer. Çün­kü mi­ras­la onun zim­me­tin­de bu­lu­nan şey­le­re de ma­lik olun­muş­tur.

2. İbrâ ve bu an­lam­da olan ta­sar­ruf­lar:

Ala­cak­lı, ke­fi­li ve­ya asi­li borç­tan ib­ra et­se ke­fa­let so­na erer. An­cak, yal­nız ke­fi­li ve­ya yal­nız asi­li ib­ra et­me­si, di­ğe­ri­ni de ib­ra et­me­si an­la­mı­na gel­mez. Ke­fi­lin borç­tan ib­ra­sı, yal­nız bor­cun on­dan is­ten­me­si hak­kı­nı dü­şü­rür, fa­kat bor­cun as­lı­nı or­ta­dan kal­dır­maz. An­cak ala­cak­lı bor­cun öden­di­ği­ni ik­rar ve iti­raf eder­se, ke­fil de, asil de borç­tan kur­tul­muş olur.

Ke­fa­let sulh yo­luy­la da so­na ere­bi­lir. Ke­fil, ala­cak­lı ile id­dia ko­nu­su bor­cun bir bö­lü­mü üze­rin­de an­laş­sa­lar, iki du­rum­da ke­fil ve asil bir­lik­te borç­tan kur­tul­muş olur­lar. Ke­fil ya; “Ben ve borç­lu, iki­miz de ge­ri ka­lan borç­tan be­ri­yiz” der ve­ya mut­lak ib­ra an­la­mın­da, ala­cak­lı ile bel­li bir ra­kam üze­rin­de an­laş­ma ya­pıl­mış ola­bi­lir. 19

Şa­hıs üze­rin­de­ki ke­fa­let üç du­rum­da so­na erer:

1. Ke­fil olu­nan şah­sın tes­lim edil­me­si:

Bu, da­ha çok, bir tu­tuk­lu­yu ve­ya tu­tuk­lan­ma­yı ge­rek­ti­re­cek bir suç­la it­ham edi­len kim­se­yi, du­ruş­ma için mah­ke­me­de ha­zır bu­lun­dur­mak ama­cıy­la ya­pı­lan bir ke­fa­let söz­leş­me­si­dir. Sa­nık, ke­fi­li ta­ra­fın­dan be­lir­ti­len ta­rih­te mah­ke­me­de ha­zır bu­lun­du­ru­lun­ca akit so­na erer. Mah­ke­me­nin bu­lun­ma­dı­ğı bir bel­de­de, sa­nı­ğı ka­ra­ko­la tes­lim et­mek­le ke­fil gö­re­vi­ni ta­mam­la­mış sa­yıl­maz. Eğer, mah­ke­me bu­lu­nan şe­hir­de, çar­şı ve­ya pa­zar­da sa­nık tes­lim edil­miş olur­sa, ke­fa­let ak­di so­na erer. Çün­kü, bu­ra­da sa­nı­ğı yar­gı­la­ma im­ka­nı var­dır. Ke­fil, sa­nı­ğı ka­rar­laştı­rı­lan şe­hir­den baş­ka bir şe­hir­de tes­lim et­se, Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re, yar­gı­la­ma im­ka­nı doğ­du­ğu için ke­fa­let ak­di so­na erer. Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ise, be­lir­le­nen şe­hir­de tes­lim et­me­dik­çe, ke­fa­let so­na er­mez. Dev­let baş­ka­nı ye­ri­ne, ha­ki­me tes­lim et­mek ke­fa­le­ti so­na er­di­rir.

2. İbrâ:

Hak sa­hi­bi, ke­fi­li, şah­sa ke­fa­let­ten be­ri kı­lın­ca, ke­fa­let ak­di so­na erer. Bu du­rum­da sa­nık (asil) yü­küm­lü­lük­ten kur­tul­muş ol­maz. An­cak, hak sa­hi­bi asi­le karşı, hak­kın­dan vaz­ge­çer­se, ke­fil ve asil bir­lik­te yü­küm­lü­lük­ten kur­tul­muş olur­lar.

3. Şah­sa ke­fil olan kim­se­nin ölü­mü:

Ke­fa­let ko­nu­su olan şa­hıs ölün­ce, ke­fil, ke­fa­let­ten kur­tu­lur. Çün­kü ar­tık onu be­lir­le­nen yer­de bu­lun­dur­ma­ya gü­cü yet­mez. Ke­fil, öl­dü­ğü za­man da ke­fa­let ak­di so­na erer. Çün­kü bu du­rum­da da, onun ke­fil ol­du­ğu kim­se­yi ha­zır bu­lun­dur­ma im­ka­nı yok­tur.

Le­hi­ne ke­fil olu­nan şah­sın ölü­müy­le şah­sa ke­fa­let so­na er­mez. Ni­te­kim ma­la ke­fa­let­te de, ala­cak­lı­nın ölü­müy­le ke­fa­let so­na er­miş ol­maz. Çün­kü ke­fi­lin, gö­re­vi­ni ifa­ya gü­cü yet­mek­te­dir. Bu du­rum­da va­si ve­ya va­ris­ler, ala­ca­ğı is­te­me­de, ve­fat ede­nin ye­ri­ne ge­çer­ler. 20

Be­lir­li bir ma­lın taz­mi­ni­ne yö­ne­lik olan ke­fa­let ak­di iki du­rum­da so­na erer:

Ke­fil olu­nan mal, mev­cut­sa bu­nun hak sa­hi­bi­ne tes­li­mi, ma­lın he­lak ol­ma­sı ha­lin­de ise mis­li­ni ve­ya kıy­me­ti­ni ver­me du­ru­mun­da ke­fa­let ak­di so­na erer. Hak sa­hi­bi­nin ke­fi­li ke­fa­let­ten ib­ra et­me­si ha­lin­de de akit so­na erer. Çün­kü ke­fil is­te­me, ala­cak­lı­nın hak­kı­dır. Borç­ta ol­du­ğu gi­bi, onun dü­şür­me­siy­le ke­fil­lik de düş­müş olur.21

E) Ke­fi­lin Öde­di­ği Borç İçin Asi­le Rucû Et­me­si:

Ke­fi­lin öde­di­ği borç­dan do­la­yı asi­le rucû et­me­si için şu şart­la­rın bu­lun­ma­sı ge­re­kir:

1. Ke­fa­le­tin borç­lu­nun iz­niy­le ol­ma­sı. Borç­lu olan bir kim­se, bor­cu için bi­ri­si­ne ke­fil ol­ma iz­ni ver­me­miş­se, baş­ka­sı­nın onun adı­na ya­pa­ca­ğı öde­me te­ber­ru ni­te­li­ğin­de olur. Eğer te­ber­ru­da bu­lu­nan ke­fi­lin asıl borç­lu­ya rucû hak­kı ol­say­dı, Hz. Pey­gam­ber’in, borç­lu ola­rak ölen sa­ha­be­nin na­ma­zı­nı, Ebu Ka­ta­de’nin taz­mi­ni se­be­biy­le kıl­ma­ma­sı ge­re­kir­di. Bu, Ha­ne­fi ve Şa­fi­i­le­rin gö­rü­şü­dür. Ma­lik ve bir ri­va­yet­te Ah­med b. Han­bel’e gö­re, öde­me­nin ken­de­si için öde­me ya­pı­la­nın iz­niy­le ol­ma­sı şart de­ğil­dir. Çün­kü bu, onu yü­küm­lü­lük­ten kur­ta­ran bir öde­me­dir. Bu,  borç­lu­nun öde­me­den ka­çın­ma­sı ha­lin­de, ha­ki­min onun adı­na öde­me yap­ma­sı gi­bi­dir.

2. Öde­me­nin asıl borç­lu adı­na ya­pıl­ma­sı, ke­fil, te­mel­de borç­lu­nun bor­cu­nu yük­le­nir. Eğer borç­lu taz­mi­ni ken­di­si­ne iza­fe et­mez­se, ke­fil­le ken­di ara­sın­da ku­ru­lan “karz ak­di” ger­çek­leş­mez. Çün­kü ke­fa­let, borç­lu­ya gö­re ödünç pa­ra is­te­mek­ten (is­tik­raz), ke­fi­le gö­re ise öde­me yap­tı­ğı tak­dir­de, borç­lu­ya ödünç pa­ra ver­mek­ten (ik­raz) iba­ret­tir. Ke­fil öde­me ko­nu­sun­da borç­lu­nun na­i­bi (ve­ki­li) du­ru­mun­da­dır.

Ha­ne­fi­le­re gö­re, ke­fil asi­le, onun adı­na öde­di­ği meb­lağ ile de­ğil, taz­min et­me­yi üst­len­di­ği mik­tar ile rucû eder. Çün­kü o, bor­cu öde­mek­le asıl borç­lu­nun zim­me­tin­de­ki bor­ca sa­hip ol­muş bu­lu­nur. Kı­sa­ca, ke­fil, ala­cak­lı­ya bor­cu baş­ka cins pa­ra­dan öde­se ve­ya borç ye­ri­ne baş­ka bir mal ver­se, asıl borç­lu­dan ke­fil ol­du­ğu mik­ta­rı ta­leb ede­bi­lir. Bir bor­cu ve­kil sı­fa­tıy­le öde­yen kim­se ise, mü­vek­ki­le öde­di­ği şe­yin cins ve mik­ta­rı ile ru­cu eder. Çün­kü ve­kil, eda ile bor­ca ma­lik ol­muş sa­yıl­maz. Bel­ki, öde­di­ği meb­la­ğı mü­vek­ki­le ödünç (karz) ola­rak ver­miş sa­yı­lır. Bu yüz­den borç­lu­ya, ödünç ver­di­ği şey­le rucû eder.

An­cak ke­fil sulh yo­luy­la bor­cun bir bö­lü­mü­nü öde­miş olur­sa, ar­tık borç­lu­dan bor­cun tü­mü­nü de­ğil, öde­di­ği ka­da­rı­nı is­te­ye­bi­lir. Çün­kü o, bu du­rum­da bir bö­lü­mü­nü öde­mek­le tüm bor­ca ma­lik ol­muş sa­yıl­maz. Ke­fi­lin bor­cun bir bö­lü­mü­nü sulh yo­luy­la düş­me­si­nin, tem­lik sa­yıl­ma­sı ha­lin­de ke­fi­lin öde­di­ği ile bor­cun ta­ma­mı ara­sın­da­ki fark fa­iz iş­le­mi­ne gi­rer.

Şafiî ve Ma­li­ki­le­re gö­re, ke­fil borç­lu­ya fi­i­len öde­mek zo­run­da kal­dı­ğı mik­tar­la rucû eder. Bor­cun bir bö­lü­mü üze­rin­de sulh ve­ya ib­ra ha­lin­de de, ke­fil öde­di­ği ka­da­rıy­la rucû eder. Han­be­li­le­re gö­re ise ke­fil, asıl borç­la, fi­i­len öde­di­ğin­den han­gi­si az­sa, onun­la asi­le rucû eder. Çün­kü, eğer borç, öde­nen­den az­sa faz­la­lık te­ber­ru ni­te­li­ğin­de­dir. Öde­nen az­sa o, öde­di­ği ka­da­rıy­la rucû ede­cek­tir. 22

Bir kim­se, alı­cı için sa­tı­cı­nın sat­tı­ğı ma­la, he­lak olur­sa pa­ra­sı­nı ya­hut kıy­me­ti­ni ver­mek ya­hut re­hin ve­ren için re­hin alan kim­se­den do­la­yı re­hin ve­ri­len mal he­lak olur­sa, pa­ra­sı­nı ya­hut kıy­me­ti­ni ver­mek üze­re ke­fil olur­sa, sa­hih ol­maz. Çün­kü sa­tı­lan, sa­tı­cı­nın elin­de iken he­lak ol­sa, alı­cı­dan bir şey ala­maz. Re­hin ala­nın ya­nın­da­ki re­hin he­lak ol­sa, re­hin ala­na bir şey la­zım gel­mez. Bu­na gö­re, he­lak ol­du­ğun­da öden­me­si ge­rek­me­yen mal­la­ra, ke­fil ol­mak ge­çer­li de­ğil­dir.

Bu­nun gi­bi, ema­net­le­re, ari­yet­le­re, ki­ra­la­nan şey­le­re ve or­tak mal­la­ra ke­fil ol­mak ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü bun­lar he­lak ol­du­ğu tak­dir­de öden­me­le­ri ge­rek­mez. An­cak, sa­tı­lan ma­lın, alı­cı­ya; re­hin ve­ri­len ma­lın, re­hin ve­re­ne; ki­ra­la­nan ma­lın ki­ra­cı­ya; sa­tı­lan ma­lın pa­ra­sı­nın sa­tı­cı­ya tes­lim edil­me­si­ne ke­fil ol­mak müm­kün ve ca­iz­dir. 23

F) Ke­fil Ol­ma Kar­şı­lı­ğın­da Bir Be­del Alı­na­bi­lir mi?

Ke­fa­let, bir te­ber­ru ak­di ve ke­fi­lin ken­di­si se­be­biy­le se­vap ka­za­na­ca­ğı bir ta­at­tır. Çün­kü bu, ha­yır­da yar­dım­laş­ma­dır. Di­ğer yan­dan ke­fil öde­mek zo­run­da ka­la­ca­ğı şey­le, asi­le rucû eder. Bu­nun bir be­del ta­lep edil­mek­si­zin Al­lah rı­za­sı için ve kar­şı­lı­ğı ahi­ret­te bek­len­mek üze­re ya­pıl­ma­sı en gü­ze­li­dir. Şüp­he­den uzak olan şek­li de bu­dur. An­cak ala­cak­lı, ke­fi­lin öde­me­de bu­lu­na­rak ken­di­si­ne yap­tı­ğı iyi­li­ğe bir kar­şı­lık ol­mak üze­re, ona hi­be ve­ya he­di­ye ola­rak bir şey­ler ver­se bu ca­iz olur. Di­ğer yan­dan ke­fil, ke­fa­le­ti­ne bir kar­şı­lık ve­ya bel­li bir üc­ret şart koş­sa, ke­fil gös­ter­mek zo­run­da olan borç­lu, meccânen ke­fil ola­cak bi­ri­si­ni bu­la­maz­sa za­ru­ret ve­ya ih­ti­yaç se­be­biy­le üc­ret kar­şı­lı­ğı ke­fa­let ca­iz olur. Gü­nü­müz­de pek çok ti­ca­ri ya­tı­rım­lar­da ve ta­ah­hüt iş­le­rin­de is­te­nen “te­mi­nat mek­tu­bu” da za­ru­ret ha­lin­de bu gru­ba gi­re­bi­lir. Bu gö­rüş İslâm hu­kuk­çu­la­rı­na gö­re şu esa­sa da­ya­nır:

Kur’an-ı Ke­rim öğ­re­til­me­si; imam­lık, mü­ez­zin­lik ve müf­ti­lik gi­bi, in­sa­nı Al­lah’a yak­laş­tı­ran ba­zı iba­det ve ta­at­le­rin ifa­sı kar­şı­lı­ğın­da üc­ret ver­mek, ih­ti­yaç se­be­biy­le ca­iz gö­rül­müş­tür. Di­ğer yan­dan, hak­kı hâkim kıl­mak, zul­mü kal­dır­mak ve­ya bir bel­de­den düş­ma­nın za­rar ve­ya teh­li­ke­si­ni ber­ta­raf et­mek için düş­ma­na rüş­vet yo­luy­la bir­şey­ler ve­ril­me­sin­de de bir sa­kın­ca gö­rül­me­miş­tir.24

So­nuç ola­rak ke­fa­le­tin as­lı­nın te­ber­ru ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu ve ke­fi­le karz-ı ha­sen se­va­bı ka­zan­dır­dı­ğı dik­ka­te alı­na­rak, bu­nun bir kar­şı­lık bek­le­mek­si­zin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. An­cak bir bel­de­de, men­fa­at kar­şı­lı­ğı ol­mak­sı­zın ke­fil bu­lu­na­maz ha­le gel­miş­se, za­ru­ret ve ih­ti­yaç hal­le­rin­de üc­ret kar­şı­lı­ğı ke­fa­le­te baş­vu­ru­la­bi­lir. Ni­te­kim, Ha­ne­fi­ler­de Kur’an öğ­re­ti­mi, imam­lık ve mü­ez­zin­lik gi­bi ta­at­ler ön­ce­le­ri üc­ret ve­ya ma­aş al­mak­sı­zın yü­rü­tü­lür­ken, bu­nu meccânen ya­pan­la­rın kal­ma­yı­şı, ak­si hal­de bu hiz­met­le­rin bü­yük ih­mal­le­re uğ­ra­ya­ca­ğı­nın an­la­şıl­ma­sı üze­ri­ne bun­la­rı ya­pan­la­ra üc­ret ve­ri­le­bi­le­ce­ği­ne fet­va ve­ril­miş­tir. Böy­le­ce Hz. Pey­gam­ber dev­rin­de ya­pıl­ma­yan bir iş, şart­la­rın de­ğiş­me­siy­le son­ra­ki müc­te­hid­ler ta­ra­fın­dan ye­ni şart­la­ra gö­re de­ğer­len­di­ril­miş, top­lu­mun ve İslâm’ın mas­la­ha­tı için bu yo­la gi­dil­miş­tir.